Güney Kore Jeonbuk İksan Belediyesi’nden gelen bir heyet Nevşehir Belediyesi’ne ait Halı dokuma atölyesinde devam eden Halı Dokuma Kursu’nu ziyaret etti.
Güney Kore Jeonbuk İksan Belediyesi’nden gelen bir heyet Nevşehir Belediyesi’ne ait Halı dokuma atölyesinde devam eden Halı Dokuma Kursu’nu ziyaret etti.
Nevşehir Belediyesi Gençlik ve Spor Hizmetleri Müdürlüğü KAPEM ile Nevşehir Şehit J. Onb. Muhammet Can Biçici Halk Eğitimi Merkezi işbirliğinde yürütülen Halı dokuma kursunun ziyaretçileri Güney Kore’den gelen heyet oldu.
Türkiye’deki Belediye ve halk eğitim merkezlerinin gençlere ve kadınlara yönelik meslek edindirme ve el sanatları kurslarını incelemek üzere Türkiye’ye gelen heyet halı dokuma sanatını uygulamalı olarak görme şansı yakaladı.
Kursiyerler ve kurs öğretmeni ile sohbet ederek yapılan ürünler hakkında bilgiler alan Güney Kore Heyeti açılan meslek edindirme kurslarının kadınlar üzerinde ki etkilerini gözlemlediler.
Geleneksel Anadolu kültürünün önemli öğelerinden olan halı dokumacılığının yaygınlaşması ve gelecek nesillere aktarılmasının önemli olduğu vurgulanırken özellikle Kapadokya Bölgesinde büyük önem ve değere sahip olan, kadınların el emeği göz nuru, halı ve kilimlerin hangi safhalardan geçerek hayat bulduğu ve ortaya çıkarıldığı anlatıldı.
Halı Dokuma Kursu ile kadınlara geleneksel sanatları yaşatma, becerilerini geliştirme ve bu alanda ekonomik fırsatlar yaratma imkânı sağlanıyor.
Kadınların ekonomik ve sosyal anlamda güçlenmelerine katkıda bulunmak amacıyla açılan kursta genç kız ve kadınlar kök boya tekniği kullanılarak oluşturulan renkli iplerle halı ve kilim dokumayı öğreniyor.
Mevsimlere neden ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış isimleri verildiğini hiç düşündünüz mü? Neden başka bir şey değil de bu isimler? Bunların anlamları ne olabilir?
Mevsimleri ifade eden bu 4 farklı kelime, birbirinden farklı kökenlerden gelmekte olup aslında arkasında birçok anlamı barındırır.
Gelin, bu kelimelerin nereden geldiğine bakalım.
Kıştan sonraki aydınlık ve parlak aylar, bir zamanlar “oruç” olarak bilinirdi.
Bu kelime, günlerin uzaması anlamına gelen Batı Cermen “langitinaz” kelimesinden türemiştir. Ayrıca ilkbaharın artan gün ışığı saatlerine bir göndermedir.
Bugün “oruç” kelimesi, Hristiyan takviminde hâlâ yaşamaya devam eder ve Hristiyanların çikolatadan veya diğer sevdikleri ikramlardan vazgeçtikleri Kül Çarşambası ile Paskalya arasındaki 40 günlük dönemi tanımlar.
Ancak bu mevsim, 14. yüzyıl civarında kış uykusundan sonra yerden fışkıran bitkilere atıf olarak “ilkbahar zamanı” olarak bilinmeye başladı. Sonraki yüzyıllarda bu “ilkbahar” olarak kısaltıldı.
Yaz kelimesinin nereden geldiği, biraz belirsizdir.
Dil bilimciler, “summer” kelimesinin kökeninin, Eski İngilizce “sumor” dan geldiğini düşünür. “Sumor” kelimesi de “birlikte” veya “bir” anlamına gelen Germen “sumur” dan gelir.
Bu kelime, bitkilerin ve çiçeklerin tam çiçek açtığı yılın en sıcak ve en ılıman zamanını tanımlamak için kullanılır.
Yaz ile kışın arasında kalan aylar, yüzyıllar boyunca çeşitli isimlerle anılmıştır.
Bunlarda en dikkat çekenleri; sonbahar, güz ve hasattır. Yılın bu zamanı, 12. yüzyıla kadar “hasat” olarak biliniyordu. Bu da kış ayları için içeride saklanmak üzere ilkbahar ve yaz aylarında yetiştirilen mahsullerin hasadını ifade eden uygun bir isimdi.
“Hasat” kelimesi ise “toplamak ya da koparmak” manasına gelen Eski İskandinavca “haust” kelimesinden gelir ve bugün hâlâ çiftçilikle ilgili olarak kullanılan yaygın bir kelimedir.
Bu mevsimin sonbahar olarak tanımlanması, ilk kez 12-14. yüzyıllarda ortaya çıkar. Kelimenin kökeni Fransızca ‘automne’ kelimesine, Eski Fransızca “sutumpne” kelimesine ve Latince “augere”’ fiiline benzeyen Latince “autumnu”’a kadar uzanır ve “artırmak” anlamına gelir.
Kış kelimesinin kökeni de yaz gibi bir miktar belirsizdir.
Bu mevsimin isminin, Germen “wentruz” kelimesine dayandığı düşünülüyor. Bu da Proto-Hint-Avrupa dilinde “ıslak” anlamına gelen “wed-” veya “beyaz” anlamına gelen “wind” kelimesinden türemiştir.
Islak, rüzgâr ve karın beyazına atıfta bulunan bu kelimelerin, en azından bugün bildiğimiz şekliyle kışın tanımına evrilmesi mantıklı gözüküyor.
İsrail’in Hizbullah’a yönelik siber saldırısında kuvvetle muhtemel bir MOSSAD ajanı olan gizemli CEO: Cristiana Barsony-Arcidiacono büyük rol oynadı. Gizemli kadın CEO Cristina bana MOSSAD’ın atası sayılan gizli istihbarat örgütü NİLİ’ye 1. Dünya Savaşı’nda Cemal Paşa’nın vurduğu darbede ele geçirilen İsrailli kadın ajan Sarah Aaronsohn’u hatırlattı.
Burak ARTUNER
İsrail, Hizbullah’a yönelik siber saldırı planlarını 2 yıl önce başlattı. Şeytani plan ise geçen günü devreye girdi. Bu planın tam göbeğinde ise MOSSAD’ın Macaristan’da kurduğu paravan bir şirket ve onun esrarengiz CEO’su vardı. Lübnan’da patlayan çağrı cihazlarını tedarik eden MOSSAD’ın paravan şirketi Macaristan’daki BAC Consulting KFT’nin CEO’su Cristiana Barsony-Arcidiacono da muhtemelen MOSSAD ajanıydı.
MOSSAD’ın atası sayılan Nili, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler için hayati bilgiler toplayan bir örgüttü. Bu örgütün en önemli üyesi ise bir kadın ajan olan Sarah Aaronsohn’du.
Gelin MOSSAD’ın atası olan teşkilatın, Osmanlı topraklarında nasıl kök saldığına biraz bakalım:
YAHUDİLERİN FİLİSTİN’E KÜÇÜK KOLONİLER KURA KURA GİRDİ
Kırım Savaşı’ndan sonra, Avrupa’nın Filistin’e olan ilgisi artarak devam etti. İlk Avrupalı göçmenler, 1870’de gelen Hıristiyan Almanlar oldu. Würtemberg’li bu çiftçiler, Kudüs, Yafa, Hayfa ve Nasıriye civarına yerleştirildiler. Bunları, kısa bir süre sonra, Doğu Avrupa’dan özellikle Rusya ve idaresindeki memleketlerden gelen küçük Musevi grupları takip etti. Bunlar da “koloniler” kurarak toprakla uğraşmaya başladılar. Yahudi milletinin, “Vaat edilen topraklar”da yani Filistin’de yeniden vücut bulacağına dini inançları vardı.
ROSTSCHİLD YARDIMLARIYLA PARAYLA TOPRAK ALDILAR
Başları sıkışınca Avrupa’nın en büyük bankerlerinden ve İngiltere Kraliyet ailesinin de yakını olan Rotshschild kardeşlerden her türlü yardımı alıyorlardı. Yahudiler, Filistin’e parayla toprak alarak yerleşmeye başladılar. Araplar ise yeni gelenleri dehşete düşürüp hem bedelini aldıkları toprağa, hem de yeni köye konmak için, sistemli bir saldırganlık siyaseti izlemeye başladı. Saldırılar için özellikle Yahudilerin tatil günleri cumartesiyi seçiyorlardı. Kolonidekiler sinagogda ibadetle meşgul bulunduklarından, netice almak daha kolay oluyordu. İlgili makamların da bu gibi işlere pek karıştıkları yoktu.
İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion (En sağda) İstanbul’da diğer arkadaşlarıyla beraber hatıra fotoğrafı çektirmişti. Darülfünun’da okuyan Ben Gurion ve arkadaşları, 1. Dünya Savaşı sırasında Siyonizm tahrikçiliği yaptıkları gerekçesiyle, Cemal Paşa tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
Köylerde ve çiftliklerde, öteden beri, hükümetin bu havaliye yerleştirdiği Çerkezlerden bekçi kullanılıyordu. Ancak özellikle Rusya’dan gelen Yahudiler, Çerkezleri sevmiyor, onlara güvenmiyordu. Yahudi’yi Yahudi’nin koruması gerektiğini savunuyorlardı. İşte bu dönemde Yahudiler, adını Ahdi Atik’ten aldıkları “Şomrim” (Bekçi) teşkilatını kurarak, Osmanlı devleti toprakları içinde ilk kez ellerine silah aldı. Bunlar ata iyi biniyor, bir Arap gibi giyiniyor, onlar gibi yaşıyor, Arapça konuşabiliyordu. Yahudiler, artık saldırılara kendi güçleriyle karşı koyuyordu.
RUSYA’DAN GELİP FİLİSTİN’E SIĞINDILAR
Bu teşkilatın içinde David Ben Gurion adında bir genç de vardı. Ben Gurion, 1886’da Rusya’nın Plonsk kasabasında doğmuştu. Babası Musevi cemaatinin önemli isimlerinden bir avukattı. Yahudilerin kutsal topraklara yerleşmesini savunan koyu bir Siyonist’ti. Sonradan Ben Gurion adını alacak olan David Gurion’un annesi, oğlu 10 yaşındayken, on birinci çocuğunu doğururken öldü. Böylece David, küçük yaştan itibaren babasının etkisi altında kaldı. O yıllarda Rusya’da ve Rus idaresi altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde Museviler, devamlı olarak baskıya ve can kayıplarına uğruyordu. Bu Yahudileri siyasi bakımdan teşkilatlanmaya itti.
Rusya artık onların sığınabilecekleri bir yer olmaktan çıkmıştı, bu nedenle kendileri için kutsal sayılan Osmanlı devleti sınırları içindeki Filisten’e sığınmaya başladılar. Küçük David, böyle bir hava içinde yetişti. Bir ara Varşova’ya kaçtı, misafir öğrenci olarak öğrenim gördü. Siyonist kongrelerine katıldı. 1906’da Filistin’e geldi. Militan David, burayı beğenmemişti. Kolonilerde Çerkezlerin bekçilik yapmasına, Arap amelelerin çalışmasına karşı çıkıyordu. “Petah Tikva’daki Yahudi efendileri, yeni kolonilere gizlice Arapları sokuyorlar!” diye bağırıyor, bir Yahudi işçi hareketi meydana gelmeden, Yahudi milletinin oluşamayacağını savunuyordu. Ben Gurion, arkadaşlarıyla büyük bir hanın odasında kalıyordu. Odalar adeta silahhaneye dönmüştü. İşçiler akşam olunca silahlarıyla ilgileniyordu. Kimisi namluyu temizliyor, diğeri nişangahı kontrol ediyordu. Fişekliklerini dolduruyorlar, silahlarını karşılaştınyorlar, iyi ve kötü yanlarını sayıp döküyorlardı. Yatana kadar kendilerini silahlarına veriyorlardı. Çünkü onlar için silah demek yaşamak demekti.
İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion (En sağda) İstanbul’da diğer arkadaşlarıyla beraber hatıra fotoğrafı çektirmişti. Darülfünun’da okuyan Ben Gurion ve arkadaşları, 1. Dünya Savaşı sırasında Siyonizm tahrikçiliği yaptıkları gerekçesiyle, Cemal Paşa tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
İLK SİLAHLI BİRLİK HAŞOMER’DE YER ALDI
Ben Gurion, Arapların saldırılarını azaltan ve kolonilerden açıktaki sürüler ve tarlalara kaydıran Şomrim teşkilatının daha askeri bir nitelik kazanmasının gerekli olduğunu savunuyordu. Rusya’dan gelen yeni bir göç dalgası bunun için imkân sağladı. Çünkü gelenler arasında Ruslarla savaşan tecrübeli gençler vardı. Bunlar, Yahudilerin ilk disiplinli askeri birliği sayılabilecek Haşomer’i kurdu. Artık Siyonizm’in silahlı bir gücü vardı. Ancak Osmanlı devleti bu yapılanmayı fark etti. Ancak yabancı güçlerin baskısı nedeniyle sadece küçük birkaç tutuklama yapılıp olay kapatıldı.
DARÜLFÜNUN’DA OKUDULAR
Bu sırada, İstanbul’da Ikinci Meşrutiyet ilan edildi. Bir yıl sonra da İkinci Abdülhamid tahttan indirildi. İmparatorlukta tam bir keşmekeş hakimdi. Ben Gurion, Filistin’deki Yahudilerin hiçbir yerde olmadığı kadar başı boş, devletin hayatından uzak, yerli halka ve lisana tamamen yabancı bir topluluk olduğunu düşünüyor ve burada örgütlenmenin artırılması gerektiğini savunuyordu. Yahudilerin hiçbir hakkının yeteri kadar savunulmadığını bunun için siyasi hakların savunulması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için bir karar verdi. İstanbul’a, imparatorluğun kalbine gidecek Türkçe öğrenecek, gerekirse Meclis-i Mebusan’a girecekti.
EMANUEL KARASU’YU HİÇ SEVMEDİ
Ancak İstanbul’dan önce Selanik’e gitti. Burada tanıştığı Osmanlı Musevileri ve Dönmeleri beğenmedi. Onlarla geçinemedi. Burada, sonradan mebus olacak Emanuel Karasu’dan da hiç hoşlanmıyordu. Sekiz ay sonra Istanbul’daydı. Burada yakın arkadaşı Ben Zvi ile beraber, bir oda kiraladıktan sonra Darülfünun’a yazıldı. İstanbul’da bir sürü Filistinli genç Yahudi ile tanıştı. Bunlar arasında kendi gibi hukuk öğrencisi olan geleceğin dışişleri bakanı olacak olan Moşe Şaret de vardı. David’in maddi sıkıntısı yoktu, babası her ay düzenli olarak harçlığını gönderiyordu.
Bir gün Yahudi İşçi Partisi Poalei Zion’un Dünya İcra Heyeti’ne seçildiğini öğrendi. Bu sırada, Josef Trumpeldor ile tanıştı. Yahudi eski subay, sol kolunu Rus-Japon harbinde kaybetmişti. İleride Çalutz (Öncüler) adındaki teşkilatı kuracak bu subay, I. Dünya Savaşı’nda Türklere karşı Yahudi gönüllüleri toplayacaktı. İstanbul’da başlayan dostluk, yıllar boyunca inişli çıkışlı bir yol takip edecek. Trumpeldor, 1920’de Araplarla çarpışırken ölecekti. Milletlerarası Siyonist Teşkilatı, İstanbul’da da boş durmuyordu. Faaliyeti çerçevesinde basın yoluyla propaganda da vardı. Almanya’da bulunan Siyonist Iç Hareket Komitesi tarafından yönetilen basın işlerini, İstanbul’da Rus Siyonistler tarafından tavsiye edilen Vladimir Jabotinsky yürütüyor ve çıkardığı, Jeune Turc ve El Judeo isimli gazeteler, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Yahudilere ulaştırılıyordu.
Ben Gurion, ileride en önemli Siyonist liderle-rinden biri olacak Jabotinsky’le de Istanbul’da tanıştı. Bu arada, Haşomer’in başkanı Israel Şohat da İstanbul’a gelmişti. Ben Gurion ve Ben Zvi ile buluştu. Filistin ve milislerden getirdiği haberleri verdi. Şohat, Filistin’e dönmeden, hep beraber bir hatıra fotoğrafı bile çektirdiler.
SİYONİZM TAHRİKÇİLİĞİNDEN TUTUKLANDILAR Balkan Harbi’ni İstanbul’da geçiren Ben Gurion ve Ben Zvi 1914’te Büyük Harp başlayınca, Filistin’e dönerek eski faaliyetlerine devam ettiler. Ancak iki arkadaş, Osmanlı imparatorluğunun savaşa girmesi üzerine Siyonizm tahrikçiliğinden tutuklandılar. Cemal Paşa’nın emri ile kolonilerdeki bütün silahlar toplandı.
Haşomer’in bilinen üyeleri tutuklanarak, Yafa’nın kuzeyindeki bir kampta enterne edildi. Israeel Şohat da yakalanmıştı. İlgililer, Ben Gurion ile Been Zvi’nin sınır dışı edilmelerini kararlaştırdılar. Bunun üzerine iki arkadaş, henüz tarafsız olan Amerika’ya giderek orada bir şeyler yapmayı düşündüler. Pasaportlarına, “Bir daha dönmemek üzere” damgası vuruldu. Ben Gurion, savaştan sonra Filistin’e döndüğünde, İsrail’in kurulması için mücadelesini sürdürdü ve 1948’de kurulan İsrail devletinin ilk başbakanı oldu.
İngiltere bir taraftan Yahudileri Filistin’e yerleştirmek üzere hazırlığa girişirken, diğer taraftan da Arapları Osmanlı imparatorluğuna karşı ayaklandırmak için onlara da Filistin’i içine alan toprakları vadediyordu. Ama iki tarafın bir arada yaşayıp yaşayamayacaklarını hesaba katmıyor veya katmak istemiyordu.
Birinci Dünya Savaşı’nda Amerikalı Yahudiler, bugün olduğu gibi büyük bir etnik grup teşkil ediyorlardı. Mali bakımdan çok güçlüydüler. Harp başlayınca Dünya Siyonist Teşkilatı tarafsızlığını ilan ederek karargâhını Kopenhag’a taşımıştı. Taşımıştı ama Amerika’dakiler bir Geçici İcra Komitesi kurarak, Ingiltere’de Weizmann’la işbirliğine girmişlerdi. İngiltere’nin zaferine bel bağlıyorlardı. Öte yandan Almanya’da da Yahudiler iyi muamele görüyorlardı. Bu nedenle Alman taraftarı Yahudi sayısı da az değildi. Bir İngiliz sömürge idarecisinin deyimi ile Cemal Paşa’nın Filistin’den kapı dışarı ettiği otuz bin kadar Yahudi İskenderiye’de toplanmıştı. Jabotínsky ile Trumpeldor, müttefik saflarında Türklerle savaşacak bir Yahudi birliği meydana getirmeyi burada tasarladılar. Gönüllü toplandı, “Sion Katır Kolu” adı verildi ve Çanakkale’ye yollandı. Birlik 750 katır ve bunların sürücülerinden oluşuyordu.
NİLİ’YE CEMAL PAŞA DARBESİ Bu sırada Yahudilerin bölgede kurdukları ilk istihbarat teşkilatı olan ve MOSSAD’ın atası sayılan “NİLİ”, İngilizler için hayati önem taşıyan bilgiler topluyordu. NİLİ, İbranice “Netzah Yisrael Lo Yeshaker” ifadesinin kısaltmasıydı ve “İsrail’in Ebedi Olanı yalan söylemez” anlamına geliyordu. Bu ifade, gizli örgütün varlığı boyunca şifresi oldu. NİLİ ağının üç temel amacı vardı: Mısır’daki üslerinden Filistin’e yönelik İngiliz işgaline destek olmak; dünyayı Türkler’in yerel Yahudilere baskı yaptığına yönelik dezenformasyon yapmak ve daha da önemlisi, Filistin’de bir Yahudi vatanı kurulması yönündeki Siyonist davanın umutlarını ilerletmek.
Siyonizm Ansiklopedisi’nde madde haline getirilmiş NİLİ, General Allenby komutasındaki İngiliz ordularının Filistin’i işgal etmesine yardım etmeyi hedefliyordu. Bu teşkilatın başında Aaron Aaronsohn bulunuyordu. Türk ordusu, bu istihbarat teşkilatını büyük ölçüde çökertti. Ancak örgütün kurucusu Aaron kaçmayı başarsa da kardeşi Sarah Aaronsohn yakalanmıştı. Sorgusu için Şam’daki Türk ordusu karargahına götürülürken kendisini trenden uçuruma atarak intihar etti.
İstanbul Temmuz ayında ağırladığı 1 milyon 873 bin 97 kişi ile son 10 yılın aylık bazında en yüksek yabancı turist sayısına ulaştı.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, İstanbul’a 2022’nin 7 aylık döneminde 8 milyon 514 bin 806 yabancı turist geldi. Turist sayısı bu yılın aynı döneminde yüzde 15 artarak 9 milyon 776 bin 635 oldu.
Geçen yıl Temmuz’da 1 milyon 759 bin 506 yabancı turistin ziyaret ettiği kent, bu Temmuz’da 1 milyon 873 bin 97 yabancı turisti ağırladı. Böylece Temmuz’da gelen yabancı turist sayısı geçen yıla göre yaklaşık yüzde 6 arttı. Verilere göre, bu yılın temmuzundan sonra İstanbul’a en çok turist 2022’nin aynı ayında geldi.
İstanbul’a Temmuz’da 1 milyon 823 bin 416 kişi hava yoluyla 49 bin 681 kişi ise deniz yoluyla ulaşım sağladı.
Geçen senenin aynı dönemine göre, kente hava yoluyla gelenler yüzde 5, deniz yoluyla gelenler ise yüzde 72 arttı.
Bu yılın Temmuz’unda Atatürk Havalimanı’ndan 1642, Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan 517 bin 429, İstanbul Havalimanı’ndan 1 milyon 304 bin 345 yolcu giriş yaptı. Kente, deniz yoluyla Tuzla Limanı’ndan 1846, Karaköy Limanı’ndan 42 bin 520, Sarayburnu Limanı’ndan 2 bin 926, Zeytinburnu Limanı’ndan 1719, Ambarlı Limanı’ndan 361, Haydarpaşa Limanı’ndan 240, Marmara Limanı’ndan 39, Pendik Limanı’ndan da 30 yabancı ziyaretçi geldi.
Hava yoluyla gelen turistlerin yüzde 71,53’ü İstanbul Havalimanı’nı, yüzde 28,38’i Sabiha Gökçen Havalimanı’nı kullandı.
Ruslar ilk sırada
Ruslar, Temmuz’da İstanbul’a gelen 185 bin 636 turistle geçen ay olduğu gibi ilk sırada yer aldı.
Rusya’yı 135 bin 568 turistle Almanya, 135 bin 96 kişiyle Suudi Arabistan, 105 bin 41 ziyaretçiyle ABD, 97 bin 352 turistle İran, 69 bin 263 kişiyle Fransa, 69 bin 6 turistle İngiltere, 51 bin 257 kişiyle Irak, 45 bin 854 ziyaretçiyle Kuveyt, 45 bin 257 kişiyle İsrail, 44 bin 273 turistle Hollanda takip etti.
İstanbul’u Temmuz’da ziyaret edenlerin yüzde 9,91’i Rusya’dan, yüzde 7,24’ü Almanya’dan, yüzde 7,21’i Suudi Arabistan’dan, yüzde 5,61’i ABD’den, yüzde 5,20’si İran’dan, yüzde 3,70’i Fransa’dan, yüzde 3,68’i İngiltere’den (Birleşik Krallık), yüzde 2,74’ü de Irak’tan gerçekleşti.
Temmuz’da 196 ülkeden turist gelen kenti, Solomon Adaları, Kuzey Kore ve Papua Yeni Gine’den birer, Laos ve Doğu Timor’dan 2 kişi ziyaret etti.
Türkiye’yi ziyaret eden her 3 turistten 1’i İstanbul’a geldi
Yılın 7 ayında Türkiye’yi ziyaret eden toplam 26 milyon 766 bin 240 turistin yaklaşık 3’te 1’ini İstanbul ağırladı.
Öte yandan İstanbul’u 2019’un temmuzunda 1 milyon 666 bin 319, 2020’nin temmuzunda 301 bin 930, 2021’in temmuzunda ise 1 milyon 130 bin 999 turist ziyaret etti.
Yapay Zeka, Web3 ve Metaverse sektörleri, günden güne büyüyor, peki ya bu sektörlerin gelişimi, ilgili kripto paralara nasıl yansıdı?
Yapay Zeka, Web3 ve Metaverse sektörleri, günden güne büyüyor, peki ya bu sektörlerin gelişimi, ilgili kripto paralara nasıl yansıdı?
Yakın zamanda birçok şirket Yapay Zeka, Web3 ve Metaverse alanlarına olan yatırımlarını artırdı. Kripto paralarda da büyük bir söz sahibi olan bu alanlar, yükselişleri de beraberinde getirdi. Son bir aylık tabloya bakıldığında, Yapay Zeka, Metaverse ve Web3 bazlı kripto paralarda devasa artışlara şahitlik ettik. Bu gelişmeler, ilgili alanlardaki kripto paralara nasıl yansıdı? En çok hangi sektörle ilgili kripto paralar ön plana çıktı?
Yapay Zekada Neler Oldu?
Yapay zeka teknolojisi, global olarak neredeyse her alanda kullanılmaya başlandı. İnsanlara birçok açıdan kolaylık sağlayan bu teknoloji, şirketlerin yeni göz bebeği haline geldi. Diğer teknolojilere oranla çok daha fazla kullanım alanı ve kolaylığı sunan yapay zeka, kripto endüstrisinde de büyük bir pay sahibi oldu.
Geçtiğimiz günlerde Big Tech firması Microsoft’un başkanı olan Brad Smith, yapay zeka gelişimiyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Smith, hükümetlere ve şirketlere yapay zeka konusunda çağrı yaparak, bu alandaki çalışmalarını artırmaları gerektiğini belirtti. Dünyanın önde gelen firmalarının yapay zekaya bu şekilde pozitif bakması, hem bireylere hem de kurumsallara bir kapı açar hale geldi.
Birkaç hafta önce de teknoloji devi Tesla, yapay zeka eğitimli robotlarını güncelledi. Yapay zeka sayesinde yürüyebilen, eşyaları toplayabilen ve nesneleri tanıyabilen robotlar, dünya çapında bir ilgi yarattı. Özellikle de Tesla’nın sahibinin Elon Musk olması, akıllara kripto paraları getirdi. Kripto paralar ile yakınlığıyla bilinen Musk, hem Tesla’da hem de sosyal medya gönderilerinde kripto taraflı paylaşımlarına devam ediyor.
Dünya devi Amazon, yapay zeka faaliyetlerini sıkılaştırdı. Ürün ve müşteri arasındaki mesafeyi en aza indirmek için yapay zeka teknolojisini kullandığını belirten Amazon, yapay zeka teknolojisine bir damga daha vurdu. Amazon’un Kuzey Amerika ve Avrupa Operasyon Hizmetleri Başkan Yardımcısı StefanoPerego’nun Amazon operasyonlarının çeşitli yönlerinde yapay zekanın rol oynadığını belirtmesi, bu alan ile ilgili yakın zamandaki en büyük gelişmelerden biri oldu.
Gelişmelerin Yapay Zeka Coin’lerine Yansıması
Kısa sürede böylesine bir gelişim gösteren yapay zeka teknolojisi, bu alanla ilgili kripto paraları adeta uçurdu. Bitcoin’e rağmen ayakta durarak değer kazanan yapay zeka coin’leri, yatırımcının ilgi odağı haline geldi. Ayrıca yapay zeka projeleri, genellikle de günün en çok değer kazanan kripto paralaları arasına girmeyi başardı.
Render Token (RNDR) ve SingularityNet (AGIX) Patlama Yaptı!
Yapay zeka bazlı coin’lerden öne çıkan isimler, Render Token (RNDR) ve SingularityNet (AGIX) oldu. RNDR’yi ele aldığımızda, bu kadar kısa zaman aralığında piyasada büyük bir yer kaplaması, yapay zeka coin’lerini öne çıkartan başlıca sebeplerden biri oldu. Yalnızca 11 gün içersinde yüzde 81’e yakın artış gösteren RNDR, yapay zekayla ilgili kripto paraları adeta sırtladı.
Bu alanda parlayan bir diğer isim SingularityNet (AGIX) odu. RNDR’a oranla daha önceden de bilinen AGIX, son zamanlardaki yapay zeka gelişmeleriyle birlikte alev aldı. Mayıs başında yüzde 43,58’lik bir yükselişe imza atan AGIX, Bitcoin’in geri çekilmesiyle birlikte biraz da olsa değer kaybetmişti. Fakat BTC’nin yukarı yönlü fitilini yakması, AGIX’i tetikleyerek saatler içersinde yüzde 24’e yakın bir yükselişe zemin hazırlamış oldu.
Metaverse’de Neler Oldu?
Bir zamanlar fırtınalar estiren metaverse, Mayıs ayındaki gelişmeler ile tekrardan gündeme geldi. Dünyanın önde gelen firmalarının metaverse destekli çalışmalar yapması, hükümetlerin metaverse destekli adımlar atması gibi birçok gelişme yaşandı. Bu gelişmelerden sonra metaverse’ün başlıca coin’lerinde de sıçramalar görüldü.
Metaverse ile ilgili gelişmelerin en çarpıcı olanı, Apple’dan geldi. Apple’ın artırılmış ve sanal gerçeklik teknolojilerinin birleşimi “karma” başlığının kesinleşmesi, metaverse teknolojisini yeniden sahneye çıkardı.5 Haziran’da karma başlığını piyasaya sürmeye hazırlanan teknoloji devi Apple, uzun zamandır sessizliğini koruyan ve popülaritesi giderek azalan metaverse‘ü adeta diriltti.
Hükümetlerden de destek almaya başlayan metaverse konusu, küresel olarak daha ciddi bir hal almaya başladı. Birkaç gün önce Çin’in doğusundaki Jiangsu eyaletinin başkenti Nanjing, Metaverse Teknoloji ve Uygulama Yenilik Platformu’nun açılışını yaptı. Nanjing metaverse’e yönelik bu hamlesini, ülke çapında metaverse teknolojisini benimseme ve geliştirmeye teşvik etmek şeklinde nitelendirdi.
Metaverse’ü üst sıralara taşıyan bir hamle de Çinli teknoloji devi Alibaba Cloud’tan geldi. Avalanche blockchain’i üzerinde Metaverse Launchpad oluşturulacağını belirten Alibaba Cloud, metaverse alanının en büyük destekçilerinden biri oldu. Şirket Cloudverse adlı geliştirme ortamını, şirketlerin müşterileriyle etkileşim kurmanın yeni yollarını denemek ve bulmak için metaverse alanlarını özelleştirmesi ve sürdürmesi için uçtan uca bir platform sağlamak üzere tasarladığını belirtti.
Metaverse furyasına dahil olan Apple, bir zamanlar milyonlarca oyuncuya ev sahipliği yapan Axie Infinity’i App Store’a dahil ettiğini açıkladı. Başta Latin Amerika ile Güney Asya’da kısıtlı bir kitleye açılan AxieInfinity, zamanla diğer ülkelerde de App Store’da aktif hale gelecek. Axie Infinity’nin yaratıcısı Sky Mavis şirketi, play to earn kripto oyununun bundan sonra Apple Store’da yer alacağını belirtti.
Metaverse Coin’leri, Sessizliğini Bozdu!
Apple, Ali Baba, hükümetler gibi etkenlerin son zamanlarda aktif rol aldığı metaverse, bu gelişmeleri ilgili coin’lerine de yansıttı. Uzun zamandır bir atak yapmayan metaverse coin’leri, yaşanan bu gelişmeler ile birlikte harekete geçti. Özellikle de Axie Infinity’nin (AXS) App Store’a eklenmesi, AXS coin’de devasa artışlar yarattı.
Axie Infinity’nin (AXS) ve Decentraland (MANA) Tekrardan Parladı
App Store’a dahil edilen AXS, sıçrama yaparak anlık 8,50 doları gördü. Yüzde 31,55’lik bir artış gösteren AXS, aynı zamanda uzun süredir düşen trendini kırdı. Temel ve teknik analiz bakımından metaverse coin’lerinin yükselişine öncülük eden AXS, kısa süre sonra bu haber etkisini kaybederek 6,84 dolara çekildi.
Metaverse denilince akla gelen ilk coin’lerden Decentraland (MANA), 0,54 dolara sıçrama yaparak yüzde 23,24 oranında değer kazanmıştı. Fakat haberlerin etkisini kaybetmesiyle geri çekilen metaversecoin’lerinin başında oldu. Güncel olarak 0,458 dolara gelen MANA, metaverse evrenindeki gelişmeler ile birlikte patlama fırsatı yakalamıştı.
Web3’te Neler Oldu?
Geçmiş dönemlerde patlama yapan Web3 konusu, yakın zamandaki yatırımlar ve yenilikler ile tekrardan güç buldu. Özellikle de oyunlar üzerindeki artı yönleriyle şirketlerin ilgisini çeken Web3, adından söz ettirmeye devam ediyor. Teknolojinin her dakika gelişmesi, oyun sektörünün canlılığı gibi unsurlar, Web3’e olan eğilimi daha da canlı kılıyor.
Web3’ün direkt olarak trend yakaladığı gelişme, Ripple tarafından geldi. Japonya’nın önde gelen finans firmalarından SBI Japan’in Web3 çalışmaları için Ripple ile çalışmaya başlaması, hem Ripple ekosistemi hem de Web3 için büyük bir adım oldu.SBI Japan, hem kripto endüstrisi hem de Web3 hizmetleri kapsamında yeni hamleler olduğunu belirmişti.
Ripple’ın önde gelen ortakları ve SBI Japan, Web3’e yönelik hizmetlerini güçlendirme yolunda çalışmalara başladı. İki tarafında ortak olarak yaptığı açıklama doğrultusunda bu hamle, Web3 ve Ripple aracılığıyla yapılan teklifler de dahil olmak üzere kriptoyla ilgili daha fazla kurumsal müşteriyi çekmeyi amaçlıyor.
Web3’le ilgili sıcak gelişmelerden biri, Polygon Kurucu Ortağı Sandeep Nailwal’dan geldi. Web3 oyunlarının kripto endüstrisinin benimsenmesinde büyük bir rol üstleneceğini belirten Nailwal, bu alandaki çalışmaların artırılması gerektiğini vurguladı. Web3 teknolojisinin oyunların gelişimi üzerinde etkileri yalnızca Polygon değil, pek çok ekosistem tarafından farkedilmeye başlandı.
Web3 Coin’lerinde Volatil Hareketler Yaşandı
Web3 bazlı coin’ler, diğer teknoloji alanlı kripto parala göre daha hareketli bir fiyat yapısı sergiledi. Zaman zaman anlık hareketleriyle dikkat çeken Web3 coin’leri, piyasadaki hacmin de kayda değe bir kısmına sahip. Web3 coin’leri arasında öne çıkan isimler Conflux (CFX) ve Stacks (STX) oldu.
Conflux (CFX) ve Stacks (STX), Web3 Coin’lerini Taşıdı
CFX’in Mayıs ayı ortalarında yüzde 53,25 oranında bir artış yaşayarak diğer Web3 coin’lerini tamamiyle solladı. 0,22 dolardan 0,35 dolara anlık olarak yükselen CFX, günler içersinde devasa bir fiyatlama yapmış oldu. Şu an için 0,30 dolardan işlem gören popüler Web3 coin’i, yüksek hacmini koruyor.
CFX’ten sonra parlayan bir diğer coin ise Stacks (STX) oldu. CFX kadar etki yaratamayan STX, yüzde 23,46 yükseldi. Hatta sert fiyat düşüşleriyle bilinen STX, Web3’teki bu gelişmelerden sonra ayağa kalkarak bir yükseliş ivmesi yakaladı. Haber değerlerinin azalmasıyla tekrardan arka plana düşen STX, güncel olarak 0,59 dolardan alıcı buluyor.
Hangi Taraf Zaferle Ayrıldı?
Yapay Zeka, Metaverse ve Web3, yakın zamandaki gelişmeleriyle kendi aralarında adeta savaşa girdi. Dünyanın en önemli şirketlerinin bu alanlara yatırım yapması, sektör bazlı kripto paraların fitilini ateşlemişti. Sekörleri karşılaştığımızda, hepsi birbirinden önemli desteklerde, söylemlerde ve faaliyetlerde bulundular.
Kripto paralar şeklinde konuyu değerlendirdiğimizde ise Yapay Zeka teknolojisiyle ilgili Çin’lerin daha çok yükseliş sergilediği, bu yükselişlerin daha da istikrarlı olduğu görülüyor. Metaverse ve Web3 furyasındaki coin’ler, haberlerin üstünden zaman geçmesiyle adeta çöküşe geçti. Fakat Yapay Zeka projeli coin’ler, daha iyi bir performans sergileyerek fiyatı yukarlarda tutmaya çalışıyor. Böylelikle de bu zorlu rekabetin kazananı “Yapay Zeka” oldu.
Yakuza serisinin şöhreti biraz geç yaşta yakaladığını söylemek yanlış olmaz. 2005 yılında Playstation 2’de başlayan seri nispeten ufak lakin devamını da getirecek kadar bir hayran kitlesine sahip olsa da majör serilerle rekabet edebilmekten biraz uzaktı. Ama ben de dahil serinin birden fazla hayranı tarafından serinin en uygunu olarak gösterilen Yakuza 0’ın çıkışı ile işler değişmeye başladı, çabucak akabinde gelen Kiwami’lerin de başarısıyla birlikte seri süratle şöhret basamaklarını tırmanmaya başladı. Günümüze gelindiğinde de artık milyonlarca hayranı olan, etkinliklerde sanki yeni oyunları, ya da yan oyunları duyurulur mu diye yolunu gözlediğimiz bir seriye dönüştü Yakuza.
Tabi serinin bu geç yaşta gelen şöhreti Sega’nın vaktinde “Ya bunu Batılılar oynamaz” kanısıyla Japonya’ya hapsettiği oyunlarını da tekrar gözden geçirtmeye itti. Bunun sonucu olarak da aslında 2014 yılında yalnızca Japonya’ya çıkan, serinin feodal Japonya periyodunda geçen yan oyunu Ishin de özgün çıkışından tam 9 sene sonra nihayet Batı topraklarına geldi. Hem de remake olarak! Büyük bir Japon kültürü hayranı olarak da mecmuada yaptığımız kanlı düellolar sonucu incelemesi çok şükür bana düştü.
Biliyorum, Ishin Ishin’e sığmıyor
Like A Dragon: Ishin, Japonya’nın yavaş yavaş Batılaşmaya kapılarını açtığı 1860’ler Japonya’sında geçiyor. Bu Batılılaşmanın sonucu olarak ülke feodal Japonya periyodundan kalma, militarist ve klasik yapısını korumak isteyen Shogun ve ülkeyi artık Batılılaştırmak isteyen merkezi İmparator hükümeti ortasında ikiye bölünmüş durumda. Baş karakterimiz, yüzünden sesine kadar Kazuma Kiryu’nun kopyası olan Ryoma da İmparatorun sadık takipçileri ortasında. Lakin kendisini evlat edinen babasının gözlerinin önünde bir suikaste kurban gitmesinin akabinde kendini Kyoto’ya atıyor ve babasının katillerini bulmak üzere zıt görüşlü Shinsengumi’nin ortasına sızmaya çalışıyor. Mevzumuz spoiler vermeden en özetlenebilecek haliyle bu formda.
Kurgu bahsettiğim halde Meiji periyodu Japonya’sına ilişkin olsa da Ishin oynanış açısından katıksız bir Yakuza oyunu. Kyoto sokaklarında dolaşıyor, birbirinden enteresan pek çok yan vazife yapıyor, müşterilere Udon servisinden tutun da Buyo dansına kadar sayısız küçük oyun oynayabiliyoruz. Oyunun gerçek keyfi yalnızca bir hikayeyi takip etmekten çok hikayeyi unutturacak kadar yan etkinliklerle uğraşmaktan geçiyor yeniden yani. Bu esnada karşılaşacağınız birbirinden absürt olaylar ve tipler de (kocası 1 yıldır kent dışında olduğu için sizden her seferinde patlıcan, salatalık, havuç üzere sebzeler getirmenizi isteyen seksi abla gibi) gayreti.
Sağlığınız için, bol bol su Ishin
Oyundaki en büyük yenilik, benim “Sevap Puanları” diye çevirmeyi bilhassa tercih ettiğim Virtue Point sistemi. Bu sistemde lokal halka yardım ederek, esnafla dostluk kurarak, achievement’lara benzeri formda “100 tane domates yetiştir” üzere gayeleri tamamlayarak ya da yalnızca 20 km koşarak farkında bile olmadan çeşitli biçimlerde sevap puanları toplayabiliyorsunuz. Bu sevap puanlarını kullanarak da kestirim edebileceğiniz üzere Ryoma’nın yeteneklerini ya da çiftliğini geliştirebiliyor (çiftlik kısmına birazdan bilhassa değineceğim), hatta ilerleyen kısımlarda direkt olarak başka dükkanlarda satılmayan eserleri almakta kullanabiliyorsunuz. Siz ana hikayeye odaklanmak isteseniz de oyun sizi bir nevi sevap puanları kazanmaya itiyor yani.
Oyunun savaş sistemine geçecek olursak kullanabileceğiniz 4 farklı biçim var: Klasik Yakuza’daki yumruk yumruğa oynanışa yakın, ancak biraz daha kontra ve parry odaklı Brawler, tabanca kullanarak düşmanlara aralı akınlar yapabileceğiniz Gunfighter, bir samuray oyunundan bekleyeceğiniz formda katana kullandığınız Swordsman ve daha çok kalabalık kümeleri dağıtmak için kullanabileceğiniz, kılıç – silah kombosu kullanan Wild Dancer şekilleri. Bu usulleri ne sıklıkta kullandığınıza bağlı olarak da teknik puanları topluyor, kullandığınız tarzı yeni teknikler ve Heat Action’lar açarak daha da geliştirebiliyorsunuz. Can barınızı genişletmeniz de bu teknik ağaçlarında puan harcamanıza bağlı bu ortada. Ben oyunun başlarında yüklü olarak Wild Dancer ve Gunfighter kullansam da oyun ilerledikçe Swordsman biçimine kaydım. Brawler ise benim yeteneklerim için bir tık daha güç geldi açıkçası.
Çiftliğime Ishin’iz Düşerse Beklerim
Ishin’de tüm Yakuza serisinde olduğu üzere balıkçılıktan tutun da mahjong, kumar, karaoke, tavuk yarışları bahisleri üzere vaktinizi gömebileceğiniz pek çok yan oyun var. Fakat yeniden her Yakuza oyununda olduğu üzere 2 tanesi oyunda değerli bir yere sahip. Bunlardan birincisi bir çiftliği yönettiğiniz Another Life oyunu. Another Life’te size verilen çiftliğe istediğiniz üzere zerzevat takım yetiştirebiliyor, çiftliğinizi sevap puanları harcayarak geliştirebiliyor (tarlayı büyütme, hasat mühletini kısaltma, eser çeşitliliğini arttırma), kedi, köpek, tavuk bakabiliyor, mutfağında yemek yapabiliyoruz (yemekleri de doğrama, ateş közleme, gerçek ölçüde sake koyma üzere küçük oyunlarla yapıyoruz bu arada). Lakin en değerlisi de yetiştirdiğimiz zerzevatları, yaptığımız yemekleri ve yakaladığımız balıkları bu oyunda bize gelen siparişler üzerinden satabiliyoruz ki oyundaki en önemli gelir kaynağınız da tam olarak burası. Bilhassa Haruko’nun 100 ryo’luk kirasını ödemek ya da kıymetli silah geliştirmelerini yapmak istiyorsanız Another Life’ta vakit harcamanız gerekiyor. Lakin şunu da belirtmeliyim ki ben Another Life kısmından hiç ummadığım kadar keyif aldım, bayağı bir vakit da gömdüm. Yakuza tarihindeki en sevdiğim yan oyunlardan birisi oldu diyebilirim. Hatta ben işteyken eşim de konsolun başına oturup saatlerce zerzevat yetiştirip yuvamıza bol bol para getirdi sağ olsun, onu bile bayağı sardı yani.
Diğer büyük yan oyunumuz ise Shinsengumi’ye katıldıktan sonra 5. Kısımda açılan Battle Dungeon modu. Burada da bir Shinsengumi üyesi olarak Kyoto etrafındaki pek çok makus olaya şahsen müdahale ederek asayişi sağlıyoruz. Bunun için farklı birlikler kurarak vazifelere çıkıyor, bu birliklere ilişkin karakter kartları bize yeni yetenekler ve geliştirmeler sağlıyor, bu yetenekleri kullanarak da suçlularla savaşıyor ya da birtakım eşyaları bulmak üzere misyonlara çıkıyoruz. Bu esnada kullandığımız karakter kartları da düzey atlıyor tabi. Ancak Battle Dungeon modu oyundaki standart savaş modundan da çok da farklı bir şey olmadığı için beni biraz hayal kırıklığına uğrattı açıkçası. Gruplara yalnızca komuta ettiğimiz, kolay düzeyde olsa da bir taktik oyunu çok daha uygun olurdu bence. Lakin yeniden silah ve zırh geliştirmeleri için kıymetli materyaller de çoklukla Battle Dungeon’lardaki zindanlarda çıkıyor. O yüzden bu moda da biraz vakit ayırmakta yarar var.
Ishin’inize Sinsin
Yukarıda açıkladığım halde oyunun savaşları, yan oyunları ve mizah duygusu oldukça keyifli. Lakin beni Ishin’de en keyifli eden şey devrin Japonya’sına ilişkin bir bölgede istediğimiz formda gezebilmek, hayat üslubunu gözlemleyebilmek, daha doğrusu o devri bir nebze olsa da deneyim edebilmek oldu. Klâsik Buyo dansı yapmak ya da karaoke barda samuray marşları söylemek beni mest etti diyebilirim. Tıpkı halde oyunun geçtiği Kyoto ve Gion bölgesi gerçekte olduğu üzere birebir aktarılmış ve bu bölgeleri gerçek hayatta da görme talihine erişmiş birisi olarak oyunda da görmek tekrar gitmişim üzere hissetmemi sağladı. Keza Yakuza oyunlarında da yalnızca isimleri farklı olup birebir aktarılan Dotonbori (Sotenbori) ve Kabukicho (Kamurocho) bölgelerini görmekten de birebir halde büyük keyif almıştım. Bir Japon kültürü hayranı olarak Yakuza serisinin bu istikametine nitekim bayılıyorum.
Ishin’in yeni bir oyundan çok remake olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar var bu ortada. Ancak oyun PS4’ün çıkış oyunlarından biri olduğu için İngilizce dayanağı haricinde çok da büyük yenilikler içermiyor aslında. Kimi değerli karakterlere ilişkin modeller serinin tarihindeki kıymetli karakterlerin yüzleri ve sesleriyle değiştirilmiş mesela (Saji’nin Goro Majima olması gibi). Karaoke için yeni kesimler da eklenmiş ki müjdemi vereyim, bu yeni eklenen müzikler ortasında Baka Mitai de var. Grafiklerin de biraz elden geçirildiği söyleniyor ancak birtakım sıradan karakterlere ilişkin modellemeler PS3 devrine ilişkin üzere göründü bana. Ayrıyeten ben pek sorun etmesem de oyun bariz biçimde PS4 üzerinde kasıyor ki adamlar da bunu fark etmiş olacak, grafik ve performans modu olarak iki seçenek koymuşlar. Buna karşın kare sayısı bazen benim bile inkar edemeyeceğim düzeyde düşüyor ya da haritada ilerlerken bir anda kısa bir yükleme sekansı ile karşılaşabiliyorsunuz, bilhassa de koşarsanız. GTA 5 ya da Ghost of Tsushima üzere devasa haritalara sahip oyunlarda bile bu türlü problemlere pek rastlamazken Ishin’de olması bana biraz garip geldi açıkçası.
Grafik ve gözümü oymadığı sürece performans yanlışlarına çok da takılmayan biri olarak Ishin’e dair tek büyük düşüncem oyunun oldukça geç açılması oldu. Oyunun oyuncuyu başında tutacak yan etkinliklerle birlikte açılması neredeyse 10 saati buluyor ve bu bence oldukça uzun bir mühlet. Sabır katsayısı düşük ve Yakuza serisini denemek isteyecek pek çok oyuncu oyunun gerçek hoşluklarını görmeden havlu atabilir ki bu çağdaş oyunların en yaygın sorunlarından biri bence. İşten gelip yorgun argın 1-2 saat keyifle oyun oynamak isteyen oyunculardan her oyun için en az 10 saat sabretmesini beklemek çok da mantıklı bir iş değil.
Nihayetinde özetleyecek olursak Ishin benim çok keyif aldığım, 40 saatten fazla oynamama karşın başına her seferinde keyifle oturduğum bir oyun oldu. İçerdiği samuray Japonya’sı sosu da benim üzere bir Japon kültürü hayranı için bulunmaz nimet (benzer hisleri Way of the Samurai serisinde de yaşamıştım). Yakuza serisininin en uygun oyunları ortasında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Lakin Yakuza serisinin Dragon Quest’e emsal formda gelenekçi ve pek de değişmeyen bir seri olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar var. Karakterler ve yerleri haricinde oynanış spin-off’lar da dahil neredeyse 20 yıldır birebir tıpkı (Yakuza: Like a Dragon’u bunun dışında tutuyorum). Farklı heyecanlar arıyorsanız Ishin size doğal olarak beklediğinizi vermeyecektir yani. Ancak bildiğiniz ve sevdiğiniz Yakuza ruhunu arıyor, bir de üzerine çokça sake dökmek istiyorsanız katiyen yanlışsız yerdesiniz.
Avrupa, Morgan Stanley endeksine dayalı birinci ETP’sine merhaba diyor. Pekala, endekste hangi altcoinler yer alıyor?
Avrupa, Morgan Stanley endeksine dayalı birinci ETP’sine merhaba diyor. ETP, Nisan ayında Almanya’nın Deutsche Börse XETRA’sında piyasaya sürülecek olan önde gelen 20 dijital varlığı izleyen yeni bir MSCI endeksine dayanacak. Pekala, endekste hangi altcoinler yer alıyor?
ETP’de birtakım altcoinler hariç tutulurken, önde gelen kriptolar yer alıyor
Dijital varlığa dayalı bir menkul değerler sağlayıcısı olan ETC Group, bugün Morgan Stanley’den alınan bir endekse dayalı olarak Avrupa’nın birinci endeks tabanlı kripto ETP’sini listeleyeceğini duyurdu. ETP, MSCI Digital Asset Select 20 ETP’ye dayalı olacak ve Nisan ayında Almanya’nın Deutsche Börse XETRA’sında piyasaya sürülecek. MSCI, endeksi bu ayın başlarında ETC Group’un girdileriyle geliştirdi ve her bir bileşeni azamî %30 ile sınırladı.
Endeks, stablecoin’ler, saklılık tokenlerini ve göğüs coin’lerini hariç tutuyor. Bunlar haricinde başkan kripto Bitcoin (BTC), başkan altcoin Ethereaum (ETH) ve Solana (SOL) dahil olmak üzere 20 ‘lider dijital varlığın’ pahasını izliyor.
ETP, endeks kompozisyonuna ve yüküne nazaran soğuk depoda yatırılan destek varlıklarla fizikî olarak desteklenecek. Standart menkul değer hesaplarına sahip yatırımcılar, listelendikten sonra pay senetleri yahut ETF’ler üzere eseri alıp satabilecekler. ETC Group’un CEO’su ve kurucusu Tim Bevan, bunun kripto piyasasındaki birinci gerçek geniş pazar endeksi ETP olduğunu söyledi. Bevan, endeksin kapsamının yeni ETP’yi yatırımcılar için ülkü bir varlık tahsis aracı haline getireceğini kaydetti.
AB ve ETP’ler
Avrupa’da birinci ETP, 2015’te piyasaya sürüldü. Bu yüzden Avrupa, çeşitli kripto borsalarında süreç gören eserler için uzun müddettir verimli bir yer oldu. Kriptokoin.com’dan takip ettiğiniz üzere, BTC’nin fiyatını izleyen bir eser olan Bitcoin Tracker One’ın piyasaya sürülmesinden bu yana, İsviçre, Fransa, Hollanda ve Almanya’daki Avrupa borsalarının her biri çeşitli dijital varlık ETP’lerini listeledi. Bununla birlikte, bu ETP’lerin sırf bir kısmı endekslere dayalıydı ve hiçbiri bir MSCI endeksine dayalı değildi.
Morgan Stanley Capital International, dünya çapında çok çeşitli varlıkları kıyaslamak için temel bir araç vazifesi gören endekslerin önde gelen sağlayıcısı pozisyonunda bulunuyor. MSCI endeksine dayalı bir ETP, Avrupa kripto sanayisi için kayda bedel bir ilerleme. Zira klasik finanstan gelen yatırımcılar için kripto piyasasını legalleştiriyor. MSCI tematik endeksler lideri Stephane Mattatia’ya nazaran, kripto piyasası süratle gelişiyor ve yatırımcıların kripto para ünitelerine erişim talebini artırıyor.