Organlarımız Ulaşması Gereken Boyutu Nasıl Biliyor ve Daha da Büyümüyor?

Hiç düşündünüz mü? Vücudumuzdaki organlar nasıl oluyor da ne zaman büyümeyi durduracağını biliyor? Mesela kalbiniz, karaciğeriniz ya da böbreğiniz…

Doğduğumuzda küçücük olan bu organlar, zamanla büyüyüp olması gereken ideal boyutlarına ulaşıyorlar.

Peki, bu sürecin sırrı ne?

Hücresel iletişim ile vücudun kendi haberleşme sistemi var.

Organlarımızın büyüme sürecinde en önemli rolü hücrelerimiz oynuyor. Hücreler, büyüme sürecini kontrol eden sinyaller gönderiyor ve alıyorlar. Bu sinyaller sayesinde hücreler, ne zaman bölüneceklerini, büyüyeceklerini veya duracaklarını da biliyorlar.

“Büyüme faktörleri” olarak adlandırılan bazı moleküller, hücrelerin büyümesini ve bölünmesini tetikliyor. Ancak bu sinyallerin sadece büyüme ile sınırlı olmadığını söylemek gerek.

Hücreler aynı zamanda ne kadar büyüyeceklerini ve belirli bir organın ideal boyutuna ne zaman ulaşacaklarını da bu sinyallerle öğreniyorlar.

Her organın büyüklüğü önceden planlanmış durumda.

Vücudumuzdaki her organın büyüklüğü aslında genetik bir programla belirlenmiş. Yani her organın ne kadar büyüyeceği, DNA’mızda yazılı.

Bebeklikten itibaren vücut, bu genetik programa sadık kalarak büyüme sürecini yürütüyor. Örneğin, beyin hücrelerimiz diğer hücreler gibi sürekli bölünmüyor ancak karaciğer hücreleri gerektiğinde bölünebiliyor. Çünkü karaciğer, zarar gördüğünde kendini yenileyebilme yeteneğine sahip. İşte bu tür farklar da genetik kodun mucizesi gibi.

Büyüme süreci, kontrolsüz bir şekilde devam etmiyor.

Vücut, organların ideal boyutlarına ulaştığını anlamak için bir geribildirim mekanizması kullanıyor. Organ yeterince büyüdüğünde, hücreler bu durumu algılıyor ve büyümeyi durdurmaları gerektiğini birbirlerine iletiyor.

Eğer bu mekanizma çalışmazsa, aşırı büyüme veya tümör gibi hastalıklar da ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden vücudumuzda bu süreçler son derece hassas bir şekilde kontrol ediliyor.

Çevresel faktörler de rol oynuyor.

Tabii ki organların büyüme sürecinde genetik kadar çevresel faktörler de etkili. Beslenme, hormonlar, stres ve hatta yaşam tarzımız, büyüme sürecini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebiliyor.

Özellikle çocukluk döneminde sağlıklı beslenme ve doğru hormon seviyeleri, organların doğru şekilde gelişmesi için oldukça önemli.

Aslında insan vücudu, büyüme sürecinde mükemmel bir denge sağlıyor ve her organın tam olarak ihtiyacı olan boyuta ulaşmasını garanti ediyor.

Kaynaklar: National Library of Medicine, Science Direct, Research Gate, Knowable Magazine

YouTube’da 360p’de Bile Zor Oynatılan Videoların Reklamları Nasıl Oluyor da Şak Diye Yükleniyor?

YouTube’da video oynatılmadan önce çıkan reklamlar, asıl videonun kendisinden daha hızlı ve yüksek kaliteli olabiliyor. Elbette ardında yatan birkaç faktör var. Bakalım nelermiş?

YouTube’u Premium olarak kullanmıyorsanız bilirsiniz, bazen videolar zor yüklenirken reklamları kolayca açılır.

Gelin, bu tuhaf durumun nedenlerini birlikte keşfedelim.

Önbellekleme ve sunucu önceliği var.

YouTube’daki reklamlar, videolardan daha önce yüklendiğinden tamamen yüklenmiş, bir sunucuda depolanmış oluyor. Öte yandan asıl video, internet hızına bağlı olarak anlık yükleniyor. Bu yüzden video donabiliyor.

Reklamlar, farklı sunuculardan yüklenebiliyor ve yüksek öncelikli bant genişliğine sahip oluyorlar. Asıl video ise daha düşük öncelikli sunuculardan yükleniyor.

Ayrıca reklamlar çoğunlukla kısa süreli ve küçük boyutlu olduğundan donmama, daha hızlı yüklenme ihtimali daha yüksek.

Reklamların önemi en büyük etken.

YouTubei gelirinin büyük bir kısmını reklamlardan elde ediyor. Bu nedenle en öneml öncelikleri, reklamların problemsiz oynatılması. Yani videonun kendisi aslında reklamın oynatılması için bir yem gibi bir şey.

Bu yüzden reklamların kusursuz bir şekilde oynatılabilmesi için daha çok çaba harcanıyor. Sonuç olarak, video zor yüklense bile kusursuz olan videolar karşımıza çıkıyor. “İşte bunlar hep kapitalizmin oyunları yeğenim…” diyerek özetleyebilir miyiz?

Son olarak da trajikomik bir video bırakalım:

Kaynak: SangarTutes, Vendasta

20’lik diş çekimi

20’lik Diş Çekimi ArtSmile Dental Clinic

20 Lik Diş Çekimi: Artsmile Kliniği’nde Nedenleri ve Süreci

20’lik dişler, genellikle genç yetişkinlik döneminde çıkan üçüncü azı dişleridir. Artsmile Kliniği olarak, bu dişlerin sorun yaratabileceğini biliyoruz ve ihtiyaç duyulduğunda çekim işlemini profesyonel bir şekilde gerçekleştiriyoruz. İşte 20’lik diş çekiminin nedenleri ve kliniğimizdeki süreci hakkında bilgilendirme.

Nedenler

  1. Yer Darlığı: Ağızda yeterli alan olmaması, 20’lik dişlerin doğru şekilde çıkamamasına neden olabilir. Bu durum, diğer dişlerin kaymasına veya çarpık bir görünüm oluşturmasına yol açar.

  2. Ağrı ve Enfeksiyon: Dişlerin yarı çıkmış olması, yemek artıklarının birikmesine ve enfeksiyon riskinin artmasına sebep olabilir. Bu durum genellikle şiddetli ağrı ile kendini gösterir.

  3. Kist veya Tümör Oluşumu: Dişin çevresinde kist veya tümör gelişimi, dişin çekilmesini gerektirebilir.

  4. Diş Çürümesi: 20’lik dişler, zor ulaşılabilir konumları nedeniyle çürümeye daha yatkındır. İleri düzeyde çürükler, dişin çekilmesini zorunlu kılabilir.

Çekim Süreci

  1. Muayene: Kliniğimizde, diş hekimlerimiz detaylı bir muayene ve röntgen ile dişin durumunu değerlendirir.

  2. Anestezi: Diş çekimi sırasında, ağrı hissini azaltmak için lokal anestezi uygulanır, böylece işlem konforlu hale getirilir.

  3. Çekim: Uzman diş hekimlerimiz, dişi dikkatlice çıkarır. Eğer diş gömülü ise, gerekli kesiler yapılarak dişin parçalar halinde çıkarılması sağlanabilir.

  4. İyileşme: Çekim sonrası bölgede hafif bir şişlik ve ağrı olabilir. Bu durum genellikle birkaç gün içinde geçer. Hekimlerimiz, iyileşme süreci için özel önerilerde bulunarak hastalarımızın rahat etmesini sağlar.

Sonuç

20’lik diş çekimi, bazı bireyler için kaçınılmaz olabilir. Artsmile Kliniği olarak, diş sağlığınıza en iyi şekilde hizmet vermek için buradayız. Eğer 20’lik dişlerinizle ilgili sorun yaşıyorsanız, lütfen bizimle iletişime geçin. Erken müdahale, daha büyük sorunların önlenmesine yardımcı olabilir. Sağlıklı bir gülüş için düzenli diş kontrollerinizi ihmal etmeyin!

Madde bağımlılığı nedir nasıl tedavi edilir?

*Madde Bağımlılığı Nedir?* Madde bağımlılığı, bireylerin uyuşturucu, alkol, tütün veya reçeteli ilaç gibi maddeleri sürekli kullanmaları sonucu fiziksel ve psikolojik bağımlılık geliştirmesidir. Bu durum, kişinin hayatını olumsuz etkileyerek sağlık, ilişkiler ve iş hayatında sorunlar yaratır. Bağımlılık kontrolsüz kullanım, maddeye karşı tolerans geliştirme ve yoksunluk belirtileriyle karakterizedir. *Etkileri:* 1. *Fiziksel:* Beyin hasarı, bağışıklık sistemi zayıflığı, organlara zarar ve yoksunluk belirtileri. 2. *Psikolojik:* Depresyon, anksiyete, psikoz ve duygusal dengesizlikler. 3. *Sosyal:* İlişkilerde bozulma, iş ve akademik sorunlar, yasal problemler. *Tedavi Yöntemleri:* Madde bağımlılığı tedavisinde psikolojik destek önemlidir. Tedavi süreçleri arasında psikoeğitim, bilişsel davranışçı terapi, motivasyonel görüşme, başa çıkma becerileri eğitimi, grup terapisi, aile terapisi, relaps önleme ve mindfulness teknikleri yer alır.

Madde Bağımlılığı Nedir?

Madde bağımlılığı, bireylerin bir maddeyi tekrarlayan şekilde kullanmaları sonucunda fiziksel ve psikolojik bağımlılık geliştirmesi durumudur. Bu maddeler genellikle uyuşturucu, alkol, tütün veya bazı reçeteli ilaçlar olabilir. Madde bağımlılığı, bireyin günlük yaşamını olumsuz etkiler ve zamanla kişinin sağlık, ilişkiler ve iş hayatında büyük sorunlara yol açabilir.

Madde bağımlılığının karakteristik özellikleri arasında kontrolsüz kullanım, madde kullanımına devam etme isteği, olumsuz sonuçlara rağmen kullanımın sürdürülmesi ve maddeye karşı tolerans geliştirilmesi yer alır. Tolerans, kişinin aynı etkiyi elde etmek için zamanla daha fazla madde kullanması gerektiği anlamına gelir. Ayrıca, birey maddeyi bıraktığında fiziksel ve psikolojik yoksunluk belirtileri yaşar.

Madde Bağımlılığının Etkileri

Madde bağımlılığının etkileri geniş kapsamlıdır ve bireyin tüm yaşam alanlarını etkiler. Bu etkiler, kullanılan madde türüne, kullanım sıklığına, süresine ve bireyin genel sağlık durumuna bağlı olarak değişir. Genel olarak, madde bağımlılığının etkileri aşağıdaki kategorilere ayrılabilir:

Fiziksel Etkiler:

Beyin ve Sinir Sistemi: Madde bağımlılığı, beyin kimyasını değiştirir ve sinir sisteminin işleyişini bozar. Bu, hafıza problemleri, karar verme yeteneğinde bozulma, dikkat ve konsantrasyon eksikliği gibi bilişsel sorunlara yol açabilir. Özellikle uzun süreli kullanımda, kalıcı beyin hasarları oluşabilir.
Bağışıklık Sistemi: Bağımlılık, bağışıklık sistemini zayıflatır, bu da bireyi enfeksiyonlara ve hastalıklara karşı daha duyarlı hale getirir.
Organlar Üzerindeki Etkiler: Alkol veya uyuşturucu kullanımı, karaciğer, böbrek, akciğer ve kalp gibi hayati organlara zarar verebilir. Örneğin, alkol karaciğer sirozu gibi ciddi hastalıklara yol açabilirken, uyuşturucular kalp krizine, solunum problemlerine neden olabilir.
Yoksunluk Belirtileri: Birey maddeyi bırakmaya çalıştığında, titreme, terleme, bulantı, kusma, kas ağrıları, uyku bozuklukları, sinirlilik ve depresyon gibi fiziksel belirtiler ortaya çıkabilir.
Psikolojik Etkiler:

Depresyon ve Anksiyete: Madde bağımlılığı genellikle depresyon, anksiyete bozukluğu ve diğer ruh sağlığı sorunları ile ilişkilidir. Maddeler, bireyin duygusal durumunu geçici olarak iyileştirebilir, ancak uzun vadede daha derin psikolojik sorunlara neden olur.
Psikoz ve Halüsinasyonlar: Bazı maddeler, özellikle halüsinojenler, psikotik belirtiler ve halüsinasyonlar gibi ciddi zihinsel bozukluklara yol açabilir.
Duygusal Dengesizlik: Madde kullanımı sırasında bireyin duygu durumunda ani ve yoğun değişiklikler meydana gelebilir. Öfke patlamaları, saldırganlık, kaygı ve aşırı neşe gibi uç duygu durumları gözlenebilir.
Sosyal ve Davranışsal Etkiler:

İlişkilerde Bozulma: Madde bağımlılığı, aile ilişkilerini, arkadaşlıkları ve romantik ilişkileri büyük ölçüde olumsuz etkileyebilir. Kişinin sorumluluklarını yerine getirmemesi, yalan söylemesi ve sosyal izolasyon eğilimi, ilişkilerde çatışmalara neden olur.
İş ve Akademik Hayatta Sorunlar: Madde bağımlılığı, bireyin iş performansını düşürür, devamsızlık sorunlarına ve işten çıkarmalara yol açabilir. Benzer şekilde, öğrenciler için akademik başarıda düşüşe neden olur.
Suç ve Hukuki Sorunlar: Madde bağımlılığı olan bireyler, yasa dışı madde satın almak veya kullanmak gibi eylemler nedeniyle yasal sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. Ayrıca, hırsızlık gibi suçlara karışma olasılıkları da artar.
Madde Bağımlılığının Psikolojik Tedavisi:

Madde bağımlılığının tedavisinde psikolojik yaklaşım oldukça önemlidir. Psikologlar, bireyin madde bağımlılığını yenmesi ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemesi için çeşitli terapi yöntemleri kullanır. Tedavi süreci, genellikle kişiye özgü bir plan doğrultusunda ilerler ve şu aşamaları içerebilir:

Psikoeğitim:

İlk aşamada, psikolog bireye madde bağımlılığının fiziksel ve psikolojik etkilerini, bu bağımlılığın beyinde nasıl bir süreçle oluştuğunu açıklar. Bireyin madde kullanımıyla ilgili farkındalık geliştirmesi, tedaviye motive olmasını sağlar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):

Bilişsel Davranışçı Terapi, madde bağımlılığının tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. BDT, bireyin madde kullanımıyla ilgili otomatik düşüncelerini, yanlış inançlarını ve olumsuz davranış kalıplarını keşfetmeyi hedefler. Psikolog, bireye bağımlılığa yol açan tetikleyicileri tanımayı, başa çıkma stratejileri geliştirmeyi ve alternatif davranışlar öğrenmeyi öğretir.
Kişi, madde kullanma isteği geldiğinde ne yapabileceğini öğrenir, duygusal regülasyon ve stresle başa çıkma becerileri geliştirilir.
Motivasyonel Görüşme (MG):

Bu terapi yaklaşımı, bireyin maddeyi bırakmaya yönelik içsel motivasyonunu artırmayı amaçlar. Motivasyonel görüşmede psikolog, kişinin değişim için hazır olup olmadığını anlamaya çalışır ve bireyi bu yönde cesaretlendirir. Maddeyi bırakmanın avantajlarını ve hayatına nasıl olumlu katkılar sağlayacağını anlaması sağlanır.
Başa Çıkma Becerileri Eğitimi:

Bağımlılıkla başa çıkmada etkili bir başka yöntem, bireye stresle başa çıkma ve problem çözme becerilerini öğretmektir. Psikolog, bireye madde kullanımına yol açan stresli durumlarda nasıl hareket edeceğini, öfkesini ve kaygısını nasıl yöneteceğini öğretir. Kişi, sosyal destek sistemini güçlendirmeyi ve zorlayıcı duygusal anlarda başvurabileceği sağlıklı yöntemleri öğrenir.
Grupla Psikoterapi:

Grup terapisi, bireyin yalnız olmadığını fark etmesi ve diğer bağımlılarla empati kurabilmesi açısından önemlidir. Bu terapilerde, bireyler deneyimlerini paylaşır ve birbirlerinden destek alırlar. Aynı zamanda, grup içerisinde güvenli bir ortamda yeni başa çıkma stratejileri öğrenirler.
Aile Terapisi:

Madde bağımlılığı, sadece bireyi değil, aynı zamanda aileyi de etkiler. Aile terapisi, bireyin aile üyeleriyle ilişkilerini onarmasına yardımcı olur. Bu terapi türü, bağımlının iyileşme sürecinde aile üyelerinin nasıl destek olabileceği konusunda rehberlik sağlar.
Relaps (Nüks) Önleme:

Relaps, yani madde kullanımına geri dönme, bağımlılık tedavisinde sık karşılaşılan bir durumdur. Psikologlar, bireylere relaps risklerini tanımayı, bu risklere karşı hazırlıklı olmayı ve nüksü önlemeye yönelik stratejiler geliştirmeyi öğretirler. Relaps önleme, tedavinin uzun vadede başarılı olabilmesi için kritik bir aşamadır.
Mindfulness ve Meditasyon Teknikleri:

Mindfulness ve meditasyon, bireylerin stresle başa çıkmalarına ve duygusal farkındalıklarını artırmalarına yardımcı olabilir. Bu teknikler, bireyin anı yaşamasına, düşüncelerini ve duygularını fark etmesine yardımcı olarak madde kullanma isteğiyle daha bilinçli bir şekilde başa çıkmasına olanak sağlar.
Sonuç:

Madde bağımlılığı karmaşık ve çok boyutlu bir sorundur. Bireyin fiziksel, psikolojik, sosyal ve davranışsal boyutları üzerinde derin etkiler bırakır. Bu nedenle, tedavi süreci de aynı derecede kapsamlı olmalıdır. Psikologlar, bireyin bağımlılığı yenmesi ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için bilişsel, davranışsal ve motivasyonel stratejilerden yararlanır.

Atrial natriuretic peptide and posterior pituitary neurohormone changes in patients with acute schizophrenia

OXT levels were significantly lower and AVP levels were significantly higher in patients having acute schizophrenia than the control group. OXT was negatively correlated with Positive and Negative Syndrome Scales positive score and CGI score, while it was positively correlated with Global Assessment of Functionality score. AVP was negatively correlated with CGI score. ANP levels of the patients having schizophrenia were lower than the control group; however, there was no significant correlation with clinical findings.

Conclusion

The obtained data indicate that the AVP level was higher, but OXT and ANP levels were lower in the patients having acute schizophrenia. Specifically OXT is related with reduced disease severity and increased functionality.

Outbreak anxiety scale: development, validity, and reliability. esra yazici, elif kose, caglar turan, ahmet bulent yazici

OBJECTIVE: Epidemic and pandemic outbreak periods are as stressful for psychiatric symptoms as well as the physical symptoms of the epidemic disease and can trigger and aggravate psychiatric symptoms, especially anxiety. There is no scale specific to the outbreak period and which can be used in other outbreaks. In this study, it was planned to develop a scale to evaluate the anxiety associated with epidemic disease, especially during the epidemic period.

METHODS: In this study, a Likert type scale with 15 items was developed by our research team to evaluate outbreak disease anxiety, and the scale form created was transferred to online use and the reliability of validity was evaluated by obtaining the results of 311 participants in the online environment. The internal consistency of the scale was assessed with Cronbach’s

Nondrug treatment approaches used in alcohol and substance addictions and related factors caglar turan, esra yazici, ahmet b yazici, atila erol addictive disorders & their treatment 20 (4), 517-526, 2021

Current treatment methods in alcohol and substance use disorders (ASUDs) cannot meet the demands of patients for many reasons. This situation may result in individuals with addiction seeking different approaches. This study aims to investigate nondrug methods used by individuals with ASUD to cope with their disorder and the factors that may be associated with it

In addition to the medical approaches of patients with ASUD problems, it is observed that they attempt to cope using traditional and complementary methods and prefer the self-help methods among these methods. However, further studies are needed to investigate the contribution of these methods to current treatment methods

Risperidone-induced temporomandibular joint dislocation: a case report ayşe erdoğan kaya, muhammed nurullah sezer, çağlar turan psychiatry and clinical psychopharmacology 28, 161-162, 2018

Acute dystonia is a side effect of extrapyramidal system due to D2 receptor blockade of the antipsychotics. It is a psychiatric emergency that develops dramatically during antipsychotic treatment and generally has well response to anticholinergics. Dystonias are involuntary, continuous, or spasmodic muscle contractions that cause abnormal curves and various postures. Acute dystonia may cause severe complications in some patients due to prolonged response time to treatment. One of these complications may be temporomandibular joint dislocation. Here, we report a case of acute dystonia with temporomandibular joint dislocation after risperidone treatment.

Case presentation: A 30-year-old male patient admitted to our clinic with bipolar manic episode. Positive findings in the psychiatric examination were logorrhea, irritability, mood elevation, flight of ideas, persecutions, auditory hallucinations, reference ideas, and psychomotor agitation. According to the anamnesis, he had bipolar disorder for 2 years with previous positive response to lithium, risperidone, and quetiapine treatments. Lithium and low-dose quetiapine treatment has been started for manic symptoms. Lithium increased up to 1200 mg for effective blood level. Additionally, 4 mg risperidone was administered for psychotic symptoms. Several hours after the administration of risperidone, the patient began to have contractions of the oromandibular and cervical region muscles, asymmetry on the face and neck, dysphagia, oedema, rigidity, and bradykinesia. Risperidone treatment was stopped and 5 mg biperiden HC injection was administered immediately. Bradikinesia and rigidity remitted but dystonia did not. A second injection of biperiden was administered but oromandibular region asymmetry and swallowing difficulties were still evident and prolonged to the other day. Lorazepam2. 5 mg was added to the treatment but dystonia went on. The consultant of neurology and otorhinolaryngology was requested. Neurologist started botox treatment but no response was observed. After improving psychotic and manic

Specialist physicians battle against the covıd-19 pandemic: the relationship between specialist physicians working conditions and levels of burnout during the covıd-19 pandemic

Abstract. – OBJECTIVE: This study was planned to determine the burnout levels of physi- cians during the COVID-19 pandemic, and to con- tribute to taking the necessary measures by de- termining the associated factors. MATERIALS AND METHODS: This research was designed via Google Online Form as an on- line survey with questions of Sociodemograph- ic Data Form, Maslach Burnout Inventory and Beck Anxiety Inventory and was conducted with 40 specialist physicians actively working at the Sakarya University Training and Research Hos- pital. The same questionnaire was re-applied online after two months, and 24 out of 40 phy- sicians were accessed. The SPSS 25 (IBM, Ar- monk, NY, USA) program was used for the anal- ysis of the data. RESULTS: According to the Maslach Burnout Inventory applied in the pre-test, it was found that the feeling of personal accomplishment was high, emotional burnout was normal, and deper- sonalization was low. Anxiety and burnout were found to be positively correlated

Ç. TURAN1, T. ACAR2, B.A. ACAR2, Y. ÜNLÜBAŞ3, R. ERDOĞAN4, Y. GÜZEY ARAS2, N. UÇAROĞLU CAN3
1Department of Psychiatry, Gediz State Hospital, Kütahya, Turkey
2Department of Neurology, Sakarya University, Sakarya, Turkey
3Department of Neurology, Sakarya Training and Research Hospital, Sakarya, Turkey 4Department of Psychiatry, Sakarya Training and Research Hospital, Sakarya, Turkey.

Çocuğumda travma yarattım şimdi ne yapmalıyım?

Çocuğumda travma yarattım, şimdi ne yapmalıyım? İyileşmesine nasıl yardımcı olabilirim?

“Çocuklarınıza Tutunun” kitabının yazarı Gordon Neufeld diyor ki, yapmamız gereken en önemli şey çocuklarımızda koşulsuz bir birliktelik algısı yaratmak. Yani, herhangi bir nedenden dolayı onları kendimizden, sevgimizden ve ilgimizden mahrum bırakma tehdidi yaratmamak. Örneğin kızdığımızda iletişimi kesmemek, cezalandırmak için yalnız bırakmamak vb.

“Ahlak ve Karakter Eğitimi El Kitabı”nın yazarı Darcia Narvaez ise birlikte oynamanın önemini vurguluyor. Gerçekten o anı yaşayarak birlikte oyun oynamak. Kurgulanmış bir oyun olmasına gerek yok, spontan olması daha iyi. Oynarken göz göze bakmak ve dokunmak çocuğumuzla etkileşimi sağlar ve sosyal olarak keyif verir. Bu da sağ beynin uyarılmasını sağlar. Ayrıca birlikte oyun oynamak bağlanmayı da geliştirir. Beyin hücreleri de o sırada insanlar gibi birbirlerine bağlanır.

“There is No Such Thing As Naughty” (yaramazlık diye bir şey yoktur) kitabının yazarı Kate Silverton ise travma sağaltımında ritmin öneminden bahsediyor. Birlikte şarkı söylemek, dans etmek, davul çalmak… Bunlar bize beynimizin geişmeye başladığı anne karnındaki ortamı yaşatıyor ve beynimizi tekrar dengeye getiriyor.

Aslında en önemlisi, ne yaşarlarsa yaşasınlar sığınabilecekleri güvenli bir liman olabilmek. Hiçbir şey için geç değil. Yeter ki neye ihtiyaç duyduklarını bize öğretmelerine izin verebilecek açıklıkta olabilelim.