Psikiyatrist Victor Frankl’in bir gece geç vakitte telefonu çalar, telefonun karşı tarafındaki ses, hayatına son vereceğini ama biraz konuşmak istediğini söyler. Frankl uzunca bir süre dinler karşıdakini…
YALNIZLIK her insanın zaman zaman yaşadığı bir duygudur. Plandemi ile birlikte insanlar daha çok yalnızlığa itildi ve yalnızlaştırıldılar. Öyle ki, aynı evin içindeki ayrı ayrı odalarda yaşam sürer olduk. Daha önce özel günlerde bir araya gelen insanlar, düğün, bayram, cenaze, doğum günü gibi etkinlikleri artık dijital ortamda yapmaya başladılar. Kız isteme merasimi veya tez savunması dahi…
İlk başlarda teknolojinin nimetleri kolaylıkmış gibi düşünülse de, duygu eksik olduğu için, insan, yaptığı işten zevk almamaya başlıyor. Çünkü hep birlikte olmanın verdiği huzur, paylaşmanın, sarılmanın, içilen bir çayın, paylaşılan mutluluğun veya hüznün hissettirdiği “duygu” eksik. Yalnızlaşmaya doğru giden insan canlısının arasına mesafeler ve kurallar girdi, böylece daha da yalnızlaştırıldı.
Sosyal açıdan bakıldığında, insan paylaşmaya, birlikte yaşamaya ve birlikte bir şeyler yapmaya eğilimli bir varlıktır. Farabî’ye göre “insan, başka insanın yardımı olmadan, yalnızlık içinde bütün mükemmelliklere erişemez; insan, diğer insanlarla komşuluğa ve birliğe gerek duyar”. Farabî bu düşüncesiyle insan canlısı için birlik ve beraberliğin önemine vurgu yapmıştır.
Önceleri “komşuluk” diye bir kavram vardı; insanlar birbirlerinin dert ve mutluluklarını sahiplenirlerdi. Anlatıp rahatlarlardı. Sorunlar hemen çözülmese de paylaşmanın ferahlığı olurdu. Şimdilerde ise insanlar yan komşularını tanımıyor, selâm vermek, hatta karşılaşmaktan imtina ediyorlar. Hâlbuki insanın beklediği bir güler yüz, bir tatlı dil. Bunda bile cimrileşti insanoğlu.
İnsan, fıtrat olarak paylaşmaya eğilimli bir varlıktır. Sevinçleri kadar üzüntülerini de paylaşmak ister. Paylaşıldığında sevinç artarken üzüntü azalır. İnsan dara düştüğünde bir başkasından destek alır, onun telkinleriyle teselli bulur ve hayata daha olumlu bakmaya başlar; bu paylaşım, ona yalnız olmadığını hissettirir. Günümüzde insan bunu yapamadığı ve sorununu paylaşacak, kendisine yol gösterecek birini bulamadığı için bir kerede olsa herhangi bir psikoloğun kapısını çalıyor. Bu durum insanlara destek olmak açısından bizim için iyi bir durum olsa da yalnızlıklarına şahit olmak üzücü.
Örneğin geçtiğimiz günlerde, kapısının önünde oturan bir teyzenin yanından geçerken dönüp hatırını sordum ve şaşırdığını gördüm. “Acaba dediğimi mi anlamadı?” diye düşünürken, yüzünde hem bir şaşkınlık, hem de mutluluk ifadesi belirdi. Kocaman gülümseyerek, “İyiyim, sen nasılsın?” diye karşılık verdi.
“Elhamdülillah, Müslümanız” diyoruz ama Müslüman gibi yaşamıyoruz. Selâm vermenin sünnet olduğunu bilip uygulamadığımız gibi… O teyze, biri tarafından fark edildiği ve hatırı sorulduğu için mutlu oldu. Ben de onun yüzü güldüğü için mutlu oldum. Özellikle yaşlılar, kendilerini çok yalnız hissediyorlar. “Artık işe yaramadığım için arayıp soranım yok” diye düşünüyorlar. Oysa yalnızlık sadece bizim değil, dünyanın yaşamış olduğu bir sorundur. Plandemi sürecinde, hızlı küresel dijitalleşme sonucunda özellikle gençlerin ve yaşlıların ciddî bir yalnızlık sorunu yaşadıkları bilinmektedir. Hatta bu konu ile ilgili 2018 yılında İngiltere’de ve 2021 yılında da Japonya’da birer “Yalnızlık Bakanlığı” kurulmuştur.
“Psikolojik açıdan yalnızlığın tanımı nedir?” diye bakacak olursak, insanın temel psikolojik ihtiyaçları olan bağlanma, bağlılık, aidiyet, birliktelik ve yakınlık gibi hisleri kimseye karşı hissedememe durumu olduğunu söyleyebiliriz. Yani insanın, çevresinde bunları yaşayacağı kimsenin olmadığı hissine kapılmasıdır. Bu hisse eşlik eden düşünme biçimi, “Ben değerli ve sevilmeye lâyık biri değilim” gibi, diğer insanlardan kendini aşağı ve zayıf görme gibi düşüncesinin eşlik ettiği bir duygu biçimidir.
Yalnızlık çeşitleri nelerdir?
Engin Geçtan, “İnsan Olmak” kitabında yalnızlığı şu şekilde sınıflandırmıştır:
“Kişi, kendini toplumdan soyutlaştırarak yalnızlaşır. Tek başına yaşayan insanlar yalnızlık hissederler.
Çevre tarafından dışlanma nedeni ile yalnızlık, çevre ile olan ilişkileri asgarî düzeye indirerek yalnızlık…
Gerçek yalnızlık, kişinin kendisini anlaşılmamış hissetmesi ve kimsesiz olduğunu düşünmesidir. Geçici olan yalnızlık, kişinin kendi seçimi ve kendi isteği ile yapıcı ve üretici anlamdaki olumlu olan yalnızlık çeşididir…”
Sağlıklı yalnızlık nedir?
Kişinin kendi isteğiyle, geçici ve bir şeyler üretmek için bir süreliğine inzivaya çekilmesidir sağlıklı yalnızlık. Bu sürecin kişiye yapıcı üretkenlik kazandırdığı bir gerçektir. Bazen insan kendisi ile baş başa kalmak, hesaplaşmak ister. Kitap okumak ve yazmak için yalnız kalma isteği, resim yapan ressamın yalnızlığı veya itikâfa çekilen, dua eden insanın yalnızlığı huzur verir. Bunlar insana fayda sağlayan, yapıcı ve huzur veren istisnai durumlardır.
Tekrar yalnızlığa dönecek olursak… Yalnızlık, muhabbeti öldürür. Etrafında başarısını, mutluluğunu paylaşacak kimsesinin olmaması, insanı bir yerde duygusuz biri hâline getirir. Normal bir insanın haz duyduğu şeyler, o kişiye anlamsız ve basit gelir. Bunlar kişinin sağlıklı bir hayat sürmesine engel olduğu gibi, kişiyi bunalıma sürükleyip dönülmez hatalar yapmasına sebep olur. Aile içerisinde bencilce davranışların ve “Ben böyle istiyorum” veya “Benim seçimlerim” gibi bencilce düşüncelerin sonucu, bu kişilerde yalnızlığa mahkûmiyet oluşturur. Kendi elleri ile sonlarını hazırlamış olur bu kişiler. Bu kişilerde iç görü olmadığı için, yine karşı tarafı suçlayarak yalnızlıkları ile yaşamaya devam ederler.
Sosyal destek, psikolojide önemli bir kavramdır. Sosyal desteği, “Bireyin zor durumda olduğu veya başa çıkamadığı bir stres hâlinde çevresindeki insanların ona yardımcı olması” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu bize yalnız olmadığımızı, önemsendiğimizi, sevildiğimizi, saygı duyulduğumuzu ve diğerleri ile aramızda bir bağ olduğunu hissettirir. Dinimiz, insanları biriliğe ve beraberliğe teşvik ediyor ve bizlere “sıla-i rahim” dediğimiz akrabalık ve dostluk ilişkilerini emrediyor. Bunlar insanı yalnızlılıktan uzaklaştıran, birlik ve beraberliğe götüren, kişiye iyi gelen davranış ve duygulardır.
Yalnızlık duygusundan kaçışta insanların sığındığı alanlar
Sağlıksız ilişkilere girmek veya bunu sürdürmek: Kronik yalnızlık çekenler normalde ilişki kurmak istemeyecekleri kişilerle iletişimde kalabiliyorlar. Kişide yalnızlık duygusu şiddetli olduğu zaman, ikili ilişkilerde, hiç düşünmeden, karşısındaki kişi ile uyumlu bir birlikteliği olup olmayacağı konusunda sorgulama olmaksızın ve de düzgün, güvenilir, sorumluluklarının bilincinde ve farkında olup olmadığına bakmadan, karşısına çıkan kişi ile temelsiz, sevgi ve saygının olmadığı bir birlikteliğe doğru yol alabilirler. Terk edilme ve tekrar yalnız kalma korkusuyla, istemeseler dahi kendilerine sunulan her şeye “Evet” demek zorunda hissederler. Aradan bir süre geçtikten sonra kendilerine mutluluk vermeyen, tek taraflı fedakârlık ile giden bu ilişki, artık onlar için dayanılmaz olur. Bir taraftan yalnız kalmaktan korktuğu için ayrılamaz, diğer taraftan mutsuz hayatına devam eder.
Maddeye sığınmak: Yalnızlık duygusundan kaçış veya bu duyguyu bastırmak için insanlar, zaman zaman alkol veya bağımlılık yapan diğer maddelere sığınıyorlar. Acıyı daha az hissetmenin yolunun uyuşmak olduğunu düşünüyorlar. Maddenin tesirinden kurtulunca gerçekle tekrar baş başa kalıyorlar. Madde kullanımının hem maddî, hem manevî bakımdan ağır sonuçları oluyor ve bununla zaman içerisinde karşılaşıyorlar. Bazen de durum içinden çıkılmaz bir hâl almaya başlayınca psikolojik destek almaya geliyorlar. İçinde bulundukları çıkmazdan kurtulmak istedikleri ve çaba gösterdikleri zaman çok güzel ve olumlu sonuçlar alıyoruz. Burada niyet ve istekli olmak önemli. “Madde kullanmaya devam edeyim, kafam karışınca da ara sıra psikolojik destek almaya giderim” düşüncesi ile yola çıkanlarla ilerleme olmuyor. Bu tek taraflı kürek çekmeye benziyor ve ne ileri gidebiliyorsunuz, ne geri. Önemli olan, madde kullanımına hiç başlamamak.
Yorucu işler ile zihni ve bedeni meşgul etmek: “Ne kadar çok kendimi yorar veya zihnimi meşgul edersem, içimdeki boşluğu doldurur ve unuturum” düşüncesi ile bu yola başvuruyorlar. Bastırılan duygular, yüzleşilmeyen her duygu, bir süre sonra hem fiziksel, hem psikolojik sorunlar olarak karşınıza çıkıyor. Zihninizi ve bedeninizi yormak yerine psikolojik destek almak, ileride karşılaşacağınız sağlık sorunlarını önleyecektir. Kedisi ile birlikte yaşayan bir danışanım, kedisini kaybettikten sonra bu yalnızlık duygusu ile baş etmenin yolunu, “Kendimi ağır, yorucu işlere verirsem bu duygudan kurtulurum sandım” diyerek açıklıyor örneğin. Çok çalışıyor ve hem bedenen, hem zihnen çok yoruluyor. Sonuç olarak, hem beden, hem de ruh sağlığı ile ilgili sorunlar yaşıyor.
“Yalnızlık, yaşamda bir an/ Hep yeniden başlayan/ Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan/ Kovdukça kovalayan/ Paylaşılmaz.
Bir düşün’de beni sana ayıran/ Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz.” (Özdemir Asaf)
Psikiyatrist Victor Frankl’in bir gece geç vakitte telefonu çalar, telefonun karşı tarafındaki ses, hayatına son vereceğini ama biraz konuşmak istediğini söyler. Frankl uzunca bir süre dinler karşıdakini. Kapatmaya yakın, “Vazgeçtim” der arayan kişi, “Gecenin bu geç saatinde bir insan beni bu kadar süre dinleyebiliyorsa, bu dünyada hâlâ ümit var demektir”. (Victor Frankl, 1967)
Zamanın su gibi akıp geçtiği, mutluluğun, iyiliğin paylaştıkça çoğaldığı şu kısa dünya hayatında her zaman bir ümit ve çıkış yolu vardır.