İşimiz Çoktan Bitti Demeyin: Olası Bir Uçak Kazasından Sağ Kurtulmaya Çalışmak İçin Neler Yapabilirsiniz?

Havacılık tarihi, birçok insanın hayatını kaybettiği çeşitli uçak kazaları ile doludur. Ancak olası bir felakette sağ kurtulmayı başaranlar da elbette vardır. Peki olası bir uçak kazasından kurtulmak için neler yapabiliriz?

“Uçak düştüğü an, işimiz zaten bitti!” diye düşünüyor olabilirsiniz ancak yanıldığınızı söylemek isteriz. Çünkü bu sırada yapabileceğiniz şeyler gerçekten var.

Gelin, sağ kurtulmak için neler yapabiliriz bir bakalım.

Özellikle iniş ve kalkış anlarında koltuğunuzun dik konumda olması, hayatınızı kurtarabilir.

Çünkü uçak kazaları en çok iniş ve kalkış zamanlarında meydana gelir. Bu anlarda uçakta görevli personel tarafından yapılan “Koltuklarınızı dik pozisyona getirin” uyarısına kulak vermeniz, olası bir uçak kazası anında sizi hayata bağlayabilir. 

Ayrıca pek çok insana göre stresli bir uçak yolculuğunu kaygısız atlatmanın en kolay yolu uyumaktır. Fakat uzmanlar, özellikle iniş ve kalkış esnasında olası bir kazaya karşı uyanık olmanızı önerir.

Eğer “Ben uyumadan uçamam” diyenlerdenseniz, uyurken dahi pencerelerin panjurlarının açık olduğundan emin olmalısınız. Çünkü önemsiz gibi görünen bu detay, muhtemel bir uçak kazası esnasında ve sonrasında zannettiğinizden çok daha önemli hâle gelebilir.

Söz konusu uçak kazaları olduğunda görmenin ve hızın ne denli önemli olduğunu söylemeye aslında pek de gerek yok.

Uçak pencerelerinin panjurlarının açık olması, kazadan sonra dışarıdaki ortamı görmenizi sağlar. Böylece nerede olduğunuzu tespit etmeniz kolaylaşır ve ne yapmanız, nasıl davranmanız gerektiği hakkında daha iyi akıl yürütebilirsiniz. 

Ayrıca koltuğunuzu uçağın arka kısımlarından seçmek, hayatta kalma şansınızı artırabilir. Aslında bir uçakta hangi koltuğun daha güvenli olduğu oldukça tartışmalı bir konudur. Bazı uzmanlar olası bir kazada nerede oturduğunuzun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini ifade ederken bazıları arka kısımlarda oturmanın önemine işaret eder.

Yapılan bir araştırmaya göre de arka koltuklarda oturan yolcuların, bir kaza anında hayatta kalma ihtimali %40 daha fazladır. Hatta bu ihtimalin %72’lere çıktığını ileri süren farklı araştırmalar da mevcut.

Uçak görevlilerinin talimatlarını dinlemek, sizi ciddi anlamda hayata bağlayabilir. 

Özellikle güvenlik talimatlarından bahsediliyorken. Görevliler tarafından kalkıştan önce anlatılan güvenlik talimatlarını ezberlemiş olsanız bile o anda mutlaka bir kez daha dinlemenizde fayda var.

Çünkü kaza anında veya sonrasında, görevliler tarafından size iletilen talimatları algılayamamanız ve bu sebeple yerine getirememeniz son derece olasıdır. Artan stres ve panik, buna engel olur. Bu sebeple bir kaza sırasında ne yapmanız ve ne yapmamanız gerektiğini bilmek, hayatta kalabilmek için büyük önem taşır.

Uçak görevlilerinin talimatları kadar, uçaklarda bulunan güvenlik kartlarını incelemek de önemlidir. Bu kartlar, oradaki hayati bilgilerin en basit ve en anlaşılır şekilde aktarılabilmesi için özel olarak tasarlanır. 

Özetle tüm bunlar, olası bir uçak kazası durumunda sizi hayata bağlayabilecek talimatlardır. 

Kaynaklar: BBC, Grunge

Ağız ve Diş Bakımımızın Vazgeçilmezi Olan Ağız Bakım Suları Sandığımız Kadar Masum Değil mi? (Kaş Yaparken Göz Çıkarabilir)

Ağız ve diş sağlığımız, tıpkı vücut sağlığımız gibi oldukça önemli ve dikkat edilmesi gereken bir konu. Ağız bakımımızı düzenli olarak yaptığımız sürece, bakteri ve çürüklerle ilgili bir problemi de kolay kolay yaşamayız. Bu bakıma destek olarak bir de ağız bakım suları var.

Hepimizin kullandığı bu sular, aslında fazla kullanımda o kadar da sağlıklı olmaktan çıkıyor.

Ağzınızın içindeki bakterileri yok edeceğim diye yanlışlıkla tam tersini uyguluyor olmayasınız?

Taze ve sağlıklı bir nefes için ağız bakım suları, bakımlarımızın ilk sırasında yer alıyor.

Herkes ferah bir nefesi olsun ister. Bunun için de günlük ağız ve diş bakımımızı sağlamak yeterli olmayabiliyor. Takviye olarak kullandığımız “gargara” olarak da bilinen ağız bakım suları, imdadımıza yetişiyor. Ancak ufak bir sorunu da beraberinde getiriyor.

Ağız mikrobiyomu, ağız sağlığının korunmasında kritik bir rol oynuyor. Ağızda bulunan faydalı bakteriler, zararlı bakterilerin çoğalmasını engelleyerek florayı dengede tutuyor.

Fakat antibakteriyel ağız gargaralarının kullanımı, bu dengeyi tehdit ediyor.

Bu sular, yalnızca zararlı bakterileri değil; aynı zamanda ağzımızın içinde bulunan faydalı bakterileri de hedef alarak zararlı mikroorganizmaların çoğalmasına neden olabiliyor. Çünkü bu bakım sularının amacı, ağızda bulunan bakterileri yok etmeye dayanıyor.

Genellikle alkol, klorheksidin ve triklosan gibi antibakteriyel bileşenler içeren bu bakım suları, bakterilerin hücre zarını bozarak yok olmalarına yol açıyor. Bu iyi bir şey gibi görünebilir ancak bu işlemin sonucunda ağız florasındaki faydalı bakterilerin de zarar görmesi, florada dengesizliğe neden olabiliyor.

Dengenin bozulması demek, iltihap ve enfeksiyon riski demek.

Özellikle klorheksidin içeren gargaralar, uzun süreli kullanımda ağızda kahverengi lekeler, tat değişiklikleri ve diş eti tahrişi gibi yan etkilere yol açabiliyor. Alkol bazlı gargaralar da ağız kuruluğuna neden olup ağız içi dokuların hassasiyetini artırabiliyor.

Üstelik bu bakım sularının uzun süreli kullanımı, vücudun doğal mikrobiyotasını etkileyerek vücudun bağışıklık sistemini de bozabilir. O yüzden kullanım sıklığını kontrol etmek, bu noktada en azından riskleri minimuma indirmeye yardımcı olacaktır.

Kaynaklar: Prof. Dr. Derya Uludüz

BYD’den Sonra Chery de Çok Yakında Türkiye’ye Yatırım Yapıp Fabrika Açabilir! Cumhurbaşkanı ile Görüşüldü

Chery International Başkanı Zhang Guibingi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Çok yakında BYD’den sonra Chery’nin de Türkiye’ye yatırım yaptığını görebiliriz.

Dünyanın en büyük otomobil üreticilerinden olan BYD, yakın zamanda Türkiye’ye dev bir yatırım yapacağını ve fabrika açacağını duyurmuştu. Bu yatırım değerinin ise 1 milyar dolar civarında olacağı belirtilmişti. BYD’nin ardından diğer Çinli markaların da ülkemize yatırımla gelebileceği konuşuluyordu.

Bunlardan biri de ülkemize döndüğünden beri oldukça popüler olan Chery idi. Şirketin Türkiye’de fabrika kurabileceği söylentileri dolaşırken dün önemli bir görüşme gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Chery International Başkanı ile görüştü

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Chery International Başkanı Zhang Guibingi’yi ofisinde kabul etti. Basına kapalı olarak gerçekleştirilen görüşmede Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır’ın da olduğu aktarıldı.

Görüşmenin detayları hakkında bir bilgi bulunmuyor. Ancak tüm iddialar, Türkiye’ye yapılacak bir yatırımla ilgili olduğunu gösteriyor. Yakında Chery’nin de ülkemize fabrika kuracağını duyabiliriz. Şirketin AB’den Çinli üreticilere yönelik ek vergi kararı sonrası İspanya’da planladığı fabrikasını 1 yıl ertelediği söyleniyordu. Eğer hem bu hem Türkiye yatırımı doğru çıkarsa Avrupa’daki ilk fabrikasını burada görebiliriz.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Kacır’ın da yakın zamanda yaptığı açıklamalarda MG ve Chery ile görüşmeler hâlinde olduklarını ifade ettiğini belirtelim. Bu da yatırımın yakında gelebileceği ihtimalini güçlendiriyor.

Yazın Diyet Yapanlar Seri Üzgün: Kışın Daha Fazla Yemek Yeme İsteğimizin Altındaki Sebepleri Açıklıyoruz

Soğuk havalar bastırınca kendinizi birdenbire daha sık aç hissediyor musunuz? Ya da kış aylarında canınız daha çok karbonhidratlı ve kalorili yiyecekler mi çekiyor? Eğer cevabınız “evet” ise, yalnız değilsiniz!

Kış aylarında daha fazla yemek yeme isteği, çoğumuzun ortak bir deneyimi. Peki, bu isteğin altında yatan nedenler ne?

Neden soğuk havalarda buzdolabını daha sık ziyaret ediyoruz?

Vücut ısısını korumak için enerji ihtiyacımız var.

Kış aylarında havalar soğuduğunda, vücudumuzun temel bir görevi var: iç ısısını korumak. Vücut, sabit bir sıcaklıkta kalabilmek için daha fazla enerji harcıyor ve bu da enerji ihtiyacımızı arttırıyor. Özellikle dışarıda uzun süre vakit geçiriyorsanız, vücut daha fazla kalori yakıyor ve bu kaybı telafi etmek için sw yemek yeme isteği artıyor.

Bilimsel araştırmalar, soğuk havalarda vücut ısısını korumanın metabolizmayı hızlandırabileceğini ve dolayısıyla daha fazla enerji gereksinimine yol açabileceğini gösteriyor.

Bu süreçte karbonhidrat ve yağ gibi enerji kaynaklarına daha çok ihtiyaç duyuluyor. Vücut, özellikle yağ depolamayı tetikleyerek uzun vadede soğuğa karşı korunmayı amaçlıyor. Bu da bizi daha çok yemek yemeye yönlendiriyor.

Güneş ışığının azalması ve serotonin seviyesi de etkili.

Kışın günlerin kısalması ve güneş ışığının azalması, ruh hâlimizi de etkiliyor. Güneş ışığı, serotonin adı verilen mutluluk hormonunun üretimini destekliyor ancak kış aylarında güneş ışığından yeterince yararlanamıyoruz.

Sonuç olarak, serotonin seviyeleri düşüyor ve bu durum, bazı kişilerde mod düşüklüğüne ve hatta “kış depresyonu” olarak bilinen mevsimsel duygudurum bozukluğuna yol açabiliyor.

Serotonin seviyeleri düştüğünde ise beynimiz bu açığı kapatmak için karbonhidrat isteğiyle devreye giriyor. Karbonhidratlar, beyinde serotonin üretimini artıran bir etki yaptığından özellikle kış aylarında daha fazla makarna, ekmek ve tatlı gibi karbonhidratlı yiyeceklere yöneliyoruz.

Kısacası beynimiz, modumuzu iyileştirmek için bu yiyecekleri âdeta bir ilaç gibi görüyor.

Evrimsel adaptasyona bağlı yağ depolama eğilimimiz var.

İnsanlık tarihine baktığımızda, kış ayları tarihsel olarak kıtlık ve zor yaşam koşullarıyla ilişkilendiriliyor. Evrimsel süreçte atalarımız, kışın hayatta kalmak için vücutlarında yağ depolama eğilimine girmişti.

Soğuk aylarda da enerjiye daha fazla ihtiyaç duyulduğu için insan vücudu bu dönemlerde daha fazla yağ biriktirip enerji depolamaya programlanmış durumda.

Evrimsel adaptasyon, modern dünyada da etkisini sürdürüyor. Günümüzde market rafları dolu olsa bile vücudumuzun eski alışkanlıklarını bırakması kolay olmuyor.

Kışın daha fazla kalori alma eğilimi, belki de atalarımızın zor koşullara hazırlık içgüdüsünün bir yansımasıdır.

Sosyal ve kültürel faktörleri de göz önüne almak lazım.

Yazın sıcağında özellikle yemekli organizasyonları azaltabiliyoruz. Yapsak bile zaten yenilenler daha fresh yiyecekler oluyor. Ama soğuk günlerde evde daha fazla vakit geçirdiğimiz için aile ve arkadaşlarla yapılan yemekli buluşmalar da artıyor.

Kültürel olarak sıcak yemekler, çorbalar ve bol kalorili yiyecekler de kışın vazgeçilmezi hâlinde.

Hatta bazı yiyeceklerin sıcak ve doyurucu olması psikolojik bir rahatlama sağlayarak duygusal yeme davranışlarını da tetikleyebiliyor.

Fiziksel aktivite azalıyor.

Kış aylarında hava koşulları genellikle spor yapmayı da zorlaştırıyor. Soğuk, yağmur, kar derken açık havada yapılan yürüyüşler ya da spor aktiviteleri azalıyor.

Bu da daha az enerji yakmamıza ve buna bağlı olarak metabolizmamızın biraz yavaşlamasına neden oluyor. Bu dönemde hareketsiz kalmak da yemek yeme isteğimizi artıran bir diğer faktör.

Evde geçirilen uzun saatler geçirip hele bir de televizyon karşısına geçtik mi atıştırmalıklarla vakit geçirme isteğimiz de artıyor. Daha az hareket ettiğimiz için de enerjimizi harcayamıyoruz ve böylelikle alınan kaloriler vücutta depolanıyor.

Tüm bunlara rağmen dengeli ve sağlıklı beslenmeye özen gösterirseniz, kışın tadını çıkarırken formda kalmanız da mümkün.

Keyifli ve sağlıklı bir kış dileğiyle!

Kaynaklar: WebMD, Everyday Health, The University of Queensland, The Guardian

 

Death Stranding 2’den Yeni Görüntüler Paylaşıldı: Ağzınızı Açık Bırakacak Fotoğraf Moduyla Gelecek [Video]

Hideo Kojima, Tokyo Game Show kapsamında Death Stranding 2: On the Beach’ten yeni görüntüler paylaştı. Oyunun “Fotoğraf Modu”, izleyenlerin ağzını açık bıraktı.

Efsane oyun tasarımcısı Hideo Kojima’nın imzasını taşıyan Death Stranding’in devam oyunu geçtiğimiz yıllarda resmen duyurulmuştu. Death Stranding 2: On the Beach ismini alacak yapımın resmî çıkış tarihi olmasa da 2025 içinde piyasaya sürülmesi bekleniyordu.

Death Stranding 2’den şu ana kadar öyle çok fazla detay görmemiştik. Ancak şu anda devam eden Tokyo Game Show kapsamında nihayet oyundan yeni görüntüler ve bilgiler geldi. Paylaşılan görüntüler, bekleyenlerin heyecanının iyice artırdı.

Oyunun hayran bırakacak gerçekçi bir “Fotoğraf Modu” olacak

Kojima, Death Stranding 2’den birçok görüntüyü bizlerle buluşturdu. Bunlardan şüphesiz en çok dikkat çekeni, oyunda fotoğraflar çekmenizi sağlayan “Fotoğraf Modu” idi. Paylaşılan videoda, modun hem çok yaratıcı hem de etkileyici olduğu görüldü.

Videoya baktığımızda fotoğraf çekilmeye çalışıldığında karakterlerin kendi kendine poz verdiklerini görebiliyoruz. Elle Fanning ve Lea Seydoux’nun karakterleri, fotoğraf çekerken dans edip komik pozlar verebiliyorlar. Sonuç olarak da ortaya gerçek hayatta çekilmiş gibi fotoğraflar çıkıyor.

Tabii ki tek paylaşılan görüntü bu değil. Kojima, karakterlere detaylı bakış atmamızı sağlayan videoları da bizlerle buluşturdu. Aşağıdan Death Stranding 2: On the Beach’ten gelen tüm videoları görebilirsiniz. Tokyo Game Show’da gösterildiği için çoğu video Japonca. Ancak yine de oyun hakkında fikir edinmemizi sağlayabiliyorlar.

Efsane yöntemen George Miller’ın canlandırdığı Tarman karakterine ilk bakış:

Elle Fanning ve Shioli Kutsuna’nın hayat verdiği “Tomorrow” ve “Rainy” karakterleri ise böyle gözükecek:

Nicolas Winding Refn’in oynadığı Heartman için paylaşılan video ise şu şekilde:

Calvin Klein’ın Jeremy Allen White ile Yaptığı Kampanya, Neden Bugüne Kadar Yaptığı En Başarılı Kampanyalar Arasında Anılıyor?

Calvin Klein, yıllardır çarpıcı ve zaman zaman tartışmalı reklam kampanyalarıyla tanınan bir marka. Ancak markanın Jeremy Allen White ile yaptığı kampanya, markanın en başarılı kampanyaları arasında anılıyor. Sebebini bu içerikte anlatıyoruz.

Calvin Klein’ın, The Bear dizisinin yıldızı Jeremy Allen White ile yaptığı 2024 İlkbahar kampanyası, markanın tarihindeki en başarılı pazarlama kampanyalarından biri olarak kabul ediliyor.

Peki, bu kampanyayı böylesine büyük bir başarıya ulaştıran faktörler nelerdi? Bu sorunun yanıtı, kampanyada yer alan ünlünün çekiciliği ya da popülerliğine dayanmıyor.

Kampanyanın başarısı, birçok ince düşünülmüş stratejinin bütünüyle ortaya çıktı.

Aslında bu başarı, zamanlama, stratejik içerik, Jeremy Allen White’ın popülaritesi ve Calvin Klein’ın marka imajını güçlendiren ince dokunuşların bir bütünü.

Kampanyanın en önemli başarı faktörlerinden biri, Jeremy Allen White’ın popülerliğinin zirvesinde yer aldığı bir dönemde piyasaya sürülmesiydi.

White, “The Bear” dizisindeki rolüyle büyük bir hayran kitlesi oluşturmuş, özellikle genç ve modern erkek izleyicilerle duygusal bir bağ kurmuştu.

Calvin Klein, bu popülariteyi ustalıkla kullanarak White’ın hem fiziksel cazibesini hem de tüketicilerle kurduğu duygusal bağı kampanyanın merkezine yerleştirdi.

Kampanyanın, White’ın Altın Küre ve Emmy ödüllerini kazandığı dönemde yayınlanması da Calvin Klein’in onunla yaptığı iş birliğini daha da görünür hâle getirdi.

Kampanyanın tam da White’ın kariyerindeki bu zirve anında piyasaya sürülmesi, sosyal medya etkileşimlerinin patlamasına neden oldu ve kampanya yalnızca 48 saat içinde 10 milyon dolarlık medya etkisi değeri üreterek müthiş bir başarıya imza attı.

Ek olarak, Jeremy Allen White ile yapılan bu kampanya, sadece estetik bir gösteriden ibaret değildi.

Klasik moda kampanyalarının Aksine, White mükemmel bir figür olarak sunulmadı.

Kampanyada hem fiziksel çekiciliğiyle dikkat çekti hem de “The Bear” karakteriyle özdeşleşen, mücadele eden, gerçekçi bir insan portresi çizdi.

Bu, izleyicilerde derin bir bağ oluşmasına sebep oldu ve kampanyanın görsel çekiciliğini daha etkili hale getirdi.

Tüm bu faktörlerin birleşimiyle, kampanya sosyal medyada hızla viral oldu.

TikTok’ta birçok kullanıcı reklamdan ilham alarak içerikler üretti ve bu da Calvin Klein’ın daha da geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.

Kampanyanın sosyal medya platformlarında bu kadar büyük yankı uyandırması, markanın dijital pazarlama stratejilerinin başarısını gösterdi.

 İlk 48 saatte 10,4 milyon dolarlık bir etki yaratan kampanya toplamda 74 milyon dolarlık bir medya etkisi değeri yaratmayı başardı.

Kampanyanın sadece medya etkisiyle kalmadı ve satışlarda %30’luk bir artış yaratarak ticari bir başarıya da dönüştü

Sonuç olarak, Calvin Klein’ın Jeremy Allen White ile yaptığı bu kampanya popülarite, zamanlama, strateji ve tüketici bağlantısının mükemmel bir birleşimi sayesinde en yüksek medya etkisi yaratan kampanyalardan biri olmayı başaran büyük bir başarı olarak nitelendiriliyor.

Kaynak: Fashion Dive, NY Times

”Ne Alaka?” Diyebilirsiniz: Tutkunun Mutluluğumuz Üzerinde Oldukça Büyük Bir Etkisi Olduğunu Gösteren Çarpıcı Araştırma

Mutluluğumuzun ardındaki gizemli etmenler sizce neler olabilir? Örneğin tutku mutluluğumuz üzerinde önemli bir rol oynuyor olabilir mi? Bu konuda yapılan bilimsel bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşıyoruz.

2024 yılında yayımlanan “Who’s the Happiest and Why? The role of passion and self-regulation in psychological well-being” (En Mutlu Kim ve Neden? Psikolojik refahta tutku ve öz düzenlemenin rolü) isimli güncel bir çalışma dikkat çekici sonuçlara ulaştı.

Yapılan araştırma, mutluluğu en yüksek seviyede yaşayan bireylerin hayatlarında hangi faktörlerin ön plana çıktığını tespit etmeyi amaçlıyor.

Bulgulara geçmeden önce araştırmanın metodolojisini incelemekte fayda var.

Araştırma kapsamında beş farklı çalışma yürütülüyor.

İlk iki çalışmada bireylerin farklı yaşam alanlarında (akademik çalışmalar, hobiler, romantik ilişkiler ve arkadaşlıklar) ne kadar tutkulu oldukları ve bunun mutluluklarına nasıl katkı sağladığı inceleniyor.

Sonraki çalışmalardaysa, duyguların bu süreçte nasıl bir aracı rol oynadığı ve bireylerin yaşamlarındaki farklı motivasyonların mutlulukları üzerindeki etkileri inceleniyor.

Bu bağlamda, araştırma uyumlu ve takıntılı tutku olmak üzere tutkunun iki türünün bireylerin psikolojik iyi oluşları ve mutluluk seviyeleri üzerindeki etkisini inceliyor.

İlk çalışmada 260 katılımcı, diğer çalışmalardaysa toplamda yaklaşık 1700 katılımcı araştırmaya dahil ediliyor.

Katılımcıların, yaşları 18 ile 25 arasında değişen Amerika ve Kanadalı üniversite öğrencilerinden oluştuğu ifade ediliyor.

Şimdi bulguları incelemeye hazırız. Sonuçlar tutkulu bireylerin yaşamın farklı alanlarında daha mutlu olduklarını gösteriyor.

Uyumlu bir tutkuya sahip bireylerim yaşamın akademik, sosyal ve romantik olmak üzere çeşitli alanlarında daha yüksek mutluluk seviyelerine sahip olduğu görülüyor.

Araştırmacılar bu durumu, uyumlu tutkunun, bireylerin sevdikleri aktivitelere tamamen odaklanmalarını ve bu aktivitelerden keyif almalarını sağlaması şeklinde yorumluyor.

Takıntılı tutkuya sahip bireylerinse, zaman zaman mutluluk bildirseler de genel olarak daha yüksek stres ve olumsuz duygular yaşadıkları gözlemleniyor.

Yani, takıntılı tutkunun bireylerin sevdiği aktivitelerden bile stres ve baskı hissetmelerine yol açarak mutluluğu olumsuz etkilediği belirtiliyor.

Olumlu duygularınsa, bireylerin tutku seviyeleri ile mutlulukları arasındaki bağı güçlendiren önemli bir aracı rolü oynadığı görülüyor.

Uyumlu tutkunun olumlu duyguları arttırdığı ve bu duyguların da uzun vadede bireylerin mutluluklarını pekiştirdiği yorumu yapılıyor.

Özetle, incelediğimi araştırma bireylerin mutluluk düzeylerinin yaşamlarındaki tutku ve motivasyon biçimlerinden büyük ölçüde etkilendiğini ortaya koyuyor.

Tabii her bilimsel araştırmada olduğu gibi bu araştırmanın da bazı kısıtları olabileceğini ve kendi örneklemi kapsamında genelleştirmenin doğru olacağını hatırlatarak içeriğimize bir nokta koyalım.

Kaynak: Motivation and Emotion

Yenilenen Cupra Leon, Agresif Tasarımı ve Dikkat Çeken Özellikleriyle Türkiye’de Satışa Sunuldu: İşte Fiyatı

Cupra, makyajlanan Leon modelini Türkiye’de satışa sundu. İşte fiyatı ve özellikleri.

Türkiye’de günden güne daha da popüler hâle gelen Cupra, geçtiğimiz aylarda 2024 Leon modelini tanıtmıştı. Makyajlanan araç, hem tasarım hem de özellikleri açısından önemli değişikliklere uğramıştı.

Şimdi ise 2024 Cupra Leon Türkiye’de satışa sunuldu. Peki aracın fiyatı ne kadar? Nasıl özellikleri var? Gelin tüm bu soruların yanıtlarına bakalım.

2024 Cupra Leon fiyatı

Versiyon Fiyatı
1.5 eTSI (mHEV) 150 PS DSG 1.860.000 TL
1.5 eTSI (mHEV) 150 PS DSG VZ-Line 2.125.000 TL
VZ 2.0 TSI 300 PS DSG 3.650.000 TL

*İlk 2 versiyonda lansmana özel fiyatlar eklendi. Normal fiyatları sırasıyla 135 bin ve 125 bin TL daha fazla.

2024 Cupra Leon neler sunuyor?

Hatchback gövde tipindeki araç, tasarım bakımından önemli yenilikler taşıyor. Artık daha sportif ve agresif bir görünüme sahip olduğunu söylememiz mümkün. İlk kez Tavascan’da gördüğümüz ve aynı zamanda Formentor’da da kullanılan Matrix LED farlar bu araçta da karşımıza çıkıyor. Hava girişi ve ön panjurunun da yenilendiğini görebiliyoruz. Üçgen şekilli far tasarımları, 18 ve 19 inç jantlar, arkada şerit şeklinde LED lambalar diğer detaylardan.

Aracın boyutlarına baktığımızda 4.400 mm uzunluğa sahip olduğunu görüyoruz. Genişliği 1.800 mm olarak açıklanırken aks mesafesi ise 1.440 mm olarak açıklandı. 380 litre bagaj hacmini de ekleyelim. Koltuklar katlandığında bu miktar 1.300 litreye kadar çıkabiliyor.

Yeni Cupra Leon, 3 farklı versiyon ile Türkiye’de satışa çıktı. Bunlardan ikisi 1,5 litrelik 150 PS gücündeki hafif hibrit eTSI ve eTSI VZ-Liine versiyonları. En pahalı model olan 300 PS gücündeki 2.0 litrelik benzinli bir versiyon da var. Tüm modeller, DSG şanzıman ile eşleştirilmiş.

İç mekânda da önemli değişiklikler karşımıza çıkıyor. Burada 3D baskı ve %73 geri dönüştürülmüş mikrofiber kullanılmış. Bilgi eğlence ekranı da değişmiş. 12,9 inçlik bir ekran görüyoruz yeni modelde. Son olarak 12 hoparlörlü ses sitemi, aydınlatma eklenen dokunmatik klima ve ses kontrolleri gibi özellikleri de var.

Bir Hayvanın Beslenme Düzenini Değiştirsek Ürettikleri Gıdaların Türü de Değişebilir mi?

Bir hayvanın beslenme düzenini değiştirsek, ürettikleri gıdanın türü veya niteliği de değişebilir mi? Bir ineğin verdiği süt veya bir arının ürettiği bal; tüketilen besine göre mi değişiyor?

Bu soru, epey kafa karıştırıcı olsa da üstüne düşününce aslında basit bir cevabı var.

Ürettikleri gıdanın türü değişmese bile, içeriği ve özelliklerinde mutlaka değişiklikler olmalı! Peki durum bizim düşündüğümüz gibi mi, gelin bakalım.

Hayvanların beslenme düzeni, ürettikleri besinlerin içeriğini etkiliyor.

Süt ürünlerinden başlayacak olursak inekler, koyunlar veya keçilerin beslenme düzeni; sütün yağ, protein ve vitamin içeriklerini etkiliyor. İneklere omega-3 yağ asitleri açısından zengin yemler verildiğinde sütteki omega-3 miktarının arttığı gibi.

Tabii hayvanın yediği yemlerin bileşimi de sütün tadını ve aromasını da etkiler. Mesela taze otla beslenen ineklerin sütü genellikle daha aromatik olur.

Peki et üretiminde de aynı durumlar geçerli mi?

Elbette geçerli. Hayvanın beslenme şekli, etin yağ dağılımını ve yağ asitlerinin bileşimini değiştiriyor. Tahıl ağırlıklı beslenen bir hayvanın eti, ot ağırlıklı beslenene göre daha fazla yağ içeriyor ve yağın yapısı da burada değişiklik gösteriyor.

Ayrıca tükettikleri besinler, etin lezzetini, rengini ve dokusunu da etkileyen önemli bir ayrıntı. Doğal otlarla beslenen ineklerin etleri, genellikle daha az yağlı ve daha yoğun bir tada sahip olması gibi.

Aynı durum tavuklar için de geçerli.

Tavukların beslenmesi, yumurtaların besin içeriğini etkiliyor. Yüksek omega-3 içeren yemler verilen tavukların yumurtaları, omega-3 açısından daha zengindir. Ayrıca bu durum, yumurtanın kabuk rengini ve sarı rengini dahi etkiliyor.

Gariptir ki arıların bile beslendiği çiçekler, balın aromasını, rengini ve tadını değiştiriyor. Bir lavanta çiçeğinden toplanan bal ile portakal çiçeğinden toplanan balın tadı asla aynı değil.

Doğal olarak hayvanların beslenme düzenlerinin ufacık bile olsa değişmesi demek, üretilen gıdalarının da içeriğinin, tadının ve hatta kokusunun bile değişmesi anlamına geliyor.

Kaynaklar: MDPI, ResearchGate

Aylardır Uzay İstasyonunda Mahsur Kalan Starliner Mürettebatını Dünya’ya Geri Getirecek Crew-9 Görevi Başarıyla Fırlatıldı

SpaceX’in Crew-9 görevi resmen başladı. 2 kişiyi taşıyan Dragon kapsülü, dün akşam Falcon 9 roketiyle ISS’e fırlatıldı. Görevin amaçlarından biri de aylardır istasyonda mahsur kalan Starliner mürettebatını geri getirmek.

Butch Wilmore ve Suni Williams isimli 2 astronot, haziranda Boeing Starliner ile Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) gitmişti. Ancak araçta yaşanan helyum sızıntısı ve iticilerde sıkıntılar gibi sorunlar, ikilinin ISS’te mahsur kalmasına neden oldu. Öyle ki 8 günlüğüne giden astronotlar, hâlâ ISS’teler. Starliner ise güvenlik nedeniyle mürettebatsız bir şekilde Dünya’ya indirildi.

Wilmore ve Williams’ın, Şubat 2025’te SpaceX’in Crew-9 görevi kapsamında Dragon kapsülüyle dönmesi bekleniyordu. Dün, bu amacı taşıyan Crew-9 resmen başladı.

Crew-9 görevi kapsamında 2 astronot ISS’e gönderildi

Crew Dragon, Florida’da bulunan Cape Carnaval Uzay Üssü’nden Dün akşam TSİ 20.17 sularında Falcon 9 roketiyle başarıyla fırlatıldı. Fırlatma, ABD’yi vuran Helene Kasırgası nedeniyle birden fazla kez ertelendi ancak nihayetinde başarıyla gerçekleştirildi.

Araçla birlikte NASA astronotu Nick Hague ve Rus Roscosmos kozmonotu Aleksandr Gorbunov ISS’e gönderildi. Normalde Dragon kapsülünün iki kişiyle gönderilmesi alışılmış bir durum değil. Hep 4 kişilik görevlerde kullanılıyor. Ancak Crew-9 bir istisna. Çünkü görevin amaçlarından biri ISS’te mahsur kalan Starliner mürettebatı Butch Wilmore ile Suni Williams’ı evlerine geri getirmek. Yani diğer 2 koltuk onlar için ayrıldı.

Hague, Gorbunov, Wilmore ve Williams’tan oluşacak Crew-9 mürettebatının şubat içinde geri dönmesi planlanıyor.