Asbest Hala Öldürüyor

Asbest hala öldürüyor ? Her yıl 30 binden fazla insan nadir görülen ancak çok agresif bir kanser nedeniyle hayatını kaybediyor.

Asbest hala öldürüyor ? Her yıl 30 binden fazla insan nadir görülen ancak çok agresif bir kanser nedeniyle hayatını kaybediyor.

Mezotelyoma adı verilen bu kanserin nedeni ise ülkemizde 2011 yılında yasaklanan asbest. Asbeste maruz kalanlarda, maruz kaldıktan 10 ila 50 yıl arasında bir süre sonra kanser gelişiyor. Bu nedenle birçok hasta doğru teşhis alamıyor ya da teşhiste geç kalınıyor. Türkiye’de Prof. Dr İzzettin Barış önderliğinde çevresel asbest maruziyetinin mezotelyomaya neden olduğunun tespit edilmesi dünya literatürünü değiştirmiştir. Türk
Toraks Derneği 26 Eylül Mezotelyoma Farkındalık Günü kapsamında bu zorlu hastalığa dikkat çekti.

Mezotelyoma Nedir ? Asbest ile ilişkisi Var mı ?

İnşaat, gemi yapımı, çatı ustalığı, kazan işçiliği, izolasyon, elektrikçilik ve otomotiv üretimi gibi sektörlerde çok yaygın kullanılan asbest nedeniyle hastalığın en çok bu sektörlerde çalışanlarda görüldüğüne dikkat çeken, Türk Toraks Derneği Torasik Onkoloji Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Tuncay Göksel şu bilgileri verdi “Mezotelyoma, mezotel hücrelerden köken alan bir kanserdir. En çok akciğer zarında (plevra) görülür. Mezotelyoma yüksek oranda asbest kaynaklıdır. Asbest, ak toprak olarak da bilinen, ısıya, suya karş dayanıklı, esnek, lifli yapıda bir mineraldir. Doğal bir fibröz silikattır ve bazı bölgelerde toprak örtüsünde birikimler halinde bulunmaktadır. Asbest, ısıya dayanıklı ve yalıtkan özellikleri nedeniyle kırsal alanda evlerde sıva-badana amaçlı, çatıda, kaplamada ve ayrıca kentlerde izolasyon amaçlı kullanılmaktadır. İnşaat, gemi yapımı, çatı ustalığı, kazan işçiliği, elektrikçilik ve otomotiv üretimi gibi sektörlerde de yaygın olarak kullanılmıştır. Bu sektörlerde çalışan pek çok kişi, özellikle de işyeri güvenlik düzenlemelerinin daha az sıkı olduğu gelişmekte olan ülkelerde, maruz kaldıklarının farkında değildir”

Deprem Sonrası ve Kentsel Dönüşüm Alanlarındaki Halk Risk Altında

Hastalığın deprem sonrası ve kentsel dönüşüm sürecinde de artabileceğine dikkat çeken
Prof. Dr. Göksel sözlerine şöyle devam etti: “Mezotelyomanın asbest maruziyetinden sonra ortaya çıkması tipik olarak on yıllar alır ve göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi semptomlar ortaya çıktığında mezotelyoma genellikle ileri bir aşamadadır. Farkındalığın artması, risk altındaki kişilerin erken tıbbi değerlendirme ve test yaptırmalarına yardımcı olacaktır. Altyapıları şehirlerde asbest yüklü binalar büyük bir risk oluşturmaya devam etmektedir. Asbest kullanımının yasaklandığı bölgelerde bile, geçmişteki madencilik veya endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan çevresel kirlenme bir tehdit olmaya devam etmektedir. Ayrıca hem deprem sonrası hem de kentsel dönüşüm sürecindeki şehirlerde asbestli malzemelerin düzensiz yıkımı ve uygunsuz bertarafı havaya tehlikeli lifler salarak sadece çalışanları değil, çevredeki toplulukları da tehlikeye atmaktadır. Asbestin kansere sebep olduğu kesinleşmesi nedeni ile ülkemizde “Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” Resmi Gazetede 29 Ağustos 2010 tarihinde yayımlanmış ve 31.12.2010 tarihinden itibaren her türlü asbest mineralinin ticari kullanımı yasaklanmıştır”

Mezotelyoma Hastalığından Nasıl Korunuruz ?

Asbest maruziyetini önlemenin, mezotelyoma riskini azaltmanın en etkili yollarından biri olduğunu vurgulayan Türk Toraks Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tamer Altınok ise korunma yollarına dair bilgiler paylaştı ve şunları söyledi: “Malzemelerle çalışırken uygun koruyucu ekipmanların kullanılması, potansiyel maruziyeti azaltabilir. Kentlerde inşa edilen binalarda da izolasyon amaçlı kullanılmış olduğu bilinmektedir. Son yıllarda deprem ve kentsel dönüşüm sırasında eski binaların kontrolsüz yıkımı ile çevreye asbest salınımı olabileceği bilinmektedir. Kontrollü bina yıkımı öncesi asbest analizlerinin yapılması gerekmektedir. Mezotelyoma ile mücadelede en kritik stratejilerden biri, eğitim ve farkındalık yoluyla asbeste maruz kalmanın önlenmesidir. Eski binaların kontrollü yıkımının teşvik edilmesi, asbest güvenlik protokollerinin uygulanması ve
yüksek riskli mesleklerde koruyucu ekipman kullanımının teşvik edilmesi, gelecekteki vakaların azaltılmasında önemli adımlardır. 2012 yılında T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından “Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Planı” yapılmıştır. Kırsal alanda asbest karışımlı toprak kullanımı azaltılması ve asbestin çevresel ve mesleksel maruziyetlerinin azaltılması ya da ortadan kaldırılması temel hedef olmuştur. 25 Ocak 2013’te “Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik” yayınlanmıştır. Bu Yönetmeliğin amacı,
çalışanların asbest söküm, yıkım, tamir, bakım, uzaklaştırma çalışmalarında asbest tozuna maruziyetlerinin önlenmesi ve bu maruziyetten doğacak sağlık risklerinden korunması, sınır değerlerin ve diğer özel önlemlerin belirlenmesidir”

Mezotelyoma Nasıl Anlaşılır, Nasıl Tedavi Edilir?

Asbest solunum yolu ile akciğere ve akciğer zarına ulaştıktan sonra hastalık 10 ile 50 yıl içinde gelişebilmektedir. Süreç çok yavaş ilerlediği için hasta uzun süre şikayet hissetmeyebilir. Bu nedenle birçok hasta ileri evrede tanı almaktadır. Kontrol amaçlı yapılan tetkiklerde erken evre mezotelyoma hastaları saptanabilmektedir. Erken tanı mezotelyoma tedavisinde çok önemlidir ve hayatta kalma şansını artırabilir.
• Göğüs Ağrısı: Genellikle plevral mezotelyomanın bir sonucu olan bu ağrı, donuk bir
sızı olarak başlayabilir ve zamanla şiddetlenebilir. Genellikle göğsün bir tarafında lokalize
olur ve derin nefes alma veya öksürme ile kötüleşir.
• Nefes Darlığı (Dispne): Akciğer ve göğüs duvarı arasında sıvı birikmesi (plevral
efüzyon) veya tümörlerin akciğer genişlemesini kısıtlayarak nefes almayı zorlaştırmasından
kaynaklanır.
• İnatçı Öksürük: Kuru veya ağrılı bir öksürük gelişebilir ve buna bazen ses kısıklığı
veya öksürükle kan tükürme eşlik edebilir.
• Açıklanamayan Kilo Kaybı: Vücut hastalıkla savaşmak için daha fazla enerji
harcadığından ani, istenmeyen kilo kaybı meydana gelebilir.• Yorgunluk: Birçok kanserde olduğu gibi mezotelyoma da kalıcı yorgunluğa ve düşük
enerji seviyelerine neden olabilir.
• Karın Ağrısı ve Şişlik: Bu belirtiler, kanserin karın zarında (periton) geliştiği peritoneal
mezotelyomada daha yaygındır. Şişlik genellikle sıvı birikiminden (asit) kaynaklanır.
• Bulantı ve Bağırsak Değişiklikleri: Peritoneal mezotelyoma bulantı, kabızlık veya ishal
gibi sindirim sorunlarına neden olabilir.
Mezotelyoma tanısını koymak kolay değildir. Tanıda hekimi ilk uyaran hastanın doğduğu ve
yaşadığı yer ayrıca meslek öyküsüdür. Akciğerde sıvı ile karşımıza çıkan hastalıkta, sıvıdan
alınan örnekler tanısal açıdan yetersiz kalabilmektedir. Bu nedenle biyopsi yapılması
önerilmektedir.
Mezotelyoma, agresif doğası ve asbest maruziyeti ile tanı arasındaki uzun gecikme süresi nedeniyle tedavisi zor bir kanser olmaya devam etse de tedavi seçeneklerindeki gelişmeler hastalar için yeni umutlar sunmaktadır. Cerrahi, kemoterapi ve radyasyon terapisi gibi geleneksel tedaviler hala yaygın olarak kullanılmaktadır, ancak multimodal terapi, immünoterapi ve hedefe yönelik tedavilerde dahil olmak üzere daha yeni stratejiler mezotelyoma hastaları için sonuçları iyileştirme konusunda umut vaat etmektedir. Klinik
çalışmalara katılım da bu yenilikçi tedavilere erişim için önemli bir yol haline gelmiştir. Ayrıca steril, asbestsiz “TALK” yolu ile plöredez (akciğer zarını pudralama) yapılmaktadır. Bu tedavilerin deneyimli ve konuda uzman merkezler tarafından yapılması önerilmektedir.

Mezotelyoma Farkındalık Günü’nde Neler Yapabilirsiniz?

• Mezotelyoma hakkında daha fazla bilgi edinin ve risk faktörlerini öğrenin.
• Asbest maruziyetiniz varsa sağlık kontrollerinizi yaptırın.
• Mezotelyoma farkındalığı için çevrenizdeki insanları bilgilendirin.
• Mezotelyoma ile savaşan insanlara ve ailelerine destek olun.
• Ağaçlandırma ile asbestin rüzgar ile yayılmasını önleyebiliriz.

(BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Ebeveynler Dikkat ! Giderek Teknoloji Bağımlılığı Artıyor

Teknoloji Bağımlılığı Türkiye’de giderek artarken, bağımlılık yaşının 3-6 arasına düştüğü bildirildi. Korkutan tabloya karşı uzmanlar önlem alınmasını istedi. 

Teknoloji Bağımlılığı Türkiye’de giderek artarken, bağımlılık yaşının 3-6 arasına düştüğü bildirildi. Korkutan tabloya karşı uzmanlar önlem alınmasını istedi.

Son yıllarda dünyada ve ülkemizde cep telefonu, tablet ile bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak çocuklarda teknoloji bağımlılığı giderek daha sık görülüyor. Gün boyunca adeta ellerinden düşürmedikleri teknolojik cihazlar maalesef çocuklar için büyük bir tehdit oluşturabiliyor. Acıbadem Beylikdüzü Cerrahi Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Leyla Yolar, günümüzde çocuklarda teknoloji bağımlılığına 3 – 6 yaş aralığında bile yaygın olarak rastlandığına dikkat çekerek, “Teknoloji bağımlılığının çok küçük yaşlarda görülmeye başlamasının sebepleri arasında ebeveynlerin iş veya diğer sorumlulukları  nedeniyle çocukların internet ortamında daha fazla zaman geçirmelerine izin vermeleri ilk sırada yer alıyor. Diğer bir önemli faktör ise eğlenerek eğitme metotlarının ekran başında kalma sürelerini artırmasıdır” dedi.

 Bağımlılığa karşı üç kural çok önemli! 

Çocuklarda teknoloji bağımlılığını önlemek için ebeveynlerin özellikle üç kurala çok dikkat etmeleri gerektiğine işaret eden Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Leyla Yolar, “Almanız gereken ilk önlem, ekran süresini çocuğunuzun yaşına uygun olarak sınırlamak olmalı. Bu sınırları, uyku, ders çalışma ve sosyal etkinlikler için yeterli zaman bırakacak şekilde düzenlemelisiniz. Çocuğunuz 18 aylıktan küçükse ekrandan tamamen uzak tutmalısınız. 18 – 24 ay arasında ise süreyi sizin gözetiminizde 20 dakika; 2 – 5 yaş arasında ise maksimum bir saat ile sınırlandırın. Daha büyük yaşlardaysa yine mutlaka zaman sınırı oluşturun. Ebeveynler olarak teknoloji kullanımında çocuğunuza iyi bir rol model olmanız da çok önemlidir” diyor. Çocuğunuza cazip aktiviteler önermenizin de ikinci önemli kural olduğunu belirten Dr. Leyla Yolar,  “Teknolojik cihazlar dışında zaman geçirmesini sağlamak için spor, dışarıda oyun oynama, resim ve müzik gibi çocuğunuzun ilgisine yönelik etkinlikler konusunda onu teşvik edin. Üçüncü kural ise çocuğunuzu sanal ortamda karşılaşabileceği zorbalıklar ve uzun süre ekran kullanımı nedeniyle gelişebilecek olan sağlık problemleriyle ilgili bilinçlendirmek olmalıdır” diye konuştu. Teknoloji bağımlılığının artmasına paralel olarak çocuklarda göz hastalıkları, obezite, duruş bozuklukları ve ruhsal problemlerin daha yaygın görüldüğünü anlatan Yolar, anne ve babalaraönemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Teknoloji Bağımlılığı Göz Bozukluklarına Yol Açabilir 

Uzun süre ekrana bakmak göz kaslarının normalden daha fazla çalışmalarına neden oluyor. Zira, gözler ekrana odaklandığında göz kasları sürekli olarak kasılıp gevşemek zorunda kalıyor ve bu durum göz yorgunluğuna yol açabiliyor. Gözlerde ağrı, yanma, batma, kuruluk, sulanma ve kaşıntı, bulanık görme ile sık göz kırpma, göz yorgunluğunun belirtileri arasında yer alıyor. Bu tablo da ileride miyopi gibi kalıcı göz sorunlarına veya fotofobi olarak adlandırılan aşırı ışık duyarlılığı ve parlak ortamlarda rahatsızlık hissine neden olabiliyor.

Teknoloji Bağımlılığına Karşı Nasıl önlem almalıyız?

  • Bilgisayar ekranının göz hizasının biraz altında olmasına ve yaklaşık 60 cm uzaklıkta bulunmasına dikkat edin.
  • İyi bir aydınlatma sağlayın, örneğin aşırı parlak ışık veya karanlık ortamlardan kaçının.
  • Ekran filtreleri kullanın.
  • En az yılda bir kez olacak şekilde düzenli göz muayenelerini yaptırın.

Postür Bozukluğu

Çocukların dijital teknolojik cihazlarla erken yaşlarda tanışmaları ve onları kontrolsüz şekilde uzun süre kullanmaları postür bozukluğuna neden olabiliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Leyla Yolar, büyüme ve gelişimdeki hızdan dolayı omurgadaki değişmelerin en fazla okul çağında oluştuğunu vurgulayarak, “Cep telefonu, tablet ve bilgisayar kullanımı nedeniyle uzun süre hatalı pozisyonda kalmak; kaslarda gereksiz kasılmanın yanı sıra omuz, sırt ve boyun kaslarındaki spazmı tetikleyebiliyor. Ayrıca biyomekanik işlevlerin etkinliğini azaltabiliyor ve yumuşak dokuları zayıflatabiliyor. Bunların yanı sıra dirsek, el ile el bileğinde ağrıya ve bunun sonucunda hareket kısıtlılığına yol açabiliyor. Çok daha önemlisi devamlı öne doğru eğilmek ve uzun süre aynı pozisyonda kalmak ilerleyen zamanlarda omurgada kamburluğa neden olabiliyor” dedi.

Nasıl önlem almalıyız? 

  • Ergonomik masa ve çalışma koltuğundan faydalanın.
  • Kambur duruşu önlemek için ortopedi hekimlerine danışarak bel ve sırt korseleri kullanabilirsiniz.
  • Her 30 dakikada bir mola verdirin ve kaslarını esnetmeye yönelik kısa bir yürüyüş veya pozisyon değiştirme gibi dinlenme egzersizleri yaptırın.

Ruhsal Sorunlar

Teknoloji bağımlılığı çocukların ruhsal sağlıklarını da olumsuz yönde etkileyebiliyor.  Özellikle sanal oyun bağımlılığı olan çocuklarda; depresyon ile anksiyete, odaklanma problemleri, özgüven eksikliği, sosyal gelişimin gerilemesi, konuşma bozuklukları ve saldırgan davranışlarda bulunma gibi sorunlar sık görülüyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Leyla Yolar, 3-6 yaş aralığındaki çocukların ekrana 15-20 dakika odaklanmalarının yeterli olduğunu belirterek “İnternette bu sürenin aşılması zamanla çocuklarda dikkat eksikliğine yol açabiliyor. Fazla kullanım durumunda yüz yüze iletişim becerileri azalırken sosyal gelişimleri de zayıflayabiliyor. Ayrıca sanal ortamda karşılaşabilecekleri zorbalıklar yüzünden çocuklarda içe kapanıklık, yalnızlık hissine kapılma, depresyon veya anksiyete gibi ciddi sorunlar gelişebiliyor” diye konuşuyor.

Nasıl önlem almalıyız?

Teknolojik araç kullanımında yaşına uygun kota ile sınır oluşturun ve buna uymaya özen gösterin. Zaman ve içerik konusunu mutlaka takip edin.  Çocuğunuzu internetten uzaklaştırmak için sosyal mecralar dışında da eğlenebileceği alternatif aktiviteler planlamanız faydalı olacaktır. Düzenli yapacağı fiziksel aktiviteler çocuğunuzun stresini azaltacak, ruhsal gelişimini olumlu yönde etkileyecektir. Dolayısıyla çocuğunuza ilgi duyduğu bir spor dalı, doğa yürüyüşleri veya arkadaşlarıyla birlikte sosyal becerilerinin de gelişeceği etkinlik önerilerinde bulunabilir, hobi edinmesini sağlayabilirsiniz. Ayrıca aile içindeki iletişimi ve birlikte geçirdiğiniz zamanı artırmanız çocuğunuzun ruhsal ve zihinsel gelişimine önemli katkılar sağlayacaktır.

Obezite 

Teknoloji bağımlılığının çocuklarda yol açtığı sorunlardan biri de çağımızın önemli bir hastalığı olan obezite. Ekran başında geçen sürenin artması nedeniyle fiziksel  aktivitenin azalması, psikososyal problemler ile uyku sorunlarının yaşanması, beslenme düzeninin bozulması ve reklamlara maruz kalma sonucunda sağlıksız besin tüketiminde artış gibi birçok faktör obezite açısından risk oluşturuyor.

Nasıl Önlem Almalıyız? 

  • Günde en az bir saat egzersiz yapmasını sağlayın ve fiziksel aktivitesini arttırın.
  • Günlük aktiviteler ve yeme alışkanlıklarıyla ilgili sabit rutinler oluşturun.
  • Yatak odasında tablet, cep telefonu ve televizyon bulundurmayın.

Kasık Fıtığı Nasıl Oluşur, Tedavi Nasıl Olur?

Kasık fıtığı hayat konforunu olumsuz etkileyen ve hastada ağrılara yol açan bir rahatsızlık. Uzmanlar bu konuda bilgi verdi. 

Kasık fıtığı hayat konforunu olumsuz etkileyen ve hastada ağrılara yol açan bir rahatsızlık. Uzmanlar bu konuda bilgi verdi.

Büyük Abdest Kasık Fıtığı Oluşumunu Tetikleyebilir

Kasık bölgesinde şişlik ve ağrı ile kendini gösteren, tedavi edilmediği takdirde bağırsak boğulmasına kadar gidebilen önemli bir hastalık olan kasık fıtığı orta ve ileri yaş grubunu daha çok etkiliyor.  Ağır yük kaldırma, kronik öksürük ve büyük abdest sırasında aşırı ıkınma gibi faktörlerin kasık fıtığı oluşumuna sebep olabildiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Erenoğlu, “Hastalık geçmiş yıllarda açık ameliyatlar ile tedavi edilse de günümüzde kapalı ya da laparoskopik yöntemler öncellikli olarak tercih ediliyor. Böylece hasta kısa sürede sosyal yaşamına ve iş hayatına dönebiliyor” diye konuştu. Karın içinde bulunan bağırsak ve omentum gibi organların, kasık bölgesindeki zayıf noktalardan karın dışına yer değiştirmesi şişlik ve ağrı ile kendisini gösteriyor. Genç yaşlarda görülen kasık fıtıklarının doğumsal nedenlerden meydana geldiğini, ileri yaş grubunda ise dokuların zamanla zayıflamalarının neden olarak gösterildiğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Erenoğlu, “Karın içi basıncın artması, karın duvarında zayıf noktalar, aşırı kilo alımı veya kaybı, ağır kaldırma, kronik kabızlık ve sık ıkınma, kronik öksürük ve genetik faktörler kasık fıtığının başlıca nedenlerinden” diye konuştu.

Kasık fıtıklarının tedavisi cerrahi

Kasık fıtıklarının tanısının, ortaya çıkan şişlik nedeniyle oldukça kolay olduğunu söyleyen Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Erenoğlu, “Ancak başlangıç aşamasındaki olgularda fiziki muayene ile tanı zor olabilir; bu durumda hastalık ultrasonografi ile ayırt edilebilir. Kasık fıtıkları, yer değiştiren bağırsak ve omentum gibi organların fıtık kesesi içerisinde kanlanmalarının bozulmasına neden olabildikleri için tedavileri önemli. Bağırsak tıkanması ve bağırsak beslenmesinin bozulması gibi yaşamsal yan etkileri nedeniyle hangi olguların acilen cerrahi tedavi gerektirdiği mutlaka deneyimli bir uzman tarafından değerlendirilip gerekli planlamalar yapılmalı” şeklinde konuştu. Kasık fıtıklarının tek tedavisinin cerrahi yöntem, yani ameliyat olduğunun altını çizen Prof. Dr. Cengiz Erenoğlu, “Kasık fıtıkları son yıllarda kapalı veya ‘laparoskopik’ yöntem ile ameliyat sayesinde daha az ağrılı olarak tedavi edilebiliyor. Bu yöntemde karın içerisinden kasık bölgesine yer değiştirmiş olan dokular ve organlar tekrar karın içerisine gönderiliyor ve oluşan açıklık dokulara uyumlu uygun malzemeler ile kapatılıyor” dedi.

Hasta bir gecede taburcu olabiliyor

Laparoskopik yöntemde hastanın açık yönteme göre daha az ameliyat sonrası ağrıya ve küçük bir ameliyat kesisine maruz kaldığını belirten Prof. Dr. Erenoğlu, “Hastaların kısa sürede hem sosyal hem iş hayatına dönmelerini sağlayan ve hastanede genellikle bir gece kalmayı gerektiren bir yöntem olan laparoskopik kasık fıtığı ameliyatı sayesinde kasık fıtıkları başarılı bir şekilde tedavi edilebiliyor” diye konuştu. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Eğitim-İş : “Milli Eğitim TÜGVA’nın Gölgesinde Olamaz”

Eğitim-İş tarafından yapılan açıklamada, TÜGVA’nın paralel bir Milli Eğitim Bakanlığı gibi hareket ettiği öne sürüldü. 

Eğitim-İş tarafından yapılan açıklamada, TÜGVA’nın paralel bir Milli Eğitim Bakanlığı gibi hareket ettiği öne sürüldü.

Eğitim-İş’ten yapılan açıklamada, “Son yıllarda eğitim sistemimize yapılan ideolojik müdahalelerin en somut örneği, Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönettiği TÜGVA ile Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) arasında imzalanan protokollerle karşımıza çıkmaktadır. AKP’li belediyelerin sağladığı devasa kredi kolaylıkları, arazi tahsisleri, bağış serbestisi ve denetim dışı faaliyetlerle desteklenen TÜGVA, adeta paralel bir Milli Eğitim Bakanlığı gibi hareket etmektedir” ifadelerine yer verildi.

Okullardaki Etkinliklerde TÜGVA Temsilcilikleri Görev Yapacak!

MEB ile TÜGVA arasında imzalanan yeni protokolle ortaokullarda “Değerler Eğitim Kulübü”, liselerde ise “Kültür ve Medeniyet Kulübü” kurulması planlanmakta, bu kapsamda yürütülecek sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerde TÜGVA temsilcilikleri ile iş birliği yapılması istenmektedir. Bu protokol, eğitim sistemimizin siyasal ve ideolojik müdahalelere daha fazla açıldığının açık bir göstergesidir. Kamuoyuna yansıyan tüm skandallara rağmen, bu vakfın MEB eliyle eğitim sistemimize nasıl dahil edildiği, vakfın faaliyetlerinin eğitimin laik, bilimsel ve demokratik yapısına nasıl zarar verdiği mutlaka yeniden masaya yatırılmalıdır.

Danıştay’ın İptal Kararına Rağmen TÜGVA Protokolleri Yürütülüyor

Danıştay’ın iptal kararına rağmen yürürlükte tutulan TÜGVA protokolleri, yalnızca sendikamız Eğitim-İş’in değil, aynı zamanda ilerici kamuoyunun da büyük tepkisini çekmektedir. Bu protokoller, Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı olduğu gibi, “eğitimde dinselleşme” uygulamalarını bakanlık politikası olarak sürdürüleceğinin ilanıdır. Nitekim, TBMM’de MEB bütçesi ele alınırken söz alan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “Tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz” diyerek, bu karanlık politikanın sürdürüleceğini açıkça ifade etmiştir. Bu itiraf, eğitimin siyasi vakıfların ve cemaatlerin arka bahçesi haline getirilmeye devam edeceğinin göstergesidir. Eğitim sistemi, siyasi vakıfların arka bahçesi haline getirilemez!

Eğitim-İş MEB ve TÜGVA Arasındaki Protokollere Karşı En Güçlü Şekilde Mücadele Edeceğiz

“Eğitim-İş olarak, Milli Eğitim Bakanlığı ile TÜGVA arasında imzalanan bu ve benzeri protokollere karşı en güçlü şekilde mücadele etmeye devam edeceğiz. Sendikamız, eğitim emekçilerinin TÜGVA ve benzeri protokoller kapsamında düzenlenen etkinlik ve faaliyetlerde görev almamaları yönünde karar almıştır.
Eğitim, siyasi çıkarların değil; bilimsel, laik ve çağdaş normların ışığında şekillendirilmelidir. Ülkemizin geleceği olan çocuklarımızın eşit, adil ve laik bir eğitim alması için mücadelemiz sürecektir. Hiçbir eğitim kurumunu, demokrasi ve laiklik karşıtı vakıf, cemaat ya da tarikatların ellerine bırakmayacağız!
Her fırsatta dile getirdiğimiz üzere; hiçbir dernek, vakıf, cemaat, tarikat Milli Eğitim Sistemine ortak edilmemeli. Kimse Türkiye’nin geleceği olan yavrularımız üzerinden siyasi çıkarlarını şekillendirememeli. Kimse, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün biz eğitim neferlerine mirası olan çocuklarımıza, çağdışı bir eğitimi reva görememeli. İktidarın, asli görevi olan eğitimi vakıf ve derneklere hatta Diyanet’e havale etme uygulamalarını derhal sonlandırmasını istiyoruz”

Hiçbir Dernek, Vakıf, Cemaat veya Tarikat Milli Eğitim Sistemi’ne Ortak Edilmemeli

TÜGVA ve benzeri demokrasi ve laiklik karşıtı vakıf, cemaat ve derneklerin eğitim ve bilim alanındaki faaliyetlerine karşı hukuksal ve sendikal mücadelemiz kararlılıkla sürecektir. Her fırsatta dile getirdiğimiz gibi; hiçbir dernek, vakıf, cemaat veya tarikat, Milli Eğitim Sistemi’ne ortak edilmemelidir. Türkiye’nin geleceği olan çocuklarımız, siyasi çıkarlar uğruna manipüle edilemez. Hiç kimse, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün biz eğitim emekçilerine miras bıraktığı çocuklarımıza çağdışı bir eğitimi dayatamaz. Bu mücadele, çocuklarımızın çağdaş, laik ve bilimsel eğitim hakkı için sonuna kadar sürecektir. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Howard Catton Ulusal Hemşirelik Kongresi’ne Katılacak

Uluslararası Hemşireler Konseyi İcra Kurulu Başkanı Howard Catton bu hafta Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi ve Türk Hemşireler Derneği işbirliğiyle düzenlenen 8. Uluslararası 19. Ulusal Hemşirelik Kongresi’nde konuşma yapacak.

Uluslararası Hemşireler Konseyi İcra Kurulu Başkanı Howard Catton bu hafta Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi ve Türk Hemşireler Derneği işbirliğiyle düzenlenen 8. Uluslararası 19. Ulusal Hemşirelik Kongresi’nde konuşma yapacak. Catton, insani krizlerde hemşirelere ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik saldırıların artması ve ilgili konular hakkında basınla görüşmeye yapabilir

Gazze’de 260 Hemşire Öldü

Catton, Orta Doğu ve Asya da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki kriz durumlarında ulusal hemşirelik dernekleriyle temas halinde olup karşılaştıkları dehşeti rapor etti. UHB’lerimizden aldığımız doğrudan raporlardan Gazze’deki saldırılarda 260’tan fazla hemşirenin öldüğünü, Sudan’da 83, Myanmar’da 90, Ukrayna’da 150, Afganistan’da 30 ve İsrail’de dört sağlık çalışanının hayatını kaybettiğini biliyoruz. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Bayraklı Şehir Hastanesi’nde Fast Food Krizi!

İzmir Bayraklı’da faaliyet gösteren Şehir Hastanesi’nin poliklinik binasına yakında Burger King restoranı açılacağını duyuran pankartlar asıldı. Gıda Dedektifi’nin yayını üzerine pankart kaldırıldı.

İzmir Bayraklı’da faaliyet gösteren Şehir Hastanesi’nin poliklinik binasına yakında Burger King restoranı açılacağını duyuran pankartlar asıldı. Gıda Dedektifi’nin yayını üzerine pankart kaldırıldı.

İnşaatı, açılış hikayesi ve depreme dayanıklılığı konuları ile kamuoyunun gündeminden düşmeyen İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi şimdi Burger King restoranı açılışı ile gündemde! Gıda üzerine yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren Gıda Dedektifi Platformu, geçtiğimiz günlerde İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’nde Burger King Restoranı açılacağını duyurdu. “Dünyanın hiçbir yerinde bir devlet, hastanesinde fast-food restoranı açılmasına izin vermez.  Bu kararları kim alıyor?” şeklinde bir açıklama yapan Gıda Dedektifi’nin yayınından bir kaç gün sonra hastaneye asılan Burger King afişi apar topar kaldırıldı.

Burger King Tabelaları Kaldırıldı

Gıda Dedektifi Platformu yetkilileri, şu açıklamayı yaptı, “Geçtiğimiz hafta yayınımıza konu olan İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’nde açılması planlanan Burger King tabelaları kaldırıldı. Yayınımız sonrası Sağlık Bakanlığı’na çok sayıda şikayet iletilmiş ve toplumdaki rahatsızlık üst düzey yetkililere kadar gelmişti” denildi. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

“Kalp Sağlığı İçin Her Yaşta Hareket Şart”

Beşiktaş Belediyesi iş birliği ile hayata geçirilen etkinlikte; İstanbullular Dünya Kalp Günü’nü Beşiktaş Yeşim Parkı’ndaki “Aktif Yaşam Alanı”nda hareket

Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), 29 Eylül Dünya Kalp Günü’ne özel bir etkinlik gerçekleştirdi.

Beşiktaş Belediyesi iş birliği ile hayata geçirilen etkinlikte; İstanbullular Dünya Kalp Günü’nü Beşiktaş Yeşim Parkı’ndaki “Aktif Yaşam Alanı”nda hareket ederek kutladılar. Başta kalp sağlığı olmak üzere hareketli bir yaşamın bütüncül bir sağlık için önemine dikkat çekilen “Aktif Yaşam, Sağlıklı Toplum” etkinliğinde, TKD hekimleri katılımcılara kalp sağlığı ile ilgili önemli bilgiler aktarırken, yoga-pilates instructor’ı Merve Oflaz ve fitness eğitmeni Hasan Kılınçer, katılımcılara bir spor aktivitesi yaptırdı.

Dünyada 17,1 Milyon Kişi Kalp Damar Hastalıkları Nedeniyle Ölüyor

Kalp sağlığı alanında gerçekleştirdiği etkili farkındalık çalışmalarıyla, hastaların uluslararası düzeyde tıbbi hizmet almasının başlıca güvencelerinden biri olarak öne çıkan Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Boehringer Ingelheim’ın koşulsuz katkılarıyla ve Beşiktaş Belediyesi iş birliği ile 29 Eylül Dünya Kalp Günü’ne özel “Aktif Yaşam, Sağlıklı Toplum” etkinliğini hayata geçirdi. Etkinlik, geçtiğimiz aylarda Onaranlar Kulübü iş birliğiyle tasarlanan Beşiktaş’taki Yeşim Parkı’nda tüm İstanbulluların hizmetine açılan “Aktif Yaşam Alanı”nda gerçekleştirildi.  Her yıl tüm dünyada 17,1 milyon kişinin yaşamını kaybetmesine neden olan kalp-damar hastalıklarının önemini vurgulamayı ve hareketsizliğin başta kalp-damar hastalıkları olmak üzere tüm hastalıklarda başlıca risk faktörleri arasında yer aldığına dikkat çekmeyi amaçlayan TKD, tüm İstanbulluları Dünya Kalp Günü’nde hareket etmeye davet etti.  Etkinlikte, başta Beşiktaş Belediyesi 65+ Yaşam Ofisinin davet ettiği Beşiktaş halkı olmak üzere, her yaştan İstanbullu sağlıklı bir yaşamı teşvik etmek amacıyla yoga-pilates instructor’ı Merve Oflaz ve fitness eğitmeni Hasan Kılınçer’in yönetimiyle bir spor egzersizi de yaptı. Nefes egzersizleri ve sandalye yogası ile başlayan spor egzersizi Aktif Yaşam Alanı’ndaki kardiyo egzersizleri ile devam etti.

Kalp Yetersizliği

Katılımcılarla hareket dolu bir gün geçirilirken, sağlıklı bir yaşam için her yaştan kesimin günlük hayatına hareketi dahil etmesinin de vurgulandığı etkinlikte, TKD hekimleri aktif ve hareketli bir yaşamın kalp sağlığı için önemine dikkat çekti. TKD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Değertekin, TKD Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ertuğrul Okuyan, TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Özlem Yıldırımtürk ve TKD Koruyucu Kardiyoloji ve Ateroskleroz Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Barış Güngör katılımcılara kalp sağlığı ile ilgili önemli bilgiler aktardı. Kalp sağlığı için günlük hayatımızda dikkat edilmesi gerekenler, kalbe iyi gelen besinler, ülkemizdeki kalp-damar hastalıklarındaki durum, kalp-damar, böbrek ve metabolizma hastalıklarının birbiriyle bağlantısı, kalp yetersizliği ve kalp sağlığı için yapılması önerilen egzersizler gibi başlıklar ele alındı.

Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Beşiktaş Belediye Başkan Yardımcısı Ali Rıza Yılmaz “Semtimizde yaşamanın da yaş almanın da mutluluk getirdiği bir kent yaşamı yaratma hedefiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Semtimizde yurttaşlarımızın aktif bir yaşama sahip olmasını çok önemsiyoruz. Fiziksel aktivitelerin, bireylerin kalp-damar sağlığının yanı sıra ruhsal durumunu da olumlu etkilediğini biliyoruz. Bu doğrultuda açtığımız ve açmayı planladığımız spor tesislerimiz, “Hareket Et Beşiktaş” temasıyla yola çıktığımız ve semtimizin farklı bölgelerinde gerçekleştirdiğimiz yoga ve pilates etkinliklerimiz bulunuyor. Bu açıdan semtimiz nüfusunun %17’sini oluşturan 65 yaş üstü komşularımızın hayat standartlarını yükseltmeye yönelik çalışmalarımız da en öncelik verdiğimiz konular arasında yer alıyor. 65+ Yaşam Ofisi’mizi 65 yaş üzeri komşularımızın fiziksel ve bilinçsel olarak aktif yaş almasını sağlayabileceğimiz bir yaşamı inşa etmeye yönelik vizyonumuz kapsamında hayata geçirdik. 65+ Yaşam Ofisimizde uzman arkadaşlarımızla oluşturduğumuz ekiplerimiz sayesinde hem gerekli gördüğümüz konularda projelerimizi üretmeye devam edebiliyoruz hem de komşularımızın bize doğrudan ilettiği talepler doğrultusunda ihtiyaçları tespit ederek bu konularda yeni çalışmalarımızı hayata geçiriyoruz” dedi.

Kalp-Damar, Böbrek ve Metabolizma Hastalıkları Eş Zamanlı Tedavisi Önemli 

Küresel ölçekte 1 milyardan fazla insanı etkileyen kalp-damar, böbrek ve metabolizma hastalıkları, dünya genelindeki ölümlerin başlıca nedenlerinden biri olup her yıl 20 milyona yakın ölüme yol açıyor. Bu hastalıklar genellikle bir arada görülüyor ve birbirini şiddetlendirebiliyor, bu da hastaların yaşamları üzerinde ciddi bir yük yaratabiliyor. Kalp-damar, böbrek ve metabolizma hastalıklarının yönetimi çoğu zaman parçalı olduğu için geç veya yanlış teşhise, tedaviye geç yönlendirmelere ve uygun tedaviye zamanında erişimde sorunlara neden olabiliyor. Erken dönemde müdahale edilmediği takdirde, tek bir organ hasarı geri dönülmez çoklu organ hasarlarına yol açabiliyor. Dolayısıyla kalp-damar, böbrek ve metabolizma hastalıklarının eşzamanlı yönetimi kritik önem taşıyor.

Sağlıklı Bir Yaşam Tarzı Kalp Sağlığını Olumlu Etkiliyor 

Her bireyin kalp sağlığına dikkat ederek sağlıklı yaşam alışkanlıklarını benimsemesi, kalp sağlığını korumada kilit bir rol oynuyor. Sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemek, yürüyüş gibi basit egzersizler yapmak, dengeli beslenmek, sigara içmemek ve alkol tüketimini sınırlamak kalp sağlığını olumlu yönde etkilerken, düzenli sağlık kontrolleri ve kalp sağlığıyla ilgili testler bu hastalıklarda erken teşhis için önem taşıyor.

Kalp hastalıklarından korunmanın en önemli yollarından biri ise, egzersizi günlük yaşamın bir parçası haline getirmek. Yürüyüş ve egzersiz yorgunluk şikâyetlerini azaltırken, egzersiz kapasitesini artırıyor.   Bu nedenle, haftada en az 5 gün, 30’ar dakika egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirmek önem taşıyor. Hareket yalnız kalp sağlığı için değil, kalp hastalıklarının tedavi sürecinde de büyük önem taşıyor. Hareket etmek kalp hastalıklarının risk faktörlerini azaltırken, sağlıklı yaşam tarzına sadık kalındığında, kan basıncı, kolesterol ve kan şekerinin düzenlenmesine yardımcı oluyor. Yapılan fiziksel egzersizler, kalp kasının gücünü ve dayanıklılığını artırarak, kalp fonksiyonlarını geliştiriyor.

Mide Kanserinin 10 Belirtisi

Mide kanseri belirtileri hakkında bilgi veren uzmanlar, erken tanının mide kanseri tedavisindeki başarı şansını artırdığını söyledi. 

Mide kanseri belirtileri hakkında bilgi veren uzmanlar, erken tanının mide kanseri tedavisindeki başarı şansını artırdığını söyledi.

Kilo Kaybı ve Mide Ağrısı

Erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülen mide kanseri tüm dünyada en sık görülen kanserler içinde dördüncü sırada geliyor. Midenin tüm kısımlarında görülebilen mide kanseri ülkemizde genellikle midenin gövde kısmında görülüyor. Mide kanseri çoğu zaman hiçbir belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerleyebiliyor. Öyle ki en yaygın erken belirtileri olan açıklanamayan kilo kaybı veya mide ağrısı bile kanser ilerleyene kadar ortaya çıkmayabiliyor. Kişiye ve hastalığın evresine göre tedavi planlaması yapılan mide kanserinde uygulanan sıcak kemoterapi yöntemi tedavi başarısını artırılabiliyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ferhat Ferhatoğlu, mide kanserinin nedenleri ve tedavi yöntemleri hakkında konuştu.

MİDE KANSERİNİ TETİKLEYEN ETKENLER 

Mide kanseri görülme riski ülkemizde daha fazla

Mide kanseri tüm dünyada en yaygın görülen kanserlerden biridir. Ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanserler içinde ikinci, kadınlarda ise en sık görülen kanserler içinde dördüncü sıradadır. Mide kanseri (gastrik kanser olarak da bilinir) kanser hücrelerinin midede kontrolsüz bir şekilde büyümesi ile ortaya çıkmaktadır. Tüm dünyada görülen kanserler içinde 4. sırada bulunan mide kanseri, midenin tüm bölümlerinde oluşabilmektedir. Ancak ülkemizde görülen mide kanserleri en çok midenin gövde kısmı yani midenin en geniş bölümünde oluşmaktadır. Mide kanseri vakalarının yaklaşık %95’i mide iç zarında başlayarak yavaş ve sinsi bir şekilde ilerlemektedir. Bu nedenle hızlı bir şekilde tedavi edilmesi gerekmektedir. Tedavi edilmediği takdirde kötü huylu kitle büyür ve mide duvarlarında daha derin tabakalara ilerler. Ayrıca bu tümör karaciğer ve pankreas gibi yakındaki organlara yayılabilir. Mide kanseri riski tüm bireylerde vardır. Ancak 65 yaş üzerinde, erkeklerde, Doğu Asya, Güney veya Orta Amerika, Doğu Avrupa’da ve genellikle ülkemizde doğu bölgesinde bu riskin arttığı gözlemlenmektedir.

Obezite ve sigara mide kanseri oluşma riskini arttırabilir

Mide kanseri, mide hücrelerimizin DNA’sında genetik bir mutasyon (değişiklik) olduğunda oluşmaktadır. DNA, hücrelere ne zaman büyüyeceklerini ve ne zaman öleceklerini söyleyen bir koddur. Mutasyon nedeniyle hücreler hızla büyür ve sonunda ölmek yerine bir tümör oluşturur. Kanser hücreleri sağlıklı diğer organları ele geçirebilir ve vücudumuzun diğer bölgelerine yayılabilir (metastaz). Ailede mide kanseri öyküsü, gastroözofageal reflü, gastrit, mide ülseri veya mide polipleri, meyve ve sebzenin az, yağlı, tuzlu, tütsülenmiş veya salamura yiyeceklerin fazla tüketilmesi sigara ve obezite kanser riskini arttıran önemli faktörlerdir.

Sinsi bir şekilde ilerleyen mide kanserinin bu belirtileri bile geç ortaya çıkabilir

Mide kanseri genellikle erken evrelerde herhangi bir belirti vermez. Hatta mide kanserinin en yaygın erken belirtileri olan açıklanamayan kilo kaybı veya mide ağrısı bile genellikle kanser ilerleyene kadar ortaya çıkmaz. Mide kanserinin en önemli belirtileri şunlardır;

  1. İştahsızlık
  2. Yutma güçlüğü
  3. Yorgunluk veya halsizlik
  4. Bulantı ve kusma
  5. Açıklanamayan kilo kaybı
  6. Mide ekşimesi ve hazımsızlık
  7. Siyah dışkı (dışkı) veya kan kusma
  8. Yemekten sonra şişkinlik veya gaz hissi
  9. Genellikle göbek deliğinizin üzerinde mide ağrısı
  10. Küçük bir öğün veya atıştırmalık yedikten sonra bile tokluk hissi

Sıcak kemoterapi (Hipertermi Tedavisi) mide kanseri tedavi başarısını artırıyor

Tüm kanser türlerinde olduğu gibi mide kanserinde de erken tedavi büyük önem taşımaktadır. Endoskopi mide kanserini teşhis etmek için kullanılan en önemli yöntemdir. Mide kanseri tanısı ile kanserin tipi belirlendikten sonra uygulanacak tedaviye karar verilir. Mide kanseri tedavisi multidisipliner yaklaşımı gerektirmektedir. Uzman ekip çalışması ve tam donanımlı bir hastane ile başarı sağlanabilmektedir. Mide kanseri tedavisinde kansere neden olan tümörün uygun şekilde çıkarılması tedavinin en önemli kısmını oluşturur. Ameliyatla hastanın midesinin bir bölümü ya da tümü alınabilir. Midesinin tümü alınan hastalarda, bağırsaktan yeni mide yapılır ve hasta bundan sonraki yaşamını normal bir şekilde devam ettirebilir. Bu şekilde yaşayan hastalara az ve sık yemeyi gerektiren diyet önerileri sunulur. Bazı hastalarda mide alındıktan sonra kanserin şekline göre doktorun belirlediği şekilde ışın ya da ilaç tedavisi uygulanabilir. Mide kanserinin evresine göre değişiklik gösteren tedaviler sırasında eğer tümör lenf bezlerine sıçramış ise mutlaka kemoterapi uygulanır. Özellikle ikinci evreden başlayan mide kanserinde operasyon öncesi verilen kemoterapi tedavisi, operasyon sonrasındaki etkinliği arttırmak için çok önemlidir. Ayrıca mide kanseri tedavisinde “Hipertermik karın içi kemoterapi ve karın içine basınçlı kemoterapi uygulanması” yöntemleri ile karın içerisine yayılmış kanser hücreleri hedef alınır ve   uygun hastalarda başarılı sonuçlar elde edilir. Sıcak kemoterapi son 20-30 ve basınçlı kemoterapi ise 10 yıldır yatygın olarak uygulanan tedavi yöntemleridir. İlk kez kadın kanserleri üzerinde uygulanan bu yöntemler son dönemlerde kalın bağırsak ve mide kanserlerinde de sık sık uygulanmaktadır. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Alzheimer Genç Yaşta Başlarsa Ne Olur?

Genç yaşta başlayan Alzheimer daha agresif olabilir! Fiziksel aktivite ve diyet seçimleri genç yaşta Alzheimer riskini düşürebilir!  

Genç yaşta başlayan Alzheimer daha agresif olabilir! Fiziksel aktivite ve diyet seçimleri genç yaşta Alzheimer riskini düşürebilir!

Genç yaşta başlayan Alzheimer hastalığını, genellikle 65 yaşından önce başlayan ve genetik faktörlerin rol oynadığı bir Alzheimer hastalığı formu olarak tanımlayan uzmanlar, genç yaşta başlayan hastalığın, Alzheimer’ın klasik belirtilerinin erken yaşta görülmesine ve daha hızlı ilerlemesine neden olduğunu söylüyor.  Bazı nadir vakalarda 30’lu yaşlarda belirtilerin görülebildiğine dikkat çeken Nöroloji Uzman Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Tanı anında daha az bilişsel bozukluğa sahip olsalar da, çalışmalar genç başlangıçlı Alzheimer hastalığıyla yaşayanların beyinlerinde daha hızlı değişiklikler olduğunu göstermiştir. Bu, durumun geç başlangıçlı Alzheimer hastalığından daha agresif olabileceğini gösterir.” dedi. Prof. Dr. Sultan Tarlacı ayrıca bazı araştırmalara göre, genetik olarak Alzheimer riski altında olanların daha aktif olarak ve beslenme şekline dikkat ederek genç yaşta Alzheimer hastalığına yakalanma riskini düşürebileceklerini ifade etti. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzman Prof. Dr. Sultan Tarlacı, genç yaşta başlayan Alzheimer hakkında bilgi verdi.

ALZHEİMER TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ ? 

Dikkat azlığı ve mekânsal farkındalıkta azalma genç yaşta başlayan Alzheimer’ın ilk belirtileri olabilir!

Genç yaşta başlayan Alzheimer hastalığı hakkında bilgi birikimi artmış olsa da, bu hastalığın altında yatan mekanizmalar hakkında hâlâ birçok soru olduğuna işaret eden Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Genç yaşta Alzheimer hastalığı, genellikle 65 yaşından önce başlayan ve genetik faktörlerin rol oynadığı bir Alzheimer hastalığı formudur. Bu hastalık, Alzheimer’ın klasik belirtilerine erken yaşta yol açar ve genellikle daha hızlı ilerler.” diye konuştu.  Takip ettikleri Alzheimer hastaları arasında şu anda 44 yaşında bir kadın hasta olduğunu dile getiren Prof. Dr. Sultan Tarlacı, şöyle devam etti,  “40 yaşlarında başlamış ve oldukça yıkıcı bir duruma gelmiş. Öncelikle belirtiler çok daha erken başlayabilir. Bazı nadir vakalarda 30 kadar erken yaşlarda bile görülebilir, ancak genellikle 50-64 yaşları arasında teşhis edilir. Alzheimer hastalığı olan kişilerde hastalığın ilk belirtisi olarak hafıza kaybı sıklıkla görülürken, genç yaşta başlayan Alzheimer hastalığı olan kişilerde daha az dikkat, el hareketlerini taklit etme becerisinde azalma ve mekânsal farkındalıkta azalma gibi başka belirtiler de görülme eğilimi vardır. Araştırmalar, duyusal ve hareketle ilgili bilgileri işlemekle görevli beyin bölgelerinin (parietal korteks olarak adlandırılır) daha fazla hasar belirtisi gösterdiğini bulmuştur. Ayrıca, öğrenme ve hafızada önemli bir beyin bölgesi olan hipokampüste geç başlangıçlı Alzheimer’a kıyasla daha az hasar vardır”

Genç başlangıçlı Alzheimer hastalarının beyinlerinde daha hızlı değişiklikler oluyor… 

“Tanı anında daha az bilişsel bozukluğa sahip olsalar da, çalışmalar genç başlangıçlı Alzheimer hastalığıyla yaşayanların beyinlerinde daha hızlı değişiklikler olduğunu göstermiştir.” diyen Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Bu, durumun geç başlangıçlı Alzheimer hastalığından daha agresif olabileceğini gösterir. Ayrıca erken başlangıçlı Alzheimer hastalığı olan kişilerin geç başlangıçlı olanlara göre yaklaşık iki yıl daha kısa bir yaşam beklentisine sahip olmalarının nedenini de açıklayabilir” dedi.

Daha sağlıklı bir yaşam tarzıyla hastalığa karşı dayanıklılık güçlendirilebilir…

Demans aile geçmişi olan veya riskleri konusunda endişe duyan kişilere genetik test yaptırabileceğine değinen Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Bu, hatalı genlerin varlığını doğrulayacaktır. Bu testler, semptomlar gösterenler veya gelecekteki prognozlarını bilmek isteyenler için yapılabilir” şeklinde konuştu. Bazı araştırmaların, daha fazla risk altında olan kişilerin, genetiği değiştirmek mümkün olmasa da, daha sağlıklı bir yaşam tarzıyla hastalığa karşı dayanıklılığını güçlendirebileceği fikrini desteklediğine dikkat çeken Prof. Dr. Sultan Tarlacı, şöyle devam etti, “Bir çalışma , genetik olarak erken başlangıçlı Alzheimer’a yatkın olan kişilerin haftada iki buçuk saatten fazla egzersiz yaptıklarında, fiziksel olarak daha az aktif olanlara göre hafıza testlerinde daha iyi puan aldıklarını buldu. Daha aktif olmanın yanı sıra, diyet seçimleri genç yaşta Alzheimer riskini de düşürebilir. Yüksek düzeyde sebze, kuru meyve ve çikolata tüketen kişiler daha düşük riske sahiptir. Genç demanslarda depresyon sıktır ve tedavi edilmelidir. Bilişsel rehabilitasyon programları, hastaların bellek ve diğer bilişsel işlevlerini güçlendirmeyi hedefler. Bu programlar genellikle özel egzersizler ve stratejiler içerir. Hastalar ve aile üyeleri için destek grupları, psikolojik danışmanlık ve eğitim programları, hastalığın duygusal ve sosyal yönleriyle başa çıkmalarına yardımcı olabilir. Düzenli fiziksel egzersiz, genel sağlık durumunu iyileştirebilir ve bilişsel fonksiyonları destekleyebilir. Ayrıca, egzersiz sosyal etkileşimi teşvik edebilir. İlaçlar tek başına, hafıza ve bilişsel işlevlerin korunmasına yardımcı olabilir, ancak genellikle hastalığın ilerlemesini durdurmazlar. Etkileri kişiden kişiye değişebilir”

On vakadan birinin sorumlusu genetik… 

Genç yaşta ortaya çıkan Alzheimer hastalığının risk faktörleri ile geç yaşta ortaya çıkan Alzheimer hastalığının risk faktörlerinin benzer olduğunun altını çizen Prof. Dr. Sultan Tarlacı, sözlerini şöyle tamamladı: “Genç başlangıçlı Alzheimer hastalığının yaklaşık on vakasından birinde genetiğin rol oynadığı biliniyor. Şimdiye kadar, üç gen ( APP, PSEN1 ve PSEN2 ) genç başlangıçlı Alzheimer hastalığıyla ilişkilendirilmiştir. Genç Alzheimer hastalarının genetik özellikleri ve hastalığın biyolojik mekanizmaları üzerine yapılan araştırmalar, tedavi stratejilerinin kişiselleştirilmesine ve hedeflenmesine olanak tanıyabilir. Özellikle genetik mutasyonları hedefleyen tedavi yöntemleri geliştirilmesine katkıda bulunabilir. Genç yaşta Alzheimer hastalığının patofizyolojik mekanizmalarını anlamak, Alzheimer hastalığının genel patofizyolojisini daha iyi kavrayabilmemizi sağlar. Bu bilgi, hastalığın erken dönemlerini, ilerleyişini ve nasıl önlenebileceğini anlamak için önemli olabilir” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Biyopsi ile Erken Tanı Tiroid Kanserinde Hayat Kurtarabilir

Biyopsi ile erken tanı, tiroit kanserinde hayat kurtarabilir. Uzmanlar, tiroit kanserinin erken tanı ile iyi bir şekilde tedavi edilebileceğini açıkladı.

Biyopsi ile erken tanı, tiroit kanserinde hayat kurtarabilir. Uzmanlar, tiroit kanserinin erken tanı ile iyi bir şekilde tedavi edilebileceğini açıkladı.

Tiroit hastalıkları içinde tiroit kanserinin, son yıllarda hızla artarak en sık görülen ilk 5 kanserden biri olduğunu belirten Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Faruk Kutlutürk, “Tiroit kanserlerine biyopsi ile erken tanı konulabilmesi, hastalığın en iyi tedavi edilebilen kanser türleri arasına girmesine sebep olmuştur” dedi.  Kutlutürk, tiroit hastalıkları tanısında kullanılan tanı yöntemlerinden tiroit biyopsisi hakkında bilgilendirmede bulundu.

Troid En Çok Görülen 5 Kanser İçinde

Tiroit hastalıklarının oldukça sık görülmekte olup toplumda neredeyse her üç kişiden birini etkilediğine değinen Prof. Dr. Kutlutürk, “Tiroit hastalıkları içinde tiroit kanseri, son yıllarda hızla artarak en sık görülen ilk 5 kanserden biri olmuştur. Tiroit kanseri tanısı konulan hastaların artmasında radyasyona maruziyet gibi etkenler olduğu kabul edilmekle birlikte ultrasonografi gibi görüntüleme tekniklerinin yaygın kullanımı ve tiroit biyopsi uygulamalarının yaygınlaşması da etkili olmuştur” diye konuştu.

Triod Kanseri Erken Belirti Vermeyebilir

Tiroit kanserlerinin çoğunlukla tesadüfen tespit edildiğini söyleyen Prof. Dr. Kutlutürk, “Nadir görülen bazı formları (anaplastik, medüller tiroit kanseri gibi) hariç tiroit kanserlerinin çoğu hızlı büyümez ve erken belirti vermez. Tiroit kanserlerinin erken belirti vermemesi, sessizce büyümesine ve bir süre sonra da kitle etkisine bağlı olarak nefes darlığı, çarpıntı, daralma hissi gibi şikâyetlerin ortaya çıkmasına neden olur” dedi.

İyot Eksikliği, Radyasyon ve Genetik Faktörler Etkili

Risk faktörlerinden bahseden Prof. Dr. Kutlutürk, “Tiroit kanseri risk faktörleri arasında radyasyona maruziyet (Çernobil gibi), tiroit bölgesine radyasyon uygulanması, iyot eksikliği, ailesel yatkınlık ve genetik faktörler sayılabilir. Tiroit kanseri tanısı tespit edilen nodüllere biyopsi yapılması ile konulur. Tiroit nodülleri, tiroit bezi içerisinde tespit edilen büyüklükleri, sayıları, karakterleri farklı (solid/kistik, hipo/hiperekoik, şekli) iyi ve kötü huylu olabilen oluşumlardır. Tiroit nodüllerinin yüzde 90’ından fazlası iyi huyludur. Biyopsi ile nodülün iyi huylu olduğunun anlaşılmasıyla gereksiz ameliyatlar önlenir” diye konuştu.

Erken Tanı Önemli 

Tiroit biyopsisinin, poliklinik veya servis ortamında ultrasonografi eşliğinde yapıldığını aktaran Prof. Dr. Kutlutürk, “Ultrasonografi eşliğinde tiroit biyopsisi; şüpheli nodülden örnek alınmasına olanak sağlar ve kanama gibi istenmeyen durumların oluşmasını önler. Biyopsi sonrası hasta günlük aktivitelerine devam edebilmektedir. Tiroit biyopsisi sonrası alınan materyal patoloji uzmanları tarafından değerlendirmektedir. Biyopsi sonucunda patoloji raporu iyi huylu, şüpheli, kuvvetli kanser şüphesi veya kanser olarak gelebilir” dedi. Tiroit kanserlerine biyopsi ile erken tanı konulabilmesinin, hastalığın en iyi tedavi edilebilen kanser türleri arasına girmesine sebep olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Kutlutürk, “Biyopsi ile erken tanı konulan ve etkili tedavi yapılan tiroit kanseri hastaları hayatlarına sağlıklı olarak devam edebilmektedir. Boyun bölgesinde ağrı, şişlik, nefes darlığı, ses kısıklığı, yutkunma güçlüğü olan hastalar tiroit açısından değerlendirilmeli ve nodül tespit edildiğinde biyopsi ile tanı ve tedavisi düzenlenmelidir” dedi. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)