Borderline Kişilik Bozukluğu

Kişilik Bozukluğu için bilgi mi arıyorsunuz? Borderline Kişilik Bozukluğu makalesine göz atın ve Kişilik Bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinin

Borderline kişilik bozukluğu, kişinin kendisi ve başkaları hakkında düşünme ve hissetme şeklini
etkileyen, günlük yaşamda işlevsellik sorunlarına neden olan bir zihinsel bozukluktur. Benlik imajı
sorunlarını, duygu ve davranışları yönetmede zorlukları ve istikrarsız ilişkiler örüntüsünü içerir.
Borderline kişilik bozukluğuna sahip kişiler yoğun bir terk edilme korkusu yaşarlar. Yalnız
kalmaya tahammül edemeyen borderline kişilik bozukluğu belirtileri öfke, dürtüsellik, sık sık
değişen ruh halleri ve kalıcılığı olmayan ilişkiler kurmak şeklinde sıralanabilir.

Erken yetişkinlik döneminde başlayan borderline kişilik bozukluğuna sahip kişiler genç
yetişkinlikte yoğun problemler yaşarken ilerleyen yaşlarda toplumsal kurallara uymamanın
yarattığı olumsuz sonuçlar nedeniyle kademeli olarak iyileşme gösterebilirler. Borderline kişilik
bozukluğunun tedavisinde medikal destek ve psikoterapi desteği bir arada ilerlemelidir.

Bu yazı esnasında belirtilerin bir kısmını kendinizde görüyor olabilirsiniz ancak bu borderline
kişilik bozukluğuna sahip olduğunuz anlamına gelmez. Bir düzeye kadar bu belirtiler pek çok
insanda bulunur.

Borderline Kişilik Bozukluğu Nedir?

Borderline kişilik bozukluğu, duygu düzenlemede, dürtü kontrolünde, kişilerarası ilişkilerde ve
kendilik imajında yaygın bir kararsızlık modeliyle karakterize olan bir kişilik bozukluğudur.

Klinik belirtiler arasında duygusal düzensizlik, dürtüsel saldırganlık, tekrarlayan kendine zarar
verme davranışları ve kronik intihar eğilimleri yer alır. Nedensel faktörler kısmen bilinmektedir.
Özellikle genetik yatkınlığın, fiziksel ve cinsel istismar gibi çocukluk dönemi yaşantılarının
bozukluk üzerinde etkisi bulunmaktadır.

Genel popülasyonun yaklaşık %1 -2’sini etkileyen borderline kişilik bozukluğunda şiddetli
psikososyal bozukluk ve intihara bağlı yüksek ölüm oranı görülür. Hastaların yaklaşık %10’unda
intihar öyküsü vardır. Bu oran genel popülasyondan neredeyse 50 kat daha fazladır.

ABD’de yapılan araştırmalarda yetişkinlerin yaklaşık %2’sinde ve kadınlarda 3 kat daha fazla
görülen borderline kişilik bozukluğu, İngiltere’de kişilik bozukluğu vakalarının % 0.7’sinde
tanılanmıştır. Türkiye’de sıklığına yönelik yeterli bilgi yoktur.

Borderline Kişilik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Kişinin hislerini, davranışlarını, düşüncelerini ve diğerleriyle kurduğu ilişkileri etkileyen borderline
kişilik bozukluğu birtakım semptomlarla kendini gösterir. Semptomlar şu şekilde sıralanabilir;

  • Borderline kişilikler yoğun düzey terk edilme korkusu hissederler. Gerçek ya da hayali birayrılık durumundan veya reddedilme ihtimalinden kurtulmak için önlem alırlar.
  • Borderline kişilikler karşılarındaki kişileri idealize edip sonra birdenbire o kişinin zalim
    olduğuna, kötü niyetli olduğuna inanabilirler.
  • Borderline kişiliklerin hayatlarında oluşturdukları hedefleri ve değerleri ani kararlarla,
    hızla değişebilir.
  • Borderline kişilikler strese bağlı olarak paranoya epizodları yaşayabilirler, gerçekle olan
    temasları kesilebilir.
  • Borderline kişiliklerin dürtüsel davranışları arasında kumar oynama, dikkatsiz araba
    kullanma, sık sık korunmadan cinsel ilişki yaşama, aşırı yemek yeme, uyuşturucu
    kullanma gibi riskli davranışlar yer alır. Bu kişiliğe sahip olan insanlar aniden iyi bir işten
    ayrılabilir, olumlu bir ilişkiyi sonlandırabilir. Bu şekilde farkında olmadan kendilerini
    sabote ederler.
  • Borderline kişilikler herhangi bir ayrılık veya reddedilme durumunda kendine zarar
    verme davranışlarında bulunabilirler. Borderline kişilik bozukluğu vakalarında çoğunlukla
    intihar teşebbüsü görülür.
  • Borderline kişilikler yoğun mutluluk, öfke, utanç duygularını içeren, birkaç saatten birkaç
    güne kadar süren ruh hali değişimleri yaşarlar.
  • Borderline kişilikleri yaşamlarını derin bir boşluk hissiyle sürdürdüklerini ifade edebilirler.
  • Borderline kişilikler öfkelerini kontrol etmekte zorlanırlar, alaycı davranabilirler. Fiziksel
    ya da sözel şiddet uygulayabilirler.

Borderline Kişilik Bozukluğunun Nedenleri Nelerdir?

Pek çok psikolojik ve psikiyatrik bozukluklarda olduğu gibi borderline kişilik bozukluğunun da
nedenleri tam olarak anlaşılmış değildir. Çocukluk döneminde istismar ve ihmal öyküsü bulunan
kişilerin borderline kişilik bozukluğu açısından risk grubunda olduğunu söylemek mümkündür.
Çevresel faktörlerlerin yanı sıra ikizler ve ailelerle yapılan birtakım araştırmalar, kişilik
bozukluklarının kalıtsal olabileceğini veya aile üyeleri arasında görülen diğer psikiyatrik
bozukluklarla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.

Birtakım araştırmalar ise duygu düzenleme, dürtüsellik ve saldırganlık davranışlarıyla ilişkili
olarak birtakım beyin anomalilerinin etkisine vurgu yapmaktadır.

Borderline kişilik bozukluğunun nörokimyasallarla da ilişkili olduğu bilinmektedir. Özellikle neşeli
ruh haline katkıda bulunan serotonin isimli nörokimyasal maddenin borderline kişiliklerde
normal miktarda salgılanmadığı görülmektedir.

Borderline Kişilik Bozukluğunun Görülme Sıklığı

Yapılan araştırmalara göre borderline kişilik bozukluğu kadınlarda erkeklerden daha yaygındır.
Çocuk ve ergen örnekleminde yapılan bir araştırmaya göre borderline kişilik bozukluğunun 9-19
yaş arasında görülme sıklığı %11 iken 11-21 yaş arasında görülme sıklığı %7.8’dir.

Borderline kişilik bozukluğu kız çocuklarında oğlan çocuklardan daha sık görülmektedir.

Borderline Kişilik Bozukluğu Nasıl Teşhis Edilir?

Amerikan Psikiyatri Birliği tanılamasına göre Borderline kişilik bozukluğu, genç erişkinlik
döneminde başlar, farklı koşullar altında ortaya çıkar. Özellikle kişilerarası ilişkilerde, benlik
algısında ve duygulanımda tutarsızlıkla karakterize olan borderline kişilik bozukluğu vakalarında
dürtüsel eğilimler görülür.

Saldırganlık, değişkenlik, tutarsızlık, çökkünlük ve şiddete eğilimli olmak gibi pek çok kriz durumu
borderline kişiliklerin hayatını domine eder.

Borderline kişilikler diğerlerine yönelik manipülatiftir. Kendilerine zarar verme eğilimindedirler
ve intihar teşebbüslerinde bulunurlar.

Önemli tanı ölçütlerinden biri olan duygusal dalgalanma ölçütüne göre borderline kişiliklerin
duygu durumları saatler içinde hızla değişebilir veya nadiren birkaç gün ya da daha uzun süre
değişmeden kalabilir.

Terk edilme korkusunun tetiklediği yoğun öfkeye bağlı olarak öfke patlamaları yaşarlar.
Diğer kişilerle yakın, stabil ve anlamlı ilişkiler kurmakta zorlanan borderline kişiliklerin benlik
bütünlüklerinde zayıflık ve boşluk duygusu vardır.

Borderline kişiliklerin kendine zarar verme davranışlarının ardında kendini cezalandırma, acı
veren duygulardan kurtulma, rahatlamayı sağlama ve kendini daha canlı hissetme gibi nedenler
yer alır. Bu bağlamda kumar oynama, aşırı yeme, tehlikeli araba kullanma gibi dürtüsel
davranışların altında da aynı nedenlerin yer aldığını söylemek mümkündür.

Borderline kişiliklerde öfke, üzüntü, utanç, panik, yalnızlık ve kronik boşluk duygularını içeren
yoğun duygulanım hali görülür. Bu kişiler duygularını çok yönlü ve yoğun yaşarlar. Duygular
büyük bir hızla ve akıcılıkla yer değiştirebilir.

Borderline kişilerde depersonalizasyon, derealizasyon, şüphecilik, sanrılar ve halüsinasyonlar gibi
birtakım bozulmuş bilişler mevcuttur.

Borderline kişilikler dürtüseldirler. Kasıtlı olarak kendilerine zarar verebilirler. Madde kötüye
kullanımı, düzensiz yeme, aşırı para harcama, sözlü patlamalar şeklinde görülen davranışlar da
dürtüselliğin yansımasıdır.

Borderline kişiliklerde istikrarsız ilişkiler görülür. Yalnız bırakılmaktan korktukları için insanları
tekrar tekrar telefonla arayabillirler, fiziksel olarak sürekli temas etmeyi isteyebilirler.
Borderline kişiliklerin ilişkileri çalkantılıdır. Öngörülmesi zor duygusal tepkiler gösterirler.

Oyun Terapisi Nedir?

Oyun Terapisi için bilgi mi arıyorsunuz? Oyun Terapisi Nedir? makalesine göz atın ve Oyun Terapisi hakkında daha fazla bilgi edinin

Büyükler için konuşarak yapılan terapi ne ise çocuklar için de oyun terapisi odur. Yetişkinler
sorunlarını konuşarak paylaşabilirken çocukların kendilerini kelimelerle ifade etme yetenekleri
henüz yeterince gelişmemiştir. Dolayısıyla kaygılandıkları, korktukları, üzüldükleri durumları söze
dökmeleri zordur. Oyun terapisi çocuklara düşüncelerini, duygularını, ihtiyaç ve arzularını
oyunla, en doğal şekilde ifade etme şansı verir. Eğitimli bir oyun terapistiyle çocuklar kendilerini
ve dünyalarını anlarlar, problemlerini çözmek için çabalarlar, hayatla başa çıkabilmek için gerekli
becerileri geliştirmeyi öğrenirler.

Tek Bir Oyun Terapisi Yöntemi mi Var?

Deneyimsel oyun terapisi, çocuk merkezli oyun terapisi, psikanalitik oyun terapisi, filial terapi,
bilişsel davranışçı oyun terapisi, theraplay gibi farklı oyun terapisi yöntemleri vardır. İdeal olan
çocuğun ihtiyacına uygun yöntemi kullanmaktır.

Çocuğumun Oyun Terapisine İhtiyacı Var mı?

Büyüme sürecinin bir noktasında çocukların pek çoğu yaşam tecrübeleriyle baş etmekte
zorlanırlar. Bazen çocuklar ailelerini veya öğretmenlerini endişelendiren davranışlar gösterirler.
Eğer siz, çocuğunuzun öğretmeni ya da doktoru çocuğunuzun davranışlarıyla ilgili
endişelenirseniz ya da çocuğunuzun baş etmekte zorlandığını görürseniz çocuğunuzun oyun
terapisine ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz.

Oyun Terapisi Hangi Sorunlara İyi Gelir?

Öfke problemleri, uyum sorunları, depresif duygu durumu, okul reddi, sosyalleşememe ve akran
ilişkilerinde zorluklar, obsesif kompulsif davranışlar, dikkat eksikliği, yeme bozuklukları, aile ile
yaşanan çatışma, içe kapanıklılık, çekingenlik, alt ıslatma, kaka tutma, tırnak yeme, kardeş
kıskançlığı, selektif mutizm, genetik olmayan kekemelik gibi pek çok çocukluk çağı sorununa
oyun terapisiyle son verilebilir.

Çocuğum Ne Sıklıkla ve Ne Süreyle Oyun Terapisine Gelmeli?

Her çocuk biriciktir dolayısıyla her çocuğa uyan ortak bir seans sayısı yoktur. Süre çocuğunuzun
kişiliğine, travmalarının miktarına ve derecesine, ev ve hayat koşullarına göre değişir.

Ebeveynlerle de Görüşüyor Musunuz?

Çocuklarla çalışırken ebeveyn danışmanlığı olmazsa olmaz hizmetlerden biridir. Dolayısıyla
çocuğunuzla oyun terapi sürecimiz ilerlerken ebeveyni olarak sizlerle de düzenli görüşmeler
yapıyor olacağız. Zaman zaman seanslara katılmanız gerekebilir. Seans aralarında endişe verici
bir durum olursa özel bir görüşme de talep edebilirsiniz.

Yeme Bozukluğu

Yeme Bozukluğu için bilgi mi arıyorsunuz? Yeme Bozukluğu makalesine göz atın ve Yeme Bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinin

Yeme bozuklukları, fiziksel sağlığı, psikososyal işleyişi etkileyen ölümcül ve maliyetli zihinsel bozukluklardır.

Kiloya, vücut şekline ve yemeye yönelik rahatsız edici tutumlar, yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Yeme bozuklukları son 50 yıldır artmakta ve gıda ortamında değişiklikler ortaya çıkmaktadır.
Sağlık personelleri kişide genel sağlık değerlendirmesinin bir bileşeni olarak yeme alışkanlıklarını rutin olarak sorgulamalıdır.

Yeme bozukluklarının belirtileri erkekler ve kadınlar arasında farklılık gösterebilir. Yeme bozuklukları yeterince araştırılmadığından, patofizyolojileri, tedavileri ve yönetimi konusunda bir belirsizlik vardır.

Yeme bozuklukları, anormal yeme veya kilo kontrolü davranışları ile karakterize edilen ciddi psikiyatrik bozukluklardır.

Ağırlığa, vücut şekline ve yemeye yönelik rahatsız tutumlar, yemek bozukluğunun ortaya çıkmasında ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynar.

Bu endişeler cinsiyete göre değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin; erkeklerde vücut imajı kaygıları kaslılığa odaklanabilirken kadınlarda bu kaygılar daha çok kilo vermeye odaklanabilir.

Obezite kendi başına bir yeme bozukluğu olarak çerçevelenmez. Tüm yeme bozuklukları, fiziksel sağlığı önemli ölçüde bozmaktadır.

Anoreksiya nevroza; ciddi diyet kısıtlamalarını veya diğer kilo verme davranışlarını (örneğin, kusma, aşırı fiziksel aktivite) etkileyen, yoğun bir kilo alma korkusu veya rahatsız bir beden imajı veya her ikisi ile karakterize edilen, oldukça belirgin, ciddi bir zihinsel bozukluktur.

Ağırlık ve şekil ile ilgili endişeler, anoreksiya nervozayı kaçıngan-kısıtlayıcı gıda alımı bozukluğundan ayırmaktadır.

Ek olarak, bilişsel ve duygusal işlevsellik belirgin şekilde bozulur.

Anoreksiya nervozanın tıbbi komplikasyonları tüm organları ve sistemleri etkilemektedir ve genellikle yetersiz beslenme, kilo verme ve alma davranışlarından kaynaklanmaktadır.

Bulimia nevroza; normal veya yüksek kiloda ortaya çıkabilir (ağırlık, bulimia nervoza eşiğinin altındaysa alt tipi olan anoreksiya nervoza tanısı verilir). Bulimia nervoza, tekrarlayan tıkınırcasına yeme (yani, kontrolü kaybederek aşırı miktarlarda yemek yeme) ve kilo alımını önlemek için telafi edici davranışlarla karakterize edilir.

En yaygın telafi edici davranış kendi kendini kusturmaktır, ancak uygun olmayan ilaç kullanımı, oruç tutma veya aşırı egzersiz de kullanılabilmektedir. Bu davranışlar, ağırlık, vücut şekli veya görünümle ilgili olumsuz öz değerlendirme tarafından ortaya çıkabilmektedir.

Tıkınırcasına yeme bozukluğu; bulimia nervozadakinden daha az telafi edici davranışlarla birlikte, rahatsız edici, tekrarlayan aşırı yeme nöbetleri ile karakterize edilir. Hem bulimia nervoza hem de aşırı yeme bozukluğuna sıklıkla obezite eşlik eder veya obeziteye yol açar.

Kaçıngan-kısıtlayıcı gıda alımı bozukluğu; artık yaşa bağlı olmayan bir bozukluk olarak kabul edilmektedir. Temel semptomlar, aşağıdakilerden biri veya daha fazlası ile birlikte ortaya çıkar. Bunlar gıdadan kaçınma veya gıdayı kısıtlamadır. Buna bağlı olarak; kilo kaybı veya büyümede yavaşlama, beslenme eksiklikleri, yeterli alım için tüple beslenmeye veya besin takviyelerine bağımlılık ve psikososyal bozulmalar meydana gelmektedir. Semptomlar, genel olarak gıdaya ve yemeye karşı ilginin olmaması, duyusal duyarlılığa dayalı gıda seçiciliği ve boğulma veya kusma gibi tiksindirici deneyimlerle ilgili yemenin olumsuz sonuçlarından korkma durumunda ortaya çıkabilmektedir.

Pika Sendromu; bir ay veya daha uzun bir süre boyunca besleyici olmayan veya gıda olmayan maddeleri yemeyi içerir. Başlıca tetikleyiciler, maddenin tadı, can sıkıntısı, merak veya psikolojik gerilimdir.

Ruminasyon bozukluğu; mide bulantısı, istemsiz öğürme veya tiksinti olmaksızın yemekten sonra yemeğin kusulmasıdır.

Yeme bozukluğuna (>%70) psikiyatrik komorbiditeler sebep olmaktadır. En sık görülen psikiyatrik komorbiditeler arasında duygudurum ve anksiyete bozuklukları, nörogelişimsel bozukluk, alkol ve madde kullanım bozuklukları ve kişilik bozuklukları yer alır.

Diyabetli kişilerde yeme bozukluğu prevalansı yüksektir.

Yeme bozuklukları ile çölyak ve Crohn hastalığı gibi otoimmün bozukluklar arasında çift yönlü ilişkiler gözlemlenmiştir.

Travma İle İlişkili Bozukluklar

Travma için bilgi mi arıyorsunuz? Travma İle İlişkili Bozukluklar makalesine göz atın ve Travma hakkında daha fazla bilgi edinin

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmayı anlamaya ve uygulamaya yönelik pozitif etkisi olması nedeniyle ilk ve geniş bir bozukluk olarak görülmektedir. TSSB, travma yaşayan kişilerin stres ve ilişkili bozukluk veya sorunları daha net bir şekilde ifade eden durumların başında görülmektedir. Herhangi bir kişiye TSSB tanısı koyabilmek için o kişinin travmatik bir olay yaşaması gerekmektedir. TSSB belirtilerinden biri kişinin travmatik durumu tekrardan yaşamasıdır. Kişi yaşanılan travmatik olayı elinde olmadan rahatsız edici bir şekilde anımsaması, olayla ilgili rüyalar görmesi, yaşadığı olayı sanki tekrardan yaşıyormuş gibi hissederek geriye dönüşler yaşaması ve travmayı hatırlatan uyaranlar ile karşılaşarak olumsuz fizyolojik tepkiler göstermesi durumlarıdır. İkinci bir belirti kişinin travmatik anımsama yaratan uyaranlardan kaçınması ve genel tepki verme seviyesinde azalma görülmesidir. Kişi travmatik olayı hatırlatan düşüncelerden uzaklaşmak için yoğun bir çaba göstermesi kişide sıkıntı, çaresizlik gibi durumlara neden olur bu da kişinin travmanın anlatımını zorlaştırmaktadır. Kişi travmatik olayı hatırlatan yer, durum ve kişilerden kaçınmaktadır. Kişinin duygularında hissizlik ve duyguları duyumsama yetisinde azalmalar görülmektedir. Daha önceden ilgi duyulan etkinlik ve hobilere karşı ilgisizlik ya da katılım da azalmalar görülmektedir. Aynı zamanda çevresindeki insanlardan uzaklaşma ve onlara karşı yabancılık duyma görülmekte, kişi için bunun sebepi yaşamış olduğu olayı çevresindekilerin yaşamamış olması ve bundan dolayı onu anlamıyacakları düşüncesidir. Üçüncü bir belirti ise travmatik olay sonrası kişide uyarılmışlık belirtilerinin görülmesidir. Bu belirti de travmatik olayla ilgili uyaranların bedende ve beyinde yarattığı bir genel uyarılmışlık hali görülmektedir. Bu da kişide uyuma da güçlük uykuyu sürdürmede zorlanma, sürekli tetikte olma hali, ani öfke patlaması, çabuk sinirlenme ve işlerine yoğunlaşma da güçlü gibi sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Akut Stres Bozukluğu Travmatik olaydan sonra dört hafta içerisinde başlayan iki ile otuz gün boyunca ortaya çıkan ve kaybolan stres belirtisi olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir kişiye akut stres bozukluğu tanısı koymak için kişide en az üç disosiyatif(çözülme) belirti görülmesi gerekmektedir. Bu belirtiler dalgınlık, tepkisizlik, yabancılaşma, benlik dışına çıkma, uyuşukluk, ve benzeri belirtileridir. Diğer bir yandan da sanki travma tekrarlanarak yaşanmaktadır. Kişinin gözlerine tekrarlı bir şekilde gelen travmatik görüntüler, yanılsamalar, travmayı anımsatan durumlar ile sıkıntı içine girme gibi durumlar olmaktadır. Bununla beraber her stres durumunu bozukluk olarak görmemek gerekir bozukluk yaşanılan travmanın yaygınlığına göre daha ender olmaktadır.

Disosiyatif Bozukluk

Disosiyatif bozukluk travmatik olaylarda bireyin bellek ve kimlik sorunun ortaya çıkması durumu olarak tanımlanmaktadır. Genellikle çocukluk yıllarında yaşanan kötü olaylar sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuğun kendisinden yaşça büyük veya fiziksel olarak güçlü olan insanların kötü muamele ve istismar edici olayları karşısında çocuk güçsüz ve çaresizidir. Çocuk bu olayların üstesinden gelebilmek için disosiasyon başvurur tehlike anında çocuğun olay yerinden kaçması ya da kopması durumudur. Diğer bir anlam da tehlike anında tepki verme biçimi olarak ifade edilmektedir. Yani çocuğun başa çıkmakta zorlandığı olaylar(cinsel saldırı, istismar, şiddete uğrama veya bu duruma şahit olma, fiziksel bütünlüğe tehdit, işkence vb.) karşısında verdiği tepki biçimi olarak ta ifade edilmektedir. Disosiyatif bozukluklar genellikle etrafındaki insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır demekte zorlanan insanlarda sık olarak görülmektedir. Bu da çevresi ile sözel olarak iletişim kurmakta zorlanan ve sıkıntılarını paylaşmayan insanların sorunlarını bilinç değişikliği ile bir yandan farklı bir şekilde dile getirmeye çalıştıkları düşünülmektedir. Majör Depresyon Hemen hemen bütün ruhsal bozuklar da görülen majör depresyon travmadan sonra da görülebilmektedir. Ayrıca, TSSB ile birlikte en sık görülen bozukluklardan biridir. Majör depresyon iki hafta süren çökkün durum veya ilgisizliğin yanı sıra depresif belirtilerin bulunması şeklinde tanımlanmaktadır. İki hafta boyunca depresif belirtilerin en az dört tanesi görülmektedir. Bu depresif belirtiler; depresif olan kişinin ya da başkasının durumu bildirmesi, ilgilendiği etkinliklere karşı artık eskisi gibi ilgilenmeme ve zevk almama, beslenmenin düzensiz olması aşırı derecede kilo alımı ya da kilo kaybı olması, aşırı uyuma ihtiyacı hissetme uykusuzluk olma hali, yorgun bitkin hissetme ya da enerji kaybı yaşaması durumu, kendini değersiz olarak görme ya da suçluluk duygularının içerisinde olma, bir konu üzerinde düşünme ya da düşüncelerini yoğunlaştırma da azalma, çoğu zaman ölümü düşünme, herhangi bir tasarı kurmaksızın tekrarlayan intihar düşüncesi, intihar girişiminde bulunma ya da intihar üzerine bir tasarının olması ve psikomotor ajitasyonun olması gibi belirtiler majör depresyonun oluşumuna neden olmaktadır.

Kron, Endokron ve Köprüler

Köprü için bilgi mi arıyorsunuz? Kron, Endokron ve Köprüler makalesine göz atın ve Köprü hakkında daha fazla bilgi edinin

Hastalarımızın kaplama olarak nitelendirdiği restorasyonlar, dişlerde oluşan büyük madde kayıplarında ve diş eksikliklerinde uygulanırlar. Kron, endokron ve köprüler; metal, metal destekli seramik, tam seramik, zirkon destekli seramik veya tam zirkonya (monolitik zirkonya) gibi pek çok malzemeden üretilebilmektedir. Günümüzde vakanın ihtiyacı doğrultusunda köprü protezlerde çoğunlukla zirkonyumun, kron kaplamalarda da tam seramiklerin kullanımı gündemdedir.

“Kron” kelimesi İngilizce “crown” kelimesinden dilimize geçmiş olup; dişin üzerine geçirilen taç şeklindeki kaplamayı ifade eder. Dişleri güçsüz hale getiren aşırı doku kayıplarında dolgu uygulamaları yeterli direnci veremeyecekse kron veya endokron dediğimiz bu kaplamaları yapmak daha uygun olabilmektedir.

Kanal tedavili azılarda sıklıkla kullanılan endokron kaplamalar, dişlerin ortasında bulunan pulpa odasının içini de doldurarak ilave bir tutuculuk ve dayanıklılık sağlarlar.

Köprü protezler ise birden fazla kaplamanın birbirine bağlı üretilmesi ve diş boşluklarının doldurulması için uygulanırlar. Örneğin kaybedilmiş bir dişin boşluğunu köprü protez ile tedavi etmeye karar verirsek, doldurmak istediğimizde boşluğun önünde ve arkasında bulunan birkaç diş aşındırılarak küçültülür. Bu dişlere göre tasarlanan kaplamalar boşluk bölge için oluşturulan diş şeklindeki pontik (köprü gövdesi) ile birleştirilerek köprü üretilir. Birbirine bağlı kaplamalar ve pontikten oluşan köprü, ilgili dişlere yapıştırılarak dişsiz alan rehabilite edilir. Köprü protezler birbirine bağlı kaplamalardan oluşmaları nedeniyle farklı arayüz bakım ürünleriyle temizlenebilirler.

Kron, endokron ve köprüler, ilgili dişlerin hazırlanmasından sonra alınan ölçü üzerinde yapılan laboratuvar çalışması ile üretilirler. Yıllarca klasik yöntemlerle başarılı bir şekilde uygulanan bu tedaviler günümüzde çoğunlukla dijital sistemler aracılığıyla gerçekleştirilir. Klasik yöntemde silikon vb malzemeler ile yapılan ölçü alma aşamasında artık dijital tarayıcılar kullanılmaktadır. Alçıdan elde edilen klasik modellerin yerini üç boyutlu yazıcılardan çıkan wax modeller almıştır. Mum ve revetman ile yapılan manuel çalışmalar, dijital olarak bilgisayarda yürütülmekte ve yine üç boyutlu yazıcı veya kazıyıcılarla üretilmektedir. Dijital iş akışı olarak adlandırılan bir sistem dahilinde üretilen restorasyonlar için bazı kliniklerde küçük laboratuvarlar kurulmuş olup, aynı seans hastaların restorasyonlarının üretimi ve ilgili dişe uygulanması mümkün olabilmektedir.

Stresle Baş Edebilme Becerisi Nasıl Kazanılır?

Stres için bilgi mi arıyorsunuz? Stresle Baş Edebilme Becerisi Nasıl Kazanılır? makalesine göz atın ve Stres hakkında daha fazla bilgi edinin

Stres faktörleri hayatımızın artık hemen hemen yerinde bulunmaya başladı ve insanların bu stres durumlarıyla baş edememesi hem toplumsal hem de bireysel olarak bizleri olumsuz yönde etkilemeye başladı. Hayatta meydana gelen pek çok olumsuz olayları kontrol edemiyor ve değiştiremiyoruz. Fakat stres faktörleri karşısında kendi tepkilerimizi ve ruhsal durumlarımızı kontrol edebiliriz. Bu yazıda stresle baş edebilme becerileri üzerine okuyucuya bilgi vermek amaçlanmıştır.

İnsanlar hayatta herhangi bir olumsuz olay yaşadığında bu duruma farklı tepkiler vermektedir. Bu tepkileri olgun ve olgun olmayan tepkiler olarak ikiye ayırabiliriz. Olgun olan tepkileri kişinin herhangi bir stres karşısında verdiği yapıcı tepkiler olarak tanımlayabiliriz. Örneğin, sınavdan kötü not aldığında ağlama krizlerine girmek yerine daha optimum bir düzeyde üzülüp, ‘’Bu hayatımın sonu değil, dünyada tek kötü not alan kişi ben değilim sonraki sınavlara odaklanacağım.’’ şeklinde tepki vermek stres karşısında verilen olgun bir tepkidir. Olgun olmayan tepkileri ise kişinin herhangi bir stres karşısında verdiği yıkıcı tepkiler olarak tanımlayabiliriz. Örneğin, işten kovulan birinin ağır depresyona girmesi ya da alkol alımı, aşırı yemek yeme, hızlı araç kullanma, eve kapanma gibi birtakım eyleme vurumları stres karşısında verilen olumsuz ve yıkıcı tepkilerdir. Olumsuz ve yıkıcı tepkilerin temelinde kişinin işlevselliğinin bozulması, içinde bulunulan durumun kişiye zarar vermesi ve ruhsal anlamda bir çöküntüye sebep olması yatar. Stres karşısında geçmişte ya da bugünde nasıl tepki verdiğinizi zihninizde taramaya çalışın. Sizin stres karşısında verdiğiniz tepkiler olgun- yapıcı tepkiler mi yoksa olgun olmayan yıkıcı tepkiler mi?

Stres karşısında olumsuz – yıkıcı tepkiler veren kişilerin benzer özelliklerinden biri, ‘’Bunu sadece ben yaşıyorum, bu durum benim başıma geliyor, bu yaşadığım stresli durum neden benim başıma geliyor.’’ gibi düşüncelere sahip olmasıdır. Stres faktörlerini ve benzer durumları aslında hemen hemen herkes yaşamaktadır fakat kişinin bu stresli durumu sadece kendisi yaşıyormuş gibi hissetmesi strese vereceği tepkiyi olumsuz yönde etkilemektedir. ‘’Bu durum herkesin başına gelebilir, eminim bunu dünyada sadece ben yaşamıyorum.’’ düşüncesi strese vereceğiniz tepkileri çok daha olumlu yöne çevirecektir.

Stresle Baş Edebilme Becerisi Nasıl Kazanılır?

1- Strese olumlu tepki verebilen insanların ortak özelliklerinden biri de yaşadığı olumsuz durumları espriye dökebilme becerileridir. Örneğin, yere düştüğünde öfkelenmek, sinirlenmek, rezil oldum diye düşünmek yerine bunu espriye döküp gülebilme hali. Stresli durumların espriye hatta dalga geçilebilir bir duruma dönüştürebilen kişi için can sıkıcı olaylar kişinin zihninde çok daha küçülür ve üstesinden gelme duygusunu hissetmesini sağlar.

2- Stresle baş edebilme kapasitemizi zayıflatan önemli etkenlerden biri de kişinin yaşamış olduğu olumsuz durum üzerine uzun süre sorgulama girişimidir. Hayatta sıklıkla stresli durumlar yaşarız ve her birini uzun uzun sorgulamak kişinin strese karşı dayanıklılığını zayıflatır. Örneğin, işten kovulan birinin haftalarca veya aylarca ‘’Neden kovuldum, nerede yanlış yaptım, benim suçum neydi, neleri eksik yaptım?’’ şeklinde ki sorgulamaları yaşanan olumsuz olayın etkilerini kişi üzerinde daha kalıcı olmasınaneden olur. Eğer stres karşısında dayanıklı olmak istiyorsak uzun süreli sorgulamalardan kaçınarak önümüze bakmaya devam etmeliyiz.

3- Pek çok kişi için acı yaşanılmaması gereken bir duygudur. Fakat hayatın içinde olmak her duyguyu yaşamak demektir. İnsanların büyük çoğunluğu olumsuz duygulardan kaçınmak için çaba gösterir, sürekli olumlu duygu ve hislerle hayata devam etmeyi arzular. Bu düşünce sistemi kişilerin stres karşısında zayıf hissetmesine sebep olur. Kişilerin ‘’Hayata sadece mutlu olmaya ya da iyi hissetmeye gelmedim hayatın içindeyim dolayısıyla olumlu duyguları hissettiğim gibi olumsuz duyguları da hissedeceğim.’’ şeklindeki düşüncesi onları stres karşısında çok daha güçlü kılar. Sıklıkla iyi hissetmeye çalışan ve bunun için büyük çaba harcayan kişilerin olumsuz olayların karşısındaki toleransı düşüktür. Her duyguyu yaşamanın normal olduğunu içselleştirmiş kişilerin negatif olaylara daha yapıcı tepkiler verdiği görülmektedir. Unutulmamalıdır ki her acı aynı zamanda içinde gelişimi barındırır. Dolayısıyla hayatta yaşadığımız stresli durumlar aslında bizi daha olgun bir yapıya götürür.

4- Hayatta amacı olan ve amaçları doğrultusunda yaşayan kişilerin stres karşısında daha güçlü olduğu görülmektedir. Uzun dönemli amacı olamayan kişilerin, daha çok günlük yaşayan kişilerin stresten çok daha fazla etkilenmeleri söz konusudur. Bu sebeple stresle baş edebilme becerisini arttırmanın bir yolu da hayatta kalıcı amaçlar edinebilmektedir. Örneğin, ‘’Hayatta başarılı bir kariyer elde edeceğim.’’ demek uzun dönemli bir hedeftir ve kişi bu amaca giden yolda pek çok olumsuzluklarla karşılaşacağının farkındadır.

5- Düzenli bir hayat tarzına sahip olmak daha az stresli yaşam olaylarına sahip olmayı ve stres karşısında daha dayanıklı olmayı sağlar. Her insanın kendisine ait bir yaşam tarzı ve düzeni vardır. Kişinin tüm insani ihtiyaçlarını düzenli bir şekilde karşılaması, kişiyi acıya karşı ruhsal olarak korumaktadır. Örneğin, belirli saatlerde uyumak ve uyanmak, belirli saatlerde yiyip-içme, belirli gün ya da saatlerde dinlenmek ve sosyalleşmek. Düzenli bir hayat tarzına sahip olmak kişiyi ruhsal olarak güçlendirir ve stresli durumlara karşı daha yapıcı tepkiler vermesine olanak sağlar.

6- İçinde bulunmuş olduğumuz insan ilişkileri stresle karşılaşma sıklığımızı belirleyen önemli unsurlardan biridir. Kişinin aile ilişkileri, sosyal ilişkileri, iş hayatındaki ilişkileri olumsuz halde şekillenmiş ise bu durum kişinin daha çok stresle karşılaşması anlamına gelmektedir. Daha çok stresle karşı karşıya gelmek ise kişinin stres karşısındaki dayanıklılığını azaltır. Bu sebeple negatif yönde şekillenmiş olan ilişkilere son vermek ya da sınır koymak, kişinin hayatında daha az stres yaşamasına olanak sağlar. Kötü ilişkilerin tersine iyi ilişkiler ise kişinin stres karşısında ki gücünü arttırır ve yıkıcı değil aksine yapıcı tepkiler vermesini sağlar. İnsan olarak hepimiz sosyal varlıklarız dolayısıyla iyi ilişkiler içinde olmak hayatımızı ve ruhsal yapımızı olumlu yönde şekillendiren önemli etmenler arasında yer almaktadır.

Psikoterapi ile Stresle Baş Edebilme Becerisi

Günlük hayatında sıklıkla stresle karşı karşıya kalan ve stres durumlarıyla baş etmekte zorluk yaşayan kişilere psikoterapi önerilmektedir. Psikoloğun uygulayacağı özel çalışma teknikleri ile kişi stresle baş edebilme becerisini süreç içinde kazanılabilmektedir. Terapiye gelen danışanın ihtiyacına göre çalışma tekniklerinin uygulanması danışan için önemlidir. Bazen kişinin stresle baş etme becerisinin önündeki engellerden biri de geçmişte yaşamış olduğu travmalardan kaynaklanmaktadır. Kişinin travmaları iyileştirildikçe, stresle baş edebilme becerisi de artar. Terapist, psikoterapiye gelen danışanın ayrıntılı öyküsünü aldıktan sonra danışanın da onayı ile beraber çalışma tekniklerini belirler ve süreç içinde uygular. Psikoterapi süresi danışandan danışana göre değişkenlik göstermektedir. Yaşın ilerlemesiyle beraber psikoterapi süreci daha uzun sürebilir fakat bazı durumlarda kısa da sürebilir. Bu yüzden psikoterapi kişiye özeldir ve süresi de kişiye göre farklılık göstermektedir.

Ses Kısıklığı Nedir?

Ses Kısıklığı için bilgi mi arıyorsunuz? Ses Kısıklığı Nedir? makalesine göz atın ve Ses Kısıklığı hakkında daha fazla bilgi edinin

Ses kalitesindeki tüm değişimler genel olarak ses kısıklığı olarak tanımlanır. Buna ince, kaba, çatallı, yorulan, hiç çıkmayan seslerin tamamı dahildir. Ses, esas olarak gırtlakta (voice box= ses kutusu), ses telleri tarafından oluşturulur ve gırtlak, yutak, ağız ve burundaki dokular (sinüsler, burun etleri) ile ses şekillendirilir. Bu nedenle üst solunum yolarını etkileyen durumlar ses kalitesini değiştirebilir.

Sesi oluşturan mekanizma aslında oldukça basittir. Ses telleri açıldıkları zaman nefes alırız, kapandıkları zaman ise akciğerlerden gelen hava, iki ses telinin arasından geçerken vibrasyon oluşturur. Ses telleri arasındaki bu vibrasyon, sesin oluşmasını sağlar.

Ses kısıklığı bir hastalık değil bir veya birkaç hastalığın semptomu, ortaya çıkış şeklidir. Basit bir soğuk algınlığı ses kısıklığına neden olabileceği gibi, ses teli kanseri de ses kısıklığına neden olmaktadır. Ses kısıklığının sebepleri; üst solunum yolu enfeksiyonundan, ses kutusunun içindeki ve ses kutusuna komşu kasların uzun süreli yanlış kullanımı sonrasında oluşan akut ve kronik patolojilere, ses teli üzerindeki veya ses teline komşu iyi veya kötü huylu lezyonlara, ses teli sinirine bası yapan tümörlere ve ses teli felcine, hipotiroidi gibi hormonal değişikliklere kadar uzanan geniş bir yelpazede bulunur.

Mide içindeki asitli sıvının yemek borusundan gırtlak seviyesine yükselerek ses tellerini tahriş etmesi (farengolarengeal reflü) de ses kısıklığının bir başka nedenidir. Bu durumda ses kısıklığı ile birlikte boğazda takılma, yabancı madde varmış hissi ve boğaz temizleme alışkanlığı da sık görülür.

Sigara, gırtlak kanserleri ve yutak kanserlerinin gelişmesinde önemli bir risk faktörü olduğundan düzelmeyen ses kısıklığı olan ve sigara içen kişilerin bir uzmana muayene olmaları gerekir.

Poliklinik şartlarında fleksibl (bükülebilen) veya rijit endoskoplarla ses tellerini görmek mümkündür. Ses kutusunu ve ses tellerini görmek uzman için tanıya çok yaklaştırıcı, çoğu zaman da tanı koydurucudur.

2-3 haftadan uzun süren ses kısıklığı olması durumunda, en kısa zamanda uzmana başvurulması gerekir. Ses sağlığı için yapılması gerekenler:

  • Sigara içiyorsanız bırakın
  • Sigara dumanı bulunan ortamlardan kaçının
  • Kafein (kahve, kolalı meşrubatlar) ve alkol kullanımından kaçının
  • Bol su için
  • Bol baharatlı ve kızartılmış gıdalardan kaçının
  • Sesinizi uzun süre ve yüksek şiddette kullanmayın, sesinizi dinlendirin
  • Bulunduğunuz ortamın havasını nemlendirin

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Obsesif Kompulsif Bozukluk için bilgi mi arıyorsunuz? Obsesif Kompulsif Bozukluk makalesine göz atın ve Obsesif Kompulsif Bozukluk hakkında daha fazla bilgi edinin

Değerli okuyucular, Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB), kişinin günlük yaşamı ve işlevselliğinde belirgin bozulmaya neden olan obsesyonlar ve bunlara eşlik eden kompulsiyonların varlığı ile kendini gösteren bir anksiyete bozukluğudur. Görülen obsesyon ve kompulsiyon türleri simetri/düzenleme, kirlenme/bulaşma, kontrol etme ve biriktirme olarak belirlenmiştir.

Obsesyonlar, Freud’a göre, odipal istekler sonucunda ortaya çıkar. Odipal dönem, çocuklarda 3-5 yaşları arasında görülür. Kız çocuklar, bu dönemde babalarına hayran olurlar, onun sevgisini kazanmak isterler, anneyi de rakip olarak görürler. Bu dönemin sonlarına doğru da kız çocuk, babadan vazgeçmek zorunda kalır ve anne ile özdeşim yapar. Erkek çocuklar da, annelerine hayranlık ve aşk beslerler, babayı rakip olarak görürler. Anne ile babanın arasına girip, onların
yakınlaşmasını istemezler. Bu dönemin sonuna doğru erkek çocuk, anneden vazgeçip, babası gibi olmak ister, yani onunla özdeşim kurar. Yani OKB hastaları, odipal dönemin çatışmalarıyla baş edemeyip, bunu bilinçaltında suçluluk gibihissederek büyük kaygı duyarlar ve daha önceki bir gelişim dönemine, yani anal döneme (1-3 yaş arasında çocuğa tuvalet eğitiminin verildiği dönem) gerilerler. Yapılan araştırmalarda, OKB’nin kökenine bakıldığında, kişide öfke, utanç, zayıflık ve yetersizlik duygularının ortaya çıkmasından korku duyma ve bu duyguları önleme çabaları vardır. Örneğin; kişi, bir olay karşısında çok büyük bir utanç yaşar, bu utancıyla yüzleşmek ona çok ağır gelir, bu duygudan kaçmak ve bunu önlemek için bazı abartılı eylemlerde bulunabilir.

OKB hastalarının anne ile kurmuş oldukları ilişkilere bakıldığında, bu annelerin aşırı koruyucu, kuralcı, mükemmeliyetçi oldukları ve çocuklarının ayrışmasına izin vermedikleri görülmüştür.

Psikoterapi Nedir Ne Değildir?

Psikoterapi için bilgi mi arıyorsunuz? Psikoterapi Nedir Ne Değildir? makalesine göz atın ve Psikoterapi hakkında daha fazla bilgi edinin

Psikoterapiye başvuran danışanlarda pek çoğunda görülen bir yanılgı var; her şeyi kontrol etme yanılgısı… Oysa hayatta kontrol edemediğimiz şeyler de var. Ölüm, hastalıklar bizim kontrolümüz dışında. İnsan sadece kendi evini istediği şekilde düzenleyebiliyor, evinin içini kontrol edebiliyor. Böylece sanki bütün dünyayı kontrol edebileceği yanılgısına düşüyor. Bir de işin duygu tarafı var.
Duygular hem genetik olarak, hem de ebeveynlerimizden gözlemleyerek kopyalayarak nesilden nesile geçiyor. Anne veya bakım veren kişiden çocuğa iyi duygular da kötü duygular da geçiyor. Anne çok kaygılı birisiyse, o çocuk da yetişkin olduğunda kaygılı olabiliyor.

Sağlıklı olan, kişinin tüm duyguları yeri geldiğinde yaşayabilmesidir. Kişi çevresine çok rahat ve gamsız bir izlenim veriyorsa, muhtemelen kaygısını bastırıyor demektir. Örneğin, terapide danışan çok konuşuyorsa, susma ve sessiz kalabilme yetisi gelişmemiş demektir. Terapist seanslarda bunu danışana fark ettirip, susma yetisini geliştirebilir. Aslında en sağlıklı olanı, kişinin bazen çok
konuşması, bazen orta düzeyde konuşması, bazen de hiç konuşmak istememesidir.. Danışan bunun tek bir kutbunda kalıyorsa yani çoğu zaman çok konuşuyorsa, çocukluğuyla ilgili olumsuz travmaları olabilir. Çok konuşan danışan, seanslarda sessiz kaldığında bu anılar bilinç dışından bilince çıkar ve kişi diğer kutupla temas ettikçe beynine geçmişle ilgili anılar, imgeler gelir.

Terapilerde olumsuz travmalar hemen ilk seanslarda ortaya çıkmaz. Danışan terapide yeni şeyleri deneyimledikçe beyninde yeni sinapslar ve protein sentezleri oluşur. Danışan terapistle güvenli bir bağ kurduğu için ilk üç-dört seansta kendini daha iyi hisseder. Terapinin ilerleyen seanslarında olumsuz çocukluk yaşantıları ve acılar ortaya çıkar. Kişiler genellikle acı verici konuları konuşmaktan, kendini üzüntülü kaygılı hissetmekten kaçınır. Terapilerde danışanın kötü duyguyu (acı, üzüntü, korku, öfke …) deneyimleyip, o duyguda kalması önemlidir.

Terapi için mutlaka kişi kendinde bir sorun tanımlayıp bu şekilde yardım almaya gelmelidir. Yani; “insanlarla ilişkilerimi geliştirmek istiyorum” ya da “eşimin bana daha iyi davranmasını istiyorum” gibi şeyler terapinin konusu değildir. Kişi kendisi ile ilgili sorumluluk alabilmelidir; “İnsanlarla ilişkimde öfkemi kontrol edemiyorum”, “Kendimi ifade ederken zorlanıyorum” gibi…

Yeme Bozuklukları

Yeme Bozukluğu için bilgi mi arıyorsunuz? Yeme Bozuklukları makalesine göz atın ve Yeme Bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinin

Beslenmek, bir takım yaşamsal fonksiyonlarımızı yerine getirmek ve günlük işlerimizi yapabilmemiz için gerekli enerjiyi sağladığımız rutin bir davranışımızdır. Ancak psikolojik, biyolojik ve toplumsal nedenlerin de etkisiyle yeme davranışlarında bozulmalar meydana gelebilmektedir. Yeme bozukluğu ile beraber beslenmek artık hayatta kalma amacını yitirerek hayatın merkezi haline gelir. Kişi zamanının büyük bir kısmını yemek ya da yememek üzerine kaygılı bir şekilde düşünerek geçirir; bu düşüncelerin etkisi ile davranışlarını şekillendirir. Bu durum kişinin kendisini, iş hayatını, aile yaşantısını ve sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkilemeye başlar.

Yeme bozukluklarının nedenleri tam olarak bilinmese de çocukluk döneminde yaşanan olumsuz ya da travmatik olaylar, güvensiz bağlanma, erken ergenliğe girmiş olmak, kontrolcü bir ailede büyümüş olmak risk faktörleri olarak görülmektedir. Bu risk faktörleri ile beraber günümüzde medyanın zayıf olmayı güzellik ve başarı olarak gösteriyor olması yeme bozukluklarının artmasına neden olmaktadır.

YEME BOZUKLUĞU TÜRLERİ

PİKA; Kişinin besin değeri taşımayan (iplik, saç, boya, kâğıt, silgi vb.), yenilemeyecek maddeleri tekrarlayıcı bir şekilde yemesi ile kendini gösterir. Pika anemi ve kurşun zehirlenmesi gibi tıbbi bozukluklara neden olabilmektedir.

GERİ ÇIKARMA (GEVİŞ GETİRME) BOZUKLUĞU; Kişi yeni yuttuğu bir besini zorlama olmadan tekrardan ağzına getirir ve yeniden çiğneyerek yutar ya da ağzından atar.

KAÇINGAN/KISITLI YİYECEK ALIMI BOZUKLUĞU; Kişinin kilo alma ya da beden algısı ile ilgili herhangi bir endişe yaşamadığı halde devamlı bir şekilde yiyeceklerden kaçınması veya yiyecek kısıtlamasında bulunması. Yiyecek alımının kısıtlanmasının nedenleri; iştahı ve yemeyi bozan fiziksel ağrılar, yaygın anksiyete, yaşanan olumsuz duygular olabilmektedir.

ANOREKSİYA NERVOZA; Kişinin zayıf bir bedene sahip olma isteği ve kilo almaktan aşırı korkması ile besin alımını aşırı derecede kısıtlaması, kendini kusturması, laksatif kullanması ve aşırı egzersiz yapması bununla beraber vücut ağırlığının ya da biçiminin algılanmasında bozulma eşlik eder. Yetersiz beslenme ve düşük vücut ağırlığına bağlı olarak; amenore (adet görememe), kemik erimesi, vücutta kıllanma, kalp ritim bozukluğu gibi tıbbi rahatsızlıklar görülebilir.

BULUMİYA NERVOZA; Tekrarlayan tıkınırcasına yeme ataklarının ardından telafi davranışlarının (kendini kusturma, laksatif kullanma, aşırı egzersiz yapma ve yemek yememe vb.). Kişi kendini kilosu ve görünümüyle yargılar. Kişi yeme ataklarından sonra suçluluk hisseder. Aynı zamanda kişi yeme atağından sonra kendini kusturarak yediğini çıkardığı için kilosu normal seviyede seyreder. Tekrarlayan kusma davranışlarından dolayı deride sertleşme, kalınlaşma, diş çürümesi ve tükürük bezlerinde büyüme gibi bir takım tıbbi rahatsızlıklar yaşanır.

TIKINIRCASINA YEME BOZUKLUĞU; Kişi aynı zaman dilimi ve koşullarda yiyebileceğinden çok daha fazla besini kısa süre içinde tüketir ve yeme atağı sonrasında suçluluk hissetmesine rağmen herhangi bir telafi davranışında bulunmaz. Kişi aşırı miktarda yemek yeme davranışını engelleyemez ve yeme atağı tekrarlanır.

YEME BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ

İnsanlar yeme bozukluğu olduğunu fark etmeyebilir veya bu davranışlarından utandıkları veya suçluluk duyguları yaşadıkları için yeme bozukluğunu saklama eğilimi gösterebilirler. Kişi yeme bozukluğu konusunda yardım istediği zaman arkadaşlarının ve ailelerinin onları eleştireceğinden, dışlayabileceğinden korkarlar. Aynı zamanda tedavinin onlara kilo aldırabileceğini düşünürler. Bu nedenle tedavide motivasyonları düşük olabilir ya da tedaviye yeme bozukluğuna bağlı yaşanılan tıbbi rahatsızlıklardan dolayı başvurabilirler. Yeme bozukluğunun tedavisinde asıl amaç kilo almak ya da kilo vermek değildir. Kişinin yemek, kilo ve beden algısı ile ilgili yaşadığı kaygılar; kişiyi temelde yaşadığı sorunlardan uzaklaştırır. Bu nedenle tedavide önemli olan kişinin üzerini kapattığı temel probleme odaklanabilmektir.

Yeme bozukluğunun bir tercih olmadığı ve yaş, ırk, sosyo-ekonomik statü, cinsel tercih, beden yapısı, kilo farkı gözetmeksizin her kadını ve erkeği etkileyebileceği unutulmamalıdır.