Mobbing

Mobbing için bilgi mi arıyorsunuz? Mobbing makalesine göz atın ve Mobbing hakkında daha fazla bilgi edinin

“Kişiyi delirtip dama çıkartıyorlar, sonra da ‘Deli dama çıktı’ diye insanları topluyorlar”. Bir başkasının hayatı ile oynamak, bazıları için ne kadar da basit! Bazen mobbinge uğrayan kişiler, yaşadıkları olayları kaldıramayarak intihar edebiliyorlar…

MOBBİNG, belki birçoğumuzun kelime olarak aşina olsa da içeriği hakkında fazla bilgi sahibi olmadığı, günlük yaşamın hemen hemen her yerinde karşımıza çıkan, aslında bize pek de yabancı olmayan, kişiye kendini kötü hissettiren, “güçlünün zayıfa, zalimin mazluma uyguladığı kötü davranışlar bütünü” olarak açıklanabilen bir kavram.

İnsan robot değildir. Duyguları olan bir varlıktır. Fiziksel ve psikolojik açıdan sağlıklı, başarılı ve mutlu olabilmesi için moral ve motivasyonunun yüksek olması gerekir. Bu sadece kişinin kendisi ile ilgili değil, çevrenin kişiye yaklaşımı ve davranışı ile de alâkalıdır. Eğer çalıştığınız ortamda aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya gizli veya açık mobbing uygulanıyorsa, bu kamu kurumu, özel sektör, vakıf, dernek fark etmez, içinde bulunduğunuz kurum veya bölümlerin başarılı olması pek mümkün görünmüyor. Çünkü mobbing denen hastalıklı yapı, bir kişiden başlasa bile denize attığımız taşın dalga etkisi gibi tüm kurumu kapsama alanına alıyor.

Dışarıdan bakılınca her şeyin tıkır tıkır gittiğini düşündüğünüz kurumda verim düşmüş, insanlar mutsuz ve isteksiz, sabah uykudan uyanmak istemiyor, işe gelmek istemiyor, ayakları geri geri gidiyor, gösterdiği çaba ve özverinin değerinin olmadığını hissediyorsa, burada başarı yoktur, huzur da yoktur.

İngilizceden dilimize geçen mobbing, “mob” kökünden gelmektedir. “Şiddet uygulayan çete” anlamındadır. Bir eylem biçimi olarak mobbing sözcüğü ise “psikolojik şiddet, rahatsız etme, sıkıntı verme, topluca saldırma” anlamına gelmektedir.

Mobbing nedir?

Basit ve anlaşılır şekliyle, “işyerinde uygulanan zorbalık, duygusal taciz ya da yıldırma” olarak adlandırabiliriz mobbingi. Psikolojik taciz, daha yaygın bilinen adı ile mobbing, “işyerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, sistematik biçimde devam eden yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, meslekî durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür”.

Uzun süre psikolojik tacize maruz kalan kişilerde depresyon, panik atak, anksiyete bozuklukları, somatizasyon gibi ciddî psikolojik problemlerin yaşanmasına sebep olmakla birlikte, intihar ile sonuçlanan birçok vakaya da şahit olmaktayız.

İşyerinde psikolojik taciz yöntemleri

Yapılan araştırmalara göre, işyerlerinde en sık rastlanan başlıca taciz yöntemleri şunlardır: Kişiyi yok sayma, görmezden gelme, meslekî ya da kişisel yönden yapılan iğneleme, aşağılama, küçük düşürme, olumsuz eleştiriler, aşırı iş yükleme ya da iş vermeme, meslekî yükselmenin engellenmesi, fiziksel şiddet ve cinsel taciz.

İşyerinde tacizlerle karşılaşan kişilerde çeşitli psikopatolojik (kaygı, endişe, sinirlilik, üzüntü hâli, çeşitli korkular, kişinin kafasından atamadığı saplantılı düşünceler, uyku bozuklukları, uykuda kâbuslar, bellek ve odaklanma bozuklukları, toplumsal ilişkilerden kaçınma, içine kapanma, paranoya, değişken ruh hâli, çaresizlik, özgüven düşüklüğü, kendini suçlama, kararsızlık, intihar davranışı), psikosomatik (hipertansiyon, vücut ağrıları, bitkinlik, astım atakları, çarpıntı, koroner kalp hastalıkları, mide ve bağırsak sorunları, saç dökülmesi, baş ağrısı, aşırı kilo alma veya verme) ve davranışsal (kendisine/çevreye yönelik saldırgan davranışlar, yeme bozuklukları, alkol veya madde bağımlılığı, cinsel işlev bozuklukları) sorunlar ortaya çıkabilir. Mağdur, taciz uygulayan kişiye karşı birtakım savunma stratejileri geliştirmeye başlar. Kendini bir şekilde korumaya alması gerektiğini düşünür. Aklına ilk gelen şey hastalık izni kullanmak, işe geç gelmeye veya gelmemeye başlamaktır. Doktora başvurma sıklığı artar ve devamsızlık sonucu çalışma ortamının düzeni ve verimlilik kalitesi bozulmaktadır. Burada işverene veya kurumun yöneticisine büyük iş düşmektedir.

Öncelikle yönetici, müdür, işveren şu özelliklere sahip olmalıdır: Adil ve güvenilir olmak (adalet duygusu kişiyi haramdan ve yanlıştan korur), çalışkan olmak, çalışanların çabasını takdir etmek, yeni işe başlayanlara yol gösterici olmak, tutarlı olmak, astları için örnek davranışlar sergilemek, öneri ve eleştirilere açık olmak, eleştirel bir bakış açısına sahip olmak, açık ve şeffaf olmak, çevresine yeterli ve dürüst geri bildirimler sağlamak, meselelere “ben” değil “biz” cephesinden bakabilmek, kendini çalışanların yerine koymak, çalışanlar arasında ayrımcılık yapmamak, çalışanların motivasyonunu önemsemek, çalışanlara değer vermek ve bunu hissettirmek, çalışanlarının haklarını korumak, başkalarının şahsî işlerinde çalışanları çalıştırmamak, çalışanlardan biriyle diğerleri hakkında dedikodu yapmamak ve çalışanlarını dinlemek.

Yol arkadaşlığı önemli. İşyerinde insanlar ailelerinden ziyade, birlikte çalıştıkları iş arkadaşları ile vakit geçiriyorlar. İş yerinin huzurlu bir ortam olması, yapılan çalışmalardan verim alınması, insanların ruhsal ve fiziksel sağlıklarının yerinde olması için yöneticiye çok iş düşüyor.

Mağdurun ailesine olan muhtemel etkileri

İşyerlerinde yaşanan psikolojik taciz süreci, kişinin sadece işyerindeki huzur ve verimliliğini olumsuz etkilemez; kişinin özel yaşamı üzerinde de bunun olumsuz etkilerinden bahsedilir. Mağdurun işyerinde yaşadığı sorunlar, karı-koca ve ebeveyn-çocuk ilişkilerini, hatta çocukların psikolojik gelişimlerini de olumsuz etkilemektedir.

Çalışanların aldıkları ücretin yetersiz oluşunun yanında işini her an kaybetme korkusunu yaşaması, belirsizlik ve kişinin üzerinde yeterince strese yol açmaktadır. Bu psikoloji içerisine çalışan kişinin ailevî sorunlarının da eklenmesi, durumun oldukça gerginleşeceği ve sağlıklı düşünememe riski ile karşı karşıya kalınabileceği bir zemine yol açabilir. Çünkü işyerinde yaşanan olumsuzlukların eve yansıması kaçınılmazdır.

Mobbingin davranışsal belirtileri şunlardır: İşyerinde kişiye ait eşyaların kaybolması ve yerine konulmaması, ofise girdiğinde konuşmanın kesilmesi, bireyin dış görünüşü veya giyim tarzıyla alay edilmesi, işle ilgili önemli gelişmeler ve haberlerin dışında bırakılması (yapılacak toplantıdan veya bir yenilikten haberinin olmaması), önerilerinin reddedilmesi, kendisinden daha alt düzeydeki görevlerde çalışanlardan bile daha düşük ücret alması, diğerleri tarafından sürekli eleştirilip küçümsenmesi, sözlü veya yazılı soru ve taleplerine yanıt alamaması, şirketin özel kutlamaları veya diğer sosyal etkinliklerine kasıtlı olarak çağrılmaması.

Mobbingin fizyolojik belirtileri ise şunlardır: Beyinle ilgili (sıkıntı, panik atak, depresyon, yarım baş ağrısı, baş dönmesi, hafıza kaybı, dikkat toplayamama, uykusuzluk), deriyle ilgili (kaşınma, kızarma, pullanma veya döküntü gibi deri hastalıkları), gözlerle ilgili (ansızın göz kararması, görmede bulanıklık), boyun ve sırtla ilgili (boyun kaslarında ve sırtta ağrı), kalple ilgili (hızlı ve düzensiz çarpıntılar, kalp krizi), eklemlerle ilgili (titreme, terleme, bacaklarda halsizlik hissetme, kas ağrıları), sindirim sistemiyle ilgili (yanma, ekşime, hazım zorluğu gibi mide rahatsızlıkları, ülser), solunum sistemiyle ilgili (nefessiz kalma, nefes alamama gibi solunum sorunları), bağışıklık sistemiyle ilgili (organizmanın savunma yapılarında zayıflama, hastalıklara çok çabuk yakalanabilme) problemler.

Mobbing, kültür farkı gözetmeksizin tüm işyerlerinde ortaya çıkabilen bir olgudur. Herkes potansiyel bir mobbing mağdurudur. İşyerlerinde gerçekleşen psikolojik taciz süreci içerisinde üç tip rol ayırt edilir: Mobbing uygulayanlar (saldırganlar, tacizciler), mobbing mağdurları (kurbanlar) ve mobbing izleyicileri. Çalışma yaşamında herkes bu rollerden birini oynamaya adaydır.

Mobbingin ekonomik sonuçları şunlardır: Ruhsal ve fiziksel sağlığın iyileştirilmesi amacıyla yapılan tedavi harcamaları, işin yitirilmesi sonucunda düzenli gelirin kaybı.

Mobbing durumunda karşılaşılan sosyal sonuçlarsa şunlardır: Sosyal imajın zedelenmesi, depresif davranışları nedeniyle arkadaşlar tarafından terk edilmek, meslekî kimliği yitirmek, aile içinde de zamanla “başarısız, elindeki iş imkânını kaçırmış bir birey” olarak algılanmak.

Mobbing uygulayan kişilerin kişilik özelliklerine baktığımız zaman, aşırı denetleyici ve sinirli bir yapıya sahip oldukları gözlemlenmektedir. Bu tiplerde daima güçlü olma isteği vardır; yaşadıkları korku ve güvensizlik duygusunu gizlemek için bir başkasına çamur atma eylemine gidebilirler. Kendi kusurlarını örtmek için bir kurban arayışı içindedirler. Başkasının kusurunu gün yüzüne çıkarınca kendi karanlık taraflarını gizlediklerini düşünüyor ya da bu şekilde yaparak kendi eksiklikleri ile yüzleşmemiş veya yok saymış oluyorlar.

Ayrıca bu tipler sadist kişiliğe sahiptirler. Bir başkasına eziyet etmekten haz duyarlar, genelde çalışkan kişilerdir. Yaptıkları her işi çevrelerine övgü ve abartı ile anlatırlar. Başkalarının yaptığı işi ise küçümser, sürekli yaptıkları işin çokluğundan ve zorluğundan bahsederler. Bunlar gibi hastalıklı düşünce yapısına sahip kişiler, bir diğerinin hayatını mahvediyorlar.

“Kişiyi delirtip dama çıkartıyorlar, sonra da ‘Deli dama çıktı’ diye insanları topluyorlar”. Bir başkasının hayatı ile oynamak, bazıları için ne kadar da basit! Bazen mobbinge uğrayan kişiler, yaşadıkları olayları kaldıramayarak intihar edebiliyorlar. Burada asıl amaç ölmek değil, içinde bulundukları kötü durumdan bir kurtuluş, bir kaçış bulmak düşüncesidir.

Psikolojide bir deyim vardır; “Hiçbir zaman bize gerçek hastalar gelmez, gerçek hastaların hasta ettikleri gelir”. Günlük hayatta karşılaştığım vakalardan da gözlemlediğim ve doğruluğuna inandığım bir sözdür bu. Şu kısa hayatta kimsenin sırtına yük, gözüne yaş olmayın. Çünkü kimsenin hayatı kolay değil.

Sağlıklı, huzur dolu günler dilerim.

Bağımlı Anneler ve Çocukları

Çocuk Psikolojisi için bilgi mi arıyorsunuz? Bağımlı Anneler ve Çocukları makalesine göz atın ve Çocuk Psikolojisi hakkında daha fazla bilgi edinin

Bağımlı davranışlar genellikle anne ve baba tutumlarından kaynaklandığı için, ailelerin kendi tutumlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir. Aşırı koruyucu olunmamalı ve çocuğa bağımsız iş yapabilme yeteneği kazandırılmalıdır. Anne babalar bağımlı olmak ile bağlı olmak arasındaki farkı bilmelidir.

HER şeyin aşırısı zararlı. Sevginin de fazlası ve karşı tarafa yansıtılma şekli bazen zararlı olabiliyor.

“Bağımlılık” deyince akla ilk olarak alkol, tütün, uyuşturucu ve teknoloji bağımlılığı gelse de çocuklarına aşırı derecede bağımlı, korumacı, her şeyi onlar adına önceden düşünen, plânlayan ve yapan anneler var. Tabiî ki niyetleri iyi, evlâdı için en iyisi olsun istiyorlar ama bunun dozu iyi ayarlanamadığı zaman iki taraf için de sıkıntı başlıyor.

Bağımlı olmak ile bağlı olmak arasındaki fark nedir? Bağımlı olmak “Seni seviyorum ve sensiz yaşayamam” mesajı verirken, bağlı olmaksa “Seni seviyorum, ancak sen olmadan da yaşayabilirim” mesajını verir. Yaratılış gereği anne-çocuk arasında çok güçlü ve özel bir bağ vardır. Çocuğun gelişimi ve ileride sağlıklı bir birey olabilmesi için bu bağ çok önemlidir. Bu bağın eksikliği ileri derecede psikolojik sorunlara yol açarken (kişilik bozuklukları gibi), aşırılığı da bağımlılığa dönüşebiliyor. Annenin çocuğa abartılı şekilde bağımlı olması, çocuğun yaşamında bazı olumsuzluklara yol açabiliyor.

Aşırı koruyucu ebeveyn tavrı, çocuğa yarardan çok zarar verir. Bırakın kendi kanatları ile uçmayı öğrensin. Her düştüğünde yanında siz olmayacaksınız. Hayat tozpembe değil. Hayatın tüm renklerini görmesine izin verin. Yoksa ileride sizi suçlayacaktır. Duyguları tanımasına izin verin. Hayatta sadece mutluluk yok; üzüntü, öfke, kızgınlık da var ve bunları yok sayamayız.

Hayata hazırlanmasına izin verilmeyen çocuk, başkalarına bağımlı bir hayat sürdürmek durumunda kalacaktır. Anne-babalar çocuklarını kendi uzantısı veya devamı gibi görüp onları normalden daha fazla koruma durumuna girebiliyorlar. Bunu yaparken çocuğun kendi başına yapabileceği şeyleri bile sırf çocuğuna zarar gelebilir korkusuyla kendileri yapmak istiyorlar.

Onlar için her zaman en doğrusunu bildiğimizi sanırız; yaşam içinde her istediği başkaları tarafından yapılan ve adeta etrafına bir duvar örülüp sosyal çevre ile bağı koparılan, cam fanus içinde büyütülmeye çalışılan çocuk, zamanı gelip de dünya ve hayatla tanışmak zorunda kaldığında anne-baba yoksunluğu hissedecek ve büyük bir bocalama yaşayarak anne-babayı suçlayacaktır.

Bağımlı annenin çocuğu okulda hangi sorunlar ile karşılaşabilir?

Anneye bağımlı olan çocuklarda özgüven eksikliği ve bunun sonucunda okul fobisi başlayabilir. Çocuk çeşitli bahaneler ile okula gitmek istemediğini dile getirebilir (karın ağrısı, mide bulantısı gibi). Okulda uyum sorunları, arkadaş ilişkilerinde problemler, çekingenlik, utangaçlık ve hırçın davranışlar görülebilir.

Bağımlılığın geliştiği durumlarda çocuğun okula adaptasyon sorunlarının uzun sürdüğü görülür. Bu durumda çocuklar okula gitmek istemez, annelerine sarılıp ağlar, öğretmene ve okuldaki herkese karşı çekingen ve yer yer hırçın tutumlar sergiler. Okuldaki etkinliklere katılmaz, tepki verir. Annesi hep yanında dursun, gitmesin ister.

Çocuğunuz bağımlı mı?

Tek başına yapabileceği şeyler için bile sizden destek bekliyorsa, siz yanında yokken uyumsuz davranışları oluyorsa, sosyalleşmede sorun yaşıyorsa, okula gitmek istemiyorsa, bağımsız olarak bir şey yapamıyorsa, toplum içinde zorluk çekiyorsa, her karar verme sürecinde destek bekliyorsa, ödevlerini tek başına yapamıyorsa, grup içinde uyum sağlayamıyorsa, çocuğunuz size bağımlı olabilir.

Bağımlı çocukların özellikleri

Bağımlı çocuk, evde olsun, okulda olsun, yaşından daha çocuksu davranır. Girişken değildir ve kendine güveni yoktur. Kolay işlerde bile kendi başına davranmaktan, sorumluluk almaktan korkar. Yanında onu kollayacak biri olmadan edemez, evde anneye sokulur. Sürekli sevilmek ve okşanmak ister. Okulda sorun yaratmadığı için öğretmeninin koruyuculuğu altına girer. Usluluğu ve ürkekliği nedeniyle hep kollanır. Çevrenin bu tutumu, onu daha çekingen yapar. Bağımlı çocuk, zamanla bu zayıflığını ve güvensizliğini bir savunma aracı olarak kullanmayı öğrenir. Evde yedirip içirilen, bir dediği iki edilmeyen, okulda öğretmeninin sevgilisi olup çıkan çocuk, bağımlılık çemberini kolay kıramaz. (Yörükoğlu,1998)

İleriki hayatında yaşayabileceği olumsuzlukları da şöyle sıralayabiliriz: Karşı cinsle sağlıklı ilişki kuramama veya kurmakta zorlanmak, iş ve özel yaşamında sorumluluk almakta zorlanmak ve kararsızlık, stresle başa çıkamamak, stres durumunda nasıl davranacağını bilememek…

Ülkemizde yapılan araştırmalara göre, her 10 annenin 1’i çocuklarına hastalık derecesinde bağımlı. Annelere sorulduğu zaman her şeylerinin çocukları olduğunu, eşleri ve işlerinin daha sonra geldiğini ve kendilerini tamamen yok saydıklarını ifade ediyorlar. Tek bir dünya var ve o dünya da çocukları ile çocuklarının istekleri. Kendilerini ve diğer insanları yok sayarak hayatlarına devam ediyorlar.

Kendisine önem vermemek, çocuk dünyaya geldikten sonra hobi edinememek, daha önce yapmayı sevdiği şeyleri çocuk dünyaya geldikten sonra rafa kaldırmak, çocuğun her hareketini takip etmek ve diğer eylemlerle anne, kendisini tamamen çocuğuna adıyor. Çocuğu ve onun istekleri üzerine, muhatap çalışan bir anne ise işten soğuma ve tahammül eksikliği başlıyor. Çünkü çocuğunu düşünmekten işine odaklanamaz hâle geliyor.

Aşırı fedakârlık, iyi annelik göstergesi değildir. Bunun sonuçlarına baktığımızda görülür ki bu çocuklar bireyselleşemezler. Yetişkin oldukları zaman tek başlarına karar vermekte, sorumluluk üstlenmekte zorlanırlar. Zorluklar karşısında sorumluluğu bir başkasına atarlar. Stresli durumlarda ne yapacaklarını bilemedikleri için (çünkü onların yerine her şeyi düşünen bir anneleri vardı) bocalama yaşarlar. Bunun sonucunda kaygılı bireyler, kendine güvensiz kişiler hâline gelirler. Sonrasında bu yüzden evli ise evliliğinin sorumluluğunu alamayan/kaldıramayan kişiler karşımıza çıkıyor. Yoğun kaygı, panik atak gibi sıkıntılar yaşıyorlar.

Anneler evlat yetiştirirken onlara bağımlı değil, “bağlı” olmalı. Çocuklarına bağımlı olan anneler, çocuklarının evlendiklerini kabullenmekte güçlük çekiyor ve onların evliliklerini etkileyebiliyorlar. Bu bireylerin evliliklerine baktığımız zaman gördüğümüzse tek kişilik bir dünyalarının olduğu. Kendileri ve kendi ihtiyaçları… Anneleri yine onların etrafında pervane… Oğlu veya kızı üzülmesin diye onun tüm isteklerini yerine getirmeye çalışan bir karakter… Hatta ve hatta, evli olan çocuğunun ev içindeki sorumluluğunu bile anne üstleniyor kimi zeminlerde. Faturaların ödenmesi, mutfak ihtiyacının alınması, varsa torununu doktora dahi ötürmek… Yeter ki bağımlı annenin çocuğu strese girmesin, üzülmesin! Bu yüzden tüm yükü anne tek başına sırtına alıyor. İyilik yaptığını, fedakârlıkta bulunduğunu düşünse de yanlış!

Böyle yapmakla kendi çocuğunu mutlu değil, mutsuz ettiğinin farkında değil. Çevrenin ısrarı ile bu tür bir anne, psikolojik destek almaya geldiğinde şöyle diyor: “Ben çok fedakâr bir anneyim, her şeyi fazlası ile verdim, yaptım, ama çocuğum çok mutsuz!” Ve bu mutsuzluğun sebebi olarak kendi davranışlarındaki yanlışlığı görmemekte ısrarcı.

Bağımlı annenin bağımlı çocuğu, karşı cinsle sağlıklı bir ilişki kuramaz. Çünkü o tek değil, yanında hep annesi var. Bu tip, iki kişilik bir hayat plânlayamaz. Plânlarına annesini de dâhil etmek zorunda hisseder. Eşi veya arkadaşı ile bir gezi düşünüyorsa annesini de yanında ister. Yemeğe gidilecekse anne de olmak zorundadır. Veya her attığı adımı arayıp anlatma, onay alma ihtiyacı hisseder.

Ailelere öneriler

Çocuğu küçük yaşlardan itibaren yapabileceği işler konusunda cesaretlendirmek önemlidir. Bağımlı davranışlar genellikle anne ve baba tutumlarından kaynaklandığı için, ailelerin kendi tutumlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir. Aşırı koruyucu olunmamalı ve çocuğa bağımsız iş yapabilme yeteneği kazandırılmalıdır. Anne babalar bağımlı olmak ile bağlı olmak arasındaki farkı bilmelidir.

Araştırmalara göre hoşgörülü ve demokratik ortamda büyüyen çocuklar fikirlerini serbestçe söyleme eğilimindeler. Ayrıca bu çocuklarda kendini denetleme arzusu daha erken yaşlarda başlamaktadır. Anne babaların çocuklarını desteklemeleri ve zor durumda kaldıklarında onlara yardımcı olmaları, çocuklarda bağımsızlık duygusunun gelişimini kolaylaştırmaktadır.

Bağımlı anne iyileşirse, içinde bulunduğu durumun yanlış olduğunu kabul ederse, çocuğu da iyileşir. Bağımlılık psikolojik bir sorundur ve destek alınması şarttır. Anne değişmedikçe çocuk değişemez. İlk adımı atan anne olmalıdır. Öncelikle kendisine zaman ayırmalı, kendisi için bir şeyler yapmalıdır. Bu noktada hobiler edinebilir.

Ruh sağlığı da beden sağlığı kadar önemlidir. Destek almak ile hayatınıza yeni bir pencere açmış olacaksınız. O pencereden hep güzellikleri görmeniz dileğiyle…

Zihin, Menzili Korumak Değil, Geliştirmek İçin Çalışmalı

Psikiyatri için bilgi mi arıyorsunuz? Zihin, Menzili Korumak Değil, Geliştirmek İçin Çalışmalı makalesine göz atın ve Psikiyatri hakkında daha fazla bilgi edinin

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 19 Mayıs Atatürk’ü anma Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle gençlere yönelik önemli mesajlar verdi. 19 Mayıs’ın gençlere armağan edilmesinin ciddi bir vizyon göstergesi olduğunu kaydeden Tarhan, toplumsal ideallere sahip olmanın önemine dikkat çekti. Gençler sadece kendileri için çalışmamalı diyen Tarhan, “Genç arkadaşlarımın kişisel değil, yaşadığı toplumlarla ilgili idealleri olsun. Bir insanın çabası gayreti ne ise, kapasitesi ve gücü odur. Gücü, gayreti, çabası eğer yaşadığı toplumsa, insanlıksa o derece büyük işler yapar. Asıl ideal sağlam bir nesil yetiştirmek olmalıdır. Binalar yapmak yerine sağlam nesil yetiştirmeye odaklanmamız gerekiyor.” dedi. Zihni, menzili korumak değil, geliştirmek için çalıştırılmalı diyen Tarhan, vizyon olabilecek şeyi hayal etmeden yapabileceklere odaklananların ikinci adam olacağını da söyledi.

Yeniliği yakalayabilme ve geleceği inşa edebilme kapasitesi olan gençlerin yeni bir vizyonla hayata bakmalarını sağlamanın çok önemli olduğunu belirten Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Gençliğe bu bayramın armağan edilmesi Atatürk’ü Anma ve Gençlik Bayramı olarak anılması aslında ciddi bir vizyonun göstergesidir. ‘Gençliği iyi, doğru, güzele yönlendiren toplum geleceğini iyi, doğru, güzele yönlendirmiştir’ diye bir söz vardır. Asıl ideal sağlam bir nesil yetiştirmektir.” dedi.

Zihnimizi menzili korumaya değil, menzili geliştirmeye yönelik çalıştırmamız gerekiyor…

Kuşaklar arasında çatışmaların geçmişte Mısır papirüslerinde, Hitit tabletlerinde hep var olduğuna işaret eden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu normaldir ama statükocu olanlar bunu anlayamıyorlar. Belli bir kuşakta da statükocu olmayanlar gençliği daha iyi anlıyorlar, daha iyi örnek olup yönlendirebiliyorlar.” dedi. Tarhan sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesela Hz. Ali’nin bir sözü vardır, ‘çocuklarınızı yaşadığınız çağa göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin.’ Müthiş bir öngörüdür. Çocukları bu şekilde yetiştirmemiz ve kendimizi buna hazırlamamız gerekiyor. İnsanoğlu konforunu bozmamak için alıştığından ayrılmıyor. Eğer kendini başarılı, yeterli görüyorsa, devamlı menzili korumaya yönelik zihnini çalıştırıyor. Hâlbuki akıl çağında yaşıyoruz, böyle bir zamanda zihnimizi menzili korumaya değil, menzili geliştirmeye yönelik çalıştırmamız gerekiyor. Statükocu kişilikler bir müddet sonra anakronik dediğimiz kronolojide bozulmuş bir zihne sahip oluyor. Kendisi burada ama zihni geçmiş çağda yaşıyor. Anakronik kişiler çocukluk döneminde oturup kalırlar hiç büyümek istemezler. Çocuklukla vedalaşmak gerekiyor, gençlikle vedalaşmak gerekiyor ve böyle büyümek gerekiyor. Bunu yapamıyorlar.” dedi.

Ya hep ya hiç’e gitmeyelim

Prof. Dr. Nevzat Tarhan Cumhuriyetin kuruluşunda yaşanan zorluklara da değinerek, Osmanlı’yı yok sayan yaklaşımı eleştirdi. Tarhan, “Osmanlıyı artılarıyla eksileriyle birlikte alıp onunla vedalaşıp yeni bir Cumhuriyet kurmamız gerekiyor. Anlaşmadığımız için çatışma toplumunda şu anda kimlik karmaşası sürüp duruyor. Erzurumluların bir sözü var ‘tulumcu’ derler yani ‘ya hep ya hiç’,‘ya bizim gibi olsun’ derler ‘ya da tam karşımda olsun.’ Bu yaklaşımlar bu çağa ve insanın psikolojik sağlığına da ruhsal sağlamlığına da uygun değil. Çünkü sadece siyah beyaz yok. Gri alanlar da var. Evren böyle ihtimallerle çalışıyor. Bu nedenle ‘ya hep ya hiç’e gitmeyelim gençler. Cumhuriyeti kuran bakış açısı bu. Geçmişin artılarını da eksilerini de görelim ama geleceğe bakalım, geçmişe takılı kalmayalım.” diye konuştu.

Hakikati ararken bilim yöntem sunar

Bilimsel sağlamlık sayesinde insanların kolay ikna edilebildiğini ifade eden Tarhan, “Mustafa Kemal, ‘Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir’ diyor. Bence en güzel sözü budur. Dogmatik bağlılığı değil, bilimsel kanıta göre bağlılığı savunuyor. Bu, çağın doğrusunu yakalamaktır. Bunun için de gençler üzerinde kabul görüyor. Bugün de buna ihtiyacımız var. Bilim yöntem sunar, hakikati ararken bu yöntemleri kullanırsan kanıta dayalı gitmiş olursun. Kullanmazsan sadece dogmatik olarak bağlandın denir, inandırıcı olmaz. Bilimsel sağlamlık çağındayız. Bilimsel sağlamlığı sunduğun zaman insanları ikna etmek kolay oluyor. Cumhuriyetin kuruluşunda da bu vizyonla hareket edildi, İstanbul’daki meclisi dağıtıp aynısını Ankara’ya kurdular, bu geçişte vizyon çok önemliydi.” diye konuştu.

Cumhuriyetin kuruluşundaki dinamiğin doğru bir şekilde analiz edilmesi gerektiğini belirten Tarhan, “Tarihçilerin ideolojik ön yargıları değil objektif değerlendirmeleri Cumhuriyete olan saygınlığımızı daha da arttıracak. Bu nedenle sağlam bir tarih bilincine sahip olmak demek, insanın kendi özgeçmişini, kişiliğini tanıması demek. Hepimizin özgeçmişinde güçlü yönlerimiz, zayıf yönlerimiz var. Hatalarımız var. Önemli olan hatalardan ders çıkarıp geleceğe bakabilmek. Bu nedenle 19 Mayıs’ta Atatürk’ü Anma Gençlik Bayramı derken arkadaki bu anlam boyutuna bakmamız önemli. Anlamaya çalışmak, bugün de yaşasaydı ne yapardı diye düşünmek gerekiyor.”

Bir insanın çabası gayreti ne ise, kapasitesi ve gücü odur

İyilik kötülük mücadelesinin Hz. Adem’den beri devam ettiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan gençlere şu tavsiyelerde bulundu: “Böyle bir dönemde gençlere en önemli tavsiyem, sadece kendileri için çalışmasınlar. Kişisel idealleri değil, yaşadığı toplumlarla ilgili idealleri olsun. Bir insanın çabası gayreti ne ise, kapasitesi ve gücü odur. Çabası, gayreti kendi egosuysa sınırlıdır. Gücü, gayreti, çabası eğer yaşadığı toplumsa, insanlıksa o derece büyük işler yapar. Onun için ideali bizi aşmalı, aşkın bir ideali olmalı. Böyle idealler gençleri daha büyük, daha önemli küresel işler yapmaya iterler. Varoluşla ilgili problemlerini de çözmüş olurlar.”

İdealist, sağlam nesil yetiştirmekten daha büyük bir fabrika mı vardır?

Gelişmiş ülkelerde bütçenin büyük bir kısmının Ar-Ge’ye ayrıldığını belirten Tarhan “Bütçenin çoğu gençlikle ilgili konuları, gençliği kazanmaya gidiyor. İdealist, sağlam nesil yetiştirmekten daha büyük bir fabrika mı vardır? Daha büyük bir köprü mü vardır? Yol mu vardır? Sağlam bir nesil yetiştirmek asıl idealdir. Binalar yapmak yerine sağlam nesil yetiştirmeye odaklanmamız gerekiyor. Bunun olması için muhakkak bununla ilgili vizyon, misyon, değerler belirlenmelidir. Vizyon: Bir insanın olabileceği şeyleri hayal etmesi, misyon: Yapabileceği şeylere odaklanmak. Onun için yani vizyon olabilecek şeyi hayal etmeden yapabileceklere odaklanırsan sadece iyi bir ikinci insan olursun, ikinci adam olursun.” dedi.

Lider olmak istiyorsan vizyonunu belirlemelisin

Tarhan, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle gençlere liderliğin yolunu tanımladı: “Bir lider olmak, kendini aşmak istiyorsan yani hayatta iz bırakarak giden bir insan olmak istiyorsan muhakkak önce vizyonunu belirlemelisin. Vizyonda ego ideali ve geleceğini planlamak vardır. Takım çalışması gerekir. Tek başına dâhiler başarılı olamıyor ama ekip kuranlar olabiliyor. Bununla birlikte etik değerlerinin de olması gerekiyor. Samimi olmak, içten olmak, doğal olmak, insanları sevmek, dürüst, çalışkan olmak, sözünün eri olmak, açık ve paylaşımcı olmak… Bunların hepsi etik değerlerdir. Takım çalışması bu zamanın en önemli ruhudur.” dedi.

İnsanın tek rakibi kendisidir

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gençlerin çok daha güzel bir hayatı olması için sözlerini yine önerilerle tamamladı:

“Aslında insanın tek rakibi kendisidir. Kendi içimizdeki tembellik, üşengeçlik, vizyonsuzluk bizim rakibimizdir. Onun için gençler kendilerini başkalarıyla kıyaslamasın, başka rakiplerle hiç uğraşmasınlar. Kendilerine bir hedef koysunlar, kendilerindeki olumsuz duygularla rekabet etsinler ve onları yenip geçsinler. Böyle hedefe ulaşırlar. Amerikalıların güzel bir sözü vardır; ‘No pain, no gain’ diye. Yani ‘sancı, acı, çile yoksa kazanç yok’. Kolaya kaçmasın gençler. Hayatta psikoloji yasası var. Hayat mükafatını zorluklara tahammül edenlere veriyor. Başı dik dolaşmaktan, onurlu yaşamaktan daha güzel bir şey var mı? Bunun için emeğinle kazanacaksın. Hiç kimse parazit olmaya çalışmasın. Alın teriyle kazansınlar. Çok daha güzel bir hayatları olur.”

İçerik üreticisi olmanın cazibesi artıyor

Özellikle genç yaş grubu arasında cazip bir meslek olarak yükselişe geçen içerik üreticiliği, yeni bir gelir elde etme modeline dönüştü. Yapılan araştırmalar, iki kişiden birinin içerik üreticisi olmak amacıyla halen sürdürdüğü işten ayrılmayı planladığını ortaya koyuyor.

Küresel salgının tetiklediği Büyük İstifa ve Sessiz İstifa gibi akımlar, çalışma kültürünü dönüştürdü. Daha esnek çalışma düzenlerine sahip olmak ve kariyerlerine tutkularının peşinden giderek yön vermek isteyenler sayesinde, “dijital içerik üreticisi” kavramı ortaya çıktı.

Pandeminin rüzgarını arkasına alarak büyüyen bu kavram, adeta bir mesleğe ve gelir elde etme modeline dönüştü. Güncel bir araştırma, 2 kişiden birinin içerik üreticisi olmak için, mevcutta çalıştığı işten ayrılmayı düşündüğünü gösterdi.

Küresel salgını takiben başlayan ve başta ABD olmak üzere pek çok ülkenin işgücü piyasasında dönüşümlere sebep olan Büyük İstifa ve Sessiz İstifa gibi kavramlar, içerik üreticilerinden yeni bir ekonomik sınıf oluşmasına sebep oldu. Mastercard tarafından yürütülen bir araştırma, 2 kişiden birinin içerik üreticisi olmak için tam zamanlı işleri bırakmayı değerlendirdiğini gösterirken, 5 içerik üreticisinden birinin içerik üreticiliğini tam zamanlı bir iş olarak gördüğü tespit edildi.

Konuyla ilgili değerlendirmelerini paylaşan dijital içerik pazaryeri Accessland’in Kurucusu Nihal Temur Ocak, “İnternetin platform çağına geçişi, yeni iş modellerini beraberinde getirdi. Daha esnek bir çalışma düzeni isteyen ve tutkularını hayatlarını idame ettirmek için kullanmayı hedefleyen kişiler, içerik üreticiliğine büyük ilgi duyuyor” dedi.

Z kuşağının hedefi içerik üreticisi olmak

Söz konusu araştırmada, Z ve Y kuşaklarına mensup dört kişiden üçünün (yüzde 73) geleneksel ve kurumsal işte çalışmaktansa yaratıcı ekonomiye dahil olmak istediğini, girişimci veya küçük işletme sahibi olmayı planladığını söylediği görüldü.

Bu kişilerin yüzde 21’inin halihazırda kendisini dijital içerik üreticisi olarak tanımladığı tespit edilirken, yüzde 60’ının içerik üreticisi olmayı değerlendirildiği ortaya çıktı. İnternetin bilgiyi herkes için erişilebilir kıldığını belirten Accessland Kurucusu Nihal Temur Ocak, “Bu durum, belirli bir konuda bilgi birikimine sahip kimseleri bildiklerini anlatmaya ve bu şekilde kendi dijital içerik markalarını oluşturmaya teşvik ediyor.

Platformlar da gig ekonomisi çatısı altında sayılabilecek içerik üreticiliğini destekleyen gelir modelleri geliştiriyor. ABD’de dört içerik üreticisinden birinin yıllık 50 bin dolar kazanç elde etmeyi başararak mikro işletme eşiğini aştığı biliniyor. İçerik üreticiliği yadsınamayacak bir iş kolu ve sektör” diye konuştu.

Dijital içerik harcamaları 1,36 trilyon doları bulacak

İçerik üreticilerinin oluşturduğu bu ekonominin büyümesinin arkasında giderek yükselen içerik tüketme talebi olduğunu dile getiren Nihal Temur Ocak, “Dijital içerik servisleri pek çok insanın vazgeçilmez günlük rutinine dönüşüyor. Yazılı, sesli, çoklu medya içeriklerine yönelik her gün yükselen bir taleple karşı karşıyayız.

Tahminler, 2026’ya kadar dijital medya ve içerik pazarının yüzde 13 büyüyeceğini gösteriyor. Abonelik harcamalarının da hesaba katıldığı senaryoda, medya ve dijital içerikler için yapılacak tüketici harcamaları 1,36 trilyon dolarlık bir ekonomi oluşturacak. Eğlencenin ve bilgiye ulaşmanın mobil cihaz ekranlarına sığdığı bir çağda, yetkinliklerini kalıcı ve nitelikli içeriklere dönüştüren herkes bu ekonomiden pay alabilsin diye yeni nesil dijital içerik pazaryeri Accessland’i kurduk” ifadelerini kullandı.

Üretici ve tüketicileri bir araya getiren dijital içerik

İnternetin kendini geliştirmek ve kariyerine yön vermek isteyenler için sınırları ortadan kaldıran bir araç olduğunu savunan Accessland Kurucusu Nihal Temur Ocak, değerlendirmelerini şu ifadelerle sonlandırdı: “Online öğrenme oyunun kurallarını bozan bir gelişme ve trend oldu. Ekim 2021’den bu yana faaliyet gösteren yeni nesil dijital içerik pazaryerimiz Accessland.live, içerik üreticileri ile içerik tüketicilerini bir araya getiriyor.

Ziyaretçiler, sertifika almayı sağlayan birebir veya grup online eğitimlere katılarak geleceklerine yatırım yapabiliyor. Accessland.live platformunda ücretsiz hesap açan dijital içerik üreticileri de interaktif canlı yayın, podcast, video, konferans gibi araçlarla içeriklerini ön ödemeli olarak satışa açarak gelir elde edebiliyor.

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere Prizmabet adlı bir bahis sitesinden bahsedeceğim. Prizmabet, Betconstruct altyapısı ile üyelerine kaliteli hizmetler veren ve ülkemizin önde gelen bahis sitelerinden bir tanesidir. 2009 yılında kurulan Prizmabet, lisanslı, güvenilir ve avantajlı bir site olarak dikkat çekmektedir. Prizmabet’te spor bahisleri, canlı bahisler, casino, canlı casino, slot oyunları, sanal sporlar ve daha pek çok seçenek bulabilirsiniz. Prizmabet’te oyun oynamak için aradığınız ortamı fazlası ile bulacaksınız.

Prizmabet’in en önemli özelliklerinden biri de Prizmabet TV kanalıdır. Bu kanal sayesinde bahis sitesinde bulunan müsabakaları üyeler bir ücrete katlanmadan istedikleri zaman takip edebiliyor. Böylece hem heyecanlı hem de kazançlı bir bahis deneyimi yaşayabiliyorsunuz. Prizmabet TV kanalında futbol, basketbol, tenis, voleybol gibi popüler spor dallarının yanı sıra daha az bilinen sporlara da yer verilmektedir. Prizmabet TV kanalını kullanmak için sadece siteye üye olmanız ve yatırım yapmanız yeterlidir.

Prizmabet ayrıca üyelerine bol miktarda bonus ve promosyon da sunmaktadır. Prizmabet’te ilk üyelik bonusu olarak 100 TL deneme bonusu alabilirsiniz. Bunun yanında yatırım bonusları, kayıp bonusları, arkadaş davet bonusu, doğum günü bonusu gibi farklı bonuslar da mevcuttur. Prizmabet bonusları sayesinde daha fazla oyun oynayabilir ve kazancınızı artırabilirsiniz. Prizmabet bonuslarının çevrim şartları da oldukça makul seviyededir.

Prizmabet para yatırma ve çekme işlemleri konusunda da üyelerine kolaylık sağlamaktadır. Prizmabet’te banka havalesi, kredi kartı, papara, cepbank, QR kod, bitcoin gibi farklı yöntemlerle para yatırabilir ve çekebilirsiniz. Para yatırma ve çekme işlemleri 7/24 yapılabilmekte ve kısa sürede hesaplara yansımaktadır. Prizmabet para yatırma ve çekme işlemlerinde herhangi bir komisyon veya kesinti de yapmamaktadır.

Prizmabet müşteri hizmetleri de üyelerine 7/24 canlı destek hizmeti sağlamaktadır. Prizmabet canlı destek ekibi sayesinde site ile ilgili her türlü soru, sorun veya önerinizi iletebilir ve anında çözüm bulabilirsiniz. Prizmabet canlı destek ekibi profesyonel, güler yüzlü ve yardımseverdir.

Sonuç olarak, Prizmabet ülkemizin en iyi bahis sitelerinden biri olarak gösterilebilir. Prizmabet’te hem eğlenceli hem de kazançlı bir bahis deneyimi yaşayabilirsiniz. Prizmabet’e üye olmak için güncel giriş adresini web sitemizden bulabilirsiniz. Prizmabet’e girmek için tıklayınız! Prizmabet’e katıldığınıza pişman olmayacaksınız!

Kilo ve Beden Şekli İle Gelen Yeme Bozukluğu

Yeme Bozukluğu için bilgi mi arıyorsunuz? Kilo ve Beden Şekli İle Gelen Yeme Bozukluğu makalesine göz atın ve Yeme Bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinin

Yeme bozuklukları her kadını ya da erkeği etkilese de genellikle, kadınlarda 15 – 24 yaş arasında daha sık rastlanabilen psikolojik rahatsızlıktır. Yeme bozukluğu çoğu zaman beden ve kilo olarak algılansa da ruhen etki eden bir durumdur. Yani yeme bozukluğu gösteren bir kişide altta yatan başka sorunlar olduğunu göstermektedir. Bu sorunlarla baş edilmediğinde bazı yeme bozukluğu davranışlarında bulunmaktadırlar.

Yeme bozukluğunun dört alt başlığı vardır. Bunlar;

  • Bulimia
  • Kontrolsüz yeme
  • Diğer tanımlanmış yeme bozukluğu
  • Anoreksiya nevroza

Çoğumuzun bazı dönemlerden benden şekli ya da kilosu bakımından şikayet ettiğimiz olmuştur. Bunun nedenlerinden biri de medyada gördüğümüz mankenlerin bedenleri, çocukken bize oynatılan Barbie bebeklerle çevrili bir dünya da algı olarak ‘güzellik’ kavramını uzun ve zayıf olarak nitelenmektedir. Bu algı çerçevesinde bakılacak olursa bu ya da başka özel sebeplerden dolayı kişi de yeme bozuklukları görülmesi olasıdır. Bu düşünce ışığında olumsuz beden algısına sahip olmak kendilerinde öz saygısını yitirmesine, güvenin azalmasına neden olmaktadır. Erkekler de tıpkı bu durum gibi zayıf olma, V şeklinde bir vücut geliştirmeyi arzulamaktadırlar.

Yeme bozukluğunda ister kadın ister erkek olsun genellikle kendi fiziksel özellikleri hakkında abartılı şeklide endişelenmektedirler. Kilo ya da bedenlerinde en ufak bir farklılıkla birlikte çok fazla tepki verir ve saatlerce üzülmelerine sebep olmaktadır. Bu yüzden sürekli plan yaparlar ve nasıl kilo vereceklerini düşünürler. Kaygılarını yatıştırmak için uğraştırkları için kısır döngü şeklinde yıllarca devam edebilir. Bu da sağlıksız alışkanlıklar geliştirmelerine neden olmaktadır. Aynı zamanda yeme bozukluğu olan kişiler çok fazla tartılır, ayna da fiziksel olarak kotroller, mezura ile ölçüm yaparlar. Kontrol sürekli onlarda olmalarını isterler.

Kilo ve beden şekillerinde oluşan kaygılar insanlarla ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Vücudunun bir kısmını saklamak isterler, partilere katılmak istemezler (partide yiyip içilme olduğu için), fiziksel olarak olumsuz bir eleştiriye karşı korku içerisindedir. Bu da etrafındaki insandan kendini soyutlamasına ve başka bir takım sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Bu tür vakalarda genellikle depresyon ve anksiyete semptomlarında artış gözlemlenmiştir. Ya da tam tersi de olmaktadır. Depresyon bazı durumlarda yeme bozukluğuna sebep olduğunu da söyleyebilir. Bu dururmların psikoterapi ile baş edilebilecek sorunlar olduğu unutlmamalıdır.