PrizmaBetGüncelGirişAdresiHızlıveGüvenilirErişim!

Eşit yurttaşlık ve Alevi dedelerinin maaşı

Özgür Özel ilginç biri… Partisine liderlik edebildiğini söylemek zor ama zaman zaman “yahu şunu cidden bir konuşmak lazım” diyebileceğimiz cümleler kuruyor. İşte onlardan biri: “Bir ülkede veya toplumda bir sorunun var olup olmadığına, ülke demokrasi ise sorunu hisseden karar verir.” “Parlak” bir cümle olarak duran ama aslında “palavra” olduğunu bal gibi Özel’in de bildiği bir cümle bu. Demokrasi, tanımı gereği kitlelerin politik taleplerini makul zeminde yönetme biçimidir zira. Şartsız yerine

Özgür Özel ilginç biri… Partisine liderlik edebildiğini söylemek zor ama zaman zaman “yahu şunu cidden bir konuşmak lazım” diyebileceğimiz cümleler kuruyor. İşte onlardan biri: “Bir ülkede veya toplumda bir sorunun var olup olmadığına, ülke demokrasi ise sorunu hisseden karar verir.”

“Parlak” bir cümle olarak duran ama aslında “palavra” olduğunu bal gibi Özel’in de bildiği bir cümle bu. Demokrasi, tanımı gereği kitlelerin politik taleplerini makul zeminde yönetme biçimidir zira. Şartsız yerine getirme biçimi değil. “Çoğunluk talebi” de “azınlık talebi” de bu yüzden “her zaman çalışır” bir şey değildir demokrasi pratiğinde. Sorunu hissedenin sorunun var olup olmadığına karar verdiği bir yönetim biçimi mesela z kuşağının discord ortamlarında falan söz konusu olabilir. Demokrasilerde değil.

Bu, burada bir dursun.

Aynı konuşmasında iki cümle daha kuruyor Özel. İlki “hani kadının beyanı esastır deniyor ya. Şiddet görüyorsa kadın, şiddet görüyorum diyorsa görüyordur.”

“Hobaa” diye bir sesleniş vardır güzel Türkçemizde. Tam “hobaa” denilecek cümle bu cümle. Hani zırva bile olamayacak denli fantastik. “Kadın şiddet görüyorum diyorsa şiddet görüp görmediğine kanaat getiremeyiz. Kadının şiddet görüp görmediğine hukuk karar verir. Kadının beyanı esastır ilkesi, şiddet gördüğünü iddia eden kadının beyanı üzerinden kolluk gücü marifetiyle tedbir almaya müteallik bir cümledir. Şiddet gördüğünü iddia eden kadının şiddet gördüm demesi şiddeti sabit kılmaz” diyerek yardımcı olmaya çalışalım Sayın Genel Başkan’a. Ancak tabii belli bir yaştan sonra hukuk nosyonu devşirmek biraz zordur yine de.

Bir de, yazımın asıl meselesine yönelik bir cümlesi var Özel’in. Onu da yazalım: “Ya da Aleviler. Hepimiz vergi veriyoruz, imamın maaşı ödeniyor, dedeninki ödenmiyor. Eşit değilim diyorsa eşit değildir.”

Türkiye’nin bu en netameli konularından birinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile tam tamına aynı şeyi düşünüyoruz. Vatandaşından topladığı vergiyle imamlara maaş ödeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı vergilerle Alevi dedelerine de maaş ödemeli. Buna hiç şüphe yok.

Daha önce de yazıp çizdim bu meselede. Alevi kardeşlerimizin neye nasıl inandıkları (entelektüel merakım hariç olmak üzere) beni hiç alakadar etmez. Dolayısıyla inançlarını yaşamakta da, devletin inançlarını yaşayan diğer dini topluluklara sağladığı imkân ve avantajları devletten talep etmekte de son derece haklı olduklarını düşünürüm.

Ancak iş “devletin o belirsiz nesnelliği” meselesine geldiğinde, gördüğüm ve takip ettiğim kadarıyla iş çok çapraşık bir hal alıyor. Çözümsüz değil elbette ama çözümsüz kalması bence pek çok kişi ve kurumun işine geliyor.

İmam olmak için belki biliyorsunuzdur, en az imam hatip lisesi mezunu olmak gerekiyor. Ayrıca imamlara mahsus bir mesleki yeterlilik sınavı ile hem yazılı hem de sözlü sınavı geçmek şart.

Bildiğim kadarıyla Alevi dedeliği, “belden, soydan” devam ederek babadan oğula geçiyor. Dede olmanın yolu okumak, bilgi ya da ilim sahibi olmak değil, “bir babanın oğlu olmak.” Dolayısıyla burada devletin kime nasıl maaş vereceğini belirleyeceği bir düzlem bulması gerekiyor öncelikle.

Tabii bu, Alevilerin “Alevilik bir mezheptir” ortaklaşmasını yaşadığı bir vasatta söz konusu olabilir. Oysa burada bir ortaklaşma yok. “Alevilik bir dindir”den başlayıp “Alevilik bir tasavvuf yorumudur”a kadar giden farklı yaklaşımlar söz konusu. Devletin, tıpkı Diyanet üzerinden bir Sünnilik tanımı yaptığı gibi bir Alevilik tanımı da yapması gerekiyor anlayacağınız. Ancak devletin yaptığı bu tanıma akıl almaz itirazlar yükselecektir. Onu da kayda geçmiş olayım.

Sonra başka bir mesele. Eğer Alevilik bir tasavvuf yorumu ise (ki kendilerini Alevi-Bektaşi olarak tanımlayanlar bunun böyle olduğunu söylüyorlar genellikle) malumunuzdur ki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin saçma sapan kanun yüzünden tasavvuf erbabının bırakınız devletten maaş almasını, her an “kanuna muhalefetten tutuklanma korkusu” ile yaşadığını da biliyor olmamız gerekir.

Geldik meselenin ek yerine. Fikrimden bir santim geri çekilmeyeceğim. Devletin ya imamlara maaş vermekten vazgeçmesi ya da Alevi dedelerine de maaş vermesi gerekir. Yukarıda bahsedilen tanımlama sorunlarını ortadan kaldırmak mümkündür. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili saçma sapan kanunu değiştirmek mümkündür. Aleviler kendilerini bir mezhep olarak tanımlarlarsa ona göre, bir tasavvuf ekolü olarak tanımlarlarsa ona göre imkânlar ve avantajlar sağlamak mümkündür.

Son derece politize edilerek alınacak mesafesi yoktur Türkiye’nin Alevilik konusunda. Son derece düzgün cemevlerinin yanı sıra Almanya’dan sevk ve idare edilen cemevleri gerçeğiyle de, yasadışı sol örgütlerin insan kaynağı devşirdiği cemevleri gerçeğiyle de mücadele etmenin yolu meseleyi CHP’siyle, AK Partisiyle el ele verip çözmeye girişmektir. Çözümsüzlüğün getirdiği avantajları el tersiyle itmeyi göze almak gerekir.

Diyanet, hiçbir aşırılığı, hiçbir zirzopluğu, hiçbir düşmanlığı camilerin kapısından içeri sokmayan “sıkıcı derecede bürokratik ve korumacı bir kurum” olarak nasıl konumlandıysa Alevi kardeşlerimizin de çok benzer bir yapıya ihtiyaç duydukları açıktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir