Vajinismus korkutmasın

Vajinismus nedir? Sebepleri nelerdir? Tedavisi mümkün mü?

Öncelikle vajinismusun isteğe bağlı olmadığı bilinmelidir.Bunun altında yatan kesinlikle psikolojik ve fiziksel geçmişimize bağlı bir takım nedenlerden oluşur.

Peki Vajinismus nedir ? Tedavisi var mıdır ?

Vajinismus; kadınlarda görülen cinsel ilişkiye girme korkusudur. Vajinismus yaşayan kadınlar partnerleriyle birliktelik yaşayamazlar. Fakat bunun kesinlikle cinsel isteksizlik olarak algılanması yanlıştır. Partnerini ya da eşini çok seven,arzulayan kadınlar, ilişkide çok mutlu fakat cinsellikte kendine bağlı sebeplerden dolayı kaçıngan olabilir.

Tedavi sürecinde ise ilk önce vajinismusun sebebini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırız. Çoğu zaman çocukluğa kadar inen, bilinçaltında kalıplaşmış, daha çok baskıcı aile modelinde yetişen kız çocuklarında kendini koruma refleksi olarak gelişen bir hastalıktır. Bazen ise sebebini bile anlamlandıramadığımız ”gizli travma” dediğimiz, kişininde bunu hatırlamadığı sebeplerle ortaya çıkmış olabilir. Ne yazık ki bu sorun, gündelik hayatımızda anlayabileceğimiz ve erkenden önlemini alabileceğimiz bir şey değildir. Genellikle kadınlar evlendikleri ilk gece vajinismusu olduğunu anladıklarını söylerler.

Vajinismus, partnerinizle cinsel birlikteliğe hazır olmanız fakat bu süreci bir türlü başlatamamanız, korkmanız, kasılmanız, ağlamanız, vajina kaslarınızı sıkmanız olarak tanımlanabilir. Bu süreç eşleri psikolojik olarak yıpratan, kadının kendini suçlamasına sebep olan zor bir süreç olabilir. Fakat kesinlikle tedavisi mümkündür. Bu süreçte partnerinizin de anlayış ve sevgi göstermesi, sizin iyileşme sürecinize olumlu katkı sağlayacaktır.

Cinsel Terapi Uzmanları bu alanda hem bireysel hem de çiftlerle terapiler gerçekleştirir.Bu terapilerde zaman zaman ev ödevleri ve uygulamalı egzersizler verilir. Hem somotik(bedensel), hem de psikolojik olarak detaylı bir terapi süreciniz başlar. Ne kadar hızlı sonuç alacağınız kesinlikle size bağlıdır. Fakat unutmamak gereken bir şey vardır. Vajinismus kendi kendine iyileşen bir sorun değildir. Mutlaka tedavi edilmelidir.

Fenerbahçe Beko tekrar Avrupa’nın zirvesini istiyor #Marsbahis #prizmabet #Yorkbet #Bets10 #BetSaati #Freybet #Nisanbet #Betexper

Fenerbahçe Beko Genel Menajeri Derya Yannier, ana hedeflerinin sarı-lacivertli erkek basketbol takımını tekrar Avrupa’nın zirvesine taşımak olduğunu dile getirdi.

Fenerbahçe Beko Genel Menajeri Derya Yannier, ana hedeflerinin sarı-lacivertli erkek basketbol takımını tekrar Avrupa’nın zirvesine taşımak olduğunu söyledi.

Yannier, sarı-lacivertli ekibin bu sezon sergilediği performans, 3 sezonu kapsayan planlamaları, THY Avrupa Ligi play-off çeyrek finalindeki Olympiakos eşleşmesi, altyapıda attıkları adımlar ve gelirleri arttırmaya yönelik yaptıkları çalışmalar konusunda AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Sezon başında başantrenör değişikliği ve kadroyu büyük oranda yenileyerek 3 senelik bir planlama yaptıklarını anlatan Derya Yannier, “Bu süreç sabır gerektiriyor. Ana hedef olarak Fenerbahçe’yi tekrar Avrupa’nın zirvesine taşıyacağımızı söyledik. Bu 3 sene içinde üst üste inşa ederek oraya varacağımızı öngördük. Şu anda THY Avrupa Ligi’nde play-off’lara kalmış durumdayız. Geçen sezon play-off’lara kalamamıştık. Dolayısıyla üzerine ufak da olsa bir tuğla koyduğumuzu söyleyebiliriz fakat bir konunun içimizde ukde kaldığını da söylemem lazım. Sezonun büyük bir kısmını hep ilk 5’te götürdük. Son haftada 8’inci bitirmek, eşleştiğimiz takımdan bağımsız, içimizde buruk bir tat bıraktı. Daha üst sıraları hak etmiş olduğumuza inanıyoruz.” diye konuştu.

Avrupa Ligi’nde çok iddialı takımların play-off dışında kaldığı son yılların en rekabetçi sezonlarından birinin yaşandığını aktaran Yannier, şunları söyledi:

“Herkes herkesi yenebildi. Kalite tartışılır fakat sportif rekabet düzeyi olarak belki de en iyi Avrupa Ligi sezonlarından biri oldu. Böyle bir sezonda kendimizi play-off’a atmış olmak ve bundan sonrası için de aynı mütevazılık ve açlıkla devam edecek olmak bizim için artı taraf. Şimdi play-off’lar başlıyor ve bu ilk adımı daha da ileriye taşımak için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Türkiye Ligi’nde de tüm sezonu ilk 2’de götürdük. Burası da uzun bir maraton. Bizim gibi Avrupa Ligi’nde oynayan takımlar bazen burada aynı kadro yapısı ve konsantrasyonla oynayamayabiliyor, zaman zaman önceliklendirme yapmak durumunda kalabiliyor. Ama oradaki hedefimiz de her zaman şampiyonluk.”

– “Dörtlü Final şansımızı zorlamak için elimizden geleni yapacağız”

THY Avrupa Ligi play-off çeyrek finalinde karşılaşacakları Yunanistan ekibi Olympiakos’un şampiyonluk favorisi gösterildiğini belirten Derya Yannier, eksikleri bulunmasına rağmen Dörtlü Final’e yükselebilmek için ellerinden geleni yapacaklarını kaydetti.

Avrupa basketbolunun kulüpler düzeyindeki bir numaralı organizasyonunun 34. ve son haftasında Sırbistan ekibi Kızılyıldız’a mağlup olmaları nedeniyle sıralamalarının ve play-off’taki rakiplerinin değiştiğini hatırlatan Yannier, “Her şey elimizdeydi. Kızılyıldız, play-off’a kalamamış bir takım olarak karşımıza çıktı ama sezon içinde bazı oyuncularını kullanamamış olduklarını da unutmamak lazım. Play-off’a kalamamış bir takımın son maçında tribünlerin neredeyse bir saat öncesinden tamamen dolduğunu görmek de basketbol adına olumluydu. Böyle bir ortamda oynamak doğal olarak bizi zorladı ama bir yandan da Avrupa basketbolu adına sevindiriciydi. O maçta şans biraz lehimize olsaydı ve daha akıllı kararlar verebilseydik şu an 5’inci olacaktık ve başka bir rakibi konuşacaktık.” değerlendirmesinde bulundu.

Normal sezonu lider bitiren Olympiakos’un çok güçlü bir takım olduğuna vurgu yapan Yannier, şu ifadeleri kullandı:

“Rakip kim olursa olsun, iyi durumda olduğumuzda biz bu ligdeki her takımla oynayabileceğimizi ve hatta çoğu dönemde de oyunumuzu dikte edebileceğimizi gösterdik. İlk sezonumuz olmasına ve bazı taşlar tamamen yerine oturmamasına rağmen, özellikle belli bölümlerde bunu ortaya koyduk. Olympiakos çok değerli bir rakip. 2-3 senedir inşa etmiş oldukları bir yapı var, bizim başında olduğumuz sürecin neredeyse son aşamasına gelmiş durumdalar. Düzen olarak çok oturmuş bir takım. Basketbol ve birliktelik anlamında Avrupa Ligi’nde sezonun en istikrarlı takımı diyebiliriz. İşimiz kolay olmayacak. Saha avantajı da onlarda ama önemli olan bizim orada hangi fiziksel ve takım bütünlüğü haliyle sahada olacağımız. Uzun süredir sakatlıklarımız da var ve sezonun son bölümünü maalesef bir arada oynayamadık. Bu bir bahane değil ama bizim gibi yeni kurulmaya başlayan bir takım için önemli bir faktör. Özellikle deplasmanda zorlu bir atmosfer olacak. Şimdiden biletlerin tamamının tükendiğini duyuyorum. İyi bir takıma karşı oynayacağız. Olympiakos, bu ligin favorisi olarak gösteriliyor ama biz de Fenerbahçe Beko’yuz. Umarım en sağlıklı halimizle gideriz ama bu şekilde gidemesek bile en iyisini yaparak son ana kadar Dörtlü Final şansımızı zorlamak için elimizden geleni yapacağız.”

– “Sakatlıklardan canımız epey yandı”

Bu sezon sakat oyuncuların sayısının fazlalığı nedeniyle çok sıkıntı yaşadıklarının altını çizen sarı-lacivertli takımın genel menajeri, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sakatlık üzerine çok kafa yorduğumuz fakat bir yandan da çok net sonuçlara varamadığımız bir konu. NBA’de de özellikle ana oyuncular özelinde yaşanan sakatlıklar geçmişe göre çok daha fazla. Bunun sebebi olarak bir sürü farklı teori var. Basketbolun hızının ve fizikselliğinin artması, rekabetçi maç sayısındaki artış, yaz döneminde yeteri kadar dinlenememe. Fakat sonuç olarak bizim de bu sene sakatlıklardan maalesef canımız epey yandı. Jekiri’nin sakatlığı döneminde kadromuza Kostas Antetokounmpo’yu eklemiştik. Sonra da gelecek sezonki yapılanmamızı düşünerek Tyler Dorsey’i aramıza kattık. Kadromuz kağıt üzerinde 18 kişi fakat bu 18 kişinin hep beraber ve sağlıklı olarak birlikte idman yapabildiği gün sayısı sadece 3. Bu durum trajikomik bir şey. O üç gün sonunda da burada Bologna maçı oynamıştık hatırlarsanız ve havamız çok farklıydı.

Biz birlikte idman yapma lüksünü maalesef çok fazla yaşayamadık ve bu yeni bir takım için çok önemli bir eksiklik. Şu anda tüm sezon boyunca hiç idman kaçırmayan oyuncu sayımız 2 ya da 3. Birçok oyuncumuz sakatlık geçirdi. Bjelica’dan ilk 6-7 ay yararlanamadık. Şu anda da hala fiziksel olarak yüzde 100 hazır değil. Jekiri ameliyat oldu ve 2-3 ay uzak kaldı. Pierre de 2 defa ayrı ayrı sakatlandı ve ikisinde de bir aya yakın kaçırdı. Wilbekin iki defa sakatlandı ve ikisinde de bir aydan fazla kaçırdı. Motley bir dönem kaçırdı. Metecan hala aramızda değil. Tarık’ın bir sakatlık dönemi oldu, Booker şu anda sakatlığı nedeniyle yok. Bunları üst üste koyduğunuzda sakatlık adedimiz çok fazla. Bunu analiz etmeye çalışıyoruz. Buna teknolojik olarak da yatırım yapıyoruz. Kasa yönelik sakatlıkların uyarılması için bir sistem geliştirildi, buna yatırım yaptık. Yine Avrupa’nın ve Türkiye’nin en saygıdeğer kondisyonerlerinden ikisi takımımızda. Buraya ciddi emek harcayan çok önemli bir doktorumuz var ve sağlık ekibimiz de hem sayı hem de tecrübe olarak çok önemli isimlerden oluşuyor. Kulüp olarak bu konuya bilimsel yaklaşmaya çalışıp ciddi kafa yoruyoruz ama sonuçta play-off öncesi 4-5 sakat oyuncumuz var. Ne kadar dönme şansları var ya da dönseler bile fiziksel olarak bu seviyede katkı verebilmeye ne kadar hazır olurlar çok net bir şey söyleyemiyorum. Önümüzdeki süreçte durumlarını gözlemleyip durumlarına bakacağız.”

– “Geleceğini şimdiden planlama lüksüne sahip takımlardan biriyiz”

Avrupa basketbolunda çok fazla başantrenör değişikliği olacağını düşündüğünü belirten Derya Yannier, bu anlamda gelecek sezon öncesi avantajlı birkaç takımdan biri olduklarını ifade etti.

Başantrenör ve kadro olarak istikrarın önemine dikkati çeken Yannier, konuyla ilgili görüşleri şu şekilde aktardı:

“Sporla normal bir iş arasında bağlantı kurabiliriz, örneğin restoran işletmek. Fenerbahçe’den bağımsız konuşursam; takımın bir başkanı ya da sahibi oluyor. Bir genel müdür alıyor ve o da bir şef, yani aslında basketbol organizasyonundaki koçu alıyor. Basketbolda ofis çalışanları var, restoranda da o organizasyonun çalışanları oluyor. Peki bu restoran nasıl kalıcı ve başarılı olabilir? Sürekli şefinizi değiştiriyorsanız ya da size bir kez gelen müşteri memnun kalıp tekrar geri gelmiyorsa, sürekli yeni müşteri aramak zorunda kalıyorsanız o restoran başarılı olamıyor demektir. Elbette sürekli yeni müşteriler de gelecek ama aynı müşteri defalarca geliyorsa, belirli bir kitleyi oluşturabiliyorsanız o restoranı başarılı sayabilirsiniz. Tabii ki bire bir aynı olmasa da basketbolda da aynı şey geçerli. Doğru insanları doğru pozisyonlara getirdiğinizde, bir başantrenör ve çekirdek oyuncu kitlesiyle istikrar takımın başarılı olması açısından çok önemli. Tabii ki burada tek bir doğru yok ama benim inancım bu şekilde. En önemli şey, bir araya getirdiğiniz insanların aynı lisanı konuşması. Saha içinde ve dışında iyi arkadaş olmaları, mümkünse ailece görüşmeleri, kulübün ihtiyaçlarını içlerinde hissetmeleri ve kendilerini o kulübe ait hissetmeleri… Bu anlamdaki istikrar bence çok önemli. Biz bu sürece koç Itoudis ile başladık. Bundan sonraki dönemde de aynı koçla devam edecek olmak bizim için bir avantaj. Bu yaz Avrupa basketbolunda başantrenör anlamında normalden fazla değişiklik olacak gibi gözüküyor. Bazı takımlar bu açıdan önünü göremiyor. Biz ise birkaç ekiple birlikte geleceğini şimdiden planlama lüksüne sahip takımlardan biriyiz. Umuyorum istikrarlı yapıyı koruyabiliriz ve attığımız adımlar doğru karşılık verir. Çünkü bir yerden sonra şans faktörü de devreye giriyor. Umarım taşlar yerine oturur, yeni eklemeler yapacaksak da bunlar bizim kimyamıza uygun olur. Bu noktada da çok ince eleyip sık dokuyoruz.”

– “Altyapıda daha alt yaş gruplarına yatırım yapma yolunu seçtik”

Fenerbahçe Beko için altyapının önemine değinen Derya Yannier, bu alanda yaptıkları çalışmalarla ilgili şunları paylaştı:

“Benim için altyapı ve altyapıdan Türk oyuncuların yetişmesi çok değerli. Fenerbahçe Beko için altyapı her zaman sosyal açıdan da önem arz etmesi gereken bir konu. Fakat bir yandan da Fenerbahçe’nin Avrupa’da geldiği seviye bakımından bazı gerçekler var. Avrupa’nın zirvesine oynayan bütün takımların direkt Avrupa Ligi seviyesinde oynayabilecek oyuncuları yetiştirmeleri mevcut şartlarda kolay değil. İlk olarak; oyuncular artık altyapıdan koleje (NCAA) gidip para kazanabiliyorlar ve sizin bundan herhangi bir çıkarınız olmuyor. İkincisi ve en güncel örnek Alperen Şengün. Kendisi bir sene Avrupa Ligi oynamadan şu anda NBA’in yıldız adayları arasında. Bunlar Avrupa basketbolu için üzücü ve çok ciddi tehditler. Belki bir miktar bonservis alıyorsunuz ama bunlar, bu oyuncuların size katabileceklerinin yanında kıyaslanabilir seviyede olmuyor. Avrupa’da temel problem bu. Bu ülkenin en önde giden basketbol takımısınız fakat en iyi Türk oyuncularla oynayamıyorsunuz. Altyapıda orayı besleyecek sistemi kurmak kolay değil.

Biliyorsunuz bizim bir de Fenerbahçe Koleji DS Energy adıyla Türkiye Basketbol Ligi’nde mücadele eden ikinci bir takımımız var. Bütün altyapı yaşlarımızda da ciddi analizler yaptık. Tüm Anadolu’yu taradık. Maalesef oluşan sistemden dolayı altyapıda bence balon bir piyasa oluşmuş. Benim oynadığım dönemden çok farklı. Ben ilk paramı 18 yaşında A takıma çıktığımda kazandım. Şu anda 13-14 yaşında yetenekleriyle biraz ön plana çıkan çocukları Anadolu’dan bulduğunuzda ciddi bir bonservis bedeli vermeniz gerekiyor. Oyuncunun kalacağı yer ve bunun 8-10 sene garantisi, okul bursu, maaş beklentisi, her türlü desteği… Bunları üstü üste koyduğunuzda bu tarz bir yatırım maalesef çok mantıklı kaçmıyor. Ayrıca bu yaştaki çocukların basketbola para odaklı yaklaşmalarını da çocukların gelişimi açısından çok sağlıklı bulmuyorum. Günün sonunda bu oyuncular diğer takımlara dağılıyor ve A takım yaşına geldiklerinde NBA seviyesinde değillerse tekrar bizim gibi takımlara geliyorlar. Şu anda oluşan sistem bu. Biz buna çözüm olarak altyapıda antrenör seviyesini yükseltip daha alt yaş gruplarına yatırım yapma yolunu seçtik. 13-14-15 yaşında ve bizim kendi seçmelerimizden aramıza katılan çocuklarımızda yeterli yetenek seviyesini görüyoruz. Sabırlı olup bu oyuncuları 4-5 senenin sonunda önce kolej takımımız vasıtasıyla hazırlama, sonra da mümkünse A takıma hazırlama yolunu seçtik. Ancak bu çok zorlu bir yol. Oyuncuları NCAA cazibesinden korumak da kolay değil. Burada kimseyi suçlamıyorum, onun da mantıklı bir yanı var ama maalesef Avrupa’daki kulüpler bu anlamda çok fazla korunmuyorlar.”

– “Bilet satış gelirimizi 2,5 milyon avrodan 4 milyona yükselttik”

Derya Yannier, bu sezon bilet satışından elde edilen geliri 2,5 milyon avrodan şu ana kadar 4 milyona yükselttiklerini söyledi.

Ülker Spor ve Etkinlik Salonu’ndaki yeniliklerden ve gelirleri arttırmaya yönelik çalışmalardan bahseden Yannier, şu ifadeleri kullandı:

“Ülker Etkinlik ve Spor Salonu, bizim Fenerbahçe Beko ofis ailesi olarak çok önem verdiğimiz bir konu çünkü bizim iş geliştirmemiz ve yeni gelir kalemleri yaratmamız gerekiyor. Basketbolun tüm cazibesine rağmen maalesef Avrupa’daki kulüplerin büyük bir çoğunluğu hala para kaybediyor. Gelirleri arttırmamız ve giderleri kontrol etmemiz gerekiyor. Fenerbahçe Beko olarak bilet satışından çok önemli bir gelir elde ediyoruz. Hem kulüpte hem de basketbol ofisimizde biletleme ekiplerimiz var. Bazen taraftarlarımızın hoşuna gitmeyen stratejiler de olabiliyor. Fakat günün sonunda bilet geliri bu takımın ayakta durması için yaratılan gelirlerin yüzde 25-30’unu oluşturuyor. Fenerbahçe Beko olarak geçen sezon 2,5 milyon avro olan bilet satış gelirimizi bu sezon şu ana kadar 4 milyon avroya yükselttik. Buna rağmen kur dezavantajı nedeniyle kaybımız fazla oluyor. İnanın Avrupa’da bizden çok daha az bilet satan bazı takımlar bize kur farkından dolayı yaklaşıyorlar. Taraftarlarımıza bilet fiyatları fazla gelebiliyor ama kur çevriminden dolayı ciddi paralar kaybediyoruz ve bütçemiz de avro-dolar üzerinden. Burada taraftarlarımızı da mağdur etmeden, mümkün olduğu kadar dengeyi tutturmaya çalışıyoruz.

Bunun yanında özellikle dijitalde ciddi bir gelişim alanı görüyoruz ve içeride bir iş geliştirme bölümümüz var. Yaklaşık 10-12 kişilik, genç ve aynı zamanda tecrübeli bir ekibimiz var. Her gün yeni gelir kaynakları yaratmaya çalışıyoruz. Salonumuzda taraftarlarımızı mutlu etmeyi amaçladığımız yerler var. Müzemizi herkesin gezmesini tavsiye ederim. Salondaki davet alanlarımızı geliştirmeye çalıştık. ‘Courtside Lounge’ ve yemekli loca alanlarımızı iyileştirdik. Basına yeni bir alan yaptık ve bu bölümün arkasında onlara bir yemek alanı yarattık. Mümkün olduğu kadar hem gelir kaynaklarımızı artıracak hem de insanları mutlu edecek çözümler bulmaya çalışıyoruz. Şunu da biliyorum, daha ateşli bir ortam da bekliyor insanlar. Fenerbahçe taraftarı Avrupa’nın en iyi, en ateşli ve en sadık taraftarlarından biri. Ama bir yandan bizim bunu gelire de dönüştürmemiz lazım. Örneğin sosyal medyada 1 milyonun üzerinde takipçimiz var. Bu inanılmaz bir rakam. Ama bunu ne kadar paraya çevirebiliyoruz? Bunlara her gün daha fazla kafa yormalıyız. Taraftarlarımızın da bu konuda bize anlayış göstermesini isterim. Bu salondaki atmosferi, bilet gelirimizi de koruyarak daha yukarı nasıl çekeriz, buna da kafa yormaya çalışıyoruz. Bu konuda her türlü öneriye de açığız.”

– “Gherardini’nin yardımsever bakış açısı bana çok ilham verdi”

Fenerbahçe Beko Basketbol Operasyonları Genel Direktörü Maurizio Gherardini ile tanışma hikayesini ve yıllar sonra beraber çalışma sürecini anlatan Derya Yannier, şunları kaydetti:

“Maurizio Gherardini 9 sene önce Türkiye’ye geldi. Ben de 12-13 sene önce basketbolu bıraktım. O dönemde kendi geleceğime ve neler yapmak istediğime dair kararlar vermem gereken bir süreç geçiriyordum. O dönemde de koç Obradovic ve Gherardini, Türkiye’ye geldi ve Fenerbahçe’de Türk basketbolunun gelişimini etkileyecek bir sürecin temellerini attılar. Obradovic ve Gherardini, Fenerbahçe’de çok ciddi bir kültür oluşturdular. Fenerbahçe, Avrupa’nın sayılı kulüpleri arasına girdi ve en saygı duyulan basketbol markalarından biri oldu. Ben de bu süreçte gidip kendisiyle tanışmak istedim. Tanışmamızdan sonra da bugüne kadar süren bir dostluğumuz ve ağabey-kardeş ilişkimiz oluştu. Kendisi her şeyden önce çok yardımsever bir insan. Bu bakış açısı bana her zaman çok ilham verdi. İlişkimizi her zaman sürdürdük. O süreçte de benim Eskişehir ve Türkiye Basketbol Federasyonunda (TBF) çok önemli tecrübelerim oldu. Hatta federasyondan buraya geçtiğim dönemde Başkan Hidayet Türkoğlu ve o dönemki CEO Ömer Onan ile çok iyi ilişkilerimiz vardı. Orada farklı rollerle devam etmemi istediler. TBF’den ayrılmak kolay bir karar değildi çünkü orada da çok mutluydum. Ancak Gherardini böyle bir yol haritası çizince o günkü şartlar öyle gelişti ve buraya geldim. Buradaki ikinci senemi yaşıyorum. Şu anda yapmaya çalıştığımız, tekrar Fenerbahçe Beko’yu en başarılı olduğu dönemlere döndürebilmek. Fakat süreçleri yaşarken bazen normalleştirsek de 5 sene üst üste Dörtlü Final ve sayılı finaller hiçbir takımın Avrupa’da 20 sene boyunca istikrarlı şekilde yapmayı başardığı işler değil ve bu başarılara ulaşmak asla kolay değil. Şu anda Fenerbahçe Beko’nun çıkış trendini tekrar yaratmaya çalışıyoruz.”

– “Fenerbahçe çok büyük bir kulüp”

Erkek basketbol şubesi olarak Başkan Ali Koç ve yöneticilerin kendilerine çok büyük destek verdiklerini vurgulayan Yannier, şunları kaydetti:

“Fenerbahçe gerçekten çok büyük bir kulüp. Avrupa’nın neresine giderseniz gidin, uçaktan indiğiniz anda bunu hissediyorsunuz. Bu noktada erkek basketbol şubesi adına konuşacak olursam şunu söyleyebilirim. Yönetimimiz, başta Başkanımız Ali Koç ve basketboldan sorumlu yönetim kurulu üyemiz Sertaç Komsuoğlu ve tüm yönetim kurulu üyelerimiz bize daima destek oluyorlar. Destek dışında bugüne dek herhangi negatif bir şey yaşamadık. Başarısızlık söz konusu olursa her zaman buradaki profesyonel ekibin sorumluluğunda olacaktır ve bunun sorumluluğunu her zaman ben almaya hazırım. İşin bu tarafını paylaşmak istedim. Fenerbahçe gerçekten çok büyük bir kulüp. Böyle bir takımın herhangi bir yerinden parçası olabilmek çok önemli bir kıymet. Elimizdeki bu değere her anlamda sahip çıkmalıyız. Kendi adıma başkanımıza, yönetimimize ve Sertaç Bey’e tekrar teşekkür ediyorum. Yolu bize sonuna kadar açıyorlar ve yürümemizi istiyorlar. Bundan sonrası bizim sorumluluğumuzda.”

– “Taraftardan tek ricam pozitif olmaları”

Sarı-lacivertli taraftarlara pozitif kalmaları ve sabırlı olmaları çağrısında bulunan Derya Yannier, sözlerini şöyle tamamladı:

“Fenerbahçe’de ikinci sezonum. Bu camianın lokomotifi her zaman futbol. Bunu yok saymak mümkün değil. Umuyorum orada da istenilen başarılara her zaman ulaşılacaktır ama spor sabır, aidiyet ve zaman istiyor. Taraftardan tek ricam pozitif olmaları olacaktır. Negatif ortam yaratmak koçları ve oyuncuları çok farklı etkileyebiliyor. Bu nedenle genel olarak biraz daha pozitif olmak bence fayda sağlayacaktır. Doğru insanlara ve yapılara inanıp sabretmek başarı için bu işin anahtarı. Sporda hiçbir şeyin garantisi yok fakat buradaki insanlar iyi niyetleriyle bu kulüp için çalışıyorlar. Şu anda gerçekten böyle bir spor kulübü yok. Basketbolda hem erkeklerde hem de kadınlarda Avrupa şampiyonluğu… Tüm branşlar her zaman kendi dalında zirveye oynuyor ve bu diğer kulüplerden çok farklı. Bu değere sahip çıkalım. Bizim özelimizde de öncelikle play-off’ta olmanın keyfine varalım. Üç senelik sürecin ilk senesinde play-off yaptık. Bunu sindirelim ama aç kalmaya ve daha fazlasını istemeye de devam edelim. İki maçı en iyi şekilde bitirmeye çalışacağız. Sonrasında da üçüncü maçta buraya gelip taraftarımızla bütünleşeceğiz ve bu seriyi lehimize sonuçlandırmak için her şeyimizle mücadele edeceğiz. Günün sonunda sonuç ne olursa olsun pozitif kalmaya devam etmemiz lazım. Sonra Türkiye Ligi şampiyonluğu için mücadelemizi tamamlamamız gerekiyor. Daha sonrasında da Avrupa’nın zirvesine ulaşmak için inşa etmeye devam etmemiz lazım. İnandığım yol bu. Taraftarlarımızdan beklentim de bu yola destek olmaları.”

Dizi İnceleme – The Mandalorian 3. Dönem Finali #prizmabet

Her hoş şeyin bir sonu vardır…

Her hoş şeyin bir sonu vardır… Hayır, bunu dönem bittiği için söylemiyorum, daha çok Mandalorian ve bize hissettirdiği o heyecan yavaş yavaş son bulduğu için söylüyorum. Star Wars’u ayaklandıran, yıllar sonra pek çok yeni beşere Star Wars sevgisini kazandıran, ayaklarımızı yerden kesen bir dizi olarak hayatımıza girdi 2019 civarlarında. Her kısmı, her dönemi toplumsal medyada yankı yapa yapa ilerledi. Karakterlere bayıldık, kıssalara sarıldık, dedik ki: “İşte Star Wars bu. Bize illa Skywalker vermeden de bunları hissettirebilir. Kozmosu bu kadar bilgili bir formda kullanmayı becerebilir.” Lakin işte gelin görün ki bir halde bu da bitiyor. Hevesi yitiyor insanın. Halbuki 2. Dönem finali en çok ses getiren kısımlardan birisiydi. Sonrasında hevesle beklediğimiz 3. Dönem neden bu türlü dingin başladı ve dingin bitti anlamış değilim.

Son dönemde birinci birkaç kısmı izlerken dedim ki bu kısımlar sanırım doldurma kısımlar, ama bu kısımlar bitmemeye başladı. Bir kısım iki kısım derken 5-6 kısım geçtiğimizi fark ettim ve dönemin sonuna yaklaştığımızı anladım. Aslında bakınca dönemin ana teması hiç küçümsenecek bir öykü de değil. Clone Wars’tan bu yana Mandalore’un kuşatmasını, yıkılışını, Mandalorian’ların mukadderatını, Bo-Katan’ı ve Black Saber’ı duyuyoruz ve öykünün gidişatını izliyoruz. Yıllar sonra imparatorluğun yıkılmasıyla bir arada Mandalore’un geri alınmaya çalıştığı bir senaryo kulağa harikulade geliyor. Bana bunu diziyi izlemeden söyleselerdi ağzım açık dinlerdim merakla. Ancak dizide nedense kulağa geldiği kadar hoş durmuyor yahut durduramamışlar. Fragmanı izlediğimde dizinin rastgele bir kısmından daha çok heyecanlanmıştım. Sanırım ben Clone Wars ciddiyeti beklemiştim. O gerginliği, Bo-Katan’ın o halini umarak girmişim. Disney’leştirme işi büsbütün aklımdan çıkmış.

Dizide bir tonaj ve kıssa absürtlüğü var. Özünde sempatik, tatlı, aile dizisi olsa da husus bakımından aslında Star Wars’ta çok can yakan ve hakkında konuşulurken tüyleri diken diken etmesi gereken bir mevzu işleniyor. Lakin direktörlükten mi senaryodan mı bilemiyorum, bu hissiyat bir animasyon dizisi olan Clone Wars’taki kadar bile geçemiyor beşere. Sahne sahne ayrıldığında fevkalade karelerin ortaya çıktığında hem fikirim ama bütünüyle bakıldığında öykünün ciddiyetini ne yazık ki alamadım bu dönemden. Mandalore’u geri alacağız fikrine de yeterli bir giriş gelişme sonuç yapıldığını düşünmüyorum açıkçası. Dönem ne o denli o gazla başladı ne de o gaza yükselerek eklendi. Ne yazık ki sönük başlamanın yanında bir de sönük devam etti. Hayır madem bu türlü olacaktı Boba Fett’in dizisini niçin yediniz? O iki harikulade kısmı bu dönemde başlara serpiştirip seyirciden gazı alabillir böylece Boba Fett’i izlememiş olanlar tüm o Luke furyasını kaçırmış olmazdı. Az uz kısımlar de değildi o iki kısım. Paz Vizsla’nın ataları ismine Black Saber için Din ile yüzleştiği görkemli kısmın yanında Grogu’nun Mandalorian olma ismine attığı büyük adımı da görebiliyorduk. Böylece hem dönem güçlenirdi hem de bu kadar boş kısımlar izlemek zorunda kalmazdık. Bo-Katan’ın Black Saber’ı geri alışı da kat kat anlamlaşırdı diye düşünüyorum.

Olan olmuş yeniden de keşkelerle inşallahlarla vakit kaybetmeyelim, yapacak bir şey yok lakin her hoş giden Star Wars içeriğinin bu türlü bir düşüşe geçmesinden rahatsızım açıkçası. Twitter’ı sallayan, herkesi bir noktada buluşturan Mandalorian’ın bu dönem esamesi okunmadı. Kısacası, dönem finaline gelelim. Genel olarak dönemin düşüşünü son iki kısım azıcık da olsa toparladı. Baby Yoda’ya verilen yeni IG-12 fikrini çok beğensem de çok uzun sürmemesi de mantıklı geldi. Son savaşa kadar birlik ve beraberlikle Mandalorian’ların savaştığını görmek, iki farklı klanın bir ortaya gelmesi üzere olaylar hakikaten çok görkemliydi. Hem görsel açıdan hem kıssa açısından Mandalore’da geçen her dakkayı sevdim. Ana karakterin Din Djarin olmaktan çıkıp Bo-Katan’a dönmüş olması biraz enteresan gelse de dizinin ismi The Mandalorian sonuçta, hangi Mandalorian olduğunu söylemediler 🙂

Yine de bu kadar olumsuzluğun arkasında 2015’lerden kalkıp gelen bir kıssanın hoş bir biçimde sonuçlanması hoşuma gitti. Bo-Katan’ın acıklı kıssası yıllardır süregelen bir öyküydü. Kozmosu Mandalorian dizisiyle tanıyanların pek umurunda olmayacaktır eminim lakin aslında epey derin bir husus son buldu. Olaylar Bo-Katan için ne kadar iç acıcı gitse de Baby Yoda için o kadar sönüktü. Order 66 sahnesinde Ahmed Best’in Grogu’yu kurtardığını görmek haricinde karakterin son ana kadar dizide makul bir rolü olmadı. Dönem finalindeki son sahne haricinde olağan. Artık Din Grogu olarak anılacağını bilmek ve Din Djarin’in resmi olarak Grogu’yu evlatlık edinmesi çok duygusaldı bana nazaran. Artık baba-oğul olarak göreceğiz bu ikiliyi. Onun haricinde IG-12 fikri çok hoşuma gitmişti dediğim üzere. Yeniden bir oyuncak fikri doğdu Disney’e. Star Wars’u ve başındaki insanları azıcık tanıyorsam IG-12 isminde içinde Baby Yoda’nın da bulunduğu bir oyuncak çıkar yakın vakitte Hasbro tarafından. Yes/No dedirtebildiğimiz bir düğme bile olur bana kalırsa. Aslında şikayet de etmiyorum bu iş artık koleksiyona döküldü bi kez, çıkarsa almayacağımın kelamını de veremem ne yazık ki :’)

Aynı vakitte şöyle bir düşününce de yüzyıllar sonra cihana birinci defa bir Mandalorian-Jedi dahil oluyor. Hatta tahminen de Tarre Vizsla’dan sonra birinci defa. Tarre Vizsla demişken gitti 1 milyonluk kılıç dedirten bir sahne yaşadık. Black Saber şöyle kuvvetli, bu türlü Beskar’a karşı geliyor, şöyle kesiyor dedikten sonra Moff Gideon’un elinde Count Dooku’nun kılıcı üzere eğrildiğini görmek canımı acıttı. O denli oyuncak üzere çıkarırsanız her yerde olacağı buydu. Büyük bir anıya veda ettik lakin pek çok yenilerini de açtık üzere bu dönem finaliyle. Tekrar bir Star Wars klasiği olarak finalden bir evvelki kısmı daha çok beğendim ben yalnız. Bilhassa Paz Vizsla’nın kendini feda ettiği o sahne de unutamayacaklarım ortasına rahatça girer. Dönem finalinde ise benim için değerli olan sahne Grogu ile Din’in bir arada savaştığını görmekti. Umarım ki ileride Grogu’nun da güçleri toparlandıkça bu ikiliyle çok âlâ koreografiler ve dövüşler görürüz. Lakin lütfen artık bunlar Moff Gideon ile olmasın. Giancarlo Esposito’yu ne kadar bayılarak izlesem de karakterin kendini tükettiği yerlerdeyiz bence artık. Güç kullanan klon fikrinden yürüselerdi inanılmaz değişik bir şey izleyecek olabilirdik bu ortada. O kıssanın büsbütün yok olmasına üzülmedim diyemem. Ancak umarım Moff Gideon’u da “Somehow Gideon is back.” Açıklamasıyla geri dönerken görmeyiz. 🙂

İyisiyle kötüsüyle bir dönemin daha sonuna geldik yeniden de. Moff Gideon’un dirilmediğini umduğum hatta tahminen de klonlarından birinin geri döneceğini düşündüğüm bir gelecek dönem bizi bekliyor üzere. Güç kullanan bir Moff Gideon fikri hoş gelse de çok bir yenilik katmayacaktır lakin kendisinin dönmesinden yeterlidir diye düşünüyorum. Son üçlemenin Finn ile yapamadığını yapıp random bir klona güç enjekte ederek “O iş bu türlü yapılır.” Selamı çakmak istemiş olabilir Jon Favreau ve Dave Filoni. Yeniden de hoş ödül avcılığı kısımlarıyla, ana kıssanın savruklaşmamış bir versiyonuyla gelmesini istiyorum 4. Dönemin. Son dönem olur mu bilmem lakin çok da uzatılmadan kıssayı bağlamaları lazım. Grogu’nun geleceğine daha çok değer verip, Din Djarin’i yavaş yavaş emekli ediyorlar üzere. Kapanışta ikilinin olağan bir hayata attığı birinci adımı görmek çok huzur vericiydi. Gelecek dönemin bol aksiyonlu olduğunu umarak Ahsoka’ya yavaştan hazırlıkları yapıyorum ben müsaadenizle. Öteki dönemde görüşmek üzere.

THIS IS THE WAY.

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere Prizmabet isimli bir bahis sitesinden bahsedeceğim. Prizmabet, Betconstruct altyapısı ile üyelerine kaliteli hizmetler veren ve ülkemizin önde gelen bahis sitelerinden bir adedidir. 2009 yılında kurulan Prizmabet, lisanslı, muteber ve avantajlı bir site olarak dikkat çekmektedir. Prizmabet’te spor bahisleri, canlı bahisler, casino, canlı casino, slot oyunları, sanal sporlar ve daha pek çok seçenek bulabilirsiniz. Prizmabet’te oyun oynamak için aradığınız ortamı fazlası ile bulacaksınız.

Prizmabet’in en değerli özelliklerinden biri de Prizmabet TV kanalıdır. Bu kanal sayesinde bahis sitesinde bulunan karşılaşmaları üyeler bir fiyata katlanmadan istedikleri vakit takip edebiliyor. Böylelikle hem heyecanlı hem de yararlı bir bahis tecrübesi yaşayabiliyorsunuz. Prizmabet TV kanalında futbol, basketbol, tenis, voleybol üzere tanınan spor kollarının yanı sıra daha az bilinen sporlara da yer verilmektedir. Prizmabet TV kanalını kullanmak için yalnızca siteye üye olmanız ve yatırım yapmanız kafidir.

Prizmabet ayrıyeten üyelerine bol ölçüde bonus ve promosyon da sunmaktadır. Prizmabet’te birinci üyelik bonusu olarak 100 TL deneme bonusu alabilirsiniz. Bunun yanında yatırım bonusları, kayıp bonusları, arkadaş davet bonusu, doğum günü bonusu üzere farklı bonuslar da mevcuttur. Prizmabet bonusları sayesinde daha fazla oyun oynayabilir ve karınızı artırabilirsiniz. Prizmabet bonuslarının çevrim kaideleri da epeyce makul düzeydedir.

Prizmabet para yatırma ve çekme süreçleri konusunda da üyelerine kolaylık sağlamaktadır. Prizmabet’te banka havalesi, kredi kartı, papara, cepbank, QR kod, bitcoin üzere farklı tekniklerle para yatırabilir ve çekebilirsiniz. Para yatırma ve çekme süreçleri 7/24 yapılabilmekte ve kısa müddette hesaplara yansımaktadır. Prizmabet para yatırma ve çekme süreçlerinde rastgele bir kurul yahut kesinti de yapmamaktadır.

Prizmabet müşteri hizmetleri de üyelerine 7/24 canlı dayanak hizmeti sağlamaktadır. Prizmabet canlı takviye grubu sayesinde site ile ilgili her türlü soru, sorun yahut teklifinizi iletebilir ve anında tahlil bulabilirsiniz. Prizmabet canlı dayanak grubu profesyonel, güler yüzlü ve yardımseverdir.

Sonuç olarak, Prizmabet ülkemizin en düzgün bahis sitelerinden biri olarak gösterilebilir. Prizmabet’te hem eğlenceli hem de çıkarlı bir bahis tecrübesi yaşayabilirsiniz. Prizmabet’e üye olmak için yeni giriş adresini web sitemizden bulabilirsiniz. Prizmabet’e girmek için tıklayınız! Prizmabet’e katıldığınıza pişman olmayacaksınız! 

Like a Dragon: Ishin! – İnceleme

Herkes Ishin’e Baksın

Yakuza serisinin şöhreti biraz geç yaşta yakaladığını söylemek yanlış olmaz. 2005 yılında Playstation 2’de başlayan seri nispeten ufak lakin devamını da getirecek kadar bir hayran kitlesine sahip olsa da majör serilerle rekabet edebilmekten biraz uzaktı. Ama ben de dahil serinin birden fazla hayranı tarafından serinin en uygunu olarak gösterilen Yakuza 0’ın çıkışı ile işler değişmeye başladı, çabucak akabinde gelen Kiwami’lerin de başarısıyla birlikte seri süratle şöhret basamaklarını tırmanmaya başladı. Günümüze gelindiğinde de artık milyonlarca hayranı olan, etkinliklerde sanki yeni oyunları, ya da yan oyunları duyurulur mu diye yolunu gözlediğimiz bir seriye dönüştü Yakuza.

Tabi serinin bu geç yaşta gelen şöhreti Sega’nın vaktinde “Ya bunu Batılılar oynamaz” kanısıyla Japonya’ya hapsettiği oyunlarını da tekrar gözden geçirtmeye itti. Bunun sonucu olarak da aslında 2014 yılında yalnızca Japonya’ya çıkan, serinin feodal Japonya periyodunda geçen yan oyunu Ishin de özgün çıkışından tam 9 sene sonra nihayet Batı topraklarına geldi. Hem de remake olarak! Büyük bir Japon kültürü hayranı olarak da mecmuada yaptığımız kanlı düellolar sonucu incelemesi çok şükür bana düştü.

Biliyorum, Ishin Ishin’e sığmıyor

Like A Dragon: Ishin, Japonya’nın yavaş yavaş Batılaşmaya kapılarını açtığı 1860’ler Japonya’sında geçiyor. Bu Batılılaşmanın sonucu olarak ülke feodal Japonya periyodundan kalma, militarist ve klasik yapısını korumak isteyen Shogun ve ülkeyi artık Batılılaştırmak isteyen merkezi İmparator hükümeti ortasında ikiye bölünmüş durumda. Baş karakterimiz, yüzünden sesine kadar Kazuma Kiryu’nun kopyası olan Ryoma da İmparatorun sadık takipçileri ortasında. Lakin kendisini evlat edinen babasının gözlerinin önünde bir suikaste kurban gitmesinin akabinde kendini Kyoto’ya atıyor ve babasının katillerini bulmak üzere zıt görüşlü Shinsengumi’nin ortasına sızmaya çalışıyor. Mevzumuz spoiler vermeden en özetlenebilecek haliyle bu formda.

Kurgu bahsettiğim halde Meiji periyodu Japonya’sına ilişkin olsa da Ishin oynanış açısından katıksız bir Yakuza oyunu. Kyoto sokaklarında dolaşıyor, birbirinden enteresan pek çok yan vazife yapıyor, müşterilere Udon servisinden tutun da Buyo dansına kadar sayısız küçük oyun oynayabiliyoruz. Oyunun gerçek keyfi yalnızca bir hikayeyi takip etmekten çok hikayeyi unutturacak kadar yan etkinliklerle uğraşmaktan geçiyor yeniden yani. Bu esnada karşılaşacağınız birbirinden absürt olaylar ve tipler de (kocası 1 yıldır kent dışında olduğu için sizden her seferinde patlıcan, salatalık, havuç üzere sebzeler getirmenizi isteyen seksi abla gibi) gayreti.

Sağlığınız için, bol bol su Ishin

Oyundaki en büyük yenilik, benim “Sevap Puanları” diye çevirmeyi bilhassa tercih ettiğim Virtue Point sistemi. Bu sistemde lokal halka yardım ederek, esnafla dostluk kurarak, achievement’lara benzeri formda “100 tane domates yetiştir” üzere gayeleri tamamlayarak ya da yalnızca 20 km koşarak farkında bile olmadan çeşitli biçimlerde sevap puanları toplayabiliyorsunuz. Bu sevap puanlarını kullanarak da kestirim edebileceğiniz üzere Ryoma’nın yeteneklerini ya da çiftliğini geliştirebiliyor (çiftlik kısmına birazdan bilhassa değineceğim), hatta ilerleyen kısımlarda direkt olarak başka dükkanlarda satılmayan eserleri almakta kullanabiliyorsunuz. Siz ana hikayeye odaklanmak isteseniz de oyun sizi bir nevi sevap puanları kazanmaya itiyor yani.

Oyunun savaş sistemine geçecek olursak kullanabileceğiniz 4 farklı biçim var: Klasik Yakuza’daki yumruk yumruğa oynanışa yakın, ancak biraz daha kontra ve parry odaklı Brawler, tabanca kullanarak düşmanlara aralı akınlar yapabileceğiniz Gunfighter, bir samuray oyunundan bekleyeceğiniz formda katana kullandığınız Swordsman ve daha çok kalabalık kümeleri dağıtmak için kullanabileceğiniz, kılıç – silah kombosu kullanan Wild Dancer şekilleri. Bu usulleri ne sıklıkta kullandığınıza bağlı olarak da teknik puanları topluyor, kullandığınız tarzı yeni teknikler ve Heat Action’lar açarak daha da geliştirebiliyorsunuz. Can barınızı genişletmeniz de bu teknik ağaçlarında puan harcamanıza bağlı bu ortada. Ben oyunun başlarında yüklü olarak Wild Dancer ve Gunfighter kullansam da oyun ilerledikçe Swordsman biçimine kaydım. Brawler ise benim yeteneklerim için bir tık daha güç geldi açıkçası.

Çiftliğime Ishin’iz Düşerse Beklerim

Ishin’de tüm Yakuza serisinde olduğu üzere balıkçılıktan tutun da mahjong, kumar, karaoke, tavuk yarışları bahisleri üzere vaktinizi gömebileceğiniz pek çok yan oyun var. Fakat yeniden her Yakuza oyununda olduğu üzere 2 tanesi oyunda değerli bir yere sahip. Bunlardan birincisi bir çiftliği yönettiğiniz Another Life oyunu. Another Life’te size verilen çiftliğe istediğiniz üzere zerzevat takım yetiştirebiliyor, çiftliğinizi sevap puanları harcayarak geliştirebiliyor (tarlayı büyütme, hasat mühletini kısaltma, eser çeşitliliğini arttırma), kedi, köpek, tavuk bakabiliyor, mutfağında yemek yapabiliyoruz (yemekleri de doğrama, ateş közleme, gerçek ölçüde sake koyma üzere küçük oyunlarla yapıyoruz bu arada). Lakin en değerlisi de yetiştirdiğimiz zerzevatları, yaptığımız yemekleri ve yakaladığımız balıkları bu oyunda bize gelen siparişler üzerinden satabiliyoruz ki oyundaki en önemli gelir kaynağınız da tam olarak burası. Bilhassa Haruko’nun 100 ryo’luk kirasını ödemek ya da kıymetli silah geliştirmelerini yapmak istiyorsanız Another Life’ta vakit harcamanız gerekiyor. Lakin şunu da belirtmeliyim ki ben Another Life kısmından hiç ummadığım kadar keyif aldım, bayağı bir vakit da gömdüm. Yakuza tarihindeki en sevdiğim yan oyunlardan birisi oldu diyebilirim. Hatta ben işteyken eşim de konsolun başına oturup saatlerce zerzevat yetiştirip yuvamıza bol bol para getirdi sağ olsun, onu bile bayağı sardı yani.

Diğer büyük yan oyunumuz ise Shinsengumi’ye katıldıktan sonra 5. Kısımda açılan Battle Dungeon modu. Burada da bir Shinsengumi üyesi olarak Kyoto etrafındaki pek çok makus olaya şahsen müdahale ederek asayişi sağlıyoruz. Bunun için farklı birlikler kurarak vazifelere çıkıyor, bu birliklere ilişkin karakter kartları bize yeni yetenekler ve geliştirmeler sağlıyor, bu yetenekleri kullanarak da suçlularla savaşıyor ya da birtakım eşyaları bulmak üzere misyonlara çıkıyoruz. Bu esnada kullandığımız karakter kartları da düzey atlıyor tabi. Ancak Battle Dungeon modu oyundaki standart savaş modundan da çok da farklı bir şey olmadığı için beni biraz hayal kırıklığına uğrattı açıkçası. Gruplara yalnızca komuta ettiğimiz, kolay düzeyde olsa da bir taktik oyunu çok daha uygun olurdu bence. Lakin yeniden silah ve zırh geliştirmeleri için kıymetli materyaller de çoklukla Battle Dungeon’lardaki zindanlarda çıkıyor. O yüzden bu moda da biraz vakit ayırmakta yarar var.

Ishin’inize Sinsin

Yukarıda açıkladığım halde oyunun savaşları, yan oyunları ve mizah duygusu oldukça keyifli. Lakin beni Ishin’de en keyifli eden şey devrin Japonya’sına ilişkin bir bölgede istediğimiz formda gezebilmek, hayat üslubunu gözlemleyebilmek, daha doğrusu o devri bir nebze olsa da deneyim edebilmek oldu. Klâsik Buyo dansı yapmak ya da karaoke barda samuray marşları söylemek beni mest etti diyebilirim. Tıpkı halde oyunun geçtiği Kyoto ve Gion bölgesi gerçekte olduğu üzere birebir aktarılmış ve bu bölgeleri gerçek hayatta da görme talihine erişmiş birisi olarak oyunda da görmek tekrar gitmişim üzere hissetmemi sağladı. Keza Yakuza oyunlarında da yalnızca isimleri farklı olup birebir aktarılan Dotonbori (Sotenbori) ve Kabukicho (Kamurocho) bölgelerini görmekten de birebir halde büyük keyif almıştım. Bir Japon kültürü hayranı olarak Yakuza serisinin bu istikametine nitekim bayılıyorum.

Ishin’in yeni bir oyundan çok remake olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar var bu ortada. Ancak oyun PS4’ün çıkış oyunlarından biri olduğu için İngilizce dayanağı haricinde çok da büyük yenilikler içermiyor aslında. Kimi değerli karakterlere ilişkin modeller serinin tarihindeki kıymetli karakterlerin yüzleri ve sesleriyle değiştirilmiş mesela (Saji’nin Goro Majima olması gibi). Karaoke için yeni kesimler da eklenmiş ki müjdemi vereyim, bu yeni eklenen müzikler ortasında Baka Mitai de var. Grafiklerin de biraz elden geçirildiği söyleniyor ancak birtakım sıradan karakterlere ilişkin modellemeler PS3 devrine ilişkin üzere göründü bana. Ayrıyeten ben pek sorun etmesem de oyun bariz biçimde PS4 üzerinde kasıyor ki adamlar da bunu fark etmiş olacak, grafik ve performans modu olarak iki seçenek koymuşlar. Buna karşın kare sayısı bazen benim bile inkar edemeyeceğim düzeyde düşüyor ya da haritada ilerlerken bir anda kısa bir yükleme sekansı ile karşılaşabiliyorsunuz, bilhassa de koşarsanız. GTA 5 ya da Ghost of Tsushima üzere devasa haritalara sahip oyunlarda bile bu türlü problemlere pek rastlamazken Ishin’de olması bana biraz garip geldi açıkçası.

Grafik ve gözümü oymadığı sürece performans yanlışlarına çok da takılmayan biri olarak Ishin’e dair tek büyük düşüncem oyunun oldukça geç açılması oldu. Oyunun oyuncuyu başında tutacak yan etkinliklerle birlikte açılması neredeyse 10 saati buluyor ve bu bence oldukça uzun bir mühlet. Sabır katsayısı düşük ve Yakuza serisini denemek isteyecek pek çok oyuncu oyunun gerçek hoşluklarını görmeden havlu atabilir ki bu çağdaş oyunların en yaygın sorunlarından biri bence. İşten gelip yorgun argın 1-2 saat keyifle oyun oynamak isteyen oyunculardan her oyun için en az 10 saat sabretmesini beklemek çok da mantıklı bir iş değil.

Nihayetinde özetleyecek olursak Ishin benim çok keyif aldığım, 40 saatten fazla oynamama karşın başına her seferinde keyifle oturduğum bir oyun oldu. İçerdiği samuray Japonya’sı sosu da benim üzere bir Japon kültürü hayranı için bulunmaz nimet (benzer hisleri Way of the Samurai serisinde de yaşamıştım). Yakuza serisininin en uygun oyunları ortasında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Lakin Yakuza serisinin Dragon Quest’e emsal formda gelenekçi ve pek de değişmeyen bir seri olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar var. Karakterler ve yerleri haricinde oynanış spin-off’lar da dahil neredeyse 20 yıldır birebir tıpkı (Yakuza: Like a Dragon’u bunun dışında tutuyorum). Farklı heyecanlar arıyorsanız Ishin size doğal olarak beklediğinizi vermeyecektir yani. Ancak bildiğiniz ve sevdiğiniz Yakuza ruhunu arıyor, bir de üzerine çokça sake dökmek istiyorsanız katiyen yanlışsız yerdesiniz.

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere Prizmabet isimli bir bahis sitesinden bahsedeceğim. Prizmabet, Betconstruct altyapısı ile üyelerine kaliteli hizmetler veren ve ülkemizin önde gelen bahis sitelerinden bir adedidir. 2009 yılında kurulan Prizmabet, lisanslı, sağlam ve avantajlı bir site olarak dikkat çekmektedir. Prizmabet’te spor bahisleri, canlı bahisler, casino, canlı casino, slot oyunları, sanal sporlar ve daha pek çok seçenek bulabilirsiniz. Prizmabet’te oyun oynamak için aradığınız ortamı fazlası ile bulacaksınız.

Prizmabet’in en kıymetli özelliklerinden biri de Prizmabet TV kanalıdır. Bu kanal sayesinde bahis sitesinde bulunan karşılaşmaları üyeler bir fiyata katlanmadan istedikleri vakit takip edebiliyor. Böylelikle hem heyecanlı hem de yararlı bir bahis tecrübesi yaşayabiliyorsunuz. Prizmabet TV kanalında futbol, basketbol, tenis, voleybol üzere tanınan spor kollarının yanı sıra daha az bilinen sporlara da yer verilmektedir. Prizmabet TV kanalını kullanmak için yalnızca siteye üye olmanız ve yatırım yapmanız kafidir.

Prizmabet ayrıyeten üyelerine bol ölçüde bonus ve promosyon da sunmaktadır. Prizmabet’te birinci üyelik bonusu olarak 100 TL deneme bonusu alabilirsiniz. Bunun yanında yatırım bonusları, kayıp bonusları, arkadaş davet bonusu, doğum günü bonusu üzere farklı bonuslar da mevcuttur. Prizmabet bonusları sayesinde daha fazla oyun oynayabilir ve çıkarınızı artırabilirsiniz. Prizmabet bonuslarının çevrim kaideleri da epey makul düzeydedir.

Prizmabet para yatırma ve çekme süreçleri konusunda da üyelerine kolaylık sağlamaktadır. Prizmabet’te banka havalesi, kredi kartı, papara, cepbank, QR kod, bitcoin üzere farklı metotlarla para yatırabilir ve çekebilirsiniz. Para yatırma ve çekme süreçleri 7/24 yapılabilmekte ve kısa müddette hesaplara yansımaktadır. Prizmabet para yatırma ve çekme süreçlerinde rastgele bir kurul yahut kesinti de yapmamaktadır.

Prizmabet müşteri hizmetleri de üyelerine 7/24 canlı takviye hizmeti sağlamaktadır. Prizmabet canlı takviye takımı sayesinde site ile ilgili her türlü soru, sorun yahut teklifinizi iletebilir ve anında tahlil bulabilirsiniz. Prizmabet canlı dayanak grubu profesyonel, güler yüzlü ve yardımseverdir.

Sonuç olarak, Prizmabet ülkemizin en âlâ bahis sitelerinden biri olarak gösterilebilir. Prizmabet’te hem eğlenceli hem de yararlı bir bahis tecrübesi yaşayabilirsiniz. Prizmabet’e üye olmak için şimdiki giriş adresini web sitemizden bulabilirsiniz. Prizmabet’e girmek için tıklayınız! Prizmabet’e katıldığınıza pişman olmayacaksınız! 

Destiny II: Lightfall – İnceleme

Yarışmacımız Light yürüyor, Light hazırlanıyor… Harika bir düşüş!

Böyle direkt löks bir giriş yaptığım için özür dilerim lakin artık bunu daha fazla lisana getirmezsem patlayacağım: Lightfall konusunda başım çok karışıyor. Neyse ki biraz niyetlerimi toparlayabildim. Zira Lightfall’un çok düzgün yaptığı şeyler olduğu üzere çok makus yaptığı şeyler de var. Bu yeterli ve berbat çatışmasının da yaşanmasının sebebi The Witch Queen, yani bir evvelki ek paket. The Witch Queen harikaya en yakın ek paketlerden biriydi. O denli ki eski incelememe göz attığımda gördüm ki kendisine 9 puanı yakıştırmakla kalmamış Destiny tarihinin en âlâ ek paketi unvanını vermişim.

Vallahi dürüst olayım bu puanın ve kendisine yakıştırdığım unvanın gerisindeyim. Şahane bir kıssa ve anlatımı, Savathûn’un şahsen kendisi, raid’i, dönemleri, içeriği, fiyatsız güncellemeleri derken Lightfall’ın The Witch Queen’den nasıl daha yeterli olacağını daima merak ederek geçirdim bütün bir seneyi. Zira Bungie bana “yok canım bundan da daha yeterlisi olmaz artık” lafının gerçek olamayacağını, uygunun sonunun olmayacağını çoktan kanıtlamıştı. Her ay, her sene bir evvelkinden daha uygun bir şeyle karşılaştıktan sonra insan artık şaşırmamaya başlıyordu. “Bungie abi, yapıyor bu sporu!” demekten kendimi alamıyordum. Bu keyfimin, üzerinde en çok baş patlattığım Lightfall’da kesintiye uğraması sözün tam manasıyla afallattı. İncelemenin girişi, ek paketin kendisinden çok iç dünyamla olan uğraşımı anlatıyor üzere oldu lakin ne bekliyorduk, ne bulduk bunları anlatırsam çok daha rahat anlaşılacağımı düşünüyorum ve o yüzden hiç sürat kesmeden eteğimdeki taşları dökmeyi başlıyorum.

Bungie’nin anlatacakları… Yokmuş?

Lightfall konusunda bu kadar heyecanlanmamızın hiç elbet sebebi bu sene anlatacak kıssa. Zira Light-Darkness saga’nın sondan bir evvelki ek paketiyle karşı karşıya idik ve The Witch Queen’in vurucu finalinde tanıştığımız The Witness’a hiç bu kadar yaklaşmamıştık. Artık ismini, neye benzediğini biliyorduk ve 9 yıllık bir maceranın akabinde bu ayrıntılar bile artık hayranları heyecanlandırmaya yetiyordu.

The Witness bu vakte kadar gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyordu. Hem görünüş olarak, hem de güç olarak. Tanrı’lar öldürdük, vakit seyahatleri yapıp bütün alternatif gerçeklikteki Vex zihinlerini yok ettik, Black Garden’ın en taban köşelerine daldık ve bilinen son Ahamkara’nın kalbini söktük. Tüm bu maceralara karşın hiçbiri bir The Witness değildi. Tek bir el hareketiyle düşmanlarını liğme liğme edebiliyor, sözün tam manasıyla vakit ve yer tanımıyordu. O denli ki güçlerinin birazını bahşettiği müritlerinin hakkından gelmek bile tek başına bir çabaydı. The Witch Queen’de “Bu kadar mevt kâfi, bu kadar hayat kâfi.” demişti ancak bu tek kaşlı üzere görünen uzaylının gayesi neydi? Ve ek paketi oynayan biri olarak gönül rahatlığıyla söylebilirim ki: Daha evvel bildiklerimden daha fazlasını bilmiyorum!

Zaten Lightfall’un en en en büyük fiyaskosu tam olarak burada başlıyor. Öykü de, anlatımı da tam bir hayal kırıklığı. Bu vakte kadar yalnızca lore’larda anlatılan, oyunda hiç gösterilmeyen bir şeyi herkes biliyormuş üzere davranıyor, hiç sorgulamadan etmeden bağırlarına basıyor da artık şöyle bir sorun var sevgili müellif takımı BEN BİLMİYORUM O ŞEYİN NE OLDUĞUNU ALOOOO? Hollywood’dan fırlama çok klişe training build-up sahnesi izleteceğine biraz daha kendini anlatamaz mıydın yani? Ya da ne bileyim oyunu iki misyon daha uzatamadın mı? Husus Lightfall’ın öyküsü olduğu vakit en çok söz şu: Bilmiyorum. Bilmiyorum abi, bilmiyorum… Neden bu türlü bir anlatı tercih ettiniz, The Witch Queen üzere bir şeyi ortaya çıkabiliyorsa neden bu istikrar devam edemiyor? The Witch Queen’de de uzaktan çalışmıştınız, Lightfall’da da uzaktan çalıştınız. Bunu bir mazeret olarak sunabilir miyiz ki?

Bu kadar eyyorlandım fakat bir şeyi de itiraf etmeliyim ki ben öyküyü oynarken eğlendim. Hiç mutlu ayrılmadım ancak tekrar de eğlenmeyi başardım. Doğal bu biraz da yeni element Strand’le çok alakalı ancak atmosfer ve sanat tasarımı üzere ayrıntılar her zamanki üzere doruklarla. Bunlardan ileride ayrıntılıca bahsedeceğim o yüzden gözüme daha çok batan bir şeyden bahsetmek istiyorum: Karakter takımı. Takım demeye bin şahit, sayıyorum: Gardiyan (biz işte dümdüz), Osiris, ortada biraz Caiatl, Rohan, Nimbus, Calus, The Witness. Zavalla, Mara Gösteri falan H.E.L.M.’de kalmışlar haydi onları geçtik. Eris ortalıkta yok, Drifter desen nerede Allah bilir. Hani seslendirme bütçesi çıkışmadı dersin, karakter takımının azılığı bir kenara koyarsın, eyvallah. Pekala Nimbus’un insanı fıtık eden karakter gelişimine ne diyebiliriz ki?

Şimdi yiğidi öldür hakkını yeme, başka karakterler çok hoş resmedilmiş. Osiris’i hiç bu kadar gergin görmemiştik. O kadar paniklemiş ki kimi vakit bağırıyor, çağırıyor ve hatta kalp kırdığı oluyor. Hiç elbet ki bu “küçük” macerayı Osiris hiç unutmayacak. Öte yandan Rohan tam bir misyon adamı. Amiyane bir tabirle tatavasız bir kişiliği var. Düşmanımızın ortak olduğunu görünce derhal müttefik olmaya hazır olacak kadar rasyonel ve fedakar birisi. Hiç beklemediğim bir halde müttefikimiz Cabal imparatoriçesi Caiatl’ın geçmişinden bilgiler alıyor, düşmanımız Cabal imparatoru ve The Witness’ın en yeni müridi Calus’un şatafata olan düşkünlüğüne bir defa daha şahit oluyor, The Witness’ın en ufak bir yanılgıda müritlerine bile dünyayı dar edebilecek kadar tahlil odaklı biri olduğunu anlayabiliyoruz. Ancak o Nimbus… O bacağına s*çtığımın karakteri… Bu kadar cringe birisini yazmak için hakikaten büyük bir gayret gerekli. Kendisiyle birinci karşılaştığımda Cayde-6’in boşluğunu doldurmak için yazıldığını düşünmüştüm de ne büyük bir yanılgıymış. Bu fikrin en ufak zerresi bile Cayde-6’e saygısızlık olurdu! Karakter gelişimi, hah! Daha çok karakter gelişimin’t… Koca ek paketin tahminen de en vurucu (olması gereken) andan çok değil yalnızca 2 dakika sonra eski hâline geri dönüyor?! Tamam dostum Nimbus sen gelişme fakat gölge de etme öteki ihsan istemem.

Derdime Derman Spider-Man (Nimbus mizaj)

Hikaye, anlatımı ve karakterler cephesinde işler pek iç açıcı değil, pekala ya geri kalanlar? Sonuçta bir sene boyunca bizi oyalaması gereken bir ek paket var karşımızda. Sonda söylenmesi gereken şeyi başta söyleyip kurtulmak istiyorum ben: Lightfall’un kıssası dışında geri kalan HER ŞEYİ çok uygun. Oynanışı, içeriği, fiyatsız güncellemeyle değişen elementleri, dönem iktisadı, açık dünyası… Hani her şey derken abarttığımı düşünmeyin istiyorum. Bir defa daha üstüne bastırma konusunda hiçbir sorun görmüyorum HER ŞEYİ çok yeterli.

İlk başta Strand’i ele almak istiyorum. Kendisi kıssa boyunca da ismini sık sık duyduğumuz yeni alt sınıfımız. Kıssada biraz fazla yer almasından dolayı aramızdaki bağlantı biraz küskün başlasa da ilerleyen vakitlerde innnanılmaz eğlenceli bir alt sınıf olduğunu fark ettim. Strand’le alakalı söyleyebileceğim birinci şey artık, sonunda, çok şükür ve bu manaya gelen bütün öbür sözler, Destiny’de grappling hook atabiliyoruz. Üstelik o denli oyunun istediği sabit bir yere değil, her yere! İsterseniz havada bir boşluğa, isterseniz diğer bir Gardiyan’a, isterseniz direkt düşmanınıza ya da düşmanlarınızın gemilerine! Bomba slotunu kullanan bu kancayı birinci başta agresif olarak hiçbir biçimde kullanamayacağımızı düşünüyordum. Ama yanılmışım! Kancayı attıktan sonra zamanlamayı ayarlayabilirseniz karakteriniz bir ölçü öne atılarak bir akın da yapıyor ve bu taarruz düşmanlarınıza hiç de azımsanmayacak bir hasar veriyor. Hani “zaten her yere uçup kaçabiliyorsun hasar da vurmayıver” dememiş olmaları çok hoşuma gitti.

Hikaye misyonlarında Strand kökenli yeteneklerinizin yenileme müddeti epeyce kısa tutulduğundan bu kancayı gönül rahatlığıyla kullanabiliyorsunuz. Ancak ne vakit öykü bitiyor çok sert bir duvara tosluyorsunuz: E bu kancanın bekleme mühleti çok uzun?! Ama gerçek bir dizilim ve ufak bir grind’la bu sorunun üstesinden gelmek mümkün. Ayrıyeten Tangle ismi verilen topçuklara kanca atmak da bekleme mühletini büsbütün sıfırlıyor. Düşmanınıza Tangle’ı fırlatıp peşinden kancayla uçarak gitmenin verdiği zevk anlatılmaz. O denli ki Stasis dahil olmak üzere öbür alt sınıfların yüzüne uzun müddettir bakmıyorum.

Bu kadar ballandıra ballandıra anlattım lakin yanlış anlaşılmak istemem, Strand yalnızca grappling hook’tan ibaret değil. Düşmanlarınıza sözün tam manasıyla bola fırlattığınız bir bomba tipi de var. Bu bomba düşmanlarını bir kukla üzere kollarından üste yanlışsız bağlayarak hareketsiz kalmalarını sağlıyor. Bitmedi, son bir şeyden daha bahsedeceğim: Threadling’ler! Bunlar da yeniden bombalarla ya da sınıfınızın yeteneğini kullanarak ortaya çıkardığınız küçük böcükler. Şimdilik her sınıfta birbirinden farklı ikişer aspect, her sınıfta ortak olarak kullanılan on dört tane de fragment var. Şimdilik diyorum zira ilerleyen dönemlerde daha fazlasının geleceğini biliyoruz, Tıpkı… Tıpkı Statis’deki gibi! Mevzuyu şuraya bağlamak için Statis örneğini verdim: Strand’i ve fragment’lerini kasmak çok rahatlatılmış. Beyond Light’ta gelen Statis’i kasmak için kesinlikle quest’ini aldığınız aktiflik içerisinde, quest’in size emrettiği şeyi yapmanız gerekiyordu. Üstelik haftada yalnızca iki sefer yaparak timegate’liyordu. Artık bu türlü zoraki şeyler yok. Takın Strand’inizi istediğiniz yerde, istediğiniz üzere oynayın. Çiçek üzere olmuş diyorum yahu!

Tower-Neomuna Yolcuları Aracımız 5 Dakika İçinde Kalkacaktır

Destiny için bilim kurgu diyoruz natürel ki ancak atladığımız bir öbür etiket ise post apokaliptik oluşu. Last City sahiden de bildiğimiz tek kent olduğu için ismi Last City. Onun dışında Farm ismindeki ufak bir ömür alanına tanıklık etmiştik ancak Last City hariç rastgele bir kentleşme yapısıyla karşılaşmamıştık. Neptün hasebiyle Neomuna’ya kadar. Güneş Sistemi’nin başka gezegenleri Golden Age’de yaşabilir hâle getirilmiş olsa da düşman akınlarına yenik düşmüş bir biçimde tasarlanmış. Yıkılmış binalar, terk edilmiş sokaklar ya da yalnızca vahşiçe büyüyen otlar, ağaçlar… Ancak Neomuna neon ışıklarıyla parıl parıl parlayan bir kent.

Bu vakte kadar Neomuna diye bir yer olduğunu bilmiyorduk da nasıl öğreniyoruz bu da değerli bir soru. Neomuna’yı savunan Cloud Strider’lara konut sahipliği yapan bu kenti Osiris, Savathûn yüzünden (ya da sayesinde mi demeli) öğreniyor. Rohan ve Nimbus’un ırkı olan Cloud Strider’lar temelinde bizim hakkımızda birçok şeye vâkıf. Bize de hem Cloud Strider’ları hem de Neomuna’yı kefşetmek kalıyor. Kentte yaşayan vatandaşların bağlı oldukları CloudArk ağı, arcade oyun salonu formundaki Lost Sector’leri ve dikey mimarisiyle Neomuna, hakikaten de burada hayat olduğunu oyuncuya hissettirebiliyor.

Neomuna hoş, Neomuna tatlı… Pekala ya neler yapabiliyoruz bu Neomuna’da? Yaaani, dürüst olmak gerekirse başka Destiny gezegenlerinde ne yapabiliyorsak onu. Ekstradan iki içerik daha var lakin. Biri Terminal Overload, oburu ise Vex Incursion. Public event başında çalışan bu aktifliklerin bahsetmeye değecek çok büyük farklılıkları yok. Neomuna’nın silahlarını ve Exotic eşya elde etmenin en kesin yolu bu etkinliklerden geçiyor. Bungie’nin Exotic eşya elde etmek için yalnızca üst düzey Lost Sector farm’lanmasından rahatsızlık duyduğunu biliyorduk. Bu rahatsızlıklarını oyuna yeni bir aktiflik getirerek çözmeleri beğenilen olmuş.

Ek olarak şundan bahsetmek istiyorum ki Lightfall’un internet sitesinde Terminal Overload için 6 kişilik maç aramalı bir aktiflik olacağı söylenmişti. Bu da insanların akıllarına The Witch Queen’deki The Wellspring üzere bir deneyim getirmişti. Ancak durum o denli değilmiş. Azamî 3 arkadaşınızla birlikte aktifliğe girebiliyorsunuz girebilmesine de şöyle iki sorunum var: 1) Benim başka arkadaşlarımın başı kel mi, neden onlarla oynayamıyorum? 2) Âlâ de aga yeniden beni Neomuna’nın açık dünyasına atıyorsun ki, bu farklı bir aktiflik seçeneği değil. Oyuncular bu aktifliğin The Wellspring üzere olması için Bungie’ye baskılar uygulamaya başladı bile. Bakalım o cepheden ileride rastgele bir değişiklik olacak mı?

Seviyorum lakin kimi, En tatlı birisini…

…Zaten kafan karıştı biliyorum, Olsun baş harfleri söyler sana, Ne de olsa Destiny 2’yi artık bunsuz düşünmek sıkıntı aga… Bu çok makûs akrostişi anlamadıysanız… Mevzuyu döneme getirmeye çalışıyordum ya… Daima “Şimdi dönemi ek pakete dahil mi düşünmemiz gerekli, yoksa ayrıyeten mı ele almalıyız?” halinde bir beyin fırtınası yapıyordum da, artık saldım onu. Şayet ek paketin baz halini alırsanız yanında dönemi da otomatik olarak almış alıyorsunuz. Yani Bungie bile artık bu ikisini yekpare saymış ben saymasam kaç müellif?!

Season of the Defiance, Lightfall’un tam bittiği yerden bayrağı devralıyor. Reef’in kraliçesi Mara Gösteri bir kez daha bizle haşır neşir oluyor ve güçlerinden paylaşmaktan çekinmiyor. Queensquard yani Kraliçe’nin Muhafazası olarak bulunduğumuz bu dönemin içeriği de, loot’u da pek bir hoş. Kıssası konusunda bir şey söylemek şimdilik güç zira öteki dönemlerde da olduğu üzere hafta hafta ilerliyor. Benim burada daha çok değinmek istediğim şey, Bungie’nin artık sıkıcılaşmaya başlayan dönem iktisadını değiştirmeye ufak ufak başlıyor olması.

Shadowkeep’ten beri her dönemin kendine has bir para ünitesi olurdu. Bu para ünitesini en süratli elde etme yolu ise dönem aktifliğinin şahsen kendisini yapmaktı. Şayet ki gerçek upgrade’leri alırsanız dönem etkinliğinden bağımsız aktiflikleri oynarsanız da cüzi ölçülerde düştüğü oluyordu. Artık bu “para birimi”ni büsbütün kaldırmışlar. Alışkın olduğumuz vendorlar da dahil olmak üzere hepsi engram sistemine geçmişler ve bunu şimdiden söyleyebilirim ki şahane olmuş! Hem dönem etkinliğinde hem de Terminal Overload’ta bir anahtar tipi var ve bu anahtar loot almak için değil temelinde. Ekstra loot almak için. Hâl bu türlü olunca “anahtarım yok ya, en düzgünü oynamayayım” fikrinin önüne geçilmiş.

Bungie’nin ilerleyen vakitlerde dönem vendor’larının upgrade’lenmesini de kaldıracağını biliyoruz. Zira dediğim üzere Shadowkeep’ten beridir durum bu hâlde. Shadowkeep’ten beri diyorum da 1 Ekim 2019’dan beri dersem durumun ne kadar kıymetli olduğunu daha çok vurgularım sanırım. Çabucak çabucak 4 yıldır tıpkı tasarım anlayışı… Yuh…

Böyle build’in craft’layanı da olur evelallah!

Destiny’de dizilim yapmak, bilhassa son düzey içerik oynuyorsanız, çok değerli. Zira oyun üslubunuza direkt tesir ediyor. Yeteneklerinizin bekleme mühletini mi azaltacaksınız, onun yerine biraz can kazanmaya ne dersiniz? Ya da düşman saflarının içine dalacağınız için biraz dayanıklılık âlâ gelirdi değil mi? İşte tüm bu karar sistemleri zırhlarınıza taktığınız modlar, hasebiyle yaptığınız dizilimden geçiyor.

Destiny 2’de bu vakte kadar üç farklı dizilim tipi vardı. İsimleri: Charge with Light, Warmind Cell ve Elementel Well idi. Kimi vakit bu modlara güçlendirmeler geldi, kimileri zayıflatıldı derken muhakkak başlı metalar oluşmuştu. Örneğin kimse Warmind Cell kullanmıyordu. Charge with Light’a gelen nerf’ler yüzünden de Elementel Well kullanımı dominant bir biçimde görünüyordu. Lakin durum bir oldukça değişti. Warmind Cell’ler artık hayatımızda yok… RIP in Pepperonis’leriniz hazırsa teknik olarak artık Charge with Light ve Elementel Well de yok. Armor Charge isminde sentez bir sistem getirilmiş durumda.

Gerek muhteşem kullanarak öldürülen düşmanlarla, gerek taktığınız modların gerekliliklerini yerine getirerek düşürdüğünüz Orb of Power’ı aldığınız vakit bir tane Armor Charge kazanıyorsunuz. Ekstra modlar kullanarak üzerinizdeki azamî Armor Charge’ların ölçüsünü da müddetini de arttırabiliyorsunuz. Uzun lafın kısası sahiden de Charge with Light ile Element Well’in kusursuz bir birleşimi olmuş.

Eskiden zırhların Void, Solar, Statis üzere elementleri vardı. Bu yeni sistem duyurulmadan evvel Strand’in gelmesiyle nasıl yeni modlarla karşılacağımızı merak ediyordum. Sizin de fark ettiğiniz üzere “var-dı” sözünü kullanmıştım zira bu muhabbet de kaldırıldı. Artık her modu her zırhta gönlünüzce kullanabiliyorsunuz. Bunun da şöyle bir konforu var: Ben build’lerimi üçüncü parti bir internet sitesi olan Destiny Item Manager’e kaydediyorum mesela. Solar taktığım zırhımı öteki bir build’imde Void kullanmam gerekiyordu ve DIM bunu ne yazık ki yapamıyordu. Benim elimde manuel olarak halletmem gerekiyordu. Ancak artık bu türlü zahmete gerek yok, gerçi artık DIM’e de pek gerek yok!

DIM’in yapmış olduğu bu şeye, yani Loadout’lara SONUNDA oyun içerisinde de erişebiliyoruz. SONUNDA!!! diye bağırmamın sebebi, oyunun API’ı çöktüğü vakit DIM üzere üçüncü parti hiçbir şeyi kullanamıyor oluşunuz. Artık direkt oyunun içinde bulunduğu için tek tıkla karakteriniz oyuna hazır oluyor. Birinci başta 4 slot veriyor, hiç ölmeden tek başınıza Legend Lost Sector yaparsanız bu sayı 8’e çıkıyor. Ben çok kâfi buldum. Bütün gereksinimlerimi karşılıyor.

Tüm bu buildcraft’ın kökten değişimi, Loadout sistemi… Şunu demeye çalışıyorum: İşleri inanılmaz rahatlatıyor. Ben Destiny’de build yapmaktan çok keyif alıyorum. Bu mevzuda da çok iddialıyım laf ortamızda. Asla YouTube’dan build görüntüsü izlemem, kendi build’lerimi kendim yapardım. Bu değişikliklerle birinci karşılaştığımda eski sistemle kıyas ettiğimden bütün build’lerim çok makûs oluyordu. Makûs olması bir yana daima birebir modlardan birçok defa kullandığımı da fark edince Bungie’ye makus laflar hazırlamıştım. Sonra tövbemi bozup bu yeni sisteme dair bir tane görüntü izledim. Nöronu etkinleşen bir maymun olmuştum artık. Sistemi yeterlice anladığım için kendi build’lerimi yapmaya çoktan başladım. Evvelce sağlam mı olsam yeteneklerim daha çabuk mu gelsin diye düşürdüm. Çok sevdiğim bir İngiliz atasözü de der ki: Why not both?!

Düşüyor mu bu türlü?

Şimdi tek nefeste Lightfall’la gelen şeyleri saymaya çalışacağım: Kalitesi tartışmaya açık yeni kıssa vazifeleri, yeni açık dünya, yeni alt sınıf, iki yeni aktiflik, yeni quest’ler, yeni strike (bir tane olması üzücü), yeni raid, yeni düşman tipi olan Tormantor’lar, yeni dönem aktifliği, sayamayacağım kadar silah ve zırh, yeni Exotic’ler, yeni buildcrafting, Light alt sınıflar için yeni aspect’ler, yeni engram sistemi, Loadout sistemi, Comment sistemi, Guardian rank sistemi… Ve sanırım bu kadar. İlerleyen vakitlerde oyun içerisinde LFG sistemi geleceğini de biliyoruz. Bir öteki deyişle Destiny, yeniden yeni tekrar evrimleşerek gelişmeye devam edecek.

Eğer öykünün yarattığı hayal kırıklığından bir formda sıyrılmayı başarırsanız, ki ben başardım, Lightfall’dan keyif alacağınıza çok eminim. Birinci başlarda öykünün yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle her çağdaş oyuncunun yapacağı üzere bir mühlet negatif inceleme bombardımanına tutuldu Lightfall. Kullanıcı puanlarını ve Steam’deki “çoğunlukla olumsuz” başlığını hak etmiyor. Şunu da hatırlatmakta yarar var ki, pazarlama takımının söylediği slogan “Sonumuz başlıyor” idi, “Sonumuz geldi” değil. Tahminen biz çok beklentiye girdik, tahminen de Bungie çok gazladı. Bildiğim tek şey şu ki Destiny şu an hiç oynanmadığı kadar çok oynanıyor ve büyük ihtimalle Bungie para sayma makinesinden gelen sesin konforunu sürüyor.

The Witch Queen incelemesinin sonunda yaptığım “En güzel ek paket mi?” kritiğini yapmak içimden gelmiyor dürüst olmak gerekirse. Hani olmadığı çok kesin zira. The Witch Queen, The Taken King, Forsaken üzere tepeyi oynayan ek paketlerin yanında Lightfall’a en güzeli demek nitekim haksızlık. Ama Curse of Osiris, Shadowkeep ve hatta tahminen Beyond Light varken de makus demeye insanın vicdanı el vermiyor. Umuyorum ki Bungie bütün kartlarını The Final Shape’e saklamıştır. Umarım saklamıştır zira The Final Shape’in kıssası Lightfall üzere olursa vah Bungie’nin haline.

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere Prizmabet isimli bir bahis sitesinden bahsedeceğim. Prizmabet, Betconstruct altyapısı ile üyelerine kaliteli hizmetler veren ve ülkemizin önde gelen bahis sitelerinden bir adedidir. 2009 yılında kurulan Prizmabet, lisanslı, sağlam ve avantajlı bir site olarak dikkat çekmektedir. Prizmabet’te spor bahisleri, canlı bahisler, casino, canlı casino, slot oyunları, sanal sporlar ve daha pek çok seçenek bulabilirsiniz. Prizmabet’te oyun oynamak için aradığınız ortamı fazlası ile bulacaksınız.

Prizmabet’in en kıymetli özelliklerinden biri de Prizmabet TV kanalıdır. Bu kanal sayesinde bahis sitesinde bulunan karşılaşmaları üyeler bir fiyata katlanmadan istedikleri vakit takip edebiliyor. Böylelikle hem heyecanlı hem de çıkarlı bir bahis tecrübesi yaşayabiliyorsunuz. Prizmabet TV kanalında futbol, basketbol, tenis, voleybol üzere tanınan spor kollarının yanı sıra daha az bilinen sporlara da yer verilmektedir. Prizmabet TV kanalını kullanmak için yalnızca siteye üye olmanız ve yatırım yapmanız kafidir.

Prizmabet ayrıyeten üyelerine bol ölçüde bonus ve promosyon da sunmaktadır. Prizmabet’te birinci üyelik bonusu olarak 100 TL deneme bonusu alabilirsiniz. Bunun yanında yatırım bonusları, kayıp bonusları, arkadaş davet bonusu, doğum günü bonusu üzere farklı bonuslar da mevcuttur. Prizmabet bonusları sayesinde daha fazla oyun oynayabilir ve çıkarınızı artırabilirsiniz. Prizmabet bonuslarının çevrim kaideleri da hayli makul düzeydedir.

Prizmabet para yatırma ve çekme süreçleri konusunda da üyelerine kolaylık sağlamaktadır. Prizmabet’te banka havalesi, kredi kartı, papara, cepbank, QR kod, bitcoin üzere farklı yollarla para yatırabilir ve çekebilirsiniz. Para yatırma ve çekme süreçleri 7/24 yapılabilmekte ve kısa müddette hesaplara yansımaktadır. Prizmabet para yatırma ve çekme süreçlerinde rastgele bir komite yahut kesinti de yapmamaktadır.

Prizmabet müşteri hizmetleri de üyelerine 7/24 canlı takviye hizmeti sağlamaktadır. Prizmabet canlı takviye grubu sayesinde site ile ilgili her türlü soru, sorun yahut teklifinizi iletebilir ve anında tahlil bulabilirsiniz. Prizmabet canlı dayanak takımı profesyonel, güler yüzlü ve yardımseverdir.

Sonuç olarak, Prizmabet ülkemizin en uygun bahis sitelerinden biri olarak gösterilebilir. Prizmabet’te hem eğlenceli hem de yararlı bir bahis tecrübesi yaşayabilirsiniz. Prizmabet’e üye olmak için şimdiki giriş adresini web sitemizden bulabilirsiniz. Prizmabet’e girmek için tıklayınız! Prizmabet’e katıldığınıza pişman olmayacaksınız!