Gottman Çift Terapisi

Çift Terapisi için bilgi mi arıyorsunuz? Gottman Çift Terapisi makalesine göz atın ve Çift Terapisi hakkında daha fazla bilgi edinin

İlişkiler ortaya koymak aslında şaşırtıcı bir şekilde kolaydır. Mutlu ilişkileri sürdürmeyi başaran çiftler, birbirlerinin umutlarını ve isteklerini destekleyen birlikteliklerini ortak bir amaç üzerine beraberce inşa eden çiftlerdir.

Dr. JOHN GOTTMAN

Çift terapisinde en kapsamlı ve geçerli araştırmaları sürdüren dünyaca ünlü profesör John Gottman’ın 1970’de başlayan ve bugüne kadar devam eden bilimsel araştırmalarına dayanan Gottman Çift Terapisi, çiftler ve ilişkiler konusunda dünyada etkinliği ve geçerliliği kanıtlanmış kapsamlı bir terapi yöntemidir.

Her çiftin ilişki dinamikleri birbirinden farklıdır. Bu sebeple terapi sürecinin planlanması seansa gelen çifte özel olarak belirlenir. Terapinin hedefi yaşanan kısır döngüleri belirlemek, bu döngüleri kırarak olumlu döngülerle değiştirmek temeline dayanır. Terapist haklı ve haksızı belirlemek ve taraf tutmak yerine, partnerlerin ilişki içerisindeki ihtiyaçlarını belirlemede yardımcı olur. Partnerlere eşit mesafede yaklaşır ve kişileri değil ilişkiyi tedavi etmeyi amaçlar.

Gottman çift terapisinde ilk seans giriş görüşmesinin olduğu seanstır. İkinci seansta ise çiftle bireysel görüşme yapılır ve üçüncü seansta tedavi planlaması gerçekleştirilir. Tüm terapi süreci, çiftin etkileşim kalıplarına dayanır. Partnerler, ilişki kurma, problem çözme becerilerini birlikte öğrenir ve uygular. Her çiftin ihtiyacı ve terapiden beklentisi farklıdır, bu sebeple çift terapisinin süresi bu ihtiyaçlara ve hedeflere bağlı olarak değişiklik gösterir.

Güçlü ilişki evi

Güçlü İlişki Evi, başarılı ve başarısız ilişkileri kavramsallaştırmak için kullanılan bir modeldir. Model ilişki gelişimindeki yedi bloktan oluşur. Ve her blok ilişki işleyişinin belirli yönlerini temsil etmektedir. Bu bloklar kısaca bahsedecek olursak. Sevgi haritaları oluşturma: partnerimi iyi tanıyorum, onu neler mutlu eder ve ya neler üzer bilirim. Bu blok, partnerlerin bireysel olarak sevildiğini tanındığını hissetmesini sağlar. İlgi ve beğeniyi paylaşma: sevildiğimi biliyorum. Bu blok, partnerlerin sevilme ve değerli hissetme ihtiyaçlarının karşılandığından emin olmalarını sağlamaktadır. Birbirine yönelme: partnerim en yakın arkadaşımdır. Bu blok, ilişkinin keyifli, eğlenceli, destekleyici bir paylaşım getirmesini sağlar. Olumlu bakış açısı: Bizimkisi iyi bir ilişkidir. Önceki üç blokta yakın ilişkinin kurulmasıyla birlikte olumlu bakış açısının kurulması da kolaylaşır. Çatışmayı yönetme: anlaşmazlıklarımızı idare edebiliriz. Bu blokta çiftlerin çatışma süreçlerinin, tartışmalarının daha yapıcı bir sürece dönüştürmeleri sağlanabilir. Hayalleri gerçekleştirme: mutlu bir gelecek beni bekliyor. Birbirlerinin hayallerini, temel değerlerini, inançlarını, geçmiş öykülerini bilen çiftler, yani diyalogu sürdürebilen çiftler, partnerlerinin hayallerini gerçekleştirmek için de ellerinden geleni yapmaktadır. Ortak anlam: biz bir takım olarak iyiyiz. İlişkinin ortak olarak kurulması, her iki kişinin de beklentilerini karşılar şekilde ritüeller, roller ve anlamlar oluşturulması sağlanabilir.

Bu evin duvarlarını güven ve bağlılık oluşturmakta ve bu duvarlar diğer blokların bir arada kalabilmesini sağlamaktadır. Buna göre, güçlü ve sağlıklı bir ilişkide taraflar birbirlerine güvenir ve birbirlerine bağlı kalmaya söz verirler.

Terapi Konuları;

İlişkide adaptasyon sorunları, İlişki içerisindeki Çatışmalar, İletişim problemleri, Güven problemi, Boşanma veya ayrılık, Evlilik öncesinde yaşanan kaygı ve endişeler, Doğum sonrası adaptasyon sorunları, Aldatma, Çocuk sahibi olma kararı, Mutsuz evlilikler, Kavgalar, kıskançlıklar, geçimsizlikler, Maddi problemler, Yakınlık Problemleri.

Stresimizi Yönetebilmek

Stres için bilgi mi arıyorsunuz? Stresimizi Yönetebilmek makalesine göz atın ve Stres hakkında daha fazla bilgi edinin

Değerli okuyucular, günlük hayatımızda pek çok stresli olaylarla karşılaşırız. Ancak bazı kişiler, yaşadıkları stres karşısında dağılmadan kendini rahatlatıp, sakinleştirebiliyor. Bazıları ise stresli yaşam olaylarıyla nasıl baş edeceğini bilemiyor ve sıkıntısını sevdiği yakınlarından çıkarıyor.

Normal düzeyde yaşanan stres, bizi o an yaptığımız işe konsantre olmamızı sağlıyor. Ancak aşırı stres, kişilerin bedensel sağlığını olumsuz yönde etkiliyor.

Bazı kişilik özelliklerine sahip insanlar daha fazla stres yaşarlar ve bu stresin telafisi çok zor olur. Bu kişilik özellikleri;

• Sürekli kaygı düzeyinin yüksek olması

• Kaygı, kızgınlık gibi elem doğrultusunda artmış, duygu durumu

• Sürekli olarak eksiksiz, kusursuz, tam ve yetkin görünme çabası

• Saplantılı ve takınaklı düşünceleri eyleme dönüştürme girişimi

• Aşırı, sonu gelmeyen beklentiler, istekler

• İlkelere, kurallara bağımlılık, hatta bunların tutsağı olma

• Çalışma ve çabayı yeterli bulmama, üretici olamama

• Aşırı çaba ve çalışma eğilimi

Stresle başa çıkmak için önerilerim;

– Haftanın belli günleri yarım saat yürüyüş, koşu, yüzme, basketbol ve benzeri faaliyetler, bedensel, ruhsal halimize direktolarak olumlu katkıda bulunur. Egzersiz yapan kişilerde uyanıklık artar, kas ve zihin gevşer, uykuda kalite artar, endişeler azalır, kendine güven artar, kalp hastalığı riski azalır.

– Doğru nefes alma da stresle başa çıkmada etkilidir. Diyafram nefesi denilen doğru nefes alma egzersizinde yapmanız gereken ilk adım, sağ avucunuzu göbeğinizin hemen altına, sol elinizi göğsünüzün üstüne koymak. Ardından burnunuzdan aldığınız derin nefesle göbeğinizin şiştiğini hissedin, kısa bir süre bekleyin, nefesinizi aldığınızın iki katı sürede nefesi ağzınızdan geri verin ve bunu ardı ardına 3-4 defa tekrarlayın. Kendi kendinize rahatla deyin. Ayrıca küçük başarılardan mutlu olmaya çalışın. Kendinizden kapasitesiniz üzerinde performans beklemeyin.

Kilo ve Beden Şekli İle Gelen Yeme Bozukluğu

Yeme Bozukluğu için bilgi mi arıyorsunuz? Kilo ve Beden Şekli İle Gelen Yeme Bozukluğu makalesine göz atın ve Yeme Bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinin

Yeme bozuklukları her kadını ya da erkeği etkilese de genellikle, kadınlarda 15 – 24 yaş arasında daha sık rastlanabilen psikolojik rahatsızlıktır. Yeme bozukluğu çoğu zaman beden ve kilo olarak algılansa da ruhen etki eden bir durumdur. Yani yeme bozukluğu gösteren bir kişide altta yatan başka sorunlar olduğunu göstermektedir. Bu sorunlarla baş edilmediğinde bazı yeme bozukluğu davranışlarında bulunmaktadırlar.

Yeme bozukluğunun dört alt başlığı vardır. Bunlar;

  • Bulimia
  • Kontrolsüz yeme
  • Diğer tanımlanmış yeme bozukluğu
  • Anoreksiya nevroza

Çoğumuzun bazı dönemlerden benden şekli ya da kilosu bakımından şikayet ettiğimiz olmuştur. Bunun nedenlerinden biri de medyada gördüğümüz mankenlerin bedenleri, çocukken bize oynatılan Barbie bebeklerle çevrili bir dünya da algı olarak ‘güzellik’ kavramını uzun ve zayıf olarak nitelenmektedir. Bu algı çerçevesinde bakılacak olursa bu ya da başka özel sebeplerden dolayı kişi de yeme bozuklukları görülmesi olasıdır. Bu düşünce ışığında olumsuz beden algısına sahip olmak kendilerinde öz saygısını yitirmesine, güvenin azalmasına neden olmaktadır. Erkekler de tıpkı bu durum gibi zayıf olma, V şeklinde bir vücut geliştirmeyi arzulamaktadırlar.

Yeme bozukluğunda ister kadın ister erkek olsun genellikle kendi fiziksel özellikleri hakkında abartılı şeklide endişelenmektedirler. Kilo ya da bedenlerinde en ufak bir farklılıkla birlikte çok fazla tepki verir ve saatlerce üzülmelerine sebep olmaktadır. Bu yüzden sürekli plan yaparlar ve nasıl kilo vereceklerini düşünürler. Kaygılarını yatıştırmak için uğraştırkları için kısır döngü şeklinde yıllarca devam edebilir. Bu da sağlıksız alışkanlıklar geliştirmelerine neden olmaktadır. Aynı zamanda yeme bozukluğu olan kişiler çok fazla tartılır, ayna da fiziksel olarak kotroller, mezura ile ölçüm yaparlar. Kontrol sürekli onlarda olmalarını isterler.

Kilo ve beden şekillerinde oluşan kaygılar insanlarla ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Vücudunun bir kısmını saklamak isterler, partilere katılmak istemezler (partide yiyip içilme olduğu için), fiziksel olarak olumsuz bir eleştiriye karşı korku içerisindedir. Bu da etrafındaki insandan kendini soyutlamasına ve başka bir takım sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Bu tür vakalarda genellikle depresyon ve anksiyete semptomlarında artış gözlemlenmiştir. Ya da tam tersi de olmaktadır. Depresyon bazı durumlarda yeme bozukluğuna sebep olduğunu da söyleyebilir. Bu dururmların psikoterapi ile baş edilebilecek sorunlar olduğu unutlmamalıdır.

Hayatımızın Parçası Olan Anksiyete

Anksiyete için bilgi mi arıyorsunuz? Hayatımızın Parçası Olan Anksiyete makalesine göz atın ve Anksiyete hakkında daha fazla bilgi edinin

Anksiyete, bir olay ya da durum karşısında beklentinin olumsuz olarak hem zihinsel hem de fiziksel olarak hissetmek veya yaşamaktır. Zihinsel olarak, endişe verici ve çoğu düşüncelerde olumsuz bir takın kalıp cümleler ve fiziksel olarak ise vücudun bu uyaranlara karşı verdiği tepkidir. Bazı bu olumsuz sonuçların beklentisindeki korku, gerginlik hızlı kalp gibi fiziksel duyumlar rahatsızlık için tasarlanmıştır. Bu tür fiziksel tepkiler bilinmeyen bir tehlikeye karşı korunmamızı sağlar. Bu yüzden ara sıra yaşanan kaygılar doğal karşılanır. Kaygı insanların geleceği öngörmesine sahip olma olarak da söyleyebiliriz.

Kaygı, dikkat çekmek ve önemsediğiniz şeyleri korumak için gerekli değişiklikleri yapmanız için sizi teşvik etmek içindir. Ancak bu iş, okul gibi hayatınızı zorlaştıracak hale geldiğinde günlük yaşamınızı sekteye uğratabilir. Bunu devamlı olarak yaşayan kişilerde depresyon görülme olasılığı fazladır. Özellikte çocukluk travmaları ve ailelerin tutumu kaygıya karşı savunmasız bırakabiliyor. Kaygı aynı zamanda bizi dinç ve uyanık tuttuğu için tamamen ortadan kaldırmak istediğimiz bir durum değildir. Tedavi, kaygıyı yönetebilir olması için uzman desteği alınabilir.

Anksiyete Nasıl Anlaşılır?

  • Zihinde sonsuz endişe ve olumsuz düşünce devamlılığı
  • Vücutta genel sıçrama ve titremeden
  • Kulak çınlamasına
  • Nefes darlığına
  • Kalp çarpıntısı

Anksiyete Nasıl Tedavi Edilir?

Hastaların güvenli bir şekilde ve kademeli olarak korkularına maruz kaldıkları, böylece artık onlardan kaçmadıkları maruz bırakma terapisi, kaygı için davranışsal tedavilerin çoğunun önemli bir parçasıdır.

Aynı zamanda yaşam tarzı değişiklikleri, kaygının uzun vadeli yönetiminde önemli bir rol oynar. Egzersiz, derin nefes alma ve meditasyon programlarının tümü, bozukluğun çok spesifik yönlerini hedefler.

Panik Atak

Panik Atak için bilgi mi arıyorsunuz? Panik Atak makalesine göz atın ve Panik Atak hakkında daha fazla bilgi edinin

Şiddetli ve aniden gelişen korku veya endişe hali olan panik atak, bununla beraber birçok rahatsızlığı tetikleyen bir durumdur. Ürperme, sıcak basması, nefes almakta zorlanmak, düzensiz ve normalden hızlı kalp atışı, terleme ve uyuşma gibi semptomlarla gelen panik atak aslında hastalık değil semptomdur. Genellikle 15 ila 20 dakika süren panik atak nöbeti esnasında kişi oldukça yoğun yaşadığı korku ve endişe sonucunda öleceğini ve her şeyin sona ereceğini düşünür.

PANİK ATAK BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ NELERDİR?

Panik atak birçok sebepten dolayı baş gösterebilmektedir. Bunlardan en önemlileri olarak stresli yaşam ve depresyon ön plana çıkmaktadır. Bunların yanında anksiyete bozukluğu, alkol ve madde kullanımı da panik atağa zemin hazırlaması açısından önemli yer tutmaktadır.

Panik atak geçiren bireyler o an sonlarının geldiğini ve genellikle kalp krizi geçirip öleceklerini hissederler. Ancak panik atak sırasındaki ciddi efor sarf edilerek gerçekleşen bağırmalar, endişe ve korku sonrasında kendini yorgunluk ve sessizliğe bırakır. En sık görülen belirtileri ölüm korkusu, nefes alıp vermede zorluk, kap atışlarında hızlanma, aşırı kaygı hali, gerçeklikten uzaklaşma, kaçma ihtiyacı ve göğüste sıkışma hissetmektir. Bunların yanında mide bulanması ve terleme de sıklıkla görülmektedir.

TEDAVİSİ NE ŞEKİLDE GERÇEKLEŞİR?

Tedavide iki farklı metot kullanılmaktadır. Ayrı ayrı veya birlikte uygulanan bu yöntemler ilaç tedavisi bilişsel-davranışçı terapidir.

İlaç tedavisinde beyinde bozulan nörokimyasal yapıyı düzeltecek, panik ataklarını önleyecek ilaçlar kullanılmaktadır.

Bilişsel-davranışçı tedavide ise hastaya korku mekanizması hakkında detaylı bir bilgilendirme yapılır. Panik ataklar sırasında görülen belirtileri hakkındaki düşünce ve inanışlarının düzeltilmesi ve hastanın bu belirtiler ile korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır. Ayrıca panik atak geçireceği korkusu nedeniyle yapmaktan vazgeçtiği aktiviteler, kaçındığı yer ve durumlar kontrollü bir biçimde ele alınarak hastalık öncesi yaşam biçimine dönmesi sağlanır.

Sosyal Fobi ve Tedavisi Nasıl Olur?

Sosyal Fobi için bilgi mi arıyorsunuz? Sosyal Fobi ve Tedavisi Nasıl Olur? makalesine göz atın ve Sosyal Fobi hakkında daha fazla bilgi edinin

Özellikle tanıdık olmayan insanlarla iletişim kurarken ortaya çıkan duygunun odağında insanlar tarafından eleştirilmek, küçük düşmek, aşağılanmak, alay edilmek şeklindeki düşünceler yer almaktadır. Psikolog Elçin Akdeniz, sosyal fobi ile ilgili merak edilen soruları yanıtlayarak, belirtileri ve tedavisi hakkında bilgiler verdi. Utangaçlıkla karşılaştırılmaması gereken sosyal fobide kişiler başkaları tarafından değerlendirilme ihtimali olan ortamlardan, bir utangaca göre daha fazla uzaklaşmak ister.

Kaygılı olduğunun belli olmasından da endişelenebilen bireyler, bu sebepten ötürü sosyal aktivitelerden uzak kalmanın yanında çalışma hayatında ve okulda da sosyal fobinin etkilerinden dolayı kendini engellenmiş ve yetersiz hissedebilir.

NEDENLERİ NELERDİR VE EN ÇOK KİMLERDE GÖRÜLÜR?

Sosyal fobi genellikle ergenlik döneminde başlar ve gençler ile kadınlarda daha fazla görünmektedir. Birinci derecede akrabalarında bu rahatsızlığa sahip olan kişilerde sosyal fobiye yakalanma riski bir miktar daha fazladır. Genetik etmenlerin yanında beyindeki bazı kimyasalların değişikliği sosyal anksiyete bozukluğuna sebebiyet verebilmektedir.

Elbette birçok ruhsal problemde olduğu gibi burada da travmalar önemli yer tutmaktadır. Bilişsel yaklaşıma göre sosyal fobinin oluşumunda, kaygının oluşmasında rol oynayan mantıksız ve taraflı düşünceler yer alır.

Davranışçı yaklaşımda ise sosyal ortam ile kaygı arasında bir bağlantı kurularak koşullanma sonrası kişinin kendi pekiştireçlerini yaratarak kaygının devam etmesine sebep olduğu merkezdedir. Ayrıca davranışsal ketlenme de sosyal fobi oluşumuna zemin hazırlayabilir.

TEDAVİ NASIL OLMALIDIR?

İlaç tedavisi ile serotonin eksikliği giderilmeye çalışılırken bilişsel davranışçı terapi ile kişinin olumsuz düşünceleri değiştirilmeye çalışılır. Kişinin zihnindeki abartılı düşüncelerle baş etmesi, davranışlarını engellememesi hedeflenir.

Yaygın Anksiyete Bozukluğu

Anksiyete için bilgi mi arıyorsunuz? Yaygın Anksiyete Bozukluğu makalesine göz atın ve Anksiyete hakkında daha fazla bilgi edinin

Yaygın anskiyete, sürekli sıkıntı ve gerginlik halidir. Günümüzde artan bir rahatsızlıktır çünkü sürekli orada deprem oluyor, burada bombalar patlıyor, dünyada çatışmalar oluyor. Bugün ona yarın bana dediğimiz anların sayısı artıyor. Buda kaygıyı artıran sebeplerin tetiklenmesine sebep oluyor. Çocukluktan beri hatta daha öncesine gidersek taş devrinden süre gelen “her an öldürülebilirim” kaygının temelini sarsan düşünce biçimidir.

Preödipal dönem dediğimiz yani bebeklik dönemin de kendisine bakan bakıcısında çocukluk döneminde aynı sorunlar varsa bebek bunu sünger gibi emer. Fark etmeden çocuk bu duyguyla büyür. Büyüdüğünde bu kontrol duygusu diğer kaygı dinamiği az olan akranlarına oranla daha fazla olanlarda görülür. Mesela, sürekli bir şeyleri kontrol ediyorsun; bir gün bakıyorsun çocuk hastalanmış, farkediyorsun ki hastalığı kontrol edemiyorsun. Istediğin kada iyi bak çocuk hasta olabilir, bu durum anksiyete yaratıyor. Çocuğuna çok iyi bakıyorsun, bakıyorsun komşunun çocuğu ölmüş yarın seninki de ölebilir istediğin kadar iyi bak bir garantisi yok: bu tarz olumsuz durumlar alt yapısını kaygıya yatkın olan kişilerde anksiyete yaratıyor.

Örneğin, çocuğunu kontrol ediyorsun, kocanı kontrol ediyorsun, yeni bir çocuk yapıyorsun onu da kontrol edebiliyorsun, 3 tane kişi var ve rahatsın. Sonra çocuk okula gidiyor, öğretmeni kontrol etmen lazım; iyi eğitim verebiliyor mu diye, arkadaşları kontrol etmen gerekiyor; iyi arkadaş mı kötü arkadaş mı diye. Kontrol edeceğin kişi sayısı artıyor. Çocuk büyüyor ve üniversiteye gidiyor, ben filanca kişiyle evleneceğim diyor; gelin ya da damat kişisini kontrol etmen gerekecek sonra torunları… kontrol edilecek kişi sayısı artıyor. Başlangıçta kişi sayısı az olduğundan seni rahatsız etmiyor fakat kişi sayısı arttıkça kontrol edilecek kişi sayısı arttığından rahatsızlık boyutuna ulaşıyor. Burda ki örnekte gördüğümüz gibi belirsizlik aslında kaygının düşmanı. Bilmediği herşey kişiyi rahatsız ediyor. O zaman kaygı yaşıcağın iyi halide kötü halide önden bilme isteği diyebiliriz.

Hastalığı veya ölümü kontrol edemediğini farkettiğinde anksiyete artar. Çünkü bu durumla nasıl baş edebileceğini bilememe hali kaygının pimi çekilmiştir.

Bazen çocukluktaki anne-babanın çatışmaları da anksiyete yaratabilir. Mesela anne sürekli anksiyöz, çocuk o duyguyu taşıyor olabilir. Devamlı kullanılmayacak zaten ilaç 2-3 ay sonra duyguları yatışır bırakabilir ilaçları. Amaç terapinin biraz ilerlemesini sağlamaktır. Baş etme yönteminin öğrenince zaten ilaca gerek duymayacaktır.

Soru: hocam depresyon ile yaygın anksiyete birbirinden kesin ayrılabilir mi?

Cevap: evet ayrılabilir. Depresyonda çökkünlük, mutsuzluk, enerjisi düşüklüğü ve hayattan keyif almama vardır. Anksiyetede enerji yüksektir; ya bir şey olursa, ya ben çok kötüyüm gibi panik hali görülür. Huzursuz ve kıpır kıpırlardır. Depresyon mahsun mahsun bakar.

Bazen yaşamadığımız olaylardan da etkileniriz. Mesela bir yerde patlayan bomba sizi tetikleyebilir. Yaanılan bir deprem … Burda tanıdığın var mı diye sorduğumda genelde hayır cevabını alırım. O zaman siz kiminle ilgili ilk aklınıza kötü birşey olsa kime olurdu?“ ya babam ölürse diye korkuyorum, annem ölürse diye korkuyorum.” Burada çocuğunlukla 2 duygu vardır: ya babam ölürse diye korkuyorum hem de babamı ben öldürürsem diye korkuyorum. Yani buradaki kaygıların çoğu ödipal dönemde kendi cinsi olan rakip ebeveny ilişkileri geliyor.

Mesela ışıd militanı kafa kesiyor, sen de izliyorsun. Biri birine zarar verdiğini görünce rahatsız hissetmek bir miktar normal. Gerçeklik ile ilgili kısım kalır, fakat yaşamadığı halde düşünce yaşanmış kadar etkili ise o zaman çocukluğundan yansıttığın şeylere bakarız.

Günlük hayatta birileri ile patlamalar gibi konuları konuşuyorum çoğu kişinin durumu berbat. 1. Kendi travmaları var, 2. Ailenin travmaları var, 3. Taş devrinden gelen travmalar var: yandaki kabile gelip bizim kabileyi öldürdü, bu nesilden nesile geçti. Bunları konuşmak anksiyeteyi azaltır. Bugün ve burada olamama halidir. Anksiyete ben ya hep geçmişteyim yada hep gelecekte demenin diğer ismidir.

Bunları konuşmak aynı zamanda sosyal açıdan da iyidir. Çünkü benim beynimde bu varsa ben de bunu bir yerlere yansıtırım. Geçmişteki travmayı bende kendi çocuğuma ya da çevreme yansıtırım. Bu zinciri danışanın bozması sosyal açıdan da iyidir. Bu nesilden nesilden aktarılan zinciri 1 kişi, 2 kişi kırar sonra onlar da çevrelerine bundan bahsederler böyle çalışmalar uzun vadede dünya barışına katkı sağlar. Çünkü insanlar birini öldürüyor ama öldürdüğü kişi o değil ya kendisi ya da çocukluktaki birisi ya da daha geri travmalardan birisi mesela 600.000 yıl önceki travmalar bugün ortaya çıkabilir.

Beynimiz netlik ister, belirsizliği sevmez. Yine de hayatta belirli olan hiçbir şey yoktur. 1 dk sonra tavan çöker ve hepimiz ölürüz. Biz sanarız ki bu tavan hiç çökmez. Ya da şuan evde çocuğun çoktan ölmüştür sen yaşıyor sanıyorsundur. Aslında hayatta belirli olan tek bir şey vardır o da günün birinde öleceksin. Bu bilginin seni rahatlatması gerekir eğer rahatlatmazsa çocukluğunda belirsizlikler ile anıların vardır bunlara bakman gerekir. Belirsizlik diyince senin aklına neler geliyor? Belirsizlikle ilgili senin yaşadığın anılar var ya da belirsizlikle fazla meşgul ebeveynler var. Annen dövecek mi yoksa sevecek mi seni, nötr bakıyorsun. Ya da annen, kocam başka bir kadına gidecek mi gitmeyecek mi diye düşünüyor, belirsizlik var. Sen annenin duygusunu alıyorsun. Biz her şey bizim kontrolümüzde zannederiz aslında ama çok azdır.

Korkuları konuştun ama ondan sonra yine korkuları kalır çünkü ülkende savaş var biri seni öldürebilir. O korkunun kalması sağlıklıdır, çünkü o korku seni tehlikeden korur, gerçektir. Bizim burada dediğimiz korkmamak, umursamaz olmak değil hayal ile gerçeği ayırt edebilmektir. Gerçek bir problem varsa ve korkmuyorsan burda sorun vardır. Ama gerçek bir sorun yok o zaman da korkuyorsun o zaman bu korku gerçek bir korku değil alt sebeplerne bakmalıyızıdır. Bizim işimiz tamamen gerçekle ilgildir. Çocukluk anılarını temizledikçe bu insanlarda bir miktar korku kalır.

Savaş gibi durumlarda kişi bu duyguda kaldığından bedenine yansır. Mesela reel bir korkusu var öldürülebilir ve konuştuk çocukluk ile ilgili değil o zaman ara ara beyin bunu reddettikçe eft yapacağım. Korku arttıkça bedene yansır ve bedensel hastalıklar meydana gelebilir. Bedensel hastalıklar aslında başlangıçta iyi bir şeydir, uzun vadede tehlikeldir. Bedensel rahatsızlıklar sayesinde onlarca ruhsal rahatsızlıktan korunuyorum, eroin gibidir. Eroini de başlangıçta içmek iyi bir şeydir. Eroin içersin ve o gün iyi hissedersin, problemlerini unutursun. Orta ve uzun vadede ise eroin sana zarar verir, giderek beynin uyuşur, ruhsal ve bedensel hastalıkların olur, yakın ilişkilerin bozulur. Bu hastlıklar da böyledir, kısa vadede iyidir. Ama sonrasında sürekli belinden, başından şikayet ettiğinde yakın ilişkilerin bozulur. Ya da sürekli mızlandığın için negatifi çağırırsın. Ruhsal acı bedensel acıdan daha kötüdür. Bedensel acıyı lokalize edersin; tam şurası ağrıyor diyebilirsin ama ruhsal acıyı tanımlayamazsın, derin bir acıdır. O yüzden beynimiz haz ilkesiyle çalışır bedene yansıtır.

İlişkilerde Aldatma; Kim, Kimi, Nasıl, Neden?

Aldatma için bilgi mi arıyorsunuz? İlişkilerde Aldatma; Kim, Kimi, Nasıl, Neden? makalesine göz atın ve Aldatma hakkında daha fazla bilgi edinin

Bir ilişkiyi, evliliği zora sokan olayların başında aldatma durumu gelir. Boşanmaların ya da romantik ilişkilerin bitmesinin birinci sebebi anlaşamamaksa, ikinci “görünür” sebebi de birinin diğerini aldatmış olmasıdır. Aile ve çift terapisine gelen çiftlerin geliş sebeplerinin önemli bir kısmını aldatma vakaları oluşturmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumunun 2006 yılında boşanma sebepleriyle ilgili yayınladığı dosyada aldatma/aldatılma boşanma nedenleri listesinin en başında yer almaktadır.

Günümüzde kadın, erkek aldatma oranlarına bakıldığında bunun neredeyse eşit olduğu görülmüştür. Eskiden aldatma diyince bunun genellikle erkekler tarafından ve cinsellik içeren bir ilişki şeklinde yaşandığı düşünülürdü. Artık günümüzde bunun boyutlarının ve cinsiyet dağılımlarının farklılaştığını, duygusal aldatma olarak görülen durumun arttığını görüyoruz.

İki kişi arasında yaşanan romantik ilişkiye bir ötekinin dahil olması çift terapistlerine “üçgenleşme” kavramını da çağrıştırır. Bu açıdan bakıldığında aslında partnerin bir diğerini sadece başka bir kadın/adamla değil bazen işiyle, bazen tuttuğu bir takımla, bazen bir arkadaş grubuyla da “aldattığını” aslında gözleriz ya da ilişki içinde bunu hissederiz. Bu ilişki dışına sekme ve üçgenleşme ile karakterize olan süreci bir ötekinin görünür varlığı devreye girmedikçe anlamlandırmanın daha çok yalnızlık, değersizlik gibi duygularla hissediliyor olduğu görülür. Bu yazıyı okurken aldatma kavramını (daha çok bir öteki kadın/adamın ilişkiye dahil olması ile karakterize bir durum gibi kulağa gelse de) bu açıdan da okumanın ilişki içinde yaşadığınız süreçleri anlamlandırmada katkısının olabileceğini düşünüyorum.

Aldatmanın sadece iyi gitmeyen evliliklerde ya da ilişkilerde olduğunu söylemek çok da doğru bir yaklaşım olmaz. Terapiye gelen çiftlerin önemli bir kısmı ilişkilerinin oldukça iyi gittiğini ve partnerlerinin nasıl başka biriyle olduğunu anlayamadıklarını ifade ederler. Bugünün evliliklerine/ilişkilerine baktığımızda aldatmanın sadece cinsellik için yapıldığını söylemek de doğru olmaz. Peki o zaman insan neden aldatır? Özellikle kadınların ve azımsanmayacak kadar çok sayıda erkeğin sadece beğenilmek, onaylanmak, önemli bir diğerinin gözünden kendini görebilmeyi deneyimlemek ve ilişki içinde bir şekilde gelişebilmek için ilişki dışı bir ilişkiye girebildiklerini yadsıyamayız. Bunun yanında her ilişki dinamiğinde ve her bireyin kendi içsel süreçlerinde bu süreci başlatma, sürdürme ve anlamlandırmada farklı açılımlarının olabileceğini ifade edebiliriz. Bu kısmı görebiliyor olmanın hem ilişkisel alan için hem de bireysel süreçlerimiz için önemli bir noktadan geçtiğini ve karanlıkta kalan ya da bırakılan bazı yanların görülmesi için önemli bilgiler getirebildiğini biliyoruz.

Aldatma bir travma mıdır? Travma boyutunda yaşanıp yaşanmaması, nasıl öğrenildiğine, kendisinden saklanan olayın derinliğine, bireyin hayatında aldatmanın nereye konumlandığına, aldatma şekline ve bunun devam ediyor olup olmamasına göre belirlenebilir ama aldatılma durumunun bir narsistik yaralanma yaşattığı kesindir. Fiziksel afetlerin kişinin güvende olma duygusunu zedelediği gibi, bu tür ilişki dışı ilişki de partnerin kendini güvende hissetmesine bir süre engel olur; güven duygusu yerini endişeye ve tehdide bırakır. Sürekli tetikte olma hissiyle yaşamak da oldukça yorucu ve zorlayıcıdır. Aldatılan kişi, çoğu zaman ayağının altındaki zemin çekilmiş ve boşlukta kalmış hisseder.

Çift terapistlerini ve partneri en çok zorlayan konulardan bir tanesi sıklıkla aldatılan eşin ilişkinin detayları merak etmesidir. Aksinin daha uygun olduğu bilinmesine rağmen kişiler, ilişki dışı ilişkinin tüm detaylarını öğrenmek isterler. Bu uğurda sağlıkları bozulan, duygularını kontrol etmekte zorlanan kişi sayısı oldukça kayda değerdir. Aslında böyle bir durum yaşandığında olaya ilişkin detayları öğrenme isteğine gem vurmak, alınan yarayı temiz bir tamponla sıkıca kapatmak gibidir. Daha fazla kan kaybını ve enfeksiyon riskini önlemek için gereklidir.

Aldatma kelimesinin, bu yazıda da olduğu gibi, sözünün geçtiği her yerde ciddi bir bulaşmışlığı ve bırakmayışı ile karşılaşırız. Sonrasında çiftler arasında her düşünme, konuşma ve davranma bu kelimeyle başlar ve biter hale gelir, ilişkinin her yerine sinen bir koku gibidir ve ilişki sadece bu sebeple de bozulmaya devam edebilir. Bu tanımın dışında veya yüksüzlüğünde ilişkileri değerlendirmek, her şeye rağmen mümkün olabilmektedir. Kişiler bu şekilde düşünme ve davranmaya muktedir olabilirlerse eğer, ilişkilerin telafisi, iyileşmesi ve yenilenmesi söz konusu olabilir. Aldatılmanın nasıl tespit edildiği değil, olası böyle bir durumun ne anlama geldiğinin anlaşılması ve takibi kişileri ilişkisel ve bireysel anlamda anlamlı bir sonuca ulaştırabilir.

Aldatma olgusu var olan ilişkiyi değiştirir; ilişkinin hikâyesi, o güne kadar bilinen ve yaşanan şekliyle sona ermiş, ilişki ayarları değişmiştir. İlişkiye format atıp yeni bir kurulum mu yapılacak, yoksa taraflar kırık dökük duygularını olabildiğince toplayıp o ilişkiden taşınacaklar mı? Aldatma durumun psikolojik bir destek alındığında ilişkinin lehine kullanıldığı ve ilişkinin daha doyumlu olmasına bile sağladığı az görülen bir durum değildir.

Aldatmayı bir ilişki kazası gibi düşünmenin işe yaradığı görülmüştür; nasıl ki trafik kazası yaptığımızda kendimizi hastaneye, aracımızı servise götürüyoruz; ilişki kazalarında da bireylerin iyileşmesi ve ilişkinin tamiri (veya tahliyesi) için uzman psikoterapist desteği alınması tavsiye olunur. Terapide yapılacaklar kişilerin nasıl hissettiklerinin görülmesi, değerlendirilmesi, ilişkinin içerisinde ve kişinin içinde ne tür yaralanmalara, kırıklıklara sebebiyet verdiğinin tespiti ve tamirinin yapılmasının sağlanması, kişilerin içinde karşı tarafa karşı nasıl değişikliklere sebebiyet verdiğinin görülmesi ve değerlendirmesi yönünde olacaktır. Böyle bir destekle ilişkiyi bitirmek isteyenlerin çok yara almadan bitirmelerinin sağlandığı, ilişkinin devamlılığına karar veren ve buna uygun olan çiftlerin de ilişkilerinin yeniden yapılandırılarak süreci çok daha iyi bir noktaya taşıdığı çok sık karşılaşılan bir klinik gözlemdir.

Kolon Kanseri

Kolon Kanseri için bilgi mi arıyorsunuz? Kolon Kanseri makalesine göz atın ve Kolon Kanseri hakkında daha fazla bilgi edinin

Kolon Kanserinden Nasıl Korunulur?

Kolon kanseri kalın bağırsaktan gelişir. Kalın bağırsak, karın sağ alt kadranından başlayıp anüste sonlanan uzun bir organdır. Kalın bağırsağın son kısmına rektum denir ve buradan gelişen kansere rektum kanseri denmektedir. Kolon kanseri için en öneli risk faktörü ileri yaş, genetik-ailevi faktörler ve diyet gibi çevresel faktörlerdir. Kolon kanseri ölümcül bir kanserdir. Kadın ve erkekte benzer sıklıkta görülür ve her iki cinste en sık görülen kanserlerden biridir.

Kolon kanserinin tedavisi şu şekildedir; cerrahi olarak hastalığın yerleştiği kolon bölümünün çıkartılması ve sonrasında hastalığın evresine göre ihtiyaç var ise kemoterapi tedavisi ile tedavinin tamamlanmasıdır. Rektum kanserinde ise genellikle öncelikle radyoterapi ve sonrasında cerrahi olarak hastalıklı rektum bölümünün çıkartılmasını içerir. Bazı hastalarda kanserin yerleşim yerine göre kalıcı kolostomi (torba) açılması gerekebilir.

Kolon kanserinden nasıl korunacağız?

Bu sorunun cevabını bulabilmek için öncelikle kolon kanserinin nedenlerine bakalım. Bu nedenlerin bazılarını mesela ailevi etki, genetik gibi risk faktörlerini değiştiremezken diyet etkileri gibi bazı risk faktörlerini kontrol edebiliriz. Kolon kanserlerinin hepsi poliplerden gelişir. Neoplastik (kansere dönüşen) polipin gelişimi ve bundan kanser gelişmesi yaklaşık 5-10 yıllık bir süre gerektirmektedir. Yani kolon kanseri aylar içinde gelişmez yıllara ihtiyacı vardır. Bu nedenle 50 yaşından itibaren kolonoskopi kontrolünün yapılması ve varsa poliplerin temizlenmesi kolon kanserinden korunmanın temel basamağıdır. Dışkıda kan görülmesi de kolon kanseri açısından bir belirteç olabilir. Kolon kanserlerinin çoğunluğu ailevi bir bağlantıya sahip değildir. Ailesinde özellikle birinci derece akrabalarında kolon kanseri olanlar ve ayrıca bu kanserler akrabalarında 50 yaşından önce ortaya çıkmış kişiler kolon kanseri açısında risk altındadır. Ailesinde kolon kanseri olan kişiler, en genç yaşta kolon kanseri olan birinci derece akrabasından 10 yıl daha erken yaş da kolonoskopik kontrol yaptırarak kolon kanserinden korunabilirler. FAP gibi kansere dönüşen kolon polipi yapan genetik hastalıklarda kalın bağırsağın alınması ile kanser gelişimi engellenebilir.

Kolon kanserinin bir diğer sebebi ise diyette fiber yani yeşillik (lif) tüketiminin yetersiz olmasıdır. Yine kırmızı et ve işlenmiş et (sucuk, salam, sosis vb.) tüketiminin fazla olması da kolon kanserine sebep olabilmektedir. Bu nedenle özelikle öğle ve akşam yemeklerinde zeytin yağlı salata tüketimi kolon kanserinden korunmak için önemlidir. Yenilen yeşillik (lif/fiber) kansere sebep olabilecek kanserojen maddeleri dışkı içine hapseder ve kolon hücreleriyle olan temasını azaltarak koruyucu etki oluşturur. Yine yapılan çalışmalar günlük kalsiyum tüketiminin düzenli olduğu kişilerde kolon kanserinin daha az geliştiğini göstermiştir.

DEHB’li çocuklar okulda beklenin altında performans gösterebilir

Psikoloji için bilgi mi arıyorsunuz? DEHB’li çocuklar okulda beklenin altında performans gösterebilir makalesine göz atın ve Psikoloji hakkında daha fazla bilgi edinin

Etiketlemeler çocukların özgüvenlerinin düşmesine neden olur.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun (DEHB) çocukların yaşam kalitelerine, gelişim seviyelerine, akademik hayatlarına ve sosyal ilişkilerine olumsuz etkileri olduğunu söylüyor. Bu çocukların okulda beklenenin altında performans gösterdiklerini belirten Uzman Klinik Psikolog Elvin Akı Konuk, ayrıca çevreden olumsuz tepkiler aldıklarını ve ‘yaramaz, uyumsuz, tembel’ gibi etiketlenmelere maruz kaldıklarına dikkat çekiyor. “Bu etiketlemeler çocukların özgüvenlerinin düşmesine ve kendilerini kötü görmelerine neden olur.” diyen Konuk aileleri uyarıyor: “Çocukların kendi ihtiyaçları ve çevresi arasında dengeli ilişkiler kurması ve sürdürmesi, sağlıklı gelişen bir benlik kavramı ile mümkündür.”

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Elvin Akı Konuk, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’na sahip çocukların, eğitim ve sosyal hayatlarında ne gibi sorunlarla karşılaşabileceklerine dair açıklamalarda bulundu. Konuk, bu çocukların aileleri ve eğitimcilerinin çocuklara davranışlarına ilişkin de önerilerini sıraladı.

Ders sayısı ve zorluk derecesinin artmasıyla performansta hızlı düşüş görülebilir.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun (DEHB) çocukların yaşam kalitelerine, gelişim seviyelerine, akademik hayatlarına ve sosyal ilişkilerine olumsuz etkileri olduğuna dikkat çekerek sözlerine başlayan Uzman Klinik Psikolog Elvin Akı Konuk, “Okulda beklenenin altında performans gösterirler. Aynı zamanda zekadan bağımsız olarak çocuğun öğrenmesinde dikkatle ilgili yaşadıkları sorunlar derslerde öğrenmeyi de güçleştirir. Dikkat sorunu olan çocuk verilen yönergeleri tam anlayamaz ve dersi takip etmekte oldukça zorlanır. Benzer şekilde derslerinin, ödevlerinin başında saatlerce oturmalarına rağmen bir görevi yapmakta zorlandıkları için ödevini tamamlayamadan masadan kalkarlar. Unutkan ve dalgın olurlar. Sıklıkla ders araç gereçlerini, gündelik kullandığı eşyaları kaybederler. Ödev ve sorumlulukları konusunda uygun planlama yapamazlar, öncelikleri belirlemekte güçlük yaşarlar. Yaş ilerledikçe ders sayısı ve derslerin zorluk derecesinin artması ile akademik performansta hızlıca düşme görülebilir.” açıklamasında bulundu.

Kurallara uymakta zorlandıkları için akranlarıyla sorunlar yaşayabilirler

Hareketli ve dürtüsel olan çocukların ise dikkat sorunları eşlik etsin ya da etmesin sınıfta ders süresince oturmakta zorlandıkları ve sürekli hareket ihtiyacı duydukları için dersi takip edemeyeceklerini kaydeden Konuk, “Çok konuşup, hem kendilerinin hem de sınıftaki arkadaşlarının derse olan dikkatini bozabilirler. Sabırsızdırlar ve isteklerini bekletmekte, ertelemekte oldukça zorlanırlar. Arkadaşlarının oyunlarını böldükleri, düşünmeden hareket ettikleri ve kurallara uymakta zorluk yaşadıkları için akranlarıyla sıklıkla sorunlar yaşayabilirler.” dedi.

“Etiketlemeler çocukların özgüvenlerinin düşmesine neden olabilir”

Okul ortamında yaşanan bu tarz sorunların çocukları sadece akademik yönden olumsuz etkilemeyeceğinin altını çizen Konuk, “Sıklıkla çevreden olumsuz tepkiler almasına, sosyal ortamlardan dışlanmasına sebep olmakla birlikte ebeveynleri, öğretmenleri veya arkadaşları tarafından yaramaz, dalgın, sakar, uyumsuz, tembel gibi etiketlenmelere de maruz kalırlar. Bu etiketlemeler çocukların özgüvenlerinin düşmesine ve kendilerini kötü görmelerine neden olur. Oysa ki çocukların kendi ihtiyaçları ve çevresi arasında dengeli ilişkiler kurması ve sürdürmesi, sağlıklı gelişen bir benlik kavramı ile mümkündür.” şeklinde konuştu.
Çocuğun yerine ödev yapmak yerine çalışmanın planlamasına destek olunmalı
“Bu etiketlenmeyi önlemek ve çocuğu desteklemek adına öğretmenlerin ve ebeveynlerin rehberliği ve yönlendirmeleri oldukça önemli.” diyen Uzman Klinik Psikolog Elvin Akı Konuk, “Çocuğun günlük yaşantısında açık, anlaşılır rutinler oluşturmak ve rutinlere uyum sağlamak gerekir. Özellikle çocuk ödevlerini tek başına yapmakta zorlanıyor ise yardımcı olunmalı. Ancak bu yardım çocuğun yerine ödev yapmak değil, ödev yapmanın ve ders çalışmanın planlamasını desteklemek ve anlamadığı konularda destek olmak şeklinde olmalı.” uyarısında bulundu.

Sınıfta ön sıralara yakın, dış uyaranların az olduğu bir sırada oturtulmalılar

Ödev yapmakta zorlanan çocuklar için ödevlerin küçük parçalara bölünerek ek süre tanınması tavsiyesinde bulunan Konuk sözlerini şöyle tamamladı:

“Sınıf ortamında ise DEHB’li çocukların ön sıralara yakın, dış uyaranların az olduğu bir sırada oturmaları dikkatlerinin mümkün olduğunca daha az dağılmasını sağlayacaktır. Derste çocuğun hareket ihtiyacını karşılayabileceği sınıf içi sorumluluklar verilebilir. Olumlu her davranışı için çocuğa özel olumlu geribildirim sunulmalıdır. Sosyal açıdan okul ortamında desteklemek, grup çalışmalarına katılım göstermesini sağlamak, arkadaşlarıyla ilişki ve iletişimlerinin de artmasını sağlayacaktır.”