Yazın Diyet Yapanlar Seri Üzgün: Kışın Daha Fazla Yemek Yeme İsteğimizin Altındaki Sebepleri Açıklıyoruz

Soğuk havalar bastırınca kendinizi birdenbire daha sık aç hissediyor musunuz? Ya da kış aylarında canınız daha çok karbonhidratlı ve kalorili yiyecekler mi çekiyor? Eğer cevabınız “evet” ise, yalnız değilsiniz!

Kış aylarında daha fazla yemek yeme isteği, çoğumuzun ortak bir deneyimi. Peki, bu isteğin altında yatan nedenler ne?

Neden soğuk havalarda buzdolabını daha sık ziyaret ediyoruz?

Vücut ısısını korumak için enerji ihtiyacımız var.

Kış aylarında havalar soğuduğunda, vücudumuzun temel bir görevi var: iç ısısını korumak. Vücut, sabit bir sıcaklıkta kalabilmek için daha fazla enerji harcıyor ve bu da enerji ihtiyacımızı arttırıyor. Özellikle dışarıda uzun süre vakit geçiriyorsanız, vücut daha fazla kalori yakıyor ve bu kaybı telafi etmek için sw yemek yeme isteği artıyor.

Bilimsel araştırmalar, soğuk havalarda vücut ısısını korumanın metabolizmayı hızlandırabileceğini ve dolayısıyla daha fazla enerji gereksinimine yol açabileceğini gösteriyor.

Bu süreçte karbonhidrat ve yağ gibi enerji kaynaklarına daha çok ihtiyaç duyuluyor. Vücut, özellikle yağ depolamayı tetikleyerek uzun vadede soğuğa karşı korunmayı amaçlıyor. Bu da bizi daha çok yemek yemeye yönlendiriyor.

Güneş ışığının azalması ve serotonin seviyesi de etkili.

Kışın günlerin kısalması ve güneş ışığının azalması, ruh hâlimizi de etkiliyor. Güneş ışığı, serotonin adı verilen mutluluk hormonunun üretimini destekliyor ancak kış aylarında güneş ışığından yeterince yararlanamıyoruz.

Sonuç olarak, serotonin seviyeleri düşüyor ve bu durum, bazı kişilerde mod düşüklüğüne ve hatta “kış depresyonu” olarak bilinen mevsimsel duygudurum bozukluğuna yol açabiliyor.

Serotonin seviyeleri düştüğünde ise beynimiz bu açığı kapatmak için karbonhidrat isteğiyle devreye giriyor. Karbonhidratlar, beyinde serotonin üretimini artıran bir etki yaptığından özellikle kış aylarında daha fazla makarna, ekmek ve tatlı gibi karbonhidratlı yiyeceklere yöneliyoruz.

Kısacası beynimiz, modumuzu iyileştirmek için bu yiyecekleri âdeta bir ilaç gibi görüyor.

Evrimsel adaptasyona bağlı yağ depolama eğilimimiz var.

İnsanlık tarihine baktığımızda, kış ayları tarihsel olarak kıtlık ve zor yaşam koşullarıyla ilişkilendiriliyor. Evrimsel süreçte atalarımız, kışın hayatta kalmak için vücutlarında yağ depolama eğilimine girmişti.

Soğuk aylarda da enerjiye daha fazla ihtiyaç duyulduğu için insan vücudu bu dönemlerde daha fazla yağ biriktirip enerji depolamaya programlanmış durumda.

Evrimsel adaptasyon, modern dünyada da etkisini sürdürüyor. Günümüzde market rafları dolu olsa bile vücudumuzun eski alışkanlıklarını bırakması kolay olmuyor.

Kışın daha fazla kalori alma eğilimi, belki de atalarımızın zor koşullara hazırlık içgüdüsünün bir yansımasıdır.

Sosyal ve kültürel faktörleri de göz önüne almak lazım.

Yazın sıcağında özellikle yemekli organizasyonları azaltabiliyoruz. Yapsak bile zaten yenilenler daha fresh yiyecekler oluyor. Ama soğuk günlerde evde daha fazla vakit geçirdiğimiz için aile ve arkadaşlarla yapılan yemekli buluşmalar da artıyor.

Kültürel olarak sıcak yemekler, çorbalar ve bol kalorili yiyecekler de kışın vazgeçilmezi hâlinde.

Hatta bazı yiyeceklerin sıcak ve doyurucu olması psikolojik bir rahatlama sağlayarak duygusal yeme davranışlarını da tetikleyebiliyor.

Fiziksel aktivite azalıyor.

Kış aylarında hava koşulları genellikle spor yapmayı da zorlaştırıyor. Soğuk, yağmur, kar derken açık havada yapılan yürüyüşler ya da spor aktiviteleri azalıyor.

Bu da daha az enerji yakmamıza ve buna bağlı olarak metabolizmamızın biraz yavaşlamasına neden oluyor. Bu dönemde hareketsiz kalmak da yemek yeme isteğimizi artıran bir diğer faktör.

Evde geçirilen uzun saatler geçirip hele bir de televizyon karşısına geçtik mi atıştırmalıklarla vakit geçirme isteğimiz de artıyor. Daha az hareket ettiğimiz için de enerjimizi harcayamıyoruz ve böylelikle alınan kaloriler vücutta depolanıyor.

Tüm bunlara rağmen dengeli ve sağlıklı beslenmeye özen gösterirseniz, kışın tadını çıkarırken formda kalmanız da mümkün.

Keyifli ve sağlıklı bir kış dileğiyle!

Kaynaklar: WebMD, Everyday Health, The University of Queensland, The Guardian

 

Death Stranding 2’den Yeni Görüntüler Paylaşıldı: Ağzınızı Açık Bırakacak Fotoğraf Moduyla Gelecek [Video]

Hideo Kojima, Tokyo Game Show kapsamında Death Stranding 2: On the Beach’ten yeni görüntüler paylaştı. Oyunun “Fotoğraf Modu”, izleyenlerin ağzını açık bıraktı.

Efsane oyun tasarımcısı Hideo Kojima’nın imzasını taşıyan Death Stranding’in devam oyunu geçtiğimiz yıllarda resmen duyurulmuştu. Death Stranding 2: On the Beach ismini alacak yapımın resmî çıkış tarihi olmasa da 2025 içinde piyasaya sürülmesi bekleniyordu.

Death Stranding 2’den şu ana kadar öyle çok fazla detay görmemiştik. Ancak şu anda devam eden Tokyo Game Show kapsamında nihayet oyundan yeni görüntüler ve bilgiler geldi. Paylaşılan görüntüler, bekleyenlerin heyecanının iyice artırdı.

Oyunun hayran bırakacak gerçekçi bir “Fotoğraf Modu” olacak

Kojima, Death Stranding 2’den birçok görüntüyü bizlerle buluşturdu. Bunlardan şüphesiz en çok dikkat çekeni, oyunda fotoğraflar çekmenizi sağlayan “Fotoğraf Modu” idi. Paylaşılan videoda, modun hem çok yaratıcı hem de etkileyici olduğu görüldü.

Videoya baktığımızda fotoğraf çekilmeye çalışıldığında karakterlerin kendi kendine poz verdiklerini görebiliyoruz. Elle Fanning ve Lea Seydoux’nun karakterleri, fotoğraf çekerken dans edip komik pozlar verebiliyorlar. Sonuç olarak da ortaya gerçek hayatta çekilmiş gibi fotoğraflar çıkıyor.

Tabii ki tek paylaşılan görüntü bu değil. Kojima, karakterlere detaylı bakış atmamızı sağlayan videoları da bizlerle buluşturdu. Aşağıdan Death Stranding 2: On the Beach’ten gelen tüm videoları görebilirsiniz. Tokyo Game Show’da gösterildiği için çoğu video Japonca. Ancak yine de oyun hakkında fikir edinmemizi sağlayabiliyorlar.

Efsane yöntemen George Miller’ın canlandırdığı Tarman karakterine ilk bakış:

Elle Fanning ve Shioli Kutsuna’nın hayat verdiği “Tomorrow” ve “Rainy” karakterleri ise böyle gözükecek:

Nicolas Winding Refn’in oynadığı Heartman için paylaşılan video ise şu şekilde:

Calvin Klein’ın Jeremy Allen White ile Yaptığı Kampanya, Neden Bugüne Kadar Yaptığı En Başarılı Kampanyalar Arasında Anılıyor?

Calvin Klein, yıllardır çarpıcı ve zaman zaman tartışmalı reklam kampanyalarıyla tanınan bir marka. Ancak markanın Jeremy Allen White ile yaptığı kampanya, markanın en başarılı kampanyaları arasında anılıyor. Sebebini bu içerikte anlatıyoruz.

Calvin Klein’ın, The Bear dizisinin yıldızı Jeremy Allen White ile yaptığı 2024 İlkbahar kampanyası, markanın tarihindeki en başarılı pazarlama kampanyalarından biri olarak kabul ediliyor.

Peki, bu kampanyayı böylesine büyük bir başarıya ulaştıran faktörler nelerdi? Bu sorunun yanıtı, kampanyada yer alan ünlünün çekiciliği ya da popülerliğine dayanmıyor.

Kampanyanın başarısı, birçok ince düşünülmüş stratejinin bütünüyle ortaya çıktı.

Aslında bu başarı, zamanlama, stratejik içerik, Jeremy Allen White’ın popülaritesi ve Calvin Klein’ın marka imajını güçlendiren ince dokunuşların bir bütünü.

Kampanyanın en önemli başarı faktörlerinden biri, Jeremy Allen White’ın popülerliğinin zirvesinde yer aldığı bir dönemde piyasaya sürülmesiydi.

White, “The Bear” dizisindeki rolüyle büyük bir hayran kitlesi oluşturmuş, özellikle genç ve modern erkek izleyicilerle duygusal bir bağ kurmuştu.

Calvin Klein, bu popülariteyi ustalıkla kullanarak White’ın hem fiziksel cazibesini hem de tüketicilerle kurduğu duygusal bağı kampanyanın merkezine yerleştirdi.

Kampanyanın, White’ın Altın Küre ve Emmy ödüllerini kazandığı dönemde yayınlanması da Calvin Klein’in onunla yaptığı iş birliğini daha da görünür hâle getirdi.

Kampanyanın tam da White’ın kariyerindeki bu zirve anında piyasaya sürülmesi, sosyal medya etkileşimlerinin patlamasına neden oldu ve kampanya yalnızca 48 saat içinde 10 milyon dolarlık medya etkisi değeri üreterek müthiş bir başarıya imza attı.

Ek olarak, Jeremy Allen White ile yapılan bu kampanya, sadece estetik bir gösteriden ibaret değildi.

Klasik moda kampanyalarının Aksine, White mükemmel bir figür olarak sunulmadı.

Kampanyada hem fiziksel çekiciliğiyle dikkat çekti hem de “The Bear” karakteriyle özdeşleşen, mücadele eden, gerçekçi bir insan portresi çizdi.

Bu, izleyicilerde derin bir bağ oluşmasına sebep oldu ve kampanyanın görsel çekiciliğini daha etkili hale getirdi.

Tüm bu faktörlerin birleşimiyle, kampanya sosyal medyada hızla viral oldu.

TikTok’ta birçok kullanıcı reklamdan ilham alarak içerikler üretti ve bu da Calvin Klein’ın daha da geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.

Kampanyanın sosyal medya platformlarında bu kadar büyük yankı uyandırması, markanın dijital pazarlama stratejilerinin başarısını gösterdi.

 İlk 48 saatte 10,4 milyon dolarlık bir etki yaratan kampanya toplamda 74 milyon dolarlık bir medya etkisi değeri yaratmayı başardı.

Kampanyanın sadece medya etkisiyle kalmadı ve satışlarda %30’luk bir artış yaratarak ticari bir başarıya da dönüştü

Sonuç olarak, Calvin Klein’ın Jeremy Allen White ile yaptığı bu kampanya popülarite, zamanlama, strateji ve tüketici bağlantısının mükemmel bir birleşimi sayesinde en yüksek medya etkisi yaratan kampanyalardan biri olmayı başaran büyük bir başarı olarak nitelendiriliyor.

Kaynak: Fashion Dive, NY Times

”Ne Alaka?” Diyebilirsiniz: Tutkunun Mutluluğumuz Üzerinde Oldukça Büyük Bir Etkisi Olduğunu Gösteren Çarpıcı Araştırma

Mutluluğumuzun ardındaki gizemli etmenler sizce neler olabilir? Örneğin tutku mutluluğumuz üzerinde önemli bir rol oynuyor olabilir mi? Bu konuda yapılan bilimsel bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşıyoruz.

2024 yılında yayımlanan “Who’s the Happiest and Why? The role of passion and self-regulation in psychological well-being” (En Mutlu Kim ve Neden? Psikolojik refahta tutku ve öz düzenlemenin rolü) isimli güncel bir çalışma dikkat çekici sonuçlara ulaştı.

Yapılan araştırma, mutluluğu en yüksek seviyede yaşayan bireylerin hayatlarında hangi faktörlerin ön plana çıktığını tespit etmeyi amaçlıyor.

Bulgulara geçmeden önce araştırmanın metodolojisini incelemekte fayda var.

Araştırma kapsamında beş farklı çalışma yürütülüyor.

İlk iki çalışmada bireylerin farklı yaşam alanlarında (akademik çalışmalar, hobiler, romantik ilişkiler ve arkadaşlıklar) ne kadar tutkulu oldukları ve bunun mutluluklarına nasıl katkı sağladığı inceleniyor.

Sonraki çalışmalardaysa, duyguların bu süreçte nasıl bir aracı rol oynadığı ve bireylerin yaşamlarındaki farklı motivasyonların mutlulukları üzerindeki etkileri inceleniyor.

Bu bağlamda, araştırma uyumlu ve takıntılı tutku olmak üzere tutkunun iki türünün bireylerin psikolojik iyi oluşları ve mutluluk seviyeleri üzerindeki etkisini inceliyor.

İlk çalışmada 260 katılımcı, diğer çalışmalardaysa toplamda yaklaşık 1700 katılımcı araştırmaya dahil ediliyor.

Katılımcıların, yaşları 18 ile 25 arasında değişen Amerika ve Kanadalı üniversite öğrencilerinden oluştuğu ifade ediliyor.

Şimdi bulguları incelemeye hazırız. Sonuçlar tutkulu bireylerin yaşamın farklı alanlarında daha mutlu olduklarını gösteriyor.

Uyumlu bir tutkuya sahip bireylerim yaşamın akademik, sosyal ve romantik olmak üzere çeşitli alanlarında daha yüksek mutluluk seviyelerine sahip olduğu görülüyor.

Araştırmacılar bu durumu, uyumlu tutkunun, bireylerin sevdikleri aktivitelere tamamen odaklanmalarını ve bu aktivitelerden keyif almalarını sağlaması şeklinde yorumluyor.

Takıntılı tutkuya sahip bireylerinse, zaman zaman mutluluk bildirseler de genel olarak daha yüksek stres ve olumsuz duygular yaşadıkları gözlemleniyor.

Yani, takıntılı tutkunun bireylerin sevdiği aktivitelerden bile stres ve baskı hissetmelerine yol açarak mutluluğu olumsuz etkilediği belirtiliyor.

Olumlu duygularınsa, bireylerin tutku seviyeleri ile mutlulukları arasındaki bağı güçlendiren önemli bir aracı rolü oynadığı görülüyor.

Uyumlu tutkunun olumlu duyguları arttırdığı ve bu duyguların da uzun vadede bireylerin mutluluklarını pekiştirdiği yorumu yapılıyor.

Özetle, incelediğimi araştırma bireylerin mutluluk düzeylerinin yaşamlarındaki tutku ve motivasyon biçimlerinden büyük ölçüde etkilendiğini ortaya koyuyor.

Tabii her bilimsel araştırmada olduğu gibi bu araştırmanın da bazı kısıtları olabileceğini ve kendi örneklemi kapsamında genelleştirmenin doğru olacağını hatırlatarak içeriğimize bir nokta koyalım.

Kaynak: Motivation and Emotion

Yenilenen Cupra Leon, Agresif Tasarımı ve Dikkat Çeken Özellikleriyle Türkiye’de Satışa Sunuldu: İşte Fiyatı

Cupra, makyajlanan Leon modelini Türkiye’de satışa sundu. İşte fiyatı ve özellikleri.

Türkiye’de günden güne daha da popüler hâle gelen Cupra, geçtiğimiz aylarda 2024 Leon modelini tanıtmıştı. Makyajlanan araç, hem tasarım hem de özellikleri açısından önemli değişikliklere uğramıştı.

Şimdi ise 2024 Cupra Leon Türkiye’de satışa sunuldu. Peki aracın fiyatı ne kadar? Nasıl özellikleri var? Gelin tüm bu soruların yanıtlarına bakalım.

2024 Cupra Leon fiyatı

Versiyon Fiyatı
1.5 eTSI (mHEV) 150 PS DSG 1.860.000 TL
1.5 eTSI (mHEV) 150 PS DSG VZ-Line 2.125.000 TL
VZ 2.0 TSI 300 PS DSG 3.650.000 TL

*İlk 2 versiyonda lansmana özel fiyatlar eklendi. Normal fiyatları sırasıyla 135 bin ve 125 bin TL daha fazla.

2024 Cupra Leon neler sunuyor?

Hatchback gövde tipindeki araç, tasarım bakımından önemli yenilikler taşıyor. Artık daha sportif ve agresif bir görünüme sahip olduğunu söylememiz mümkün. İlk kez Tavascan’da gördüğümüz ve aynı zamanda Formentor’da da kullanılan Matrix LED farlar bu araçta da karşımıza çıkıyor. Hava girişi ve ön panjurunun da yenilendiğini görebiliyoruz. Üçgen şekilli far tasarımları, 18 ve 19 inç jantlar, arkada şerit şeklinde LED lambalar diğer detaylardan.

Aracın boyutlarına baktığımızda 4.400 mm uzunluğa sahip olduğunu görüyoruz. Genişliği 1.800 mm olarak açıklanırken aks mesafesi ise 1.440 mm olarak açıklandı. 380 litre bagaj hacmini de ekleyelim. Koltuklar katlandığında bu miktar 1.300 litreye kadar çıkabiliyor.

Yeni Cupra Leon, 3 farklı versiyon ile Türkiye’de satışa çıktı. Bunlardan ikisi 1,5 litrelik 150 PS gücündeki hafif hibrit eTSI ve eTSI VZ-Liine versiyonları. En pahalı model olan 300 PS gücündeki 2.0 litrelik benzinli bir versiyon da var. Tüm modeller, DSG şanzıman ile eşleştirilmiş.

İç mekânda da önemli değişiklikler karşımıza çıkıyor. Burada 3D baskı ve %73 geri dönüştürülmüş mikrofiber kullanılmış. Bilgi eğlence ekranı da değişmiş. 12,9 inçlik bir ekran görüyoruz yeni modelde. Son olarak 12 hoparlörlü ses sitemi, aydınlatma eklenen dokunmatik klima ve ses kontrolleri gibi özellikleri de var.

Bir Hayvanın Beslenme Düzenini Değiştirsek Ürettikleri Gıdaların Türü de Değişebilir mi?

Bir hayvanın beslenme düzenini değiştirsek, ürettikleri gıdanın türü veya niteliği de değişebilir mi? Bir ineğin verdiği süt veya bir arının ürettiği bal; tüketilen besine göre mi değişiyor?

Bu soru, epey kafa karıştırıcı olsa da üstüne düşününce aslında basit bir cevabı var.

Ürettikleri gıdanın türü değişmese bile, içeriği ve özelliklerinde mutlaka değişiklikler olmalı! Peki durum bizim düşündüğümüz gibi mi, gelin bakalım.

Hayvanların beslenme düzeni, ürettikleri besinlerin içeriğini etkiliyor.

Süt ürünlerinden başlayacak olursak inekler, koyunlar veya keçilerin beslenme düzeni; sütün yağ, protein ve vitamin içeriklerini etkiliyor. İneklere omega-3 yağ asitleri açısından zengin yemler verildiğinde sütteki omega-3 miktarının arttığı gibi.

Tabii hayvanın yediği yemlerin bileşimi de sütün tadını ve aromasını da etkiler. Mesela taze otla beslenen ineklerin sütü genellikle daha aromatik olur.

Peki et üretiminde de aynı durumlar geçerli mi?

Elbette geçerli. Hayvanın beslenme şekli, etin yağ dağılımını ve yağ asitlerinin bileşimini değiştiriyor. Tahıl ağırlıklı beslenen bir hayvanın eti, ot ağırlıklı beslenene göre daha fazla yağ içeriyor ve yağın yapısı da burada değişiklik gösteriyor.

Ayrıca tükettikleri besinler, etin lezzetini, rengini ve dokusunu da etkileyen önemli bir ayrıntı. Doğal otlarla beslenen ineklerin etleri, genellikle daha az yağlı ve daha yoğun bir tada sahip olması gibi.

Aynı durum tavuklar için de geçerli.

Tavukların beslenmesi, yumurtaların besin içeriğini etkiliyor. Yüksek omega-3 içeren yemler verilen tavukların yumurtaları, omega-3 açısından daha zengindir. Ayrıca bu durum, yumurtanın kabuk rengini ve sarı rengini dahi etkiliyor.

Gariptir ki arıların bile beslendiği çiçekler, balın aromasını, rengini ve tadını değiştiriyor. Bir lavanta çiçeğinden toplanan bal ile portakal çiçeğinden toplanan balın tadı asla aynı değil.

Doğal olarak hayvanların beslenme düzenlerinin ufacık bile olsa değişmesi demek, üretilen gıdalarının da içeriğinin, tadının ve hatta kokusunun bile değişmesi anlamına geliyor.

Kaynaklar: MDPI, ResearchGate

Aylardır Uzay İstasyonunda Mahsur Kalan Starliner Mürettebatını Dünya’ya Geri Getirecek Crew-9 Görevi Başarıyla Fırlatıldı

SpaceX’in Crew-9 görevi resmen başladı. 2 kişiyi taşıyan Dragon kapsülü, dün akşam Falcon 9 roketiyle ISS’e fırlatıldı. Görevin amaçlarından biri de aylardır istasyonda mahsur kalan Starliner mürettebatını geri getirmek.

Butch Wilmore ve Suni Williams isimli 2 astronot, haziranda Boeing Starliner ile Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) gitmişti. Ancak araçta yaşanan helyum sızıntısı ve iticilerde sıkıntılar gibi sorunlar, ikilinin ISS’te mahsur kalmasına neden oldu. Öyle ki 8 günlüğüne giden astronotlar, hâlâ ISS’teler. Starliner ise güvenlik nedeniyle mürettebatsız bir şekilde Dünya’ya indirildi.

Wilmore ve Williams’ın, Şubat 2025’te SpaceX’in Crew-9 görevi kapsamında Dragon kapsülüyle dönmesi bekleniyordu. Dün, bu amacı taşıyan Crew-9 resmen başladı.

Crew-9 görevi kapsamında 2 astronot ISS’e gönderildi

Crew Dragon, Florida’da bulunan Cape Carnaval Uzay Üssü’nden Dün akşam TSİ 20.17 sularında Falcon 9 roketiyle başarıyla fırlatıldı. Fırlatma, ABD’yi vuran Helene Kasırgası nedeniyle birden fazla kez ertelendi ancak nihayetinde başarıyla gerçekleştirildi.

Araçla birlikte NASA astronotu Nick Hague ve Rus Roscosmos kozmonotu Aleksandr Gorbunov ISS’e gönderildi. Normalde Dragon kapsülünün iki kişiyle gönderilmesi alışılmış bir durum değil. Hep 4 kişilik görevlerde kullanılıyor. Ancak Crew-9 bir istisna. Çünkü görevin amaçlarından biri ISS’te mahsur kalan Starliner mürettebatı Butch Wilmore ile Suni Williams’ı evlerine geri getirmek. Yani diğer 2 koltuk onlar için ayrıldı.

Hague, Gorbunov, Wilmore ve Williams’tan oluşacak Crew-9 mürettebatının şubat içinde geri dönmesi planlanıyor.

 

MR Makinesi Neden Kafamızda İnşaat Yapılıyormuş Gibi Garip Sesler Çıkarıyor? Gelen Sesin 3 Kaynağı Varmış!

MR makinesine girdiyseniz bilirsiniz, sanki başınızda inşaat yapılıyormuş gibi sesler gelir. Peki bu seslerin sebebi ne?

MR makinesine girmek yeterince klostrofobik değilmiş gibi bir de “dan-dun”, “tak-tuk” seslerini tepemizde duyuyoruz.

Hiç düşündünüz mü? Bu sesler neden çıkıyor? Kaynağı ne? Aslında 3 farklı kaynaktan geliyorlar. Teker teker bakalım.

İlk olarak, MR (manyetik rezonans) cihazı ne işe yarıyor?

MR cihazı, manyetik alanları ve radyo dalgalarını kullanarak organları, dokuları ve sinir sistemini; vücudumuzdaki atomların çekirdek hareketleri aracılığıyla inceliyor. Bunu yaparken de gürültülü sesler çıkıyor.

İlki, soğutma sistemiyle alakalı.

Coldhead denilen soğutma sistemi, makinenin parçalarının düşük seviye sıcaklıklarda kalmasını sağlıyor. Hatta -269 dereceye kadar soğutabiliyor. Bu sistemin içindeki pompalar ve fanlar, duyduğumuz gürültüyü oluşturan kaynaklardan.

Bir diğer ses ise radyo frekansı bobinlerinden geliyor.

RF bobinleri, MR görüntülemede ihtiyaç duyula radyo frekansı sinyallerini gönderip alıyor. Akım geçerken hoparlörden çıkar gibi belli sesler çıkıyor ve biz de bu rahatsız edici sesleri duyuyoruz.

Son ses kaynağı, gradient bobinleri.

Gradient bobinler, cihazın içindeki manyetik alanın şiddetini ve yönünü değiştiriyor; iç manyetik alana karşı başka manyetik alan oluşturuyor. Bunları yaparken oluşan akım sayesinde genişleyip daralıyor ve sonucunda “tak-tak-tak” diye duyduğumuz ses oluşuyor.

Kaynaklar: Envision Radiology, Cincinnati Hospital

Togg’un İlk Sedan Otomobili T10F’nin Test Görüntüleri Paylaşıldı! T10X’ten 80 km Daha Fazla Menzil Sunacak [Video]

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Togg’un yeni fastback modeli T10F’in test görüntülerini paylaştı.

Şu anda T10X modeliyle karşımıza çıkan Togg, CES 2024’te T10F ismini verdiği fastback tipindeki yeni aracını tanıtmıştı. Otomobil için meraklı bekleyiş sürerken geçen ağustos başında testlerinin başladığını görmüştük.

Şimdi ise bu konuda yeni bir gelişme yaşandı. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Togg T10F’den test görüntülerini bizlerle buluşturdu.

Togg T10F, T10X’ten 80 km daha uzun menzil sunacak

*Videoyu görüntüleyemiyorsanız buradaki bağlantıya tıklayın.

Kacır tarafından paylaşılan videoda, Gemlik’teki tesiste T10F’in sürüş testlerini görebiliyoruz. Araç, her yeni otomobilde gördüğümüz gibi tasarımı gizlenmek için kamuflaj ile kaplanmış. Aracın hız, dönüş, otonom yetenekleri gibi özellikleri test ediliyor.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı, aracın özelliklerine ilişkin açıklamalarda bulundu. Açıklamada, SUV model T10X’e kıyasla 80 km daha fazla menzil sunacağı belirtildi. Bunu ilk kez duymuyoruz. Araç ilk tanıtıldığında da zaten 600 km’ye varan menzille geleceği belirtilmişti. T10X’in 520 km civarında menzil sunduğunu belirtelim.

T10F’nin iki arkadan itişli ve bir çift motorlu dört tekerden çekişli versiyonlarla gelmesi bekleniyor. Aracın 0’dan 100 km’ye 4 saniyede çıkacağını belirtelim. Yeni Togg modeli, 2025 yılında bekleyenleriyle buluşacak.

Ülkedeki İstisnasız Herkesin T.C. Kimlik Numarasının Sonu Neden Çift Rakamla Bitiyor?

İçeriği okumaya başlamadan önce T.C. kimlik numaranızın son rakamını hatırlamanızı istiyoruz. Çift rakamla bitiyor değil mi? Hayır, bu bir sihirbazlık ya da bulmaca değil. Çünkü Türk vatandaşı olan herkeste olan bir durum.

Evet, herkesin T.C. kimlik numarasının 11. hanesi çift rakam ile bitiyor. İyi de neden?

Tek biten bir kimlik numarası görmeniz imkânsız. Çünkü işin içinde bir matematik var!

Her birimizin kimlik numarası 11 haneden oluşuyor.

Birbirinden tamamen ayrı bu numaraların ortak bir özelliği çift rakamla bitmesi. Dilerseniz çevrenize, ailenize ya da herhangi birisine de sorabilirsiniz. Alacağınız yanıt değişmeyecektir…

Çünkü bu durum, ilk 9 rakamın bir sağlaması olarak karşımıza çıkıyor. Matematiksel olarak da bu sağlamanın sonucunda tek rakam çıkması pek olası değil.

Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’nün sitesinde yer alan bilgi de bu önermeyi destekliyor.

İlk 9 basamak arasında kurulan bu algoritmaya göre 10. basamağı, ilk 10 basamak arasındaki algoritmaya göre de 11. Basamağı bulabiliyoruz. Bu sayede bir kimlik numarasının sahte olup olmadığı da bu sağlama ile bulunmuş oluyor.

Numaranızın ilk 10 hanesini topladığınızda ortaya çıkan sayının birler basamağı, 11. haneyi veriyor. Böylece hep doğru bir sağlama yapılıyor, hem de kimliğin sahte olup olmadığı kolaylıkla ayırt edilebiliyor.

İşte bu sağlama sayesinde Türk kimliği olan vatandaşların hiçbirinin kimlik numarası, tek rakamla bitmiyor. Siz de kendinizinkini deneyebilirsiniz!

Kaynaklar: Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü