PrizmaBetGüncelGirişAdresiHızlıveGüvenilirErişim!

Yarattığı Dolandırıcılık Yöntemi ile Tarihe Geçen Charles Ponzi’nin Tartışmalı Hikâyesi (Günümüzde Bile Kullanılıyor!)

Charles Ponzi ismi kulağınıza tanıdık geliyor mu? Bu içerikte, kısa sürede zengin olma hayalini satarak birçok kişiyi dolandıran ve “Ponzi şeması” denilen yönteme ismini veren Ponzi’nin öyküsünü anlatacağız.

Charles Ponzi, 1903 yılında bir gün büyük bir servet sahibi olacağına inanarak Amerika’ya gelmişti.

Bir süre farklı işlerde çalışan fakat hiçbirinde başarılı olamayan Ponzi, hayat ona istediğini vermeyince kendi yolunu çizmeye karar verdi. Fakat seçtiği yol dolandırıcılıktı…

Ponzi, 1919 yılında yatırımcılara inanılmaz bir teklif sundu!

Ponzi’nin teklifi 45 gün içinde %50, 90 gün içinde ise %100 kazanç sağlanabileceğini vadediyordu.

Kaçırılmaması gereken bir teklif gibi görünen bu vaat, doğal olarak insanların dikkatini çekti ve kısa sürede birçok kişi Ponzi’nin işine yatırım yapmaya başladı.

Peki, Ponzi tam olarak ne iş yapıyordu?

Aslında yaptığı işin ardında çok basit bir düzen vardı.

Ponzi, yeni yatırımcılardan topladığı parayla eski yatırımcılara ödeme yapıyordu.

Yani bir nevi, parayı cebinde tutmadan döndürüyor ve sürekli yeni yatırımcı bularak sistemi ayakta tutuyordu.

Charles Ponzi, “Ponzi şeması” adı verilen bu dolandırıcılık yöntemini kullanarak kısa sürede çok büyük miktarda para toplamayı başarmıştı.

Öyle ki Ponzi, insanları yüksek kazanç vaatleriyle cezbetmiş ve sadece birkaç ay içinde milyonlarca doları kontrol etmeyi başarmıştı.

Ponzi bu parayla lüks bir yaşam sürdü ve zengin bir iş insanı gibi davranarak çevresindeki insanları daha da etkilemeyi başardı.

Ancak bu büyük kazanç, tamamen gerçek dışı bir düzen üzerine kuruluydu ve sürdürülebilir değildi.

Ponzi’nin kazandığı paralar, yeni gelen yatırımcılardan toplanan fonlarla karşılanıyordu ve bir noktada yeni yatırımcı bulunamadığında sistem kaçınılmaz olarak çöktü.

Boston Post gazetesinin de durumu ortaya çıkarmasıyla birlikte Ponzi’nin dolandırıcılığı ifşa oldu ve binlerce insan büyük kayıplar yaşadı.

Charles Ponzi’nin bu serüveni ise hapisle sonuçlandı.

Ancak Ponzi geriye tatsız bir miras bıraktı. Charles Ponzi’nin adı, bugün hâlâ dolandırıcılıkla eş anlamlı kullanılıyor.

Onun yarattığı Ponzi şeması adı verilen bu yöntem, özellikle finansal bilgisi zayıf kişileri hedef alarak kısa sürede zengin olma hayali satmaya devam ediyor.

Ponzi’nin hikâyesi, hızlı kazanç vaat eden sistemlerin ne kadar tehlikeli olduğunu bize bir kez daha hatırlatır nitelikte.

Kaynak: Investopedia

Teknolojide tam bağımsızlık hedefi: Baykar’dan uzay girişimi hamlesi 

TEKNOFEST Yönetim Kurulu ve Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Bayraktar, TEKNOFEST’te yaptığı açıklamada, Baykar’ın uzay alanındaki girişimlerini duyurdu. Bayraktar, “Kendi küresel konumlama sistemimizi oluşturuyoruz” dedi ve bunun için öz kaynakların geliştirildiğini ifade etti.

TEKNOFEST Yönetim Kurulu ve Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Bayraktar, geçen yıl savunma sanayi ihracatının üçte birini Baykar’ın yaptığını hatırlatarak, “Bu, yüksek teknoloji ürünü insansız hava araçlarıyla oldu. Biz o sayede Bayraktar Akıncı’yı da Bayraktar TB3’ü de KIZILELMA’yı da hiçbir kaynağa ihtiyaç duymadan öz kaynaklarımıza geliştirdik.” dedi.

İnsansız hava araçlarının yanı sıra Baykar’ın uzay girişiminin bulunduğunu ifade eden Bayraktar, “Şu anda 80 kadar mühendis çalışıyor. O kaynakla küresel konulama sistemi inşa ediyoruz. Düşünün ki bu yüksek teknoloji ihracatından gelen kaynakla atmosferin de ötesine bir anlamda çıkan bir teknolojiyi ve dünyada sadece bir firma daha benzer bir alanda çalışıyor. O da bizden daha ileride değil. Kimseden bir kuruş almadan kendi küresel konumlama sistemimizi inşa ediyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Bayraktar, Baykar’ın ürettiği SİHA’larda yerlilik oranının yüzde 93’ten yukarıda olduğunu ve bütün katma değerin Türkiye’de üretildiğini belirtti.

Bayraktar, “Tümüyle özgün bir şekilde tasarlanan, yüksek teknoloji ürünü, içinde milyonlarca satır yazılım bulunan, donanımlardan oluşan, işte aero-dinamiklerden oluşan, uçan bir robottan bahsediyoruz. İçindeki sensörlere kadar hepsi Türkiye’de yapılıyor. Hatta elektro optiklerde dünyanın en iyisinden 2 kat daha iyisini yapmayı daha elektro optik görmesini sağlayan teknoloji.” dedi.

Bayraktar, Türkiye’nin bütçesindeki savunma harcamalarının son 20 yılda giderek azaldığına dikkati çekerek, “Yıllar içinde, 20 senede dışarıdan alırken hem ihtiyacı tam karşılamayan hem dışarıya bağımlı olan bir teknoloji kullanılıyordu. Bu teknolojiler 5-10 kat daha fazla fiyatla alınıyordu. Milli teknolojinin de gelişmesi bir anlamda engellenmiş oluyordu. O kaynağın azalıp, eğitime ayrılan kaynağın arttığını görüyoruz. Ama düşünün ki sektörün ürettiği ciro, ihracat cirosu onlarca kat artmış. Dolayısıyla enteresan bir şey görüyoruz burada. Buradaki en kıymetli unsur insan yine.” diye konuştu.

TEKNOFEST İNSAN YETİŞTİRMEYİ HEDEFLİYOR

TEKNOFEST’in aynı zamanda bir eğitim platformu olduğunu ve insanlara en yüksek donanımı en erken yaşta kazandırmayı hedeflediğini kaydeden Bayraktar, “Dolayısıyla bu yaklaşımın işte milli eğitim açısından da üniversite ve ötesi çalışmaları açısından benzer şekilde devam etmesi gerekiyor. İnsana ve eğitimine yatırmak aslına bakarsanız o yetişmiş insanlar bütün bu değeri yürütüyor.” ifadelerini kullandı.

Baykar’ın dünyaya fikir ihraç ettiğini vurgulayan Bayraktar, yurt dışına yapılan satışın kıymetinin “fikir”den kaynaklandığını dile getirdi.

“YAPAY ZEKA ETKİLEYİCİ BİR TEKNOLOJİ”

Bayraktar, yapay zeka ve Türkiye’nin büyük dil modelini geliştirme çalışmaları hakkında bilgi verdi. Kendisinin de robotik uzmanı olduğunu ve robot uçaklar inşa ettiklerini ifade eden Bayraktar, robotik alanının kurucusunun da bu medeniyetten bir isim olan Cezeri olduğunu hatırlattı.

Bayraktar, son dönemde bilgisayar teknolojilerinde bir kırılım yaşandığına dikkati çekerek, “Bilgisayar teknolojisi, ne zaman böyle çok sofistike bir şeyle önünüze gelse illüzyon gibi, büyü gibi neredeyse insanı büyüleyebilecek şeyler yapıyor. Şunu hiç unutmayın, dönen çarklardan oluşan bir saat gibi bir şey bu ama çok fazla çark var içinde. Birebir benim taklidimi yapabilecek belki yazılımlar çıkacak, duygularımı, her şeyimi, ne söyleyebileceğimi dahi tahmin edecek yazılımlar çıkacak.” dedi.

Yapay zeka ve büyük dil modelleri açısından daha büyük entelektüel kapasite gerektiren işlerin çok daha karmaşık işler olduğunu anlatan Bayraktar, bunlarda son dönemde bir devrim yaşandığını söyledi. Bayraktar, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu gerçekten etkileyici bir teknoloji. Bir yandan biraz böyle rastgele keşfedilmiş bir şey ama açıkçası dünyayı da çok değiştirecek, dönüştürecek bir teknoloji. Ben biraz insanlığın kalemi yeniden keşfetmesine benzetiyorum. Niye bu benzetmeyi yapıyorum çünkü kalemin keşfinden önce biz kulaktan kulağa bilgiyi aktarırdık. Şimdi biz sistematik bir şekilde bilgiyi aktarma kabiliyeti kazandık. Biz de robotik uçaklar yapıyoruz, yapay zekayı yoğun bir şekilde kullanıyoruz. Hangi tarafta kullanıyoruz, uçakları çok daha emniyetli bir şekilde uçurmak için kullanıyoruz. Bunun yanında daha akıllı bir rota otonomisi oluşturmak için kullanıyoruz. Ne demek bu, mesela uçağın motoru bozuldu. İşte nasıl dönüp piste insin, bunu bilgisayar kendi kendine yapıyor. Ama silah angajmanı için kullanmıyoruz. Önüne meteorolojik bir engel çıktı, bunları tanısın ve onlara göre eylem alsın diye kullanıyoruz.”

Yeni nesil otonominin bu dil modelleri ile insanın doğal diline daha yaklaşmasıyla oluşacağını kaydeden Bayraktar, yapay zekanın getirdiği dönüşümde Türkiye’nin konumuna dair ise “Türkiye’nin bu dönüşümünde geri kalmaması gerekiyor. Çünkü bu dönüşüm aracına sahip olanlar, ayrı bir dünya inşa edecekler.” değerlendirmesinde bulundu.

Bayraktar, “Türkiye yapay zeka rüzgarını yakaladı mı” sorusuna, “TEKNOFEST kuşağı en büyük umudumuz. Türkiye iyi bir yerde ama ara açılabilir burada. Büyük bir güç oluşturuyor, doğru. Ben tartışmaları hep ‘Bu teknolojiyle nasıl sonsuz bir güce ya da sonsuza yakın bir güce kavuşuruz da dünyayı domine ederiz’ üzerinden döndüğünü görüyorum.” yanıtını verdi.

“ASIL MOTİVASYONUMUZ ÜLKEMİZİN TAM BAĞIMSIZ, GÜÇLÜ VE MÜREFFEH YARINLARI”

Baykar’ın farklı alanlardaki yatırımlarına dair bilgi veren Bayraktar, “Biz ülkemizi bağımsız, güçlü ve müreffeh kılacak stratejik alanlara yatırım yapıyoruz, daha çok kimsenin giremeyeceği, yapamayacağı, inşa edemeyeceği alanlara. Eğer şayet bir alan ülkemizin ihtiyacını karşılayacak şekilde zaten mevcutsa biz ona hiç girmiyoruz. Uzayda da seçim yaparken öyle yaptık. Ülkemizin uzayla alakalı çalışmaları var. Haberleşme uyduları var, çok daha karmaşık bizim yaptığımız uydulardan.” ifadelerini kullandı.

Bayraktar, küresel konumlama sistemi (GPS) inşası yoluna gidilmesinde de bu yöntemin izlendiğini belirterek, kimsenin bu alanda çalışma yürütmediğini söyledi. Sivil alanda da kullanılacağını ve dünyada da büyük ihtiyaç olacağını tespit ettiklerini bildiren Bayraktar, benzer şekilde hassas konumlama sistemlerinin Türkiye’yi bağımsızlaştıracak bir uygulama olduğundan seçildiğini vurguladı.

Bayraktar, yörünge transfer aracının da yeni bir kavram olduğuna, dünyada neredeyse hiç üreticisi olmadığına dikkati çekerek, bu araçların bir anlamda uzaydaki minibüs olduğunu ve bir yörüngeden diğerine gidilmesini sağladığını vurguladı.

Bayraktar sözlerine şöyle devam etti:

“Benzer şekilde uzaya çıkış için Türkiye’de fırlatma aracı olsaydı onu kullanırdık elbette ama şu an yok. Bizim inşa edebilecek kaynağımız, kapasitemiz var. Baykar, 5 bin kişilik bir aile. Kaynağımız var, bunu yapabiliriz. Bu yatırımların hiçbiri neredeyse geri dönüşü olmayan yatırımlar. Belki 15- 20 senede kendisini ancak fizibil hale getirebilecek yatırımlar. Fakat olmadığında da çok büyük sıkıntıya gireceğiniz yatırımlar.”

İnternetin ve uzayın Türkiye için neredeyse su ve elektrik altyapısı kadar önemli olduğunu söyleyen Bayraktar, “Karalarımızı koruyabilmek için denizlerde varlığımız olması gerekiyor. İkisini koruyabilmek için göklerde varlığımız olması gerekiyor. İşte görüyorsunuz burada, göklerdeki eserlerimizi. Üçünü birden koruyabilmek için de uzayda varlık göstermek durumundasınız. Dolayısıyla asıl motivasyonumuz bir anlamda ülkemizin tam bağımsız, güçlü ve müreffeh yarınları ve tüm dost ve kardeş coğrafyalarımızın.” ifadelerini kullandı.

“BAYRAKTAR’DAN GENÇLERE TEKNOFEST MESAJI”

Bayraktar, TEKNOFEST’i ekranları başında izleyen gençlere yönelik ise şu mesajı paylaştı:

“Dünya her ne kadar buhranlarla, büyük bir karanlığa doğru savruluyor olsa da bir anlamda bütün dünyanın, medeniyetimizin ve milletimizin umudu, buradaki yüksek teknoloji eserleri ile dünyanın geleceğine yön verecek genç kardeşlerim. Onlar bunları yaparken, medeniyetimizin adalet, iyilik, merhamet ve hürriyet değerleriyle kuşanmış bir şekilde bu dünyayı inşa edecekler. Bu yıl 1,6 milyon gencimiz yarışmalarımıza başvurdu. Yine yüz binlerce hatta milyonun üzerinde ziyaretçi ile teknolojinin şampiyonlarının inşa edeceği dünyayı kutlamak için biz bir araya geldik. Ben ülkemin tüm gençlerine ve TEKNOFEST’in uzandığı tüm coğrafyalara TEKNOFEST davetimizi yineliyorum. Daha adil, daha müreffeh, daha güzel ve iyilik dolu bir dünya için genç kardeşlerimi davet ediyorum. Gelin insanlığın bu büyük yıkımdan sonra ihtiyaç duyduğu dünyayı beraber inşa edelim. İnsanlığın, medeniyetimizin faydasına adaletle, iyilikle, merhametle kuşatılmış bir teknolojiyle inşa edelim. Sizleri, tüm gençlerimizi, TEKNOFEST’in kalbinin attığı yer olan TEKNOFEST Akdeniz’e, Adana’ya, Şakirpaşa’ya bekliyorum.”

patronlardunyasi.com

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere Prizmabet adlı bir bahis sitesinden bahsedeceğim. Prizmabet, Betconstruct altyapısı ile üyelerine kaliteli hizmetler veren ve ülkemizin önde gelen bahis sitelerinden bir tanesidir. 2009 yılında kurulan Prizmabet, lisanslı, güvenilir ve avantajlı bir site olarak dikkat çekmektedir. Prizmabet’te spor bahisleri, canlı bahisler, casino, canlı casino, slot oyunları, sanal sporlar ve daha pek çok seçenek bulabilirsiniz. Prizmabet’te oyun oynamak için aradığınız ortamı fazlası ile bulacaksınız.

Prizmabet’in en önemli özelliklerinden biri de Prizmabet TV kanalıdır. Bu kanal sayesinde bahis sitesinde bulunan müsabakaları üyeler bir ücrete katlanmadan istedikleri zaman takip edebiliyor. Böylece hem heyecanlı hem de kazançlı bir bahis deneyimi yaşayabiliyorsunuz. Prizmabet TV kanalında futbol, basketbol, tenis, voleybol gibi popüler spor dallarının yanı sıra daha az bilinen sporlara da yer verilmektedir. Prizmabet TV kanalını kullanmak için sadece siteye üye olmanız ve yatırım yapmanız yeterlidir.

Prizmabet ayrıca üyelerine bol miktarda bonus ve promosyon da sunmaktadır. Prizmabet’te ilk üyelik bonusu olarak 100 TL deneme bonusu alabilirsiniz. Bunun yanında yatırım bonusları, kayıp bonusları, arkadaş davet bonusu, doğum günü bonusu gibi farklı bonuslar da mevcuttur. Prizmabet bonusları sayesinde daha fazla oyun oynayabilir ve kazancınızı artırabilirsiniz. Prizmabet bonuslarının çevrim şartları da oldukça makul seviyededir.

Prizmabet para yatırma ve çekme işlemleri konusunda da üyelerine kolaylık sağlamaktadır. Prizmabet’te banka havalesi, kredi kartı, papara, cepbank, QR kod, bitcoin gibi farklı yöntemlerle para yatırabilir ve çekebilirsiniz. Para yatırma ve çekme işlemleri 7/24 yapılabilmekte ve kısa sürede hesaplara yansımaktadır. Prizmabet para yatırma ve çekme işlemlerinde herhangi bir komisyon veya kesinti de yapmamaktadır.

Prizmabet müşteri hizmetleri de üyelerine 7/24 canlı destek hizmeti sağlamaktadır. Prizmabet canlı destek ekibi sayesinde site ile ilgili her türlü soru, sorun veya önerinizi iletebilir ve anında çözüm bulabilirsiniz. Prizmabet canlı destek ekibi profesyonel, güler yüzlü ve yardımseverdir.

Sonuç olarak, Prizmabet ülkemizin en iyi bahis sitelerinden biri olarak gösterilebilir. Prizmabet’te hem eğlenceli hem de kazançlı bir bahis deneyimi yaşayabilirsiniz. Prizmabet’e üye olmak için güncel giriş adresini web sitemizden bulabilirsiniz. Prizmabet’e girmek için tıklayınız! Prizmabet’e katıldığınıza pişman olmayacaksınız!

Veda : Hayatımızdaki Kaçınılmaz Tümsekler

Için bilgi mi arıyorsunuz? Veda : Hayatımızdaki Kaçınılmaz Tümsekler makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Hayatta karşılaştığımız en sarsıcı ve kabullenmesi ağır gelen gerçeklerden biri de her şeyin bir sonu olduğudur. Bu sonlar sevdiğimiz bir kişinin kaybı, bazen bir ilişkinin bitmesi, sevdiğimiz bir yerden taşınma ya da sevdiğimiz bir eşyayı kaybetme olarak karşımıza çıkabilir. Hepsinde vereceğimiz tepkiler kişisel olarak değişse de bir veda söz konusudur. Veda etmek ise psikolojik ve duygusal olarak derin bir deneyimdir ve çoğu zaman kişileri zorlayabilir. Peki, veda etmek neden bu kadar zor gelir?

Veda ve Kayıp İlişkisi

Veda ve kayıp iç içedir.Bazen insan sevdiğini, hayallerini ya da yaşanılan bir evreyi geride bırakırken ona dair beklentilerine, umutlarına ve anılarına da veda eder aslında. Yani vedalarda kalbimizi sızlatan acı sadece kaybedilene atfedilmez. Yüklediğimiz anlam, kurduğumuz hayaller hepsi etkendir üzüntümüzün yoğunluğunda. Geride bıraktığı boşluk ise insanda kaygı ve üzüntü yaratabilir. Bilinmez bir sürece girilecektir ve bilinmezlik çoğu insana korkutucu gelebilir.
Vedalaştığımız kişi sevdiğimiz bir kişi ise arkasında bıraktığı boşlukta fazlaca ayak izi bulabiliriz. Yaşanmışlık ne kadar fazlaysa, kurulan bağ da o kadar girift olabiliyor. Ordan oraya koşturan duygularımızın , boynu bükük kalmış gibi hissetmemiz de çok insanidir bu yüzden.

Veda, Kayıp ve Yas

Veda sırasında yas süreci tepkileri görülebilir. Bunun nedeni aslında ortada bir kaybın olmasıdır.Kişinin sahip olduğu bir değer artık ulaşamayacağı bir noktadadır ya da değişmiştir. Burada yasın evrensel aşamalarından olan inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme yaşanabilir. Kaybımızla olan bağımız , yüklediğimiz anlam bu aşamaları yaşarken nasıl bir tutum sergileyeceğimizi belirler. Kişinin mizacı, kişiliği ,yaşadığı kültür ve psikolojik esnekliği süreci anlamlandırma da yol gösterici olacaktır.

Veda’da Kabullenme Süreci

En sancılı fakat en iyileştirici, dönüştürücü süreçtir. Çünkü artık gelecek olan kabulle beraber “değişim” kabul edilir. Kayıp, tüm gerçekliğiyle ortada durmaktadır ve bizim bu gerçeği görme zamanımızdır. Bu gerçeklik ve peşinden gelecek değişim, başlangıçta korkutucu görünse de hayatın bir parçasıdır.

Sağlıklı Vedanın Özellikleri

Duygularımızı bastırmak yerine ifade etmek, bu dönemde hayati önem taşımaktadır. Deneyimlediğimiz şeyleri tüm saflığıyla hissedebilmek ve yaşayabilmek, iyileşmenin bir parçasıdır. Yas sürecinde içimizden gelen duygulara değil çevreden gelen seslere kulak verdiğimizde yaşadığımız bize ait bir yas olmayacak bu da tutulamayan yas olarak hem fizyolojik hem psikolojik olarak tekrar tekrar kapımızı çalacaktır.Bu evre de sevdiğimiz kişilerle hissettiğimiz duyguları paylaşmak kabullenme aşamasının daha sağlıklı geçmesini sağlayacaktır.

Burada dikkat edeceğimiz nokta , sosyal çevrenin sizin duygularınızı yaşamanıza izin vermesidir. Herkes yasını aynı yaşamıyor; kişileri bu süreçte belli bir çerçeveye oturtmaya çalışmak zaten doğası gereği zor olan süreci daha da zorlaştırmak olarak karşımıza çıkıyor.

Bazı evrelerde sıkıştığınızı hissedebilirsiniz böyle zamanlar da sosyal destek ve uzman desteğini gündeminize almak sürecinizin daha sağlıklı ilerlemesini sağlayacaktır.

Her veda acı olsa da bizi olgunlaştıran ve geliştiren etmenleri de içinde barındırıyor. Bir yerde değişim varsa veda da kaçınılmaz oluyor.Mevsimler değişiyor , yıllar, yollar, insanlar, yaşantılar..Ve hayat, bu bilinmezlikler içinde çiçek bahçeleri de saklıyor…

Psikolog /Aile Danışmanı

Ayşe Albayrak

Psikodinamik Terapi: Tarihçesi, Yöntemleri, Faydaları, Özellikleri ve İnsana Bakış Açısı

Için bilgi mi arıyorsunuz? Psikodinamik Terapi: Tarihçesi, Yöntemleri, Faydaları, Özellikleri ve İnsana Bakış Açısı makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Tarihçesi ve Kökenleri:

Psikodinamik terapi, Sigmund Freud’un 19. yüzyıl sonlarında geliştirdiği psikanaliz teorilerine dayanan bir terapi yaklaşımıdır. Freud, insan zihninin bilinçdışı süreçlerle şekillendiğini ve geçmişte yaşanan deneyimlerin, özellikle çocukluk döneminin, bireyin davranışları ve duygusal tepkileri üzerinde derin bir etkisi olduğunu öne sürdü. Psikodinamik yaklaşım, zamanla Freud’un psikanalitik kuramından evrilerek daha modern ve kısa süreli terapötik uygulamalara dönüştü. 20. yüzyıl boyunca Carl Jung, Alfred Adler ve Melanie Klein gibi isimler de bu yaklaşımı geliştirdiler.

Nasıl Oluştu?

Psikodinamik terapi, kişinin geçmişte yaşadığı deneyimlerin bugününü nasıl etkilediğini anlamaya odaklanır. Temel varsayımı, insanların içsel çatışmalarının, özellikle bilinçdışı düzeyde yaşananların, zihinsel ve duygusal sağlık sorunlarına yol açabileceğidir. Freud’un geliştirdiği klasik psikanalizden farklı olarak, modern psikodinamik terapi daha kısa süreli ve daha odaklıdır. Terapi sürecinde, bilinçdışı düşünceler, savunma mekanizmaları ve içsel çatışmalar ortaya çıkarılarak çalışılır.

Psikodinamik Terapinin Özellikleri:

  1. Bilinçdışına Odaklanma: Psikodinamik terapi, bireyin bilinçdışındaki düşünceler, arzular ve duygular üzerine yoğunlaşır. Terapide, bilinçli olarak farkında olunmayan bu süreçler ortaya çıkarılır.

  2. Geçmiş Yaşantılar ve Çocukluğun Önemi: Bireyin çocukluk deneyimlerinin ve erken yaşlarda oluşan ilişkilerinin bugünkü psikolojik durumu üzerinde büyük etkisi olduğuna inanılır. Terapide bu erken deneyimlerin izleri incelenir.

  3. Aktarım ve Karşı Aktarım: Terapötik ilişki, danışanın geçmiş ilişkilerindeki duygularını ve dinamiklerini yansıttığı bir yer olarak görülür. Bu yansıma (aktarım), terapist ile danışan arasında gelişen duygusal etkileşimlerle ortaya çıkar. Terapist de bu süreçteki kendi duygularını (karşı aktarım) kullanarak danışanın iç dünyasına dair içgörüler geliştirir.

  4. Savunma Mekanizmaları: Kişilerin bilinçdışını korumak için kullandıkları savunma mekanizmaları (örneğin bastırma, inkar, yansıtma) analiz edilir. Bu mekanizmalar, bireyin duygusal süreçlerine nasıl zarar verdiği üzerine çalışılır.

  5. Uzun Süreli ve Derinlemesine Çalışma: Psikodinamik terapi, kısa vadeli çözümlerden çok, uzun süreli ve derinlemesine değişimlere odaklanır. Bireyin zihinsel ve duygusal süreçlerinin karmaşıklığına yönelik bir anlayış geliştirmek için zaman ve derin analiz gerekir.

  6. Kişinin İç Dünyasına Odaklanma: Psikodinamik terapi, dış dünyadaki davranışlardan ziyade, bireyin iç dünyası, düşünceleri, fantezileri ve duygusal süreçleri üzerine odaklanır. Bu şekilde, bireyin içsel çatışmalarının farkına varılması sağlanır.

İnsana Bakış Açısı:

Psikodinamik terapinin insana bakış açısı, insanı karmaşık ve çok katmanlı bir varlık olarak ele alır. Bu bakış açısının temel noktaları şunlardır:

  1. Bilinçdışı Süreçlerin Etkisi: Psikodinamik yaklaşıma göre, insanların düşünceleri, duyguları ve davranışları büyük ölçüde bilinçdışı süreçlerden etkilenir. Bireyler genellikle bu süreçlerin farkında değildirler ve davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu göremezler. Bilinçdışı, bireyin arzularını, korkularını ve bastırılmış anılarını barındırır.

  2. İçsel Çatışmalar: İnsan, farklı duygusal ihtiyaçlar, arzular ve sosyal beklentiler arasında sık sık içsel çatışmalar yaşar. Psikodinamik terapi, bu çatışmaların farkına varılması ve çözümlenmesi gerektiğini vurgular. Çatışmalar genellikle bilinçdışı düzeyde olup, bireyin ruhsal dengesi üzerinde derin bir etki yaratır.

  3. Geçmişin Bugün Üzerindeki Etkisi: Psikodinamik terapi, bireyin geçmişte yaşadığı deneyimlerin, özellikle çocukluk dönemindeki ilişkilerinin, bugünkü düşünce ve davranış kalıplarını büyük ölçüde şekillendirdiğine inanır. Çocukluk döneminde yaşanan travmalar, ihmal ya da yoğun duygusal bağlar, yetişkinlikteki psikolojik sorunların temelini oluşturabilir.

  4. Savunma Mekanizmalarının Önemi: İnsan zihni, bilinçdışı düzeyde acı verici duygulardan ve içsel çatışmalardan korunmak için savunma mekanizmaları geliştirir. Bu mekanizmalar, bireyin ruhsal bütünlüğünü koruma amacıyla kullanılsa da uzun vadede işlevsiz hale gelebilir. Psikodinamik terapi, bu savunma mekanizmalarını inceleyerek, bireyin duygusal ve zihinsel sağlığı üzerindeki etkilerini anlamaya çalışır.

  5. Kendini Gerçekleştirme Arzusu: Psikodinamik yaklaşıma göre, insanlar içsel potansiyellerini gerçekleştirme ve daha derin bir kendini anlama arayışı içindedirler. Bu süreç, kişinin içsel çatışmalarının, bilinçdışı arzularının ve geçmişle yüzleşmesinin ardından mümkün hale gelir. Terapide, bu süreçler çözülerek bireyin daha bütünsel ve sağlıklı bir yaşam sürmesi hedeflenir.

  6. İlişkilerin Rolü: Psikodinamik terapi, bireyin ilişkilerini ve bu ilişkilerin kişinin ruhsal sağlığı üzerindeki etkilerini derinlemesine inceler. İnsanların geçmiş ilişkilerinden taşıdıkları duygusal yükler, bugünkü ilişkilerine yansıyabilir ve bu durum psikolojik sorunlara yol açabilir. Terapide, bu dinamikler üzerinde çalışılarak daha sağlıklı ilişkiler kurmanın yolu açılır.

Başlıca Yöntemler:

  1. Serbest Çağrışım: Danışan, aklına gelen her şeyi özgürce paylaşır. Bu, terapistin bilinçdışı düşünce ve duyguları keşfetmesine yardımcı olur.

  2. Rüya Analizi: Danışanın rüyaları, bilinçdışı süreçlerin bir yansıması olarak ele alınır ve rüyaların anlamı incelenir.

  3. Savunma Mekanizmaları: Kişinin bilinçdışını korumak için geliştirdiği savunma mekanizmaları incelenir ve bunların nasıl işlevsiz hale geldiği üzerinde durulur.

  4. Aktarım ve karşı aktarımın çalışılması: Danışan ve terapist arasında oluşan ilişki, danışanın birçok ilişki örüntüsünü aktarabileceği ve tekrar tekrar yaşayabileceği bir başka alandır. Bu alanı terapist ile çalışıyor olmak aktarımın çalışabilmesiyle davranış ve ilişkisel örüntülerin çözümlenmesine yardımcı olur.

Kimler İçin Uygundur?

Psikodinamik terapi, içsel dünyası üzerinde derinlemesine çalışmak isteyen bireyler için uygundur. Genellikle şu gruplar için tavsiye edilir:

  • Kendini daha iyi anlamak isteyenler: Özellikle kim olduklarını ve neden belirli şekillerde tepki verdiklerini keşfetmek isteyen bireyler.

  • Duygusal Sorunlar Yaşayanlar: Depresyon, kaygı, öfke, yas gibi yoğun duygusal deneyimlerle başa çıkmakta zorlanan kişiler için uygundur.

  • Bilinçdışı Çatışmalar yaşayanlar: Geçmiş travmalar, çocukluk deneyimleri veya farkında olunmayan içsel çatışmaların etkisi altında olduğunu hisseden kişilerde etkili olabilir.

  • Kendilik Algısı Sorunları: Özgüven eksikliği, kimlik sorunları veya kendine dair olumsuz düşüncelerle mücadele eden kişi
    lerde kullanılır.

  • İlişki Problemleri: Geçmişten gelen travmaların veya ilişkilerde tekrar eden sorunların çözülmesi için çiftler veya bireyler bu terapiden faydalanabilir.

  • Savunma Mekanizmalarını Keşfetmek İsteyenler: Kişiler, savunma mekanizmalarını tanımak ve bu mekanizmaların hayatlarına nasıl yön verdiğini anlamak istiyorlarsa psikodinamik terapi bu konuda yardımcı olabilir.

  • Kronik Sorunlarla Baş Edenler: Uzun süreli psikolojik sorunlar yaşayan ve bu sorunların kökenini daha derin bir şekilde anlamak isteyen kişilerde uygundur.

Veda : Hayatımızdaki Kaçınılmaz Tümsekler

Için bilgi mi arıyorsunuz? Veda : Hayatımızdaki Kaçınılmaz Tümsekler makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Hayatta karşılaştığımız en sarsıcı ve kabullenmesi ağır gelen gerçeklerden biri de her şeyin bir sonu olduğudur. Bu sonlar sevdiğimiz bir kişinin kaybı, bazen bir ilişkinin bitmesi, sevdiğimiz bir yerden taşınma ya da sevdiğimiz bir eşyayı kaybetme olarak karşımıza çıkabilir. Hepsinde vereceğimiz tepkiler kişisel olarak değişse de bir veda söz konusudur. Veda etmek ise psikolojik ve duygusal olarak derin bir deneyimdir ve çoğu zaman kişileri zorlayabilir. Peki, veda etmek neden bu kadar zor gelir?

Veda ve Kayıp İlişkisi

Veda ve kayıp iç içedir.Bazen insan sevdiğini, hayallerini ya da yaşanılan bir evreyi geride bırakırken ona dair beklentilerine, umutlarına ve anılarına da veda eder aslında. Yani vedalarda kalbimizi sızlatan acı sadece kaybedilene atfedilmez. Yüklediğimiz anlam, kurduğumuz hayaller hepsi etkendir üzüntümüzün yoğunluğunda. Geride bıraktığı boşluk ise insanda kaygı ve üzüntü yaratabilir. Bilinmez bir sürece girilecektir ve bilinmezlik çoğu insana korkutucu gelebilir.
Vedalaştığımız kişi sevdiğimiz bir kişi ise arkasında bıraktığı boşlukta fazlaca ayak izi bulabiliriz. Yaşanmışlık ne kadar fazlaysa, kurulan bağ da o kadar girift olabiliyor. Ordan oraya koşturan duygularımızın , boynu bükük kalmış gibi hissetmemiz de çok insanidir bu yüzden.

Veda, Kayıp ve Yas

Veda sırasında yas süreci tepkileri görülebilir. Bunun nedeni aslında ortada bir kaybın olmasıdır.Kişinin sahip olduğu bir değer artık ulaşamayacağı bir noktadadır ya da değişmiştir. Burada yasın evrensel aşamalarından olan inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme yaşanabilir. Kaybımızla olan bağımız , yüklediğimiz anlam bu aşamaları yaşarken nasıl bir tutum sergileyeceğimizi belirler. Kişinin mizacı, kişiliği ,yaşadığı kültür ve psikolojik esnekliği süreci anlamlandırma da yol gösterici olacaktır.

Veda’da Kabullenme Süreci

En sancılı fakat en iyileştirici, dönüştürücü süreçtir. Çünkü artık gelecek olan kabulle beraber “değişim” kabul edilir. Kayıp, tüm gerçekliğiyle ortada durmaktadır ve bizim bu gerçeği görme zamanımızdır. Bu gerçeklik ve peşinden gelecek değişim, başlangıçta korkutucu görünse de hayatın bir parçasıdır.

Sağlıklı Vedanın Özellikleri

Duygularımızı bastırmak yerine ifade etmek, bu dönemde hayati önem taşımaktadır. Deneyimlediğimiz şeyleri tüm saflığıyla hissedebilmek ve yaşayabilmek, iyileşmenin bir parçasıdır. Yas sürecinde içimizden gelen duygulara değil çevreden gelen seslere kulak verdiğimizde yaşadığımız bize ait bir yas olmayacak bu da tutulamayan yas olarak hem fizyolojik hem psikolojik olarak tekrar tekrar kapımızı çalacaktır.Bu evre de sevdiğimiz kişilerle hissettiğimiz duyguları paylaşmak kabullenme aşamasının daha sağlıklı geçmesini sağlayacaktır.

Burada dikkat edeceğimiz nokta , sosyal çevrenin sizin duygularınızı yaşamanıza izin vermesidir. Herkes yasını aynı yaşamıyor; kişileri bu süreçte belli bir çerçeveye oturtmaya çalışmak zaten doğası gereği zor olan süreci daha da zorlaştırmak olarak karşımıza çıkıyor.

Bazı evrelerde sıkıştığınızı hissedebilirsiniz böyle zamanlar da sosyal destek ve uzman desteğini gündeminize almak sürecinizin daha sağlıklı ilerlemesini sağlayacaktır.

Her veda acı olsa da bizi olgunlaştıran ve geliştiren etmenleri de içinde barındırıyor. Bir yerde değişim varsa veda da kaçınılmaz oluyor.Mevsimler değişiyor , yıllar, yollar, insanlar, yaşantılar..Ve hayat, bu bilinmezlikler içinde çiçek bahçeleri de saklıyor…

Psikolog /Aile Danışmanı

Ayşe Albayrak

İş Bankası’dan Uluslararası Atatürk Konferansı 

Türkiye İş Bankası, Cumhuriyetin 100’üncü yılında ilkini düzenlediği “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” başlıklı uluslararası konferansı bankanın kuruluşunun 100’üncü yıldönümü vesilesiyle ikinci kez düzenledi. Konferansta konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İş Bankası’nın kuruluşuna vurgu yaparak “100 yıl önce atılan bu adım sadece bir bankanın başarı hikâyesi değil, aynı zamanda Atatürk’ün ileri görüşlü liderliğinin de sonucudur” dedi.

Türkiye İş Bankası, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak hem de bankanın 100 yıllık yolculuğunu kutlamak adına “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansını düzenledi. İlki Cumhuriyetin 100. yılında düzenlenen konferansın açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İş Bankası’nın kuruluşuna vurgu yaparak, “100 yıl önce atılan bu adım sadece bir bankanın başarı hikâyesi değil, aynı zamanda Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlü liderliğinin de sonucudur. Atatürk, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının, ülkenin siyasi bağımsızlığı kadar hayati olduğunu her zaman vurgulamıştır. Ekonomik bağımsızlık, ulusal egemenliğin güvencesidir. İş Bankası da bu vizyonun ışığında, kurulduğu günden bu yana Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının en önemli yapı taşlarından biri olmuştur. Atatürk’ün ortaya koyduğu vizyon, yalnızca kendi döneminin değil, gelecek nesillerin de yolunu aydınlatacak bir rehberdir” diye konuştu.

İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Bali de konuşmasında, iktisadi bağımsızlık hedefiyle kurulan bankanın 100 yıllık yolculuğunu, kuruluşunun ilk yıllarındaki anekdotlarla özetledi. İş Bankası için Atatürk’ün “vatanı kurtaracak ve yükseltecek tedbirlerin başında gördüğü, halkın doğrudan itibar ve itimadından doğup meydana gelen tam manasıyla modern ve milli bir banka kurulması” idealinde ifade ettiği “itimat”, “itibar”, “modern” ve “milli bir banka” kavramlarına dikkat çeken Bali, “İşte İş Bankası… ‘Türkler bankacılık yapamaz’ denilen bir ortamda kurulan banka, daha 10 yıl geçmeden tamamen Türkler’in idaresinde olan Türkiye’nin en önemli finans kurumlarının başında yer aldı” dedi.

“HER ŞİRKETİN TEMELİNDE BANKANIN HARCI VAR”

İş Bankası’nın kendisini hiçbir zaman sadece finansal bir kuruluş olarak görmediğinin altını çizen Bali, şöyle devam etti:

“Topyekûn bir kalkınma için kendimizi ülkemize karşı hep sorumlu hissettik. Bu yüzden kuruluş yıllarımızdan itibaren madencilik, şeker sanayi, dokuma, sigorta, cam sanayi gibi sektörlerdeki iştiraklerimizle farklı alanların gelişimine katkı sunduk. Türkiye’de mikro işletmelerden, en büyük gruplara kadar birçok işletmenin hemen hemen tamamının temelinde İş Bankası’nın harcı vardır. Üretim yapan, ekonomik değer yaratan inisiyatifleri, iktisadi kalkınmaya yönelik bütün büyük projeleri hep destekledik. Bugün ise teknoloji alanında hayata geçirdiğimiz, içinde bulunduğumuz dönemin gerektirdiği inisiyatiflerimizle, girişimcilere verdiğimiz destekle misyonumuzu aynen sürdürüyoruz.”

Bali, dilin sırlarını çözen yapay zekânın, üç beş yıl öncesine kadar sadece insan beyninin yapabileceğinin düşünüldüğü edebiyat, müzik ve sinema gibi alanlarda da son derece etkileyici dokunuşlar yaptığı böyle bir dünyada bilanço sorumlulukları kadar bankayı geleceğe hazırlamakla sorumlu olduklarını kaydetti.

İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran da konferansta geleceği anlamak için önce geçmişin araştırılacağını, akıllardaki sorulara yanıt bulmadan önce zihinlerin yeni ufuk açıcı sorularla dolacağını belirterek şöyle devam etti:

“Her biri alanında öncü ve ilham veren bilim insanlarının, ekonomistlerin, sporcuların, sanatçıların başarı hikâyeleri, düşünceleri ve bakış açılarıyla zihnimizde pek çok yeni fikir canlanacak. Dünyamızı, ekonomiyi, bilimi, sanayiyi, tarımı, ticareti ve bankacılığı etkileyen trendlerle ilgili önemli isimlerin değerlendirmelerini, yorumlarını dinleyeceğiz. Yeni teknolojileri konuşacağız. Bunların siyasetle, ekonomik kalkınmayla ilişkileri üzerine tekrar tekrar düşüneceğiz.”

“ATATÜRK BASKETBOL DEĞİL FUTBOL OYNADI”

Gazeteci-yazar Malcolm Gladwell de Atatürk’ün daha 1924 yılında eğitim sistemi üzerine incelemelerde bulunması amacıyla Türkiye’ye davet ettiği Amerikalı filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey’in altını çizdiği iki konuya değindi.

İlk olarak ülkede yetişmiş insan gücünün etkin bir şekilde oluşturulmasının önemine işaret eden Gladwell, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Atatürk ve Dewey’in yaşadığı 1920’ler dünyası bir alanda başarı için geniş bir yetişmiş insan gücü oluşturulmasındansa, en üst düzey performansa odaklanmanın iyi olduğuna inanıyordu. Atatürk de örneğin ilk adımlarından biri olarak kadınları yaşamın farklı alanlarına dahil ederken, yetişmiş insan gücünü genişletmeyi sağlıyordu. Organizasyonların başarısını üst seviyeye taşımasında iki farklı model vardır. Futbolda yetkin olmayan tek bir oyuncu, bütün takımı geriye düşürebilir. Basketbolda ise yetkin sporcuların bulunduğu bir takımda bir zayıf oyuncunun bulunması, takımın başarısına olumlu ya da olumsuz etkide bulunmaz. Futbol zayıf halkanın, basketbol güçlü halkanın etkili olduğu bir spor. 20. yüzyılın başında toplumların gelişiminin güçlü halkalara bağlı olduğu düşünülüyordu. Atatürk’ün eğitim politikasının güçlü halkalar oluşturmaktan ibaret olmadığını, zayıf halkaları iyileştirmeye odaklandığını görüyoruz. Dolayısıyla Atatürk, basketbol değil futbol oynadı. 1923-1938 arasında inanılmaz işlere imza attı.”

patronlardunyasi.com

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere Prizmabet adlı bir bahis sitesinden bahsedeceğim. Prizmabet, Betconstruct altyapısı ile üyelerine kaliteli hizmetler veren ve ülkemizin önde gelen bahis sitelerinden bir tanesidir. 2009 yılında kurulan Prizmabet, lisanslı, güvenilir ve avantajlı bir site olarak dikkat çekmektedir. Prizmabet’te spor bahisleri, canlı bahisler, casino, canlı casino, slot oyunları, sanal sporlar ve daha pek çok seçenek bulabilirsiniz. Prizmabet’te oyun oynamak için aradığınız ortamı fazlası ile bulacaksınız.

Prizmabet’in en önemli özelliklerinden biri de Prizmabet TV kanalıdır. Bu kanal sayesinde bahis sitesinde bulunan müsabakaları üyeler bir ücrete katlanmadan istedikleri zaman takip edebiliyor. Böylece hem heyecanlı hem de kazançlı bir bahis deneyimi yaşayabiliyorsunuz. Prizmabet TV kanalında futbol, basketbol, tenis, voleybol gibi popüler spor dallarının yanı sıra daha az bilinen sporlara da yer verilmektedir. Prizmabet TV kanalını kullanmak için sadece siteye üye olmanız ve yatırım yapmanız yeterlidir.

Prizmabet ayrıca üyelerine bol miktarda bonus ve promosyon da sunmaktadır. Prizmabet’te ilk üyelik bonusu olarak 100 TL deneme bonusu alabilirsiniz. Bunun yanında yatırım bonusları, kayıp bonusları, arkadaş davet bonusu, doğum günü bonusu gibi farklı bonuslar da mevcuttur. Prizmabet bonusları sayesinde daha fazla oyun oynayabilir ve kazancınızı artırabilirsiniz. Prizmabet bonuslarının çevrim şartları da oldukça makul seviyededir.

Prizmabet para yatırma ve çekme işlemleri konusunda da üyelerine kolaylık sağlamaktadır. Prizmabet’te banka havalesi, kredi kartı, papara, cepbank, QR kod, bitcoin gibi farklı yöntemlerle para yatırabilir ve çekebilirsiniz. Para yatırma ve çekme işlemleri 7/24 yapılabilmekte ve kısa sürede hesaplara yansımaktadır. Prizmabet para yatırma ve çekme işlemlerinde herhangi bir komisyon veya kesinti de yapmamaktadır.

Prizmabet müşteri hizmetleri de üyelerine 7/24 canlı destek hizmeti sağlamaktadır. Prizmabet canlı destek ekibi sayesinde site ile ilgili her türlü soru, sorun veya önerinizi iletebilir ve anında çözüm bulabilirsiniz. Prizmabet canlı destek ekibi profesyonel, güler yüzlü ve yardımseverdir.

Sonuç olarak, Prizmabet ülkemizin en iyi bahis sitelerinden biri olarak gösterilebilir. Prizmabet’te hem eğlenceli hem de kazançlı bir bahis deneyimi yaşayabilirsiniz. Prizmabet’e üye olmak için güncel giriş adresini web sitemizden bulabilirsiniz. Prizmabet’e girmek için tıklayınız! Prizmabet’e katıldığınıza pişman olmayacaksınız!

Aynalar Hiç Keşfedilmeseydi Hayat Nasıl Olurdu? Sanattan Psikolojiye Kadar Pek Çok Alanda Etkisi Var!

Düşünsenize, bir sabah kalkıyorsunuz ve yüzünüzü yıkarken aynada kendinizi göremiyorsunuz. Hayır, vampir olmadınız! Aslında hiç ayna diye bir şey yok. Hayatımızdan aynaları çıkarıp attığımızda neler olurdu?

İlk akla gelenler, saçımızı nasıl tarardık ya da makyajımızı nasıl yapardık gibi gündelik kaygılar olabilir. Ancak aynaların yokluğu sadece kişisel bakım rutinlerimizi değil, sanattan psikolojiye kadar birçok alanı etkilerdi.

Gelin, aynalar hiç keşfedilmeseydi dünya nasıl olurdu bir hayal edelim.

Gündelik hayatımız nasıl değişirdi?

Bir sabah uyandığınızda kendinize bakamıyorsunuz. Gözleriniz şişmiş mi, saçlarınız dağılmış mı, hiçbir fikriniz yok! Kişisel bakım, aynalar sayesinde kendimizi dışarıdan nasıl göründüğümüzü anlamamızı sağlıyor.

Aynaların yokluğunda, belki birbirimize daha çok güvenmek zorunda kalırdık. Örneğin, makyaj yaparken arkadaşlarımızın ya da ailemizin geri bildirimlerine daha fazla ihtiyaç duyardık.

Kuaförlerdeki işler de oldukça zorlaşırdı çünkü saç kesimi sırasında “Nasıl olmuş?” sorusuna vereceğimiz yanıt bir muamma olurdu. Gözlerimizi kapatıp sonuç neyse ona razı olurduk belki de.

Mesele sadece kişisel görünümden ibaret değil.

Aynalar olmadan vitrin düzenlemeleri, dekorasyonlar, güvenlik kameraları bile büyük ölçüde farklılaşırdı. Özellikle mağazalar için ayna önemli bir araç; insanlar deneme kabinlerinde kıyafetlerini denedikten sonra aynaya bakarak karar veriyor. Aynalar olmasaydı alışveriş deneyimi büyük ölçüde değişirdi.

Sanat ve kültür üzerindeki etkileri neler olurdu?

Aynaların olmadığı bir dünyada sanatsal ifade biçimleri de farklı olurdu. Rönesans dönemini düşünelim. Sanatçılar kendi portrelerini çizerek kendilerini yeniden keşfettiler.

Aynalar sayesinde insan yüzünü ve anatomisini daha derinlemesine inceleme fırsatı buldular. Aynalar keşfedilmemiş olsaydı, belki de bu kadar detaylı ve realist sanat eserlerine sahip olamazdık.

Sanatçılar, insan figürünü bu kadar incelikle resmedemezdi ve “portre” sanatı, bildiğimiz formuyla var olmayabilirdi.

Aynalar aynı zamanda edebiyatın ve mitolojinin de vazgeçilmez bir parçası.

Özellikle Narcissus efsanesinde kendine hayran olan genç, su birikintisindeki yansımasına âşık olur. Aynalar bu tür hikâyelerde derin psikolojik ve felsefi anlamlar taşıyan simgeler hâline geldi.

Eğer aynalar olmasaydı, belki de insanlar kendileriyle yüzleşme fırsatını daha az bulur, içsel yolculuklarına farklı bir yoldan çıkarlardı.

Aynaların yokluğu, insan psikolojisini de etkilerdi.

Freud ve Lacan gibi ünlü psikologlar, aynaya bakmanın ve yansıma kavramının insan gelişiminde önemli bir rol oynadığını savunmuşlardı.

Lacan’a göre bebekler 6 ila 18 aylıkken kendilerini aynada tanımaya başlarlar ve bu deneyim onların benlik algısının oluşmasında kritik bir aşama.

Eğer hiç ayna keşfedilmeseydi, belki de bu gelişimsel süreç daha uzun sürebilirdi ya da farklı bir biçimde şekillenirdi. İnsanlar kendilerini “görsel” anlamda tanımadan büyüseler, öz güvenleri ve sosyal ilişkileri de etkilenebilirdi.

Aynalar olmadan bilimde de birçok keşif eksik kalırdı.

Optik, astronomi ve fizik alanlarında aynalar büyük bir öneme sahip. Örneğin, teleskoplar ve mikroskoplar, aynalar ve mercekler sayesinde gelişti.

Galileo’nun teleskopuyla gökyüzünü keşfetmesini bir düşünün; eğer aynalar olmasaydı, belki de evreni bu kadar detaylı inceleyemezdik.

Modern tıpta kullanılan pek çok optik cihaz da aynalar sayesinde mümkün hâle geldi. Hatta lazer teknolojisinin gelişimi bile aynalardan büyük ölçüde faydalandı.

Sonuç olarak aynasız bir dünya ne kadar karanlık olurdu?

Eğer aynalar hiç keşfedilmeseydi, hayatımızın birçok alanında büyük bir boşluk hissederdik. Gündelik yaşamdan sanata, bilimden psikolojiye kadar birçok alan derinden etkilenirdi.

Aynalar, sadece yüzümüzü görmek için değil, dünyayı ve kendimizi daha iyi anlamak için de önemli bir araç. Belki de bir dahaki sefere aynaya baktığınızda, onun ne kadar değerli bir icat olduğunu düşünmeden edemezsiniz.

Kaynaklar: Medium, Daily Sundial, Discover Magazine

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Bilim Kurgudan Psikolojiye Bu Haftanın En Çok Satan Kitapları

Eylül ayını geride bırakırken kitap severlerin bu hafta en çok tercih ettiği kitapları görmek ister misiniz? Gelin birlikte haftanın en çok satan kitaplarına bakalım.

Bu hafta raflarda herkesin mutlaka okuması gereken klasiklerden kişisel gelişim kitaplarına kadar birçok kitap bulunuyor.

Eğer bu ayı bitirirken hala hangi türde bir kitaba başlayacağınızı bulamadıysanız haftanın çok satanlarını listelediğimiz içeriğimize bakarak fikir sahibi olabilirsiniz. İşte haftanın en çok satan kitapları!

Satın aldığınız ürünlerde satıcılardan kaynaklanan sorunlardan Webtekno sorumlu değildir.
Bu içerik marka iş birliği içeriyor.

Çok satan kitaplar:

  • Hobbit- J.R.R. Tolkien
  • Nietzsche Ağladığında- Irvin D. Yalom
  • Çürümenin Kitabı- Emil Michel Cioran
  • Rahatlama Kitabı: Suyun Üstünde Kalmamı Sağlayan Düşünceler- Matt Haig
  • Fahrenheit 451- Ray Bradbury
  • Yabancı- Albert Camus
  • Hayat İmkânsız- Matt Haig
  • Fareler ve İnsanlar- John Steinbeck
  • Hayır Diyebilme Sanatı: Sınırların Kadar Özgürsün- Müthiş Psikoloji
  • Sırça Fanus- Sylvia Plath

Hobbit- J.R.R. Tolkien

Listemizin ilk sırasında fantastik edebiyatın vazgeçilmezlerinden olan Hobbit bulunuyor. Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin başlangıcını anlatmasıyla da önemli bir yere sahip olan Hobbit, Orta- Dünya’nın büyülü atmosferinde geçiyor. İnsanlar, cüceler, elfler, büyücüler, ejderhalar, goblinler ve orkların bulunduğu bu evreni keşfetmek isterseniz, Hobbit mutlaka okumanız gereken kitaplardan bir tanesi.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Nietzsche Ağladığında- Irvin D. Yalom

Yalom, ilk kez 1992 yılında yayımlanan, tüm dünyada çok okunup çok sevilen ve kendi hayat hikayesinden de izler taşıyan Nietzsche Ağladığında adlı romanında kurmacayla gerçeği harmanlıyor.

19. yüzyılın iki önemli düşünürü, filozof Friedrich Nietzsche ve psikiyatr Josef Breuer’in kesişen yollarını anlatan kitap, Breuer’in Nietzsche’yi ciddi depresyonundan kurtarmak için yaptığı terapileri ve bu süreçte kendi içsel yolculuğunu keşfetmesini de ele alıyor. Ayrıca Nietzsche’nin felsefi görüşleri ve Breuer’in psikoterapik yaklaşımları, kitap boyunca derinlemesine tartışılıyor.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Çürümenin Kitabı- Emil Michel Cioran

“Nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet- geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor. İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki?”

Cioran’a göre, sadece portakallar değil, insanlar da çürür. Cioran, bu eserinde modern insanın umutsuzluğunu, çaresizliğini ve varoluşsal boşluğunu ele alıyor. Hayatın geçiciliği, ölümün kaçınılmazlığı ve insanın evrendeki yerini sorgularken, dilin ve düşüncenin sınırlamalarını da tartışıyor. Son olarak Çürümenin Kitabı, felsefi aforizmalar ve denemeler aracılığıyla insan ruhunun karanlık taraflarına ve yaşamın kaçınılmaz acılarına dikkat çekiyor.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Rahatlama Kitabı: Suyun Üstünde Kalmamı Sağlayan Düşünceler- Matt Haig

“Hiçbir şey, pes etmeyen ufacık bir umuttan daha güçlü değildir.”

Matt Haig, Rahatlama Kitabı’nda kendi deneyimlerinden öğrendiklerini, Marcus Aurelius, Emily Dickinson, James Baldwin gibi fikirleriyle ilham vermiş isimlerden edindikleriyle harmanlayarak yaşamın iniş ve çıkışları üzerine kısa ve umut dolu metinler sunuyor.

Zihnin zindanlar yaratabileceğini ama yanında anahtarlarını da verdiğini gösteriyor bizlere. Mutluluğun ancak “olmanız beklenenleri” bir kenara bıraktığınızda filizlenebildiğini hatırlatarak, yaşama telaşı arasında şöyle bir yavaşlayıp, var olmanın güzelliği ve tahmin edilmezliğinin değerini bilmeyi yüceltiyor.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Fahrenheit 451- Ray Bradbury

“… dışımız serseri, içimiz kütüphane.”

Ray Bradbury’nin yazdığı distopik bir bilim kurgu romanı olan Fahrenheit 451, totaliter bir toplumda, insanların kitap okumasının yasak olduğu bir dünyayı konu ediniyor. Bu yasakta itfaiyeciler, yangın söndürmek yerine kitapları bulup yakmakla görevli oluyor. Bir itfaiyeci olan Guy Montag ise hayatı boyunca bu sistemin bir parçası oluyor ancak Clarisse adında genç bir kadınla tanıştıktan sonra hayatı sorgulamaya başlıyor ve kitapların yakılmasının ardındaki gerçekleri öğreniyor. Montag, kitapların insanlara düşünme özgürlüğü verdiğini fark ediyor ve otoriteye karşı gelerek bu yasaklı bilgiye ulaşmaya çalışıyor.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Yabancı- Albert Camus

Sırada mutlaka hepimizin duyduğu bir kitap var. Yabancı. Albert Camus’un ilk ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yalnız Fransa’da değil tüm dünyada en çok ses getiren bu eseri, Cezayir’de çıkan olaylar sırasında Arap uyruklu bir vatandaşı yanlışlıkla öldüren Meursault’un benliğe ve insanlığa yabancılaşmasını, iç hesaplaşmasını konu alıyor. Dünyanın en çok okunan kitapları arasında yer alan ve Nobel Edebiyat ödülü kazanan Yabancı’yı okuyarak Meursault’un yaşadıklarına, iç hesaplaşmalarına siz de tanık olabilirsiniz.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Hayat İmkânsız- Matt Haig

“Bazen bize sihir gibi görünen şey, yaşamın henüz anlayamadığımız bir parçasıdır.”

Grace Winters hayata küsmüş emekli bir matematik öğretmeni. Günlerini televizyon izleyip kitap okuyarak, beyninin körelmemesi için bulmaca çözerek geçiriyor. Bir zamanlar üstüne titrediği bahçesine bile ilgisini kaybetmiş. Yalnız, yapayalnız hissediyor.

Grace bir gün yıllardır görmediği ve haber almayı beklemediği bir arkadaşının ona bir Akdeniz adasındaki köhne evini miras bıraktığını öğreniyor. “Neden ben? Neden bu ev?” diye düşünüyor ve arkadaşının hayatına −ve ölümüne− dair cevapları İbiza’nın engebeli tepeleri ile altın kumsalları arasında bulmaya çalışıyor. Bu arayış sırasında Grace, kendi geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Haig bu kitapta, okurlara yaşamın zor anlarında bile umut bulabileceklerini, küçük şeylerde mutluluk keşfedebileceklerini ve her şeyin geçici olduğunu hatırlatıyor.

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Fareler ve İnsanlar- John Steinbeck

“Üzülme,” dedi. “Bazen mecbur kalır insan.”

Büyük Buhran döneminin bin bir zorluğuyla mücadele eden tarım işçilerine doğrultulan bir dürbün niteliğinde olan Fareler ve İnsanlar, insan doğasının çıkmazlarını anlatan bir John Steinbeck kitabı.

Birbirlerine hiç mi hiç benzemeyen iki arkadaşın; ufak tefek ve zeki George ile iriyarı ve aklı kıt Lennie’nin hikâyesini kaleme alıyor Steinbeck. Salinas Vadisi’ndeki bir çiftlikte güçbela iş bulan ikili hayallerini gerçekleştirme planları yapmaya başlıyor. Fakat küçük bir toprak parçası alıp çiftçilik yaparak kendi kendilerine yetme hayalleri, birkaç günde yaşanan olaylarla bir çıkmaz yola giriyor.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Hayır Diyebilme Sanatı: Sınırların Kadar Özgürsün- Müthiş Psikoloji

Gerçekten “özgür” müsünüz? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük? Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa? Canınızın istediği saatte uyuyup, canınızın istediği saatte uyanarak, yine canınızın istediği saatlerde istediğiniz kadar çalışarak, ihtiyacınız olan parayı kazanabilmeniz mi? Bir hafta sonu tatilinde cep telefonunuzu kapattığınızda mı özgür hissediyorsunuz sadece kendinizi? Hayatınızla ilgili her kararınızı sadece kendinizi düşünerek mi alıyorsunuz? Kaderinizin ipleri tamamen sizin elinizde mi? En azından yumurtayı nasıl yemekten hoşlandığınızı düşünün. İlle de rafadan mı? Yoksa “Bugünlük de böyle olsun, ne fark eder ki?” dediğiniz olur mu?

Hayır Diyebilme Sanatı: Sınırların Kadar Özgürsün, “hayır” demenin başkalarına zarar vermek değil, aksine kendi iyilik halini korumak ve daha sağlıklı ilişkiler kurmak için bir gereklilik olduğunu savunan bir kitap.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Sırça Fanus- Sylvia Plath

Sylvia Plath’ın kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı ve ilk kez 1963 yılında, ölümünden bir ay önce, başka bir isim altında yayımlatmayı başarabildiği Sırça Fanus, o günün olduğu kadar bugünün insanının da metropol yaşamındaki yabancılaşmasını anlatan modern bir klasik.

Yazarlık kariyerinde başarılı bir genç kadın olan ancak giderek depresyona sürüklenen ve yaşamın anlamını sorgulamaya başlayan ana karakter Esther Greenwood’un üniversite yıllarını, erkeklerle ilişkilerini, yaşadığı çöküşü, intihar girişimlerini ve gördüğü psikolojik tedavileri anlatan kitaba bir şans verilebilir.

Kullanıcı yorumu:

Kitabı incelemek ve satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bu içerikler de ilginizi çekebilir:

Burnunuzu Tıkamaya Hazır Olun: Eski İnsanlar Sabun İcat Edilmeden Önce Kişisel Hijyenlerini Nasıl Sağlıyordu?

İşten eve geldiğimizde günün yorgunluğunu atmak için genellikle kendimizi banyoya atarız. Su ve şampuan, sanki güne yeniden başlıyormuşuz gibi hissettirir. Ancak bundan binlerce yıl önce yaşayanların böyle bir alternatifi yoktu. Peki onlar kendilerini temizlemek için ne kullanıyordu?

İnsanlar sabunun henüz ortaya çıkmadığı zamanlarda, kendini temizlemek için oldukça farklı maddeler kullanırdı. Bunların bir kısmı temizlemelerine katkı sağlarken bir kısmı hiçbir işe yaramazdı.

Gelin, eski uygarlıklarda insanların temizlenmek için neler kullandığına bakalım.

Sabun ortaya çıkmadan önce insanlar için en yaygın temizlik aracı suydu.

Örneğin İndus Vadisi Uygarlığı’nda (MÖ 2600-1900) kullanılan Büyük Hamam, insanların buhar banyosu yaptığı halka açık olan en eski hamamlardan biriydi. Fakat buhar banyoları, hijyen noktasında yeteri kadar etkili değildi. 

Mississippi Eyalet Üniversitesi’nde tarih alanında uzman olan Judith Ridner’ın belirttiği gibi, sabun ortaya çıkmadan önce çoğu insan oldukça kötü kokuyordu.

Öte yandan bugün kullanılan sabunlarda çok sayıda farklı bileşenler olsa da sabunun temel formülü, alkali bir bileşik ve yağ asitlerinden oluşur.

Bu basit formül, eski medeniyetlerde kullanılan sabunların da temelini oluşturuyordu.

O dönemde; hayvansal yağlar, bitkiler, kum ve odun külü gibi doğal maddeler, sabun yapımında kullanılıyordu. Ancak bu formülle sabunlar yapılmadan önce örneğin Sümerler, kendini temizlemek için sodyum karbonat ve su kullanırdı.

Mezopotamya’daki Akad’lar ise sabundan önce; çam kozalağı, tamarisk ve hurma gibi bitkilerden elde edilen karışımları hem kişisel temizlik hem de ev temizliğinde kullanırdı.

Mısırlılar da natron, kil ve talk gibi maddeler kullanarak vücut temizliği yaparlardı. 

Eski medeniyetlerin oluşturduğu bu karışımlar modern sabunun; yağ, alkali ve aşındırıcı bileşenlerine benziyordu. Bu tür karışımların kullanımı zaman içinde yaygınlaştı ve hatta sabun, Mısır’da banyo ritüellerinin bir parçası olmaya başladı.

Antik Romalılar ve Yunanlılar banyo yaparken biraz daha farklı bir yol izliyorlardı. Onlar suyla yıkandıktan sonra vücutlarına, kokulu zeytinyağı uygulardı. Ayrıca strigil ismi verilen bir aletle, ciltlerindeki kiri kazıyarak temizliyorlardı.

Fakat bu yöntem daha çok kirin üzerini örtmek için kullanılan bir teknikti ve ayrıca o dönemlerde yağlar, bitki özleriyle karıştırılarak parfüm işlevi de görüyordu.

Tarihçilere göre sabunla banyo yapma alışkanlığı, 1800’lerinden başlarında yaygınlaşmaya başladı.

Bunun sebebi, sabun üretiminde kullanılan ucuz yağların daha yaygın hâle gelmesiydi. Yine sanayi devrimiyle birlikte sabun üretimi, evlerden fabrikalara taşındı ve sabunun kitlesel üretimini mümkün hâle getirdi. 

Ayrıca savaşlar esnasında hastanelerde hijyen ve sterilizasyonun önem kazanması, sabunun daha fazla kullanılmasına sebep oldu. Tüm bu gelişmeler sabunun günlük hayata dahil edilmesine olanak sağladı.

Kaynaklar: Live Science, Medium

“5D” bellek kristalleri ile veriler sonsuza kadar saklanacak

Southampton Üniversitesi’nde görev yapan bilim insanları, insan genomunu “5D bellek kristali” adı verilen devrim niteliğindeki bir veri depolama formatında saklamayı başardı. Bu teknoloji, milyarlarca yıl boyunca varlığını sürdürebilecek bir veri …

Southampton Üniversitesi’nde görev yapan bilim insanları, insan genomunu “5D bellek kristali” adı verilen devrim niteliğindeki bir veri depolama formatında saklamayı başardı. Bu teknoloji, milyarlarca yıl boyunca varlığını sürdürebilecek bir veri depolama çözümü sunuyor.

Southampton Üniversitesi Optoelektronik Araştırma Merkezi’nde (ORC) geliştirilen 5D bellek kristali, diğer veri depolama formatlarının aksine zamanla bozulmadan kalabiliyor. 360 terabayta kadar veri saklayabilen bu kristal, 1000°C’ye kadar yüksek sıcaklıklara ve aşırı koşullara dayanabiliyor.

Bu kristal, kimyasal ve termal açıdan en dayanıklı malzemelerden biri olan kuvars ile eşdeğer bir yapıya sahip. Kozmik radyasyona, aşırı sıcaklıklara ve fiziksel darbelere karşı direnç gösteren kristal, doğrudan 10 tonluk bir kuvvetin altında bile değişmeden kalabiliyor. Peki nasıl çalışıyor? Femtosaniye lazerler kullanılarak, veriler kristalin içine üç boyutlu bir ızgara şeklinde yazdırılıyor. Kristalin farklı katmanları ve ışığın polarizasyonu gibi ek boyutlar sayesinde aynı noktaya çok daha fazla veri sığdırılabiliyor. Bu sayede küçük bir kristal parçası, terabaytlarca bilgiyi depolayabiliyor.

Sonsuzluğun anahtarı

Kristalin sunduğu dayanıklılık ve uzun ömür, sadece insanlığı değil, aynı zamanda nesli tükenme tehlikesi altında olan bitki ve hayvan türlerini de gelecekte yeniden hayata döndürme potansiyeli taşıyor. Southampton ekibi, bu kristalin içinde insan genomunu başarıyla depoladı. İnsan genomu üzerindeki yaklaşık üç milyar harf, her bir harfin doğru pozisyonda olduğundan emin olmak için 150 kez dizilendi. Her ne kadar bugün sadece genetik bilgiyi kullanarak karmaşık canlıları sentetik olarak üretmek mümkün olmasa da bu adımlar büyük önem taşıyor.

Öte yandan insan genomunun kaydedildiği kristal, Avusturya’nın Hallstatt bölgesindeki bir tuz mağarasında yer alan “İnsanlığın Hafızası” adlı özel bir zaman kapsülünde saklanıyor. Kristalin içindeki verilerin gelecekte insanlıktan sonra var olacak zeki bir tür veya makineler tarafından keşfedilme ihtimaline karşı, içindeki bilgilerin nasıl kullanılacağını gösteren görsel ipuçları da kristale işlenmiş durumda. Kristal üzerinde, DNA molekülünün dört bazı (adenin, sitozin, guanin ve timin) ve bu bazların moleküler yapıları ile birlikte, genlerin kromozomlarda nasıl konumlandığına dair bilgiler de yer alıyor.