Her birimiz yaşamın içinde doğar büyür şekillenir ve hayatımızın geri kalanını birlikte sürdüreceğimiz
bir eşle hayatın içinde ilerleriz. Evli olalım ya da olmayalım, bir ilişki alanı çiftlerin her birinin yalnızca
hayatının güzelliklerini değil, yanında çöplerini, yaşama dair yanlış inançlarını, çoğu zaman
düşünmeden verdiği otomatik tepkilerini, çocukluktan beri hayatına köklenen travmalarını da
yanında getirdiği yerdir. Hal böyle olunca iki farklı insanın anlaşması, birbirini anlaması ve tarafsızca
dinleyebilmesi, günümüz stresli yaşam ikliminde oldukça zor bir hal almaktadır. Bir çoğumuz ilişkilerin
yaşamımızdaki en temel stres kaynağı olduğunu bilir, hatta bazen ilişkilerde yüklendiğimiz yüklerin
yaşamın iş gibi, sağlık gibi diğer alanlarına da sıçradığını fark ederiz. Fark ederiz ama bunu fark
etmemizle birlikte zihnimizde şu ses de yükselir. ‘’Sorunlarımızı kendi başımıza halledebilmeliyiz, bu
güçlü bir evliliğin/ilişkinin göstergesidir.’’ Aslında genel olarak psikolojiye bakışta karşımıza çıkan bu
yanlış algı ve kendi kendinin psikoloğu olmak miti; birçok kişin için, henüz hayatının her alanına
yayılmamış olan yanlış inançlarıyla ve ruh sağlığı problemleriyle yapayalnız kalmasına, psikoterapi
eşliğinde çözüme kavuşturulabilecek ilişki sorunlarının ilerleyerek, ilişkilerin ölümüne kadar gitmesine
sebep olabilmektedir. Evimizde yangın çıktığında çoğu zaman itfaiyeyi ararız, kolumuz kırıldığında
çoğu zaman doktora gideriz, dişimiz ağrıdığında diş hekimine gideriz ama ilişkimizde bir sorun
çıktığında bunu ‘’ne olursa olsun kendi kendimize çözmeliyiz’’ algısına kapılırız. Oysa ilişkilerimiz sağlık
gibi, iş gibi, hayatımızın maddi alanları gibi üzerinde durmamız, emek vermemiz ve bizden bakım
isteyen bir alandır.
Eşinizin sizi eleştirilere boğduğunu hissediyor olabilirsiniz. Hazırladığınız yemeği ya da kendiniz için
ördüğünüz atkıyı küçümsediğini ve durmadan ‘’sen’’ dilini kullandığını; örneğin; “Sen beni arayacağım
deyip aramadığın için davranışın beni üzdü.” demek yerine duramadan sizi ‘’Sen bana bunu yaptın.’’
şeklinde suçladığını hissediyor olabilirsiniz. Ona duygunuzu ifade ettiğiniz her an savunmaya geçtiğini
ve sizi dinlemediğini, ufak tartışmalardan sonra duvar örüp kabuğuna çekildiğini, iyi ya da kötü
yaptığınız her ne varsa sizi aşağıladığını hissediyor olabilirsiniz. Ancak tüm bu sorunlar ilişki içerisinde
kendiliğinden kaybolmasını bekleyebileceğiniz, zamanla düzelir ya da alttan alayım ne olacak diye
anlık olarak geçiştirebileceğiniz geçici problemler olmaktan ziyade zamanla düzenli olarak maruz
kaldığınız stres kaynakları haline dönüşür. İşte bu durumda çiftlerin; karşılaştıkları sorunları ele alıp
bir terapist eşliğinde çözüme kavuşturmayı planlayan; çiftler arasında yönlendirilmiş konuşmaların
yer aldığı çift ve evlilik terapisine başvurmaları gerekebilir.
Çift ve evlilik terapisinde amaç; çiftlerin birbirini daha iyi anlamasıdır. Bu doğrultuda çiftlerin
birbirlerine verdikleri tepkiler ele alınır. Ancak amaç sanılanın aksine iki taraf arasında çıkan
problemlere karşı uzlaşma sağlamak değil, iki taraf arasında sürdürülebilir ve ilişkisel bir birlikteliğin
devamıdır. Bir ilişkiyi başlatmak için iki kişinin rızası gereklidir, ancak bir ilişkiyi tek bir kişinin
isteksizliği bitirebilmektedir. Bu açıdan sürdürülebilir bir ilişki ancak çiftlerden ikisinin de bu ilişkiye
katılımıyla mümkün olur. Çoğu zaman ilişkiyi; cansız, soluk, yaşamayan bir alan olarak değerlendiririz.
Ancak sanılanın aksine ilişki dediğimiz alan bir toprak kadar canlı, doğa kadar dinamiktir. Hayatın her
alanında geçerli olan ne ekersen onu biçersin yasası, ilişki içinde geçerlidir. Bu açıdan çift ve evlilik
terapisinin başında çiftlerin şimdiye kadar bu toprağa neler ektikleri, onu nasıl suladıkları konuşulur.
Çift ve evlilik terapisinde önemli olan kavgalarda kimin haklı olduğunu bulmak değil, kişileri haklı
haksız kavgasına sürükleyen, farklılıklarını ele alış biçimlerini düzenlemektir. Birliktelik kişilerin hayat
görüşlerini karakterlerini de içeren birçok farklılığın bir araya gelmesi anlamına gelir. Çiftler şunu
anlamalıdır; farklılıklar ele alınışlarına göre çatışma ya da zenginlik doğurabilir. Ancak bu çatışmayı da
zenginliği de doğuran farklılıklar değil bu farklılıkların ele alınış biçimleridir. Genellikle çatışmalı ve
eksik iletişim bu farklılıkların ele alınmasını zorlaştırır ve ilişki içerisinde yeni sorun alanları açar.
Ayrıca evlilik öncesinde kişilerin birbirlerine uygunluğu, aralarındaki sorunların evlilik ile birlikte
çözüleceğine dair yanılgıları, çiftlerin birbirlerine tam anlamıyla güven ve sadakat hissedememeleri,
çiftlerden birinin hayal dünyasındaki eşi gerçek eşine giydirmeye çalışmasıyla kimlik kabulünün
sekteye uğraması, çiftlerin ortak paylaşımda bulundukları alanların tıkanmasıyla iletişimsel paylaşımın
bozulması, ilişki içerisinde rutin ve tatminkar bir cinselliğin yaşanamaması çift terapisinin ele aldığı
konulara örnek olarak gösterilebilir.