iPhone Kullanıcıları da Reklamdan Kaçamayacak: Apple Search Ads Türkiye’ye Geldi

Apple, geliştiricilerin uygulamalarının App Store üzerinden reklamını yapmasını sağlayan Search Ads özelliğini Türkiye’ye getirdi.

Apple, yıllar önce “Search Ads” ismi verilen bir reklam sistemi tanıtmıştı. Türkçeye “Arama Reklamları” olarak aktarabileceğimiz bu sistem, geliştiricilerin uygulamalarını App Store üzerinden tanıtarak reklamını yapmasını sağlıyordu.

Search Ads, düzenli olarak farklı farklı ülkelere geliyordu. Şimdi ise özelliğin aralarında Türkiye de dahil 21 ülkeye daha geldiği ifade edildi. Bu ülkeler arasında Türkiye dışında Cezayir, Irak, Lüksemburg, Letonya, Slovenya, İzlanda, Nepal, Gana gibi ülkeler var. Yeni eklemelerle Search Ads’e erişim sağlayan ülke sayısı 90’a çıktı.

Peki tam olarak ne bu Search Ads?

En başta da söylediğimiz gibi Apple Search Ads, geliştiricilerin App Store üzerinden uygulamalarının reklamını yapmasını sağlayan bir sistem. Bu şekilde kullanıcıların uygulamanıza en doğru anlarda erişmesi amaçlanıyor.

Dört farklı reklam türü var. Bunlar; direkt olarak “Bugün” sekmesinde gösterilen reklamlar, kullanıcı arama yapmadan önce karşısına çıkan reklamlar, arama sonuçlarının en üstünde çıkan reklamlar ve diğer uygulamaların sayfalarının en alt tarafında çıkan reklamlar.

Geliştiriciler, bu şekilde mağazanın farklı kısımlarından uygulamalarını tanıtabiliyorlar. Apple da Search Ads yardımıyla organik aramadan 2 kat daha fazla etkileşim elde edilebildiğini söylüyor. Search Ads’in tıklama başına maliyet modeliyle çalıştığını belirtelim. Yani geliştirici yalnızca kullanıcı reklama tıkladığında ödeme yapıyor.

Türkiye’nin de dahil olduğu yeni gelen ülkelerdeki geliştiriciler, daha öncesinde uluslararası reklamlar için kaydolabiliyorlardı. Ancak yeni destek, artık yerel müşterilere de reklam yapma imkânı sunacak. Apple Search Ads’e buradaki bağlantıdan ulaşmak mümkün.

2025’e Ertelenen Assassin’s Creed Shadows’un, Co-Op Moduyla Gelebileceği İddia Edildi

Yeni bir iddiaya göre önümüzdeki yıla ertelenen Assassin’s Creed Shadows, co-op moduyla gelebilir.

Ubisoft, daha çıkmadan en tartışmalı oyunlardan biri olmayı başaran Assassin’s Creed Shadows’u geçtiğimiz hafta ertelediğini açıklamıştı. Star Wars Outlaws’ın başarısız çıkışından ders aldığını söyleyen şirket, oyunu iyileştirmek için çıkış tarihini 15 Kasım 2024’ten 14 Şubat 2025’e itmişti. Ayrıca ilk günden Steam’e geleceği de paylaşılmıştı.

Şimdi ise Assassin’s Creed Shadows hakkında bir başka önemli bir gelişme yaşandı. Insider Gaming’in edindiği bilgilere göre oyunda eşli mod görebiliriz.

Muhtemelen iki ana karakteri içeren bir eşli mod olacak

Co-op oyun modunun yeni bir şey olmadığı, erteleme kararının çok öncesinden beri geliştirildiği de gelen bilgiler arasında. Moda “LEAGUE” kod adı verildiği ve henüz ne zaman geleceğinin belli olmadığı da söyleniyor. Buradan direkt olarak çıkmayacağı oyun piyasaya sürüldükten sonra ayrı olarak gelecek bir şey olduğunu anlıyoruz.

Co-op moduyla ilgili detaylar çok az olsa da tahmin yapabiliriz. Oyunun Yasuke ve Naoe olmak üzere iki oynanabilir karakterle geleceğini biliyorduk. Muhtemelen bu ikisini içeren bir eşli mod göreceğiz. Kullanıcılar karakterlerin farklı yeteneklerinden yararlanarak ve birbirinin arkasını kollayarak oyunu deneyimleyebilecekler.

Assassin’s Creed Shadows, oyuncuları feodal Japonya dönemine götürerek bir ilke imza atacak. Yasuke isimli karakter siyahi bir samuray, Naoe ise bir shinobi olarak karşımıza çıkacak. Oyunda bu ikilinin yaşadığı maceralar anlatılacak.

Assassin’s Creed Shadows’un daha önce paylaşılan oynanış fragmanı

Tesla, En Ucuz Otomobilini Satıştan Kaldırdı: Tamam da Niye?

Tesla, sattığı en ucuz otomobil olan Model 3 Standard Range RWD’nin satışlarını durdurdu. Artık en ucuz Tesla, 42 bin 500 dolara alınabilen Model 3 Long Range RWD. Peki marka, neden böyle bir karar aldı?

Elektrikli otomobil devi Tesla’dan çok da beklenmedik bir hamle geldi. Şirket, bugüne kadarki en uygun fiyatlı otomobili olan Model 3 Standard Range RWD’nin satışlarını durdurdu. Otomobilin satıldığı ülkelerde sipariş vermek isteyen tüketicilerin, daha üst paketlerdeki Model 3’leri tercih etmeleri gerekiyor.

Giriş seviye Tesla Model 3, markanın bugünlere gelmesini sağlayan önemli unsurlardan bir tanesiydi. Çünkü oldukça uygun fiyatlıydı ve tüketiciler tarafından da büyük ilgi görmüştü. Markanın geleceğe yönelik planları belli değil ancak bu otomobil, an itibarıyla tarihin tozlu raflarına gömülmüş gibi görünüyor.

Kararın arkasındaki neden, batarya sorunu gibi görünüyor

Tesla, konuyla ilgili resmî bir açıklama yapmadı ancak sektör kaynaklarının konuyla ilgili fikirleri var. Edinilen bilgilere göre Tesla, Model 3 Standard Range RWD’nin bataryasını Çin’de ürettiriyordu. Ancak son dönemlerde Çin’e yönelik vergilerin artırılması, Tesla’yı böyle bir karar almak zorunda bıraktı

Tesla Model 3 Standard Range RWD, satıldığı ülkelerde 39 bin dolardan başlayan fiyatlarla satın alınabiliyordu. Alınan karar sonrası piyasadaki en ucuz Tesla Model 3, 42 bin 500 dolardan başlayan fiyatlarla satın alınabilen Long Range RWD olmuş oldu. 

İnterneti Daha Erişilebilir Yapmak İçin 15 Yıldır Mücadele Veren World Wide Web Foundation Kapanıyor

2009’dan beri interneti daha güvenli ve erişlebilir yapmaya çalışan World Wide Web Foundation’ın kapanacağı açıklandı. Organizasyon, günümüz interneti için büyük önem taşıyan World Wide Web’in mucidi tarafından kurulmuştu.

İnternetin temel yapı taşlarından olan World Wide Web’in (WWW) kurucusu Tim Berners-Lee, iş insanı olan eşi Rosemary Leith ile birlikte 2009 yılında World Wide Web Foundation’ı kurmuştu. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan bu oluşum, interneti daha güvenilir ve daha erişilebilir hâle getirmek için 15 yıldır mücadele ediyordu.

Ancak sitesinden yapılan bir açıklamada, Tim Berners-Lee ve Rosemary Leith organizasyonun kapanacağını açıkladılar. Nedenine ilişkin de bilgi verdiler.

Organizasyon kuruluş hedefini büyük ölçüde tamamladı, şimdi yeni bir mücadele var

WWW Foundation ilk kurulduğunda dünyanın sadece %20’sinden biraz fazlasının internet erişimi vardı. Bunu değiştirmeye çalışan kuruluş sayısı da bir hayli azdı. Ancak günümüzde internet erişimi %70’in üstüne çıktı, erişilebilirliği artırmak ve daha uygun fiyatlı hâle getirmek için çalışan bu tarz organizasyonların sayısı çok yükseldi.

İki kurucu da yaptıkları açıklamalarda organizasyonun kuruluş hedefinin büyük oranda tamamlandığını belirttiler. Erişim ve uygun fiyatlılık konusunda yıllar boyunca onlarla çalışıp büyük ilerleme kaydetmelerini sağlayanlara teşekkür ederken diğer kuruluşların onların sorumluluklarını onlardan devralacaklarına inandıklarını ifade ettiler.

İkili, şimdi yepyeni bir mücadele ile karşı olduklarını ve ona karşı mücadele edeceklerini söylüyor. Sosyal medya iş modelinin kullanıcı verilerini metalaştırdığını ve gücü platformlara yoğunlaştırdığını belirtiyorlar. Bu tehdide karşı koymak için de kendi organizasyonlarını dağıtıp merkezi olmayan teknolojilere odaklanacaklarını ekliyorlar.

Şimdiki amaçları, bireylere verileri üzerindeki gücü ve kontrolü geri kazandırmak olacak. Hatta Tim Berners-Lee, bunun için Solid Protocol ismi verilen, insanların verilerini Pod adlı merkezi olmayan veri depolarında güvenli bir şekilde saklamalarına olanak tanıyan bir sistem bile geliştirmiş.

Anı Yakaladı, Geleceği Kaçırdı: Polaroid Nerede Hata Yaptı da Süksesini Kaybedip Piyasanın Gerisinde Kaldı?

Tatillerde, aile buluşmalarında ya da anı yakalamak istediğiniz herhangi bir anda, cebinizde taşıyabileceğiniz bir kamera var. Çekiyorsunuz, birkaç saniye bekliyorsunuz ve elinizde o anın fiziksel bir kanıtı: bir Polaroid fotoğrafı. Anlık tatmin, somut bir hatıra. Ancak bu efsanevi marka bugün neden yalnızca nostaljik bir anı olarak kaldı?

70’lerde hayatımıza giren ve anlık fotoğrafları ile evlerimizi dolduran Polaroid’in başarıdan çöküşe giden yolculuğu, teknolojiye uyum sağlayamama ve stratejik hatalarla dolu bir hikâyesi var.

Çağın gerisinde kalmanın ders alınacak hikâyesine biraz yakından bakalım.

Başarı yılları: Hızlı ve kolay fotoğrafçılığın doğuşu

1937’de Edwin Land tarafından kurulan Polaroid’in ilk fotoğraf makinesi 1948’de piyasaya sürüldü ve o dönemin fotoğrafçılığına devrim niteliğinde bir yenilik getirdi.

İnsanlar, karanlık odalarda saatlerce film yıkama derdinden kurtuldu; anında baskı teknolojisi sayesinde çektikleri fotoğrafları saniyeler içinde ellerinde tutabiliyorlardı. Bu hızlı ve pratik sistem özellikle sosyal ortamlarda büyük popülerlik kazandı.

1960’lar ve 70’ler, Polaroid’in altın çağıydı. O dönemlerde Polaroid kameralar, özellikle gençlerin ve sanatçıların favorisi hâline gelmişti.

Andy Warhol gibi popüler figürler bile bu kameraları kullanarak sanat eserleri üretti. Polaroid, bu dönemde inovasyonun ve yaratıcılığın sembolüydü.

Çöküşün başlangıcı: Dijital çağa uyum sağlayamama

2000’li yıllara gelindiğinde, Polaroid’in yıldızı sönmeye başladı. Bunun en büyük sebebi, dijital fotoğrafçılığın hızla yükselişe geçmesiydi.

Dijital kameralar; fotoğrafların depolanmasını, paylaşılmasını ve düzenlenmesini çok daha kolay hâle getirirken, Polaroid hâlâ fiziksel baskı teknolojisine bağlı kalmıştı.

Polaroid’in yönetimi, dijital fotoğrafçılık dalgasını öngöremedi ve bu yeni teknolojiye adapte olma konusunda ağır kaldı.

Teknolojiye yatırım yapması gereken dönemde, Polaroid bir nevi kendi başarılarına aşırı güvenerek inovasyonu ikinci plana attı.

Stratejik hatalar: İleriyi görememek

Polaroid’in başarısızlığının ardında sadece teknolojiye adapte olamaması yatmıyordu; aynı zamanda pazarlama ve strateji anlamında da ciddi hatalar yaptı.

1990’larda dijital kameralar pazara girdiğinde Polaroid, kendi dijital fotoğraf makinelerini çıkarmak yerine eski ürün gamına güvenmeyi seçti.

Şirket, tüketicilerin anında baskıdan asla vazgeçmeyeceğine inanıyordu. Ancak insanlar, artık fotoğrafları çevrim içi ortamda paylaşmayı tercih ediyordu ve anında baskı cazibesini kaybetmeye başlamıştı.

Polaroid, fotoğraf paylaşımının sosyal medyada patlama yaptığı dönemde bile bu trendi yakalayamadı. Dijital dünyada hızlı bir şekilde yer bulamayan Polaroid, sonunda iflas bayrağını çekti.

2001’de şirket, iflas başvurusunda bulundu. Bu noktada, Polaroid’in bir zamanların teknoloji devi olduğu dönemler geride kalmıştı.

Nostaljik dönüş: Yeni nesil polaroid

İflas sürecinden sonra Polaroid markası farklı yatırımcılar tarafından satın alındı ve yeniden canlandırılmaya çalışıldı. Bugün, Polaroid kameralar nostaljik bir ürün olarak özellikle gençler ve fotoğrafçılar arasında yeniden popülerleşmeye başladı.

Anlık fotoğraf baskısı konsepti, retro bir hava yaratarak bir kez daha ilgiyi üzerine çekiyor. Ancak bu geri dönüş, Polaroid’in altın çağını geri getirmekten çok uzak; artık pazarın devlerinden biri değil, daha çok niş bir kitlenin sevgilisi.

Yenilikten kaçmak başarısızlığa götürür.

Polaroid’in hikâyesi, teknolojik inovasyonlara ayak uyduramamanın nasıl bir devi bile devirebileceğinin en somut örneklerinden biri.

Bir dönemin fotoğrafçılık dünyasına damgasını vuran bu marka, dijital çağın başlangıcında doğru adımları atamayarak tarih sahnesinden silindi.

Yine de günümüzde nostalji severler ve retro tutkunları sayesinde bir şekilde hayatta kalmayı başarıyor.

Kaynaklar: Predictable Profits, Inspire Ip, Medium, Diy Photography

Bu başarısızlık hikâyelerini de inceleyebilirsiniz:

Digital Brain, Veri Akışı ve Analitiği Alanında Önde Gelen Şirket Confluent ile Ortaklık Kurdu: Türkiye’deki İşletmelere Güvenli Bulut Veri Hizmetleri Sunulacak

Digital Brain, veri akışı ve gerçek zamanlı veri analitiği alanında önde gelen şirket Confluent ile ortaklığa gitti. Bu ortaklık, Türkiye’deki işletmelere güvenli bir bulut veri akışı hizmeti sağlayacak.

Ayhan Demirci tarafından kurulan yerli şirket Digital Brain; veri, yapay zekâ ve bulut hizmetleri sunan bir şirketti. Kurumların yapay zekâ ve dönüşüm yolculuklarına eşlik etmeyi planlayan şirket, şimdi de önemli bir ortaklığa gittiğini duyurdu.

Digital Brain, veri akışı ve gerçek zamanlı veri analitiği alanında dünyanın önde gelen şirketlerinden olan ve Confluent ile iş birliği yaptı. Bu iş birliği kapsamında SaaS (hizmet olarak yazılım) bulut çözümleri Türkiye’de sunulmaya başladı.

Sektörlere güvenli bir veri akışı analitiği teknolojisi hizmeti verilecek

Digital Brain ve Confluent ortaklığı kapsamında Türkiye’deki kritik sektörlere güvenli bir SaaS bulut veri akışı analitiği teknolojisiyle hizmet verilecek. Bu hizmetler, sektörlerin yerel veri güvenliği ihtiyaçlarını karşılarken işletmelerin dijital dönüşüm süreçlerini de hızlandıracak.

İş birliği ile gerçek zamanlı veri, Digital Brain’in yapay zekâ çözümlerine entegre edilecek. Böylece ülkemizdeki işletmelere küresel ölçüde rekabet avantajı sağlanacağı söyleniyor. Confluent’ın platformu, işletmelere tüm verilerini gerçek zamanlı olarak aktarma, bağlama, işleme ve yönetme imkânı sunuyor. Bu şekilde de sayısız uygulama arasında sorunsuz erişim ve yeniden kullanım sağlanabiliyor.

Digital Brain, son zamanlarda önemli ortaklıklar kurmuştu. Örneğin MEXT ile yapılan bir başka iş birliği, veri akışı ve yapay zekâ çözümlerinin benimsenmesini destekleyerek yerel teknoloji şirketleri ve üniversitelerle birlikte çalışma potansiyelini artırmayı amaçlıyordu. Ayrıca şirket, yapay zekâ ve veri alanında genç yeteneklerin gelişimini desteklemek için de saha projeleri, özel oturumlar ve mentorluk gibi şeyleri içeren programlar oluşturduğunu belirtti.

İnci Küpeli Kız Resminin Neden İnsanları “Büyülediğini” Gösteren Araştırma

Bilim insanları, gerçek sanat eserlerinin insanların beyninde nasıl tepkiler oluşturduğunu inceledi. Ayrıca Johannes Vermeer’ın İnce Küpeli Kız tablosunun neden bu kadar büyüleyici olduğu da analiz edildi.

Johannes Vermeer imzalı “İnci Küpeli Kız”, şüphesiz dünyanın en popüler sanat eserlerinden biri. Bu resme bakan bir kişi, uzun süre gözlerini ayırmayabiliyordu. Bilim insanları ise bunun nedenine dair bir araştırma gerçekleştirdiler.

Aslında araştırmanın temel amacı, gerçek sanat eserlerinin diğerlerine kıyasla beyni ne kadar harekete geçirdiğini beyin taramalarıyla gözlemlemekti. İnci Küpeli Kız da bunun için kullanıldı. Sonuçlarda gerçek bir sanat eserine bakmanın çok büyük bir fark oluşturduğu gözlemlendi.

Gerçek sanat eserleri, beyni 10 kat daha fazla uyarıyor

Bu bağımsız nörolojik çalışma, İnci Küpeli Kız tablosunun da bulunduğu Lahey’deki Mauritshuis Müzesi’nde gerçekleştirildi. Araştırmada 5 farklı sanat eserine bakan ve yaşları 21 ila 65 arasında değişen gönüllülerin göz hareketleri ve MRI taramalarıyla beyin sinyalleri kaydedildi.

20 gönüllüden elde edilen sonuçlarda, gerçek sanat eserlerine bakmanın taklitlerine veya farklı versiyonlarına bakmaktan 10 kat daha fazla beyni uyardığı görüldü. Mauritshuis yöneticisi Martine Gosselink, bunun inanılmaz bir fark olduğunu belirtirken gerçek sanat eserlerinin önemine dikkat çekti. Aslında herkesin arada bir fark olduğunu bildiğini ancak çalışmalarıyla bunun ölçülebilir bir şey olup olmadığını görmek istediklerini aktardı.

İnci Küpeli Kız, bakanları âdeta kilitliyor

İnci Küpeli Kız özelinde de analiz gerçekleştirildi. Sonuçlarda, popüler eserin en çok dikkat çeken tablo olduğu görüldü ve insanlarda “dikkat döngüsü” denen bir şeye neden olduğu bulundu.

Buna göre tabloya bakanlar, önce kızın gözüne, sonra ağzına ve inci küpesine bakıyordu. Otomatik olarak herkesin baktığı bu üçgen, döngü şeklinde devam ediyor ve âdeta bakan kişinin kilitlenmesini sağlıyor. İkonik esere diğerlerinden fazla bakılmasının nedeni de bu olarak açıklanıyor. Araştırmayı gerçekleştiren Neuransics isimli firmadan Martin de Munnik, bununla ilgili “İsteseniz de istemeseniz de dikkatinizi veriyorsunuz. İsteseniz de istemeseniz de o kızı seviyorsunuz.” diyor.

Ayrıca beyin sinyallerinin ölçümü, bu tabloya baklanların beyninin en çok “precuneus” isimli bölümünü uyarıldığını gösterdi. Bu, insanda bilinci ve kişisel kimliği yöneten bölümün adı.

Kısacası çalışma, İnci Küpeli Kız başta olmak üzere sanat eserlerinin gerçeğine bakmanın, insanların beynini gerçekten uyararak onlara farklı duygular yaşattığını açıkça gözler önüne seriyor.

Android Kullanıcılarının mı iPhone Kullanıcılarının mı Telefonlarını Daha Çok Yenilediği Belli Oldu

Yeni bir araştırma, Android ve iPhone kullanıcılarının telefonlarını ne sıklıkla değiştirdiğini gösterdi. Sonuçlarda iPhone’ların daha uzun süre kullanıldığı görüldü.

Bir telefon aldığımızda onu yıllarca kullanabiliyoruz. Ancak maksimum 4-5 sene sonra gerçekten değiştirme ihtiyacı ortaya çıkıyor. Peki Android ve iPhone tarafında bu değiştirme sıklığı nasıl? Hangi platformun kullanıcısı daha hızlı yeni cihaza geçiyor? Consumer Intelligence Research Partners (CIRP) tarafından yapılan araştırma, bu soruya yanıt aradı.

Sonuçlarda Android ve iOS kullanıcılarından hangilerinin daha çok sıklıkla telefonunun yenilediği ortaya çıktı. Android kullanıcılarının %57’sinin yani yarısından fazlasının telefonlarını 2 yıldan daha az sürede değiştirdiği görülürken iPhone tarafında ise bu oran %34’tü. Bu da Android kullananların telefonlarını daha hızlı değiştirdiğini gösterdi.

Telefonunu üç yıldan fazla süre kullanan Android kullanıcılarının oranı sadece %21

Tabii ki araştırılan tek şey bu değildi. CIRP, kullanıcıların telefonlarını ne kadar süre kullandığına da baktı. Sonuçlar, sadece %21 oranında Android kullanıcılarının telefonlarını 3 yıldan fazla süre kullandığını gösterdi. iPhone tarafında ise %32’lik bir oran vardı.

Bu gayet anlaşılabilir bir durum. Ne de olsa Android telefonlar her segmentten cihazı içeriyor. Çok ucuz fiyata düşük özellikli telefonlar da var en üst seviye amiral gemileri de var. Uygun fiyatlı telefonların öyle yıllar boyunca kullanılabilmesi çok zor. Ayrıca düşük fiyata alındıkları için kısa sürede yenilemek de kullanıcı için daha kolay olabiliyor. Apple ise SE modeli dışında tamamen amiral gemisi modeller çıkarıyor. Bu yüzden Android tarafında uzun kullanılmama durumu çok normal.

Ancak Apple’ın sağladığı avantajları da unutmamak gerekiyor. Ülkemiz de dahil dünyanın birçok yerinde iPhone’ların değerini uzun yıllar koruyabildiğini göstermişti. Bu da insanları değiştirmeye itmiyor. Ayrıca Apple’ın, birçok Android telefondan daha uzun süre güncelleme sunabildiğini de ekleyelim. 7 yıla kadar çıktığını görebiliyoruz. Böyle bir yaklaşım Samsung gibi devlerde olsa da Android telefon üreten diğer markaların çoğunda yok.

Arabada Sigara İçiyorsanız Klimaya ve Cebinize Verdiğiniz Bu Zararları Öğrenmeniz Gerek!

Arabada sigara içmek bazıları için konforlu ve keyifli olsa da bu sırada klimaya zarar verdiğinizi fark etmemiş olabilirsiniz.

“O kadar da önemli bir etkisi yoktur.” diye düşünüyorsanız, aslında durum düşündüğünüzden daha karmaşık.

Klima sistemini etkileyen sigara dumanına karşı da yapmanız gereken bazı noktalar var.

Sigara dumanı ve araba klimasındaki görünmeyen tehlikeler

Arabanızda sigara içtiğinizde, duman sadece etrafa yayılmıyor, klima sisteminin çeşitli parçalarına da ulaşıyor. Klima, iç mekân havasını sürekli sirküle ederek temiz tutmaya çalışıyor. Ancak sigara dumanı, klima sisteminin filtrelerinden fanlarına kadar her yere nüfuz edebiliyor.

Özellikle klima filtreleri, havayı temizlemek için tasarlanmış olsa da sigara dumanındaki küçük partiküller filtrelerin tıkanmasına ve verimsiz çalışmasına yol açabiliyor.

Klima filtresinin tıkanması da hem havalandırma kalitesini düşürüyor hem de filtreyi daha sık değiştirme ihtiyacı doğuruyor.

Kirli bir filtre ise zamanla sistemdeki diğer bileşenlere de zarar verebiliyor ve bu da daha büyük masraflar demek.

Kötü koku klima sisteminde birikiyor.

Sigara içmenin belki de en rahatsız edici etkilerinden biri, arabanın içine sinen kötü koku. Ancak çoğu kişi bu kokunun sadece koltuk döşemelerinde ya da arabanın iç yüzeylerinde kaldığını düşünüyor.

Gerçekte, sigara kokusu klima sisteminin kanallarına da yerleşiyor. Zamanla bu koku, aracınızın her havalandırmayı açışınızda burnunuza gelir. Klimanın içindeki nemli ve sıcak ortam, bu kokunun daha kalıcı hâle gelmesine neden oluyor.

Üstelik kötü kokular, klimayı ne kadar temizlerseniz temizleyin, tamamen gitmeyebiliyor ve profesyonel bir müdahale gerekebiliyor.

Sigara dumanına karşı klimanızı nasıl koruyabilirsiniz?

Arabanızın klima sistemini korumak için tabii ki sigara içmemek en doğru çözüm ancak sigara içmeye devam edeceksiniz düzenli olarak filtreleri değiştirmekte fayda var.

Klimanın dış sirkülasyon modunu açarak da araca temiz hava girmesini sağlayabilirsiniz. Bu sayede iç mekân ve dış mekân arasında sürekli hava sirkülasyonu sağlatabilir ve kabin havasını iyileştirebilirsiniz.

Ayrıca sigara dumanının arabanızdaki zararlarını azaltmak için pencereyi açık tutarak dumanın araçtan dışarı çıkmasını da sağlayabilirsiniz.

Bu basit önlemler arabanızın içinde daha ferah bir hava sağlarken klima sisteminizin ömrünü de uzatacaktır.

Kaynaklar: NerdWallet, Colman Air, ML Truck, Nature

Bunları da inceleyebilirsiniz:

 

Google, Görsellerde Göstereceği Resimleri Neye Göre Seçiyor? Arkasında Koca Bir Algoritma Var!

Google Görseller’de karşılaştığımız resimler neye göre seçiliyor? Gelin arkasında yatan algoritmayı inceleyelim.

Bir bilgiye ihtiyaç duyduğumuz zaman ilk adresimiz genellikle Google oluyor. Aynı şekilde bir görsele ihtiyaç duyduğumuzda da Google’a başvuruyoruz. 

Peki Google, sayfa sayfa sıraladığı o görselleri tam olarak neye göre seçiyor? İnternette milyonlarca görsel varken üstelik… Mesela ilk sıradaki görsel, neden ilk sırada? 

Aslında bunun tek ve spesifik bir sebebi yok. Farklı etmenlere bağlı bir durum. 

Ancak kullanıcıların arama çubuğuna yazdığı ve sorguladığı anahtar kelimeler, görsel sonuçlarının belirlenmesindeki en önemli faktör. Çünkü Google, hem arama sonuçlarında hem de görsel sonuçlarında arama sorgusundaki kelimelerle en ilgili olanları öne çıkarıyor. 

Görsellerin içeriği, görseldeki nesneler ve insanlar, arama sorgusuyla ne kadar uyumlu olduğuna göre değerlendiriliyor.

Bu noktada ekleyelim, yüksek otoriteye sahip, SEO (Arama Motoru Optimizasyonu) açısından güçlü, güvenilir ve kaliteli içeriklere sahip sayfalardaki görseller daha fazla görünürlük kazanıyor. Ayrıca mobil uyumlu görseller, hâliyle mobil aramalarda daha fazla ön plana çıkarılıyor.

Görsel alt metinleri de sıralamayı etkiliyen ana faktörlerden. 

Alt metin, aslında içerik üreticinin içerik yönetim sistemi yani panel üzerinde eklediği görseli tanımlamak için oluşturduğu metin. Açıklaması kısa olsa bile etkisi büyük. Google, görselin hangi bağlamda kullanıldığını anlamak için bu metinden yararlanıyor.   

Saydığımız bu sebeplerin ardından yan faktörlere de değinelim.

Google, görselin kalitesini de sıralama faktörleri arasında değerlendiriyor. Yani yüksek çözünürlüklü görsellerin şansı düşük kalitedekilere göre çok daha fazla. Öte yandan görselin güncel, daha yakın tarihli olması yine Google gözünde çok değerli. 

İçeriğimizi noktalamadan hatırlatalım, Google, kullanıcıların geçmişteki arama tercihlerine dayanarak kişiselleştirilmiş sonuçlar da sunabilir.

Peki siz Google görselleri ne sıklıkla kullanıyorsunuz, başarılı buluyor musunuz? Görüşlerinizi yorumlar kısmında belirtmeyi unutmayın.

Bu içeriklere de göz atabilirsiniz: