PrizmaBetGüncelGirişAdresiHızlıveGüvenilirErişim!

Emine Erdoğan’dan Cumhuriyet Bayramı paylaşımı: Cumhuriyetimizi birlik ve beraberlik içinde ilelebet yaşatmayı diliyorum

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Cumhuriyet’in 101’inci yılına ilişkin yaptığı paylaşımda, “Her sayfası kahramanlıklarla dolu tarihimizin şanlı nişanesi Cumhuriyet’imizi, birlik ve beraberlik içinde ilelebet yaşatmayı diliyorum” dedi.

Emine Erdoğan, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, şunları kaydetti:

“İstiklal ve istikbalimizin teminatı Cumhuriyet’imizin 101’inci yaşını büyük bir gurur ve coşku ile kutladık. Her sayfası kahramanlıklarla dolu tarihimizin şanlı nişanesi Cumhuriyet’imizi, birlik ve beraberlik içinde ilelebet yaşatmayı diliyorum.”

Cumhursuz cumhuriyetten demokratik cumhuriyete!

Evvela tarihsel bir kaç tespit… Kuvayı Milliyenin amacı, Cumhuriyet kurmak değildi. Milli Mücadelenin tek amacı vardı: Şeriatı, hilafeti ve saltanatı muhafaza temelinde yabancı işgale son vermek. Kuvayı Milliyenin taşıyıcı cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şeriatçı, hilafetçi ve saltanatçı idi. Gazi Mustafa Kemal milli mücadele sürecinde hep bu amaca vurgu yaptı. İlk meclisin açılışında da bu kurucu ruh esastı. Hacı Bayram’daki açılış merasimi bütünüyle bu ruhu yansıtıyordu. Meclisteki

Evvela tarihsel bir kaç tespit…

Kuvayı Milliyenin amacı, Cumhuriyet kurmak değildi.

Milli Mücadelenin tek amacı vardı: Şeriatı, hilafeti ve saltanatı muhafaza temelinde yabancı işgale son vermek.

Kuvayı Milliyenin taşıyıcı cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şeriatçı, hilafetçi ve saltanatçı idi.

Gazi Mustafa Kemal milli mücadele sürecinde hep bu amaca vurgu yaptı.

İlk meclisin açılışında da bu kurucu ruh esastı.

Hacı Bayram’daki açılış merasimi bütünüyle bu ruhu yansıtıyordu.

Meclisteki temsil bu kurucu ruhun ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Başında sarığı olan da vardı, mahalli giysilerini üstünde taşıyanlar da.

Gazi Mustafa Kemal’in meclisin açılışında irad ettiği nutuk bu kurucu ruhun cisimleşmiş haliydi.

“Ey efendiler” diye başlıyordu nutkuna Gazi. “Bu meclis sadece Türklerin meclisi değildir, Kürtlerin de meclisidir; bilumum anâsır-ı İslamın mecmuundan (toplamından) oluşan bir Meclis’tir.”

Meclisin adı da sadece Büyük Millet Meclisi (BMM) idi.

Bu kurucu ruhun 1921’de ilan edilen Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda (Anayasasında) Türkiye Devletinin İslamcı olduğu alenen ilan ediliyordu. Meclisin görevleri arasında “Ahkâmı şer’iyenin tenfizi” yani “şeriat hükümlerinin uygulanması” zikrediliyordu. (Bkz. Madde-7)

Bu kurucu anayasada ne Ankara’nın başkent ne de Türkçe’nin resmi dil olduğu belirtilir.

Yani ilk meclisin ruhu da anayasası da İslamcıydı/şeriatçıydı.

Bunlar tarihi tespitler sadece. Genç nesillerin gözünden kaçırılan hakikatler. Şahsıma ait hüküm cümleleri değil. Umarım o birileri sadece ve yalnızca bu tarihi hakikat bilinsin amacıyla yaptığımız bu aktarımdan rahatsızlık duyup o bildik pespaye suçlamaları üzerimize boca etmezler.

***

Sonra ne mi oldu?

Lozan Sözleşmesi’nden birkaç ay sonra ilan edilen Cumhuriyetle yeni bir düzen kuruldu.

Şeklen devletin dininin İslam olduğu 1924 Anayasası’nda belirtildi ama yapılıp edilen her şey o kurucu ruhun inkarı mahiyetindeydi. Nitekim 1937’de devletin dininin İslam olduğu ibaresi de kaldırıldı. Laikçiliğin benimsendiğinin resmen açıklanmasından sonra tamamen farklı bir düzen te’sis edildi.

CHP’nin kudretli şeflerinden ve ideologlarından Recep Peker’in laisisizm tanımında belirttiği üzere, İslamiyet, sadece devlet hayatından değil memleket ve toplum hayatından da sökülüp atılmak istendi.

Yendiğimiz düşmana sadece zihnen değil şeklen de benzemeyi ilke edinen yeni bir düzendi bu.

Tıpkı Batılı gibi olmamız isteniyordu.

Kurtuluş oradaydı.

Din geriliğin ve gericiliğin nedeniydi.

Fransız Cumhuriyetçiliği, Fransız ulusçuluğu ve Fransız laikçiliği esas alındı.

Hatta laikçilikte Fransa bile gerimizde kaldı.

Cumhuriyetimizde sandık şeklen vardı.

Cumhur değiştirilmesi gereken bir sürüydü.

Cumhur kendisini nasıl yöneteceğini bilmeyen bir gerici güruhtan ibaretti.

İktidar sandık yoluyla onlara bırakılamazdı.

Onlar için neyin lazım olup olmadığına iktidardaki azınlık ancak karar verirdi.

Halk sandık başına tek partinin belirlediği adaylara oy vermek için gidebilirdi. Açık oy gizli sayım yöntemiyle.

Cumhuriyetin verili halkı makbul değildi.

O yüzden makbul bir halk yaratılmak istendi. “Halk için halka rağmen” şiarıyla.

Her şey halk içindi.

Farklılıklar inkar edildi.

Fransız ulusçuluğu temelinde bir ulus inşa edilmek istendi.

Homojen ulus fikri sert bir inkar ve asilimasyon politikasını beraberinde getirdi.

Kuvayı Milliyetin dinamik gücü olan ve Türkiye Devleti’nin kurucu unsurlarından biri olan Kürtlerin varlığı inkar edildi.

Kürt dili ve kültürü yasaklandı.

Acılı ve travmatik asimilasyon politikaları benimsendi.

Bugün adına Cumhuriyetin kurucu partisi olduğunu söyleyen CHP’nin “Kürt sorunu” dediği sorun, işte o dönemin bir ürünüdür.

Bizzat CHP’nin yarattığı bir kanlı sorun.

PKK bu sorunun hem bir sonucu hem de sorundan beslenen kanlı bir terör örgütü.

Türkiye’yi yıllar yılı yoran ve nice mağduriyetlere sebebiyet veren laikçilik uygulamaları, dinin ve dindarların kamusal alandan sürülmesiyle alakalı bir durum.

CHP’nin tek parti yönetimi, tipik bir hanedanlık rejimidir.

Bir tür saltanat rejimidir.

Osmanlı hanedanlığı ve saltanatı sona erdirilmiş ama onun yerine başka bir siyasi hanedanlık ve saltanatçılık inşa edilmiştir.

Aile hanedanlığı yerini parti hanedanlığına bırakmıştır.

Cumhuru makbul görmeyen bir Cumhuriyetçilik anlayışına eşlik eden zecri tepeden inmeci modernleştirme projeleri demokrasi yoksunluğunun da diğer adıdır.

Cumhursuz bir Cumhuriyet, yani demokrasiden yoksun bir Cumhuriyet. CHP’li iktidar seçkinlerinin kafalarındaki Cumhuriyetçilik modeli tam da buydu işte!

Saygın tarihçi-siyaset bilimci Prof. Dr. Taha Parla’nın isabetle belirttiği gibi, “Bonapartist ve plebisiter diktatoryal cumhuriyet”ti bu CHP eliyle inşa edilen cumhuriyet.

Yenidoğan Çetesi’nin arka bahçesi: Sezaryen dayatması!

Pazar günkü yazıya ortalamanın çok üzerinde geri dönüş oldu. Yorumların arasında kayboldum desem yeridir. “Herhangi bir yetkili aradı mı, yazıdaki dehşete düşüren bilgileri veren o cerrah ile görüşmek isteyen oldu mu?” diye soracak olursanız yanıtını vereyim; beklediğim gibi hayır! Peki, neden ilgilenen olmadı? “Lanet olasıcalarda numara bitmiyor!’ başlıklı yazının satır satır okunduğunu biliyorum. Sağlık camiasındaki WhatsApp gruplarında elden ele dolaştığını da öğrendim. Mesleğini hakkıyla yapan

Pazar günkü yazıya ortalamanın çok üzerinde geri dönüş oldu. Yorumların arasında kayboldum desem yeridir.

“Herhangi bir yetkili aradı mı, yazıdaki dehşete düşüren bilgileri veren o cerrah ile görüşmek isteyen oldu mu?”

diye soracak olursanız yanıtını vereyim; beklediğim gibi hayır! Peki, neden ilgilenen olmadı?

“Lanet olasıcalarda numara bitmiyor!’

başlıklı

yazının

satır satır okunduğunu biliyorum. Sağlık camiasındaki WhatsApp gruplarında elden ele dolaştığını da öğrendim. Mesleğini hakkıyla yapan çok sayıda doktor ve hemşireden ise teşekkür mesajları aldım. Bu arada benden, dolaylı yollardan bilgi almak ve “

Hastanelere şimdi de erişkin hasta operasyonu mu yapılacak?

” sorusuna yanıt arayanlar da oldu. İpin başını ve ucunu merak ediyorlar herhalde. Umarım bulunur ve insanların sağlıkları sağlık simsarların vicdansızlıklarına artık terk edilmez.
Vatandaşlar ise hem tedirgin hem de öfkeli. Bu işin sonunun nereye varacağını görmek istiyorlar. Özellikle de kadınlardan doğum süreçleriyle ilgili yüzlerce mesaj geldi. Yazıda, bilgileri aldığım cerrah dostumun, “Sezaryen oranlarının yüksek oluşu ile bebek yoğun bakım yatışı arasında direkt bağlantı vardır” sözlerine yer vermiştim. Bu cümleden yola çıkarak, özel hastanelerde

“Sezaryen Çeteleri”

olduğunu yazanlar ve kendi hikâyelerini paylaşanlar oldu.
Dün ‘Bizim Doktor’u aradım yine. Yazılan o yorumları sordum.

“Suni sancı meselesini bir araştır”

dedi.
Nedir diye baktım hemen. Özetle

“Doğum sürecini başlatmak veya hızlandırmak için medikal yöntemlerle suni olarak oluşturulan rahim kasılmalarıdır”

deniliyor. 
Bizim Doktor şöyle açıklık getirdi: “Suni sancı, doğuma girecek annelerin sezaryene mecbur bırakılmasında en kritik yol. Suni sancı verip doğumu hızlandırırlar.

Doktor mesai saati dolmadan hastayı doğuma almak için yapar bunu.

Bu şekilde doğum kanalı gevşemeden bebek çıkıma girer ama ön tarafı kapalı olduğu için doğamaz. Bu sefer de ‘Bebek zor durumda. Sezaryene alalım’ derler.”
Çarkın dişlileri işte tam burada işliyormuş. Bizim Doktor’un yorumu şöyle: “SGK, normal doğuma daha fazla ödeme yapıyor. Ancak buna rağmen

sezaryende artışın nedeni yoğun bakım servislerinden kazanılan paradır.

Çünkü suni sancıyla başlayan süreç ameliyatla sonuçlanıyor. Sezaryen olunca zaten strese giren bir bebek ciğerleri ve organları doğum kanalından geçip temizlenemediği için

‘Apgar’ dediğimiz skoru düşük kalıyor ve yoğun bakıma alınıyor.

Bu arada anne de ameliyat olduğu için ödeme farkı artıyor, itiraz da edilemiyor.”
“Bu mu yani?” diyenler olacaktır? Dahası var. Kazanılan para bir yana, Bizim Doktor’a göre bu sayede “çaktırmadan” nüfus planlaması da yapılıyor: “Sezaryen ile maksimum 3 çocuk sahibi olunur. Bu mecburi kısıtlama ayrıca dikkate değer. Sezaryen sonrası çekilen eziyet ile kimse üçüncü gebeliğe cesaret etmiyor.

İkinci sezaryende tüplerin bağlanması oranı zaten çok yüksek.”

Anne adayları neden normal doğumdan kaçıyorlar? Bakın “denemiyorlar” demiyorum. Şimdi çıkıp, “sana ne bundan” diyenler olacaktır. Olsun desinler. Biz, ‘Bizim Doktor’a kulak verelim: “Yıllardan beri normal doğumun çok ağrılı ve zor bir işlem olduğunun propagandası yapılıyor

. Film ve dizilerde çok ağır geçen normal doğum sahneleri yer alır. İnsan izlemeye dayanamaz. Zaten o sahneleri izleyen hiç bir genç kız normal doğum yapmaz.

Ağrı ise ilk doğumda biraz şiddetlidir. O da en fazla 10 saniye sürer. İyi bir ebe ile bu süreç çok rahat yönetilebilir. Ama bunu yapan ebe ve doktor yok artık. Yaptırmıyorlar özellikle. Çözüm ise iyi ebelerin yetiştirilmesi, suni sancının kesinlikle iyi denetlenmesi, suda doğum konsepti gibi uygulamaların anne adaylarına tanıtılmasında…”
Türkiye’de ne zaman normal doğumu teşvik ve tavsiye eden çıkışlar yapılsa, kampanyalar düzenlense birileri adeta yerlerinden zıplıyorlar. Sezaryen doğumdaki artış oranları ortada. Türkiye’de sezaryen doğum oranı yüzde 50’lerde. Şimdi sıkı durun. Bu oran

özel hastanelerde yüzde 78, devlet hastanelerinde ise yüzde 46 olarak belirlenmiş.

Yani, özel hastaneler devlet hastanelerinin neredeyse iki katı.
Bu durumda akla şu gelmiyor değil; normal doğum kampanyalarına karşı çıkanlar ya bu işten para kazanıyorlar ya da doğurganlığın

önüne örülen “sezaryen duvarının” yıkılmasını istemiyorlar.

Her iki durumda birilerinin ciddi paralar kazandığı ise ortada. Anneleri kesip biçtikleri gibi doğum mucizesi tam gerçekleşmediği için bebeklerin sağlıksız doğmasına da neden oluyorlar.
Bizim Doktor’un anlattıklarına, tespitlerine ben ikna oldum. Vatandaşlardan, özellikle de kadınlardan gelen yorumlar da cabası. Bu durumda Yenidoğan Çetesine,

bebekleri öldürerek para kazanma yolunu ‘Sezaryen Çetesi’nin açtığı söylenebilir.

Tam bir kazan kazan ilişkisi.

Komplo teorisi gibi gelmesin sakın: İpin ucu BM’nin nüfus artışını durdurma projeksiyonlarına dayanırsa hiç şaşırmam.

CIA’in “Paralel Postacısı” Eko!

Vatikan’ın Gizli Kardinali Fetullah’ın “anavatanı” ABD’de gebermesinin ardından; yeğeni Ebu Seleme Gülen, Youtube’ta şöyle feveran etti: “Fethullah Gülen öldü ve bizi yetim bıraktı. Ekrem gibi, Cevdet gibi, Mustafa Özcan gibi içkici ve dayakçı üvey babalara emanet etti bizi, gitti… Böyle adamlardan bize baba mı olur? Ama hepimizin babası oldular… ‘Hesap vermeden ölme hocam!’ diye yalvardım sana; ama dinlemedin… Alçak Ekrem’i, hırsız Cevdet’i, katil ve darbeci Mustafa Özcan’ı başımıza bırakıp gittin…

Vatikan’ın Gizli Kardinali Fetullah’ın “anavatanı” ABD’de gebermesinin ardından; yeğeni Ebu Seleme Gülen, Youtube’ta şöyle feveran etti:

“Fethullah Gülen öldü ve bizi yetim bıraktı. Ekrem gibi, Cevdet gibi, Mustafa Özcan gibi içkici ve dayakçı üvey babalara emanet etti bizi, gitti…

Böyle adamlardan bize baba mı olur?

Ama hepimizin babası oldular…

‘Hesap vermeden ölme hocam!’ diye yalvardım sana; ama dinlemedin…

Alçak Ekrem’i, hırsız Cevdet’i, katil ve darbeci Mustafa Özcan’ı başımıza bırakıp gittin…

Bizi ‘Âlî Heyet’ denilen haramzadelere emanet ettin…”

PARALEL VASİYET

Yeğen Gülen, uydurma bir vasiyet ile işbu ‘Âlî Heyet’ sisteminin devamının sağlanacağına işaret ederken de şöyle diyor:

“Ülkenizin altına dinamit döşediniz…

Ben, her gün Ekrem şerefsizine, onun çetesine beddualar ediyorum…

Bizi bu hale getiren işte bu şerefsizler yüzünden sekiz yıldır ceset gibiyim…

O, b*k suratlı Ekrem; her gün ekrana çıkıyor yüzsüz, yüzsüz…

Vah ki, vah…

Herkes Ekrem’den Cevdet’ten, Mustafa Özcan’dan nefret ediyor, ancak kimse sesini çıkaramıyor!”

FETULLAH’IN YERİNE “KİM?”

Ebu Seleme Gülen’in Youtube’taki bu feveranının ardından, X’teki şu ironik tiviti de dikkat çekti:

“Ekrem Dumanlı seni tebrik ediyorum.

Belki, Türkiye Cumhuriyeti’ne başkan olamadın ama ne yaptın ettin Hizmet’e başkan oldun.”

***

Ebu Gülen’in bu sözleri; “Fetullah’ın yerini Dumanlı’nın alacağı” şeklinde değerlendirildi!

CIA’İN “EKO” SİSTEMİ

Yıllardır, bu sütunda Eko Dumanlı’nın bir CIA elemanı olduğunu yazıyorum.

Ekrem için, CIA ile FETÖ arasındaki “bir nevi postacıdır” diyebiliriz.

Locaefendi Fetullah sonrasında, onun bu derin pozisyonunun devam edeceği aşikârdır.

***

Bununla birlikte; uzun yıllar boyunca FETÖ’de Kasa’yı elinde tutan Mustafa Özcan, Fetullah’ın yerini alacaktır.

Aslında “çoktan almıştır” denilebilir!

***

Kaçak vaziyetteki hain Eko Dumanlı, FETÖ’nün CIA ile temaslarını MÖZ adına yürüten bir postacılık görevi ile Özcan abisinin “en gözde yardımcısı” konumunda olacaktır.

***

İlerleyen günlerde; Ebu Seleme’nin öne sürdüğü gibi Mister Dumanlı öne çıksa dahi…

FETÖ’nün “Amerikan Yapımı” ipleri fiilen “Sözde Vaiz” MÖZ’ün ellerinde kalmaya devam edecektir.

***

Otuz yıldan fazla bir süre evvelinden itibaren Dumanlı’yı Paralel Yapı’da “yükselten” hatta onun ilk evliliğine aracılık eden kişidir, MÖZ!

AMERİKAN YOLU

Dumanlı Ekrem gibi Uzun Cevdet de “uzun yıllardır” MÖZ’ün adamıdır.

“Türkyolu” soyadını taşıyan “Cukkacı Cevdet” için bir soy ismi tashihi şarttır ve o aslında fiilen Amerikanyolu’dur!

***

Gizli Kardinal Locaefendi Fetullah’ın, “İslami usullerin kasten terk edildiği” Amerikanvari cenaze töreninde…

Terör Örgütü elebaşının tabutunun başında bekleyen Uzun Cevdet’ten söz ediyoruz.

“GÖRÜNMEYEN” YENİ ELEBAŞI

Küçük bir stadyumda yapılan cenaze merasiminde…

15 Temmuz darbe gecesindeki “Kurye İmam” Adil Öksüz dahi teşhis edildi; ancak MÖZ ortalıkta görünmedi!

***

Bu bile, aslında MÖZ’ün Paralel’deki “liderliğine” işaret ediyor.

Sinsiliğin şahikasındaki Mr. Özcan’ın CIA’in koruması altında olduğuna hiç kuşku yoktur.

PARALEL’İN DANIŞTAY CİNAYETİ

2014’ten beri kaçak vaziyetteki MÖZ, vaktiyle Paralel’in Kaynak Holding’ini yönetmişti.

***

Onun döneminde Holding’in avukatları arasında yer alan ve Fetullah’ın “amca oğlu” Kemalettin Gülen’in de kankası olan Alparslan Arslan…

17 Mayıs 2006’da Danıştay Suikastı’nı gerçekleştiren katildir.

***

19 Ekim 2009 tarihinde, Silivri’deki duruşma sırasında…

Alparslan Arslan, Danıştay Cinayeti için “Beni Fetullahçılar yönlendirdi; pişmanım!” demişti.

Bu itirafın görüntülerini, Youtube’ta izleyebilirsiniz!

***

O dönemde, duruşmada yapılan işte bu çarpıcı itiraf; medyada haber dahi olmamıştı!

Medyadaki “anlı şanlı” genel yayın yönetmenlerini, Ekrem Dumanlı’nın yönlendirdiği süreçten bahsediyoruz.

EKO’NOMİK BERBER

Şimdilik, tek bir misalle yetinelim…

Enis Berberson’un yayın yönetmenliği döneminde, Hürriyet’in “Pazar” ekinin başında olan İskender Baydar…

“Enis Berberoğlu’nun, o dönemde Hürriyet’in manşetlerini Dumanlı’ya danışarak attığını” ifşa etmişti!

(Twitter, 1 Haziran 2013)

***

Baydar’ın, Olay Yeri’nde bulunmuş bir gazeteci olarak yaptığı işte bu tanıklığa karşılık, Berberson’un gıkı çıkmamıştı!

PARALEL TIR’LATMALAR

2010-2014 yıllarında, Yurttaş Doğan’ın Hürriyet’ini yöneten Mr. Berberson…

Batıcı Etki Ajanı Ertuğrul Özbuş’un (Şimdilerde Özbaydınyahu) yerine “Genel Yayın Yönetmeni” olmuştu.

***

10 Ağustos 2014’te Hürriyet’ten istifa etti ve Ekim 2014’te Sözcü’de yazarlık yaptı.

Sonrasında, CHP’den vekil seçildi…

Kemal Kılıçdarson döneminde “Medya İlişkilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı” yaptı.

***

17 Mayıs’ta 2015’te Kılıçdarson ile Berberson’u ağırlayan CIA elemanı Mister Eko Dumanlı…

Siyasi misafirlerine, MİT Tırları’nın görüntülerini izlettirmişti!

Eşit yurttaşlık ve Alevi dedelerinin maaşı

Özgür Özel ilginç biri… Partisine liderlik edebildiğini söylemek zor ama zaman zaman “yahu şunu cidden bir konuşmak lazım” diyebileceğimiz cümleler kuruyor. İşte onlardan biri: “Bir ülkede veya toplumda bir sorunun var olup olmadığına, ülke demokrasi ise sorunu hisseden karar verir.” “Parlak” bir cümle olarak duran ama aslında “palavra” olduğunu bal gibi Özel’in de bildiği bir cümle bu. Demokrasi, tanımı gereği kitlelerin politik taleplerini makul zeminde yönetme biçimidir zira. Şartsız yerine

Özgür Özel ilginç biri… Partisine liderlik edebildiğini söylemek zor ama zaman zaman “yahu şunu cidden bir konuşmak lazım” diyebileceğimiz cümleler kuruyor. İşte onlardan biri: “Bir ülkede veya toplumda bir sorunun var olup olmadığına, ülke demokrasi ise sorunu hisseden karar verir.”

“Parlak” bir cümle olarak duran ama aslında “palavra” olduğunu bal gibi Özel’in de bildiği bir cümle bu. Demokrasi, tanımı gereği kitlelerin politik taleplerini makul zeminde yönetme biçimidir zira. Şartsız yerine getirme biçimi değil. “Çoğunluk talebi” de “azınlık talebi” de bu yüzden “her zaman çalışır” bir şey değildir demokrasi pratiğinde. Sorunu hissedenin sorunun var olup olmadığına karar verdiği bir yönetim biçimi mesela z kuşağının discord ortamlarında falan söz konusu olabilir. Demokrasilerde değil.

Bu, burada bir dursun.

Aynı konuşmasında iki cümle daha kuruyor Özel. İlki “hani kadının beyanı esastır deniyor ya. Şiddet görüyorsa kadın, şiddet görüyorum diyorsa görüyordur.”

“Hobaa” diye bir sesleniş vardır güzel Türkçemizde. Tam “hobaa” denilecek cümle bu cümle. Hani zırva bile olamayacak denli fantastik. “Kadın şiddet görüyorum diyorsa şiddet görüp görmediğine kanaat getiremeyiz. Kadının şiddet görüp görmediğine hukuk karar verir. Kadının beyanı esastır ilkesi, şiddet gördüğünü iddia eden kadının beyanı üzerinden kolluk gücü marifetiyle tedbir almaya müteallik bir cümledir. Şiddet gördüğünü iddia eden kadının şiddet gördüm demesi şiddeti sabit kılmaz” diyerek yardımcı olmaya çalışalım Sayın Genel Başkan’a. Ancak tabii belli bir yaştan sonra hukuk nosyonu devşirmek biraz zordur yine de.

Bir de, yazımın asıl meselesine yönelik bir cümlesi var Özel’in. Onu da yazalım: “Ya da Aleviler. Hepimiz vergi veriyoruz, imamın maaşı ödeniyor, dedeninki ödenmiyor. Eşit değilim diyorsa eşit değildir.”

Türkiye’nin bu en netameli konularından birinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile tam tamına aynı şeyi düşünüyoruz. Vatandaşından topladığı vergiyle imamlara maaş ödeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı vergilerle Alevi dedelerine de maaş ödemeli. Buna hiç şüphe yok.

Daha önce de yazıp çizdim bu meselede. Alevi kardeşlerimizin neye nasıl inandıkları (entelektüel merakım hariç olmak üzere) beni hiç alakadar etmez. Dolayısıyla inançlarını yaşamakta da, devletin inançlarını yaşayan diğer dini topluluklara sağladığı imkân ve avantajları devletten talep etmekte de son derece haklı olduklarını düşünürüm.

Ancak iş “devletin o belirsiz nesnelliği” meselesine geldiğinde, gördüğüm ve takip ettiğim kadarıyla iş çok çapraşık bir hal alıyor. Çözümsüz değil elbette ama çözümsüz kalması bence pek çok kişi ve kurumun işine geliyor.

İmam olmak için belki biliyorsunuzdur, en az imam hatip lisesi mezunu olmak gerekiyor. Ayrıca imamlara mahsus bir mesleki yeterlilik sınavı ile hem yazılı hem de sözlü sınavı geçmek şart.

Bildiğim kadarıyla Alevi dedeliği, “belden, soydan” devam ederek babadan oğula geçiyor. Dede olmanın yolu okumak, bilgi ya da ilim sahibi olmak değil, “bir babanın oğlu olmak.” Dolayısıyla burada devletin kime nasıl maaş vereceğini belirleyeceği bir düzlem bulması gerekiyor öncelikle.

Tabii bu, Alevilerin “Alevilik bir mezheptir” ortaklaşmasını yaşadığı bir vasatta söz konusu olabilir. Oysa burada bir ortaklaşma yok. “Alevilik bir dindir”den başlayıp “Alevilik bir tasavvuf yorumudur”a kadar giden farklı yaklaşımlar söz konusu. Devletin, tıpkı Diyanet üzerinden bir Sünnilik tanımı yaptığı gibi bir Alevilik tanımı da yapması gerekiyor anlayacağınız. Ancak devletin yaptığı bu tanıma akıl almaz itirazlar yükselecektir. Onu da kayda geçmiş olayım.

Sonra başka bir mesele. Eğer Alevilik bir tasavvuf yorumu ise (ki kendilerini Alevi-Bektaşi olarak tanımlayanlar bunun böyle olduğunu söylüyorlar genellikle) malumunuzdur ki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin saçma sapan kanun yüzünden tasavvuf erbabının bırakınız devletten maaş almasını, her an “kanuna muhalefetten tutuklanma korkusu” ile yaşadığını da biliyor olmamız gerekir.

Geldik meselenin ek yerine. Fikrimden bir santim geri çekilmeyeceğim. Devletin ya imamlara maaş vermekten vazgeçmesi ya da Alevi dedelerine de maaş vermesi gerekir. Yukarıda bahsedilen tanımlama sorunlarını ortadan kaldırmak mümkündür. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili saçma sapan kanunu değiştirmek mümkündür. Aleviler kendilerini bir mezhep olarak tanımlarlarsa ona göre, bir tasavvuf ekolü olarak tanımlarlarsa ona göre imkânlar ve avantajlar sağlamak mümkündür.

Son derece politize edilerek alınacak mesafesi yoktur Türkiye’nin Alevilik konusunda. Son derece düzgün cemevlerinin yanı sıra Almanya’dan sevk ve idare edilen cemevleri gerçeğiyle de, yasadışı sol örgütlerin insan kaynağı devşirdiği cemevleri gerçeğiyle de mücadele etmenin yolu meseleyi CHP’siyle, AK Partisiyle el ele verip çözmeye girişmektir. Çözümsüzlüğün getirdiği avantajları el tersiyle itmeyi göze almak gerekir.

Diyanet, hiçbir aşırılığı, hiçbir zirzopluğu, hiçbir düşmanlığı camilerin kapısından içeri sokmayan “sıkıcı derecede bürokratik ve korumacı bir kurum” olarak nasıl konumlandıysa Alevi kardeşlerimizin de çok benzer bir yapıya ihtiyaç duydukları açıktır.

Vatikan Cinsel İstismar Dairesi’ne şeffaflık çağrısı

Papa Francis’in çocuk koruma komisyonu, kilise içinde cinsel istismara uğrayan mağdurların davalarına dair daha fazla bilgiye erişim ve tazminat hakkı talep etti. Komisyon, kilisenin bu konuda yürüttüğü çalışmalara dair ilk küresel değerlendirme …

Papa Francis’in çocuk koruma komisyonu, kilise içinde cinsel istismara uğrayan mağdurların davalarına dair daha fazla bilgiye erişim ve tazminat hakkı talep etti. Komisyon, kilisenin bu konuda yürüttüğü çalışmalara dair ilk küresel değerlendirme raporunu sundu ve şeffaflık konusuna vurgu yaptı. Özellikle Vatikan’ın Cinsel İstismar Dairesi’ne, davaların yavaş işleyişi ve gizlilik politikaları sebebiyle eleştiriler yöneltilirken, istatistiklerin kamuoyuyla paylaşılmamasının mağdurlar arasında güvensizlik yarattığı belirtildi.

Komisyon Başkanı Kardinal Sean O’Malley, kilisenin mağdurlara geçmişte yeterince destek veremediğini kabul ederek, bu raporun gelecekte benzer olayların önlenmesine katkı sağlamasını umduğunu ifade etti. O’Malley, mağdurları merkezine alan bu raporun kilisenin suçlarla mücadelede daha etkin olmasına yardımcı olacağını söyledi.

Rapor, komisyonun 10 yıllık sürecinde dönüm noktası niteliği taşıyor. Komisyon, mağdurlara bilgiye erişim hakkı tanınması ve tazminat ödenmesi gerektiğini vurguladı. Tazminat kapsamında, maddi yardımların yanı sıra kilisenin özür dilemesi gerektiği de belirtildi.

Ayrıca, yetişkin bireylerin istismar edilmesinin de suç kapsamına alınması çağrısında bulunan komisyon, kilisenin yalnızca çocuk istismarına odaklanmasının eksik olduğunu ifade etti. Mağdurlar için Vatikan’da bir ombudsman atanmasını önerdi.

Komisyon üyesi Juan Carlos Cruz, raporun “gerçek, adalet ve telafi” gibi kavramları içermesiyle önemli bir adım attığını belirtti. Rapor, yetersiz bütçeleri nedeniyle mağdurlar için yeterli hizmet sunamayan ülkelerde daha fazla destek sağlanması gerektiğini de vurguladı.

Komisyon, gelecekte daha fazla bilgiye erişim sağlayarak, raporun kapsamını genişletmeyi hedefliyor.

Ahmak davasında flaş gelişme. AKP’li vekilin sözleri CHP’yi harekete geçirdi

Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla açılan ve hakkında siyasi yasak ile hapis cezası istenen “ahmak davası” için harekete geçti. Ekrem İmamoğlu’nun …

Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla açılan ve hakkında siyasi yasak ile hapis cezası istenen “ahmak davası” için harekete geçti.

Ekrem İmamoğlu’nun 29 Ekim paylaşımı büyük ilgi gördü

‘Seçimlerde İmamoğlu’nun karşısına Mansur Yavaş çıkar’. AKP’li Şamil Tayyar açıkladı

Kamuoyunda “ahmak davası” olarak bilinen davanın, hâkimi değiştirilmişti. Geçtiğimiz İBB Meclis oturumunda AK Parti Grup Sözcüsü Faruk Gökkuş’un “İzah edeceğim, neden Samsun’a sürdüğümüzü de izah edeceğim” şeklindeki sözleri üzerine CHP yeni bir adım attı.

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın ve CHP Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı Turan Taşkın Özer, yarın HSK’ye başvuracak.

Mevzuata ve ilke kararnamelerine aykırı olarak görev yeri değiştirilen Hâkim Hüseyin Zengin’in atamasını yapan HSK Birinci Dairesi üyeleri hakkında inceleme ve soruşturma yapılmasını isteyecek.

“AHMAK DAVASI” SÜRECİ NASIL İŞLEDİ?

Ekrem İmamoğlu hakkında, 31 Mart 2019 seçimlerinin YSK tarafından iptal edilmesi sonrasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya verdiği cevap sonucu Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla dava açılmıştı.

İmamoğlu Erdoğan’ı kendi silahıyla vuracak! ‘Ahmak Davası’nı derinden etkileyecek resmi belge…

İmamoğlu, Ahmak Davası için mahkemeye başvurdu: Darbe girişimidir

İmamoğlu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı bir konuşmada, isim vermeden kendisine yönelik “Avrupa’ya giderek Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek” sözlerine bir gazetecinin sorusu üzerine yanıt vermişti. “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ve dünyada, Avrupa’da, onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, o olan şeylere, biten şeylere baktığımızda, tam da işte 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır. Önce ona bir odaklansın” ifadelerini kullanan İmamoğlu hakkında YSK’nın o dönemki başkanı Sadi Güven, kendisi ve görevdeki kurul üyelerine hakaret edildiği iddiasıyla şikâyette bulunmuştu.

Şikâyet üzerine İmamoğlu hakkında dava açılmış, İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve siyasi yasak kararı alınmıştı.

Dava, son iki yıldır Yargıtay’ın bir alt basamağı İstinaf Mahkemesi’nde görülmeyi sürdürüyor.

Teri Garr, 79 yaşında MS hastalığına yenik düştü

Kariyerinde Oscar adaylığı da bulunan Teri Garr, 79 yaşında Los Angeles’ta hayata veda etti. Ünlü oyuncunun ölüm nedeninin MS (Multipl Skleroz) kaynaklı komplikasyonlar olduğu açıklandı. Garr, MS hastalığıyla yaşadığı zorlukları 2005’te yayımlanan …

Kariyerinde Oscar adaylığı da bulunan Teri Garr, 79 yaşında Los Angeles’ta hayata veda etti.

Ünlü oyuncunun ölüm nedeninin MS (Multipl Skleroz) kaynaklı komplikasyonlar olduğu açıklandı. Garr, MS hastalığıyla yaşadığı zorlukları 2005’te yayımlanan otobiyografi kitabı “Speedbumps: Flooring it Through Hollywood”ta hayranlarıyla paylaşmıştı.

Garr’ın kariyeri 40 yılı aşkın bir süre boyunca devam etti. Oyunculuğa müzikallerde Elvis Presley’le dans sahneleriyle başlayan Garr, 1974’te Mel Brooks’un “Young Frankenstein” filminde Inga rolüyle dikkat çekti. Aynı yıl, Francis Ford Coppola’nın “The Conversation” filminde de küçük bir rol üstlendi. Bu yükselişin ardından Steven Spielberg’in “Close Encounters” filminde başrol oyuncusu Richard Dreyfuss’un eşini canlandırdı.

Garr, Dustin Hoffman’la birlikte rol aldığı “Tootsie” filmindeki performansıyla Oscar’a aday gösterildi. Filmde Hoffman’ın karakterine ilgi duyan, nevrotik bir oyuncu adayı olarak dikkat çekti. Yıllar içinde Martin Scorsese (“After Hours”) ve Robert Altman (“Prêt-à-Porter”) gibi ünlü yönetmenlerle de çalışma fırsatı buldu.

Genç kuşaklar, Garr’ı “Friends” dizisinde Lisa Kudrow’un karakterinin annesi olarak tanıyor olabilir. Garr, 2002’de MS hastalığını kamuoyuyla paylaşarak farkındalık yaratmaya çalıştı. 2006’da geçirdiği beyin anevrizması sonrası konuşma ve hareket yetileri etkilenmiş olsa da, 2011’e kadar oyunculuğa devam etti.

Komedi dünyasında ilham kaynağı olan Garr, Tina Fey gibi ünlü isimlerin örnek aldığı bir figürdü.

Vladimir Putin’den ekonomik kriz itirafı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin ekonomik zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirterek Batı yaptırımlarının ve iş gücü eksikliğinin ekonomiyi zorladığını kabul etti. Putin’in bu açıklamaları, Rusya Merkez Bankası’nın faiz oranını yüzde …

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin ekonomik zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirterek Batı yaptırımlarının ve iş gücü eksikliğinin ekonomiyi zorladığını kabul etti. Putin’in bu açıklamaları, Rusya Merkez Bankası’nın faiz oranını yüzde 21’e çıkarmasından sadece birkaç gün sonra geldi. Bu oran, Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalenin ardından uygulanan yüzde 20’lik acil durum seviyesinin dahi üstünde.

Rusya, Batı’nın yaptırımlarına karşı direnmeye çalışsa da bu durum ülkenin ekonomik dengesizliğini artırıyor. Ancak Uluslararası Para Fonu (IMF), 2024 yılı için Rusya’nın Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) büyüme tahminini yüzde 3,2’den 3,6’ya yükseltti. Putin de bu büyümenin, ülkenin rekor seviyede yaptığı askeri harcamalar sayesinde desteklendiğini belirtti.

Yüksek Faiz ve Enflasyon Baskısı

Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina, geçen hafta yaptığı açıklamada daha sıkı bir para politikasına ihtiyaç duyulacağını vurgulamıştı. Bankanın aralık ayında yapılacak bir sonraki toplantısında faiz oranlarının daha da artabileceği öngörülüyor. Ancak yüksek faiz oranlarına rağmen, enflasyonun yüzde 8,6 seviyesinde seyrettiği ve hedeflenen yüzde 4 oranının oldukça üstünde olduğu görülüyor.

Pazartesi günü yapılan toplantıda Putin, “Ekonomik dengesizliklerin ve iş gücü ile teknoloji alanındaki yetersizliklerin devam ettiğini” dile getirdi. Artan maliyetler ve Batı’dan ithalat kısıtlamaları, tüketici fiyatlarının kontrol altında tutulmasını zorlaştırıyor.

Ruble’nin Değer Kaybı

Piyasa analisti Grzegorz Drozdz ise faiz artışlarının kredi maliyetlerini artırdığını ve bunun gıda, ulaşım ve yapı malzemeleri gibi temel ürünlerin fiyatlarına yansıdığını belirtti. Drozdz, “Rus rublesi yüksek reel faiz oranlarına rağmen değer kaybetmeye devam ediyor,” diyerek, ruble-dolar kurunun 97’yi aştığına dikkat çekti.

Drozdz’a göre, Merkez Bankası ithalat kısıtlamaları ve genişlemeci maliye politikaları nedeniyle enflasyonla mücadelede zorlanıyor.

Jose Mourinho: Bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho, “Londra benim evim. Premier Lig’e mutlaka döneceğim ama bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım” dedi. Fenerbahçe’nin Portekizli teknik direktörü Jose Mourinho, İngiliz basınına açıklamalarda …

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho, “Londra benim evim. Premier Lig’e mutlaka döneceğim ama bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım” dedi.

Fenerbahçe’nin Portekizli teknik direktörü Jose Mourinho, İngiliz basınına açıklamalarda bulundu. Premier Lig’e mutlaka döneceğini ancak bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başında olacağını aktaran Mourinho, “İngiltere’de 3 takımı çalıştırdım. İngiltere’de çalışmayı çok sevdim. Birçok şehirde yaşadığım için şanslıyım ama en çok Londra’da yaşayan ailem için. Londra benim evim. Premier Lig’e mutlaka döneceğim ama bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım” sözlerini kullandı.

Sarı-lacivertli ekibin Avrupa kupalarında oynadığı maçlardaki VAR kararları hakkında konuşan Jose Mourinho, “Bu sezon Lille maçında 94. dakikada VAR’ın penaltı kararıyla Şampiyonlar Ligi’nden elendik. Bu perşembe günü ise stadyumdaki herkesin ‘penaltı, penaltı’ diye bağırdığı anda VAR devreye girmedi. Sonrasında ise kırmızı kart gördüm. Asla kazanamayacağım bir savaş” ifadelerini kullandı.

Fenerbahçe’nin 10 yıldır ligde şampiyon olamadığını ancak başkan, taraftar ve oyuncuların iyi olduğunu belirten Mourinho, “10 yıldır başarı yok. Başkan muhteşem, taraftarlar iyi, oyuncular iyi, tarihi çok iyi ama 10 yıldır şampiyonluk yok. Bunun hakkında konuşmayacağım. Sadece Lille ve Galatasaray’a yenildik. Burada kazanan taraflar dünyanın en iyisi, kaybeden de dünyanın en kötü takımı gibi” şeklinde konuştu.

Kendisine karşı özel bir tavır istemediğini belirten Mourinho, “Bana da herkes gibi davranılmalı. Sahada Lionel Messi olman ya da ilk maçına çıkmanın bir önemi yok. Kurallar Messi için de genç çocuk içinde aynı. Tabii ki teknik direktörler için de geçerli. Carlo Ancelotti de olsan genç teknik direktör de olsan fark etmez. Ancelotti ile genç teknik adam aynı davranışı hak ediyor. Kendim için de bunu istiyorum. Özel bir tavır istemiyorum. Sadece dürüst davranılmasını istiyorum. Budapeşte’deki finalden beri daha zor olmaya başladı” sözlerini sarf etti.

Premier Lig’de küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağını söyleyen tecrübeli teknik adam, “Avrupa’da olmayacağım konusunda şaka yaptım. Sadece küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağım. Asla yapmam. Üzgünüm ama kariyerimin kötü olduğu bir dönemde değilim. Avrupa kupalarında oynayabildiğim mutlu bir dönemimdeyim. Kümede kalmaya çalışan bir takımda olamam. Bu çok zor! Bence bu çok zor. Kupalar kazanmaktan çok farklı bir durum. Duygusal olarak çok zorlayıcı çünkü hayatları değiştiren bir olay. Bunu cesur insanlar yapabilir” şeklinde konuştu.

İstanbul’daki yaşamından bahseden Jose Mourinho, şu ifadeleri kullandı:

“İstanbul muhteşem bir şehir. Avrupa’da yaşıyorum ve her gün Asya’ya geçiyorum. Antrenmandan sonra uyumak için Avrupa’ya dönüyorum. Londra’da Chelsea’nin antrenmanına gitmekten daha kolay İstanbul’da tesislere gitmek. Birkaç defa tesislerde kaldım. Bu normal bir şey. Arzumu ve açlığımı kaybedemem. Real Madrid’deyken Sir Alex’in Old Trafford’da beni davet ettiği zamanları hatırlıyorum. United’a karşı oynamak bir zevkti.”