Burak ARTUNER
İsrail, Hizbullah’a yönelik siber saldırı planlarını 2 yıl önce başlattı. Şeytani plan ise geçen günü devreye girdi. Bu planın tam göbeğinde ise MOSSAD’ın Macaristan’da kurduğu paravan bir şirket ve onun esrarengiz CEO’su vardı. Lübnan’da patlayan çağrı cihazlarını tedarik eden MOSSAD’ın paravan şirketi Macaristan’daki BAC Consulting KFT’nin CEO’su Cristiana Barsony-Arcidiacono da muhtemelen MOSSAD ajanıydı.
MOSSAD’ın atası sayılan Nili, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler için hayati bilgiler toplayan bir örgüttü. Bu örgütün en önemli üyesi ise bir kadın ajan olan Sarah Aaronsohn’du.
Gelin MOSSAD’ın atası olan teşkilatın, Osmanlı topraklarında nasıl kök saldığına biraz bakalım:
YAHUDİLERİN FİLİSTİN’E KÜÇÜK KOLONİLER KURA KURA GİRDİ
Kırım Savaşı’ndan sonra, Avrupa’nın Filistin’e olan ilgisi artarak devam etti. İlk Avrupalı göçmenler, 1870’de gelen Hıristiyan Almanlar oldu. Würtemberg’li bu çiftçiler, Kudüs, Yafa, Hayfa ve Nasıriye civarına yerleştirildiler. Bunları, kısa bir süre sonra, Doğu Avrupa’dan özellikle Rusya ve idaresindeki memleketlerden gelen küçük Musevi grupları takip etti. Bunlar da “koloniler” kurarak toprakla uğraşmaya başladılar. Yahudi milletinin, “Vaat edilen topraklar”da yani Filistin’de yeniden vücut bulacağına dini inançları vardı.
ROSTSCHİLD YARDIMLARIYLA PARAYLA TOPRAK ALDILAR
Başları sıkışınca Avrupa’nın en büyük bankerlerinden ve İngiltere Kraliyet ailesinin de yakını olan Rotshschild kardeşlerden her türlü yardımı alıyorlardı. Yahudiler, Filistin’e parayla toprak alarak yerleşmeye başladılar. Araplar ise yeni gelenleri dehşete düşürüp hem bedelini aldıkları toprağa, hem de yeni köye konmak için, sistemli bir saldırganlık siyaseti izlemeye başladı. Saldırılar için özellikle Yahudilerin tatil günleri cumartesiyi seçiyorlardı. Kolonidekiler sinagogda ibadetle meşgul bulunduklarından, netice almak daha kolay oluyordu. İlgili makamların da bu gibi işlere pek karıştıkları yoktu.
İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion (En sağda) İstanbul’da diğer arkadaşlarıyla beraber hatıra fotoğrafı çektirmişti. Darülfünun’da okuyan Ben Gurion ve arkadaşları, 1. Dünya Savaşı sırasında Siyonizm tahrikçiliği yaptıkları gerekçesiyle, Cemal Paşa tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
ÇERKEZ BEKÇİLERİ BEĞENMEYİP SİLAHLANMAYA BAŞLADILAR
Köylerde ve çiftliklerde, öteden beri, hükümetin bu havaliye yerleştirdiği Çerkezlerden bekçi kullanılıyordu. Ancak özellikle Rusya’dan gelen Yahudiler, Çerkezleri sevmiyor, onlara güvenmiyordu. Yahudi’yi Yahudi’nin koruması gerektiğini savunuyorlardı. İşte bu dönemde Yahudiler, adını Ahdi Atik’ten aldıkları “Şomrim” (Bekçi) teşkilatını kurarak, Osmanlı devleti toprakları içinde ilk kez ellerine silah aldı. Bunlar ata iyi biniyor, bir Arap gibi giyiniyor, onlar gibi yaşıyor, Arapça konuşabiliyordu. Yahudiler, artık saldırılara kendi güçleriyle karşı koyuyordu.
RUSYA’DAN GELİP FİLİSTİN’E SIĞINDILAR
Bu teşkilatın içinde David Ben Gurion adında bir genç de vardı. Ben Gurion, 1886’da Rusya’nın Plonsk kasabasında doğmuştu. Babası Musevi cemaatinin önemli isimlerinden bir avukattı. Yahudilerin kutsal topraklara yerleşmesini savunan koyu bir Siyonist’ti. Sonradan Ben Gurion adını alacak olan David Gurion’un annesi, oğlu 10 yaşındayken, on birinci çocuğunu doğururken öldü. Böylece David, küçük yaştan itibaren babasının etkisi altında kaldı. O yıllarda Rusya’da ve Rus idaresi altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde Museviler, devamlı olarak baskıya ve can kayıplarına uğruyordu. Bu Yahudileri siyasi bakımdan teşkilatlanmaya itti.
Rusya artık onların sığınabilecekleri bir yer olmaktan çıkmıştı, bu nedenle kendileri için kutsal sayılan Osmanlı devleti sınırları içindeki Filisten’e sığınmaya başladılar. Küçük David, böyle bir hava içinde yetişti. Bir ara Varşova’ya kaçtı, misafir öğrenci olarak öğrenim gördü. Siyonist kongrelerine katıldı. 1906’da Filistin’e geldi. Militan David, burayı beğenmemişti. Kolonilerde Çerkezlerin bekçilik yapmasına, Arap amelelerin çalışmasına karşı çıkıyordu. “Petah Tikva’daki Yahudi efendileri, yeni kolonilere gizlice Arapları sokuyorlar!” diye bağırıyor, bir Yahudi işçi hareketi meydana gelmeden, Yahudi milletinin oluşamayacağını savunuyordu.
Ben Gurion, arkadaşlarıyla büyük bir hanın odasında kalıyordu. Odalar adeta silahhaneye dönmüştü. İşçiler akşam olunca silahlarıyla ilgileniyordu. Kimisi namluyu temizliyor, diğeri nişangahı kontrol ediyordu. Fişekliklerini dolduruyorlar, silahlarını karşılaştınyorlar, iyi ve kötü yanlarını sayıp döküyorlardı. Yatana kadar kendilerini silahlarına veriyorlardı. Çünkü onlar için silah demek yaşamak demekti.
İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion (En sağda) İstanbul’da diğer arkadaşlarıyla beraber hatıra fotoğrafı çektirmişti. Darülfünun’da okuyan Ben Gurion ve arkadaşları, 1. Dünya Savaşı sırasında Siyonizm tahrikçiliği yaptıkları gerekçesiyle, Cemal Paşa tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
İLK SİLAHLI BİRLİK HAŞOMER’DE YER ALDI
Ben Gurion, Arapların saldırılarını azaltan ve kolonilerden açıktaki sürüler ve tarlalara kaydıran Şomrim teşkilatının daha askeri bir nitelik kazanmasının gerekli olduğunu savunuyordu. Rusya’dan gelen yeni bir göç dalgası bunun için imkân sağladı. Çünkü gelenler arasında Ruslarla savaşan tecrübeli gençler vardı. Bunlar, Yahudilerin ilk disiplinli askeri birliği sayılabilecek Haşomer’i kurdu. Artık Siyonizm’in silahlı bir gücü vardı. Ancak Osmanlı devleti bu yapılanmayı fark etti. Ancak yabancı güçlerin baskısı nedeniyle sadece küçük birkaç tutuklama yapılıp olay kapatıldı.
DARÜLFÜNUN’DA OKUDULAR
Bu sırada, İstanbul’da Ikinci Meşrutiyet ilan edildi. Bir yıl sonra da İkinci Abdülhamid tahttan indirildi. İmparatorlukta tam bir keşmekeş hakimdi. Ben Gurion, Filistin’deki Yahudilerin hiçbir yerde olmadığı kadar başı boş, devletin hayatından uzak, yerli halka ve lisana tamamen yabancı bir topluluk olduğunu düşünüyor ve burada örgütlenmenin artırılması gerektiğini savunuyordu. Yahudilerin hiçbir hakkının yeteri kadar savunulmadığını bunun için siyasi hakların savunulması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için bir karar verdi. İstanbul’a, imparatorluğun kalbine gidecek Türkçe öğrenecek, gerekirse Meclis-i Mebusan’a girecekti.
EMANUEL KARASU’YU HİÇ SEVMEDİ
Ancak İstanbul’dan önce Selanik’e gitti. Burada tanıştığı Osmanlı Musevileri ve Dönmeleri beğenmedi. Onlarla geçinemedi. Burada, sonradan mebus olacak Emanuel Karasu’dan da hiç hoşlanmıyordu. Sekiz ay sonra Istanbul’daydı. Burada yakın arkadaşı Ben Zvi ile beraber, bir oda kiraladıktan sonra Darülfünun’a yazıldı. İstanbul’da bir sürü Filistinli genç Yahudi ile tanıştı. Bunlar arasında kendi gibi hukuk öğrencisi olan geleceğin dışişleri bakanı olacak olan Moşe Şaret de vardı. David’in maddi sıkıntısı yoktu, babası her ay düzenli olarak harçlığını gönderiyordu.
Bir gün Yahudi İşçi Partisi Poalei Zion’un Dünya İcra Heyeti’ne seçildiğini öğrendi. Bu sırada, Josef Trumpeldor ile tanıştı. Yahudi eski subay, sol kolunu Rus-Japon harbinde kaybetmişti. İleride Çalutz (Öncüler) adındaki teşkilatı kuracak bu subay, I. Dünya Savaşı’nda Türklere karşı Yahudi gönüllüleri toplayacaktı. İstanbul’da başlayan dostluk, yıllar boyunca inişli çıkışlı bir yol takip edecek. Trumpeldor, 1920’de Araplarla çarpışırken ölecekti. Milletlerarası Siyonist Teşkilatı, İstanbul’da da boş durmuyordu. Faaliyeti çerçevesinde basın yoluyla propaganda da vardı. Almanya’da bulunan Siyonist Iç Hareket Komitesi tarafından yönetilen basın işlerini, İstanbul’da Rus Siyonistler tarafından tavsiye edilen Vladimir Jabotinsky yürütüyor ve çıkardığı, Jeune Turc ve El Judeo isimli gazeteler, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Yahudilere ulaştırılıyordu.
Ben Gurion, ileride en önemli Siyonist liderle-rinden biri olacak Jabotinsky’le de Istanbul’da tanıştı. Bu arada, Haşomer’in başkanı Israel Şohat da İstanbul’a gelmişti. Ben Gurion ve Ben Zvi ile buluştu. Filistin ve milislerden getirdiği haberleri verdi. Şohat, Filistin’e dönmeden, hep beraber bir hatıra fotoğrafı bile çektirdiler.
SİYONİZM TAHRİKÇİLİĞİNDEN TUTUKLANDILAR
Balkan Harbi’ni İstanbul’da geçiren Ben Gurion ve Ben Zvi 1914’te Büyük Harp başlayınca, Filistin’e dönerek eski faaliyetlerine devam ettiler. Ancak iki arkadaş, Osmanlı imparatorluğunun savaşa girmesi üzerine Siyonizm tahrikçiliğinden tutuklandılar. Cemal Paşa’nın emri ile kolonilerdeki bütün silahlar toplandı.
Haşomer’in bilinen üyeleri tutuklanarak, Yafa’nın kuzeyindeki bir kampta enterne edildi. Israeel Şohat da yakalanmıştı. İlgililer, Ben Gurion ile Been Zvi’nin sınır dışı edilmelerini kararlaştırdılar. Bunun üzerine iki arkadaş, henüz tarafsız olan Amerika’ya giderek orada bir şeyler yapmayı düşündüler. Pasaportlarına, “Bir daha dönmemek üzere” damgası vuruldu. Ben Gurion, savaştan sonra Filistin’e döndüğünde, İsrail’in kurulması için mücadelesini sürdürdü ve 1948’de kurulan İsrail devletinin ilk başbakanı oldu.
ÇANAKKALE’DE TÜRKLERE KARŞI YAHUDİ BİRLİĞİ OLUŞTURDULAR
İngiltere bir taraftan Yahudileri Filistin’e yerleştirmek üzere hazırlığa girişirken, diğer taraftan da Arapları Osmanlı imparatorluğuna karşı ayaklandırmak için onlara da Filistin’i içine alan toprakları vadediyordu. Ama iki tarafın bir arada yaşayıp yaşayamayacaklarını hesaba katmıyor veya katmak istemiyordu.
Birinci Dünya Savaşı’nda Amerikalı Yahudiler, bugün olduğu gibi büyük bir etnik grup teşkil ediyorlardı. Mali bakımdan çok güçlüydüler. Harp başlayınca Dünya Siyonist Teşkilatı tarafsızlığını ilan ederek karargâhını Kopenhag’a taşımıştı. Taşımıştı ama Amerika’dakiler bir Geçici İcra Komitesi kurarak, Ingiltere’de Weizmann’la işbirliğine girmişlerdi. İngiltere’nin zaferine bel bağlıyorlardı. Öte yandan Almanya’da da Yahudiler iyi muamele görüyorlardı. Bu nedenle Alman taraftarı Yahudi sayısı da az değildi. Bir İngiliz sömürge idarecisinin deyimi ile Cemal Paşa’nın Filistin’den kapı dışarı ettiği otuz bin kadar Yahudi İskenderiye’de toplanmıştı. Jabotínsky ile Trumpeldor, müttefik saflarında Türklerle savaşacak bir Yahudi birliği meydana getirmeyi burada tasarladılar. Gönüllü toplandı, “Sion Katır Kolu” adı verildi ve Çanakkale’ye yollandı. Birlik 750 katır ve bunların sürücülerinden oluşuyordu.
NİLİ’YE CEMAL PAŞA DARBESİ
Bu sırada Yahudilerin bölgede kurdukları ilk istihbarat teşkilatı olan ve MOSSAD’ın atası sayılan “NİLİ”, İngilizler için hayati önem taşıyan bilgiler topluyordu. NİLİ, İbranice “Netzah Yisrael Lo Yeshaker” ifadesinin kısaltmasıydı ve “İsrail’in Ebedi Olanı yalan söylemez” anlamına geliyordu. Bu ifade, gizli örgütün varlığı boyunca şifresi oldu. NİLİ ağının üç temel amacı vardı: Mısır’daki üslerinden Filistin’e yönelik İngiliz işgaline destek olmak; dünyayı Türkler’in yerel Yahudilere baskı yaptığına yönelik dezenformasyon yapmak ve daha da önemlisi, Filistin’de bir Yahudi vatanı kurulması yönündeki Siyonist davanın umutlarını ilerletmek.
Siyonizm Ansiklopedisi’nde madde haline getirilmiş NİLİ, General Allenby komutasındaki İngiliz ordularının Filistin’i işgal etmesine yardım etmeyi hedefliyordu. Bu teşkilatın başında Aaron Aaronsohn bulunuyordu. Türk ordusu, bu istihbarat teşkilatını büyük ölçüde çökertti. Ancak örgütün kurucusu Aaron kaçmayı başarsa da kardeşi Sarah Aaronsohn yakalanmıştı. Sorgusu için Şam’daki Türk ordusu karargahına götürülürken kendisini trenden uçuruma atarak intihar etti.
patronlardunyasi.com