16 yaşında saldırıya uğrayan ve “Yürüyemez” denilen Veysel Sarı, Süper Lig’de 400. maçını geride bıraktı.
Süper Lig ekiplerinden Antalyaspor’un kaptanlığını yapan Veysel Sarı’nın (36) futbola başlama ve kariyerindeki yükselme hikayesi şaşırtıyor. Toprak sahada oynarken fark edilen Sarı, 16 yaşındayken diz kapağından vurulup ‘Bir daha yürüyemez’ denilmesine rağmen 2 hafta önce Süper Lig’deki 400’üncü maçına çıktı.
İstanbul’da dünyaya gelen Veysel Sarı, çocuk yaşlarında mahalle arasında futbol oynamaya başladı. Arkadaşlarıyla futbol oynadığı sırada, Beyoğlu Yeniçarşı’nın antrenörünün kendisini görüp takıma çağırmasıyla futbol hayatı başlayan 11 yaşındaki Veysel Sarı’yı ailesi de destekledi. İmkansızlıklar içerisinde büyüyen Sarı, antrenmanlara yürüyerek gidip geldi. En büyük hayali ve hedefi futbolculuk olan Veysel Sarı, bu sevdasından vazgeçmedi.
DİZ KAPAĞINDAN VURULDU
Bir yandan çalışan diğer yandan futbol hayatına devam eden Veysel Sarı, forvet mevkiinde oynarken Galatasaray’ın efsanesi Metin Kurt’un yönlendirmesiyle stoper olarak görev yapmaya başladı. Ancak Sarı, 16 yaşındayken talihsiz bir olay yaşadı. Okul çıkışı arkadaşlarıyla yürürken kimliği belirlenemeyen kişinin silahlı saldırısına uğradı. Diz kapağından vurulan Sarı, hastaneye götürülürken haberi alan anne ve babası da hemen yanına gitti.
‘BU ÇOCUK ARTIK YÜRÜYEMEZ’
İlk kontrolleri yapan doktor ailesine, ‘Bu çocuk artık yürüyemez’ dedi. Ailesi gözyaşı dökerken Veysel Sarı ise yürümeden nasıl hayatına devam edeceğini düşündü. Ancak bir süre sonra gittiği başka bir hastanenin doktoru Sarı’ya, tedaviyle yürüyebileceğini, hatta tekrar futbol oynayabileceğini söyledi. Pes etmeyen Sarı, yaklaşık 3 ay boyunca yoğun tedavi ve fizik tedavinin ardından iyileşip tekrar futbol oynamaya başladı.
20 YAŞINDA PROFESYONEL OLDU
En büyük hayali olan futbola odaklanan ve yaşadıklarıyla daha da hırslanan Veysel Sarı, kariyer basamaklarını tek tek çıkmaya başladı. Önce Beylerbeyi’ne transfer olan Sarı, gösterdiği üstün performansla 20 yaşındayken profesyonel sözleşmeye imza atarak o dönem Süper Lig’de oynayan Eskişehirspor’un kadrosuna katıldı. Burada gösterdiği başarının ardından sırasıyla Galatasaray, Kasımpaşa ve Antalyaspor’da forma giyen Veysel Sarı, 2 kez de A Milli Takım’ın formasını terletti.
ANTALYASPORUN’UN VAZGEÇİLMEZ OYUNCULARI ARASINDA
Başarılarıyla adından söz ettiren, Antalyaspor’un vazgeçilmez oyuncuları arasında yer alan Sarı, aynı zamanda takımın kaptanlığını yapıyor. Sarı, Süper Ligde 2 hafta önce Antalyaspor’un Kasımpaşa ile oynadığı karşılaşmada takımıyla 150’nci, Süper Lig’de ise 400’üncü maçına çıktı.
‘İLK DEFA ANNEMLE BABAMIN GÖZYAŞI DÖKTÜĞÜNÜ GÖRDÜM’
Süreçte yaşadıklarını Antalyaspor’un sosyal medya hesabında anlatan Sarı, “16 yaşımdayken kötü bir anı oldu benim için. Ayağımdan bir darbe aldım, diyelim. Ondan sonraki dönem benim için hem negatif hem pozitif oldu. Hastaneye gittiğimiz zaman babam ve annem doktorla konuştuklarında ben de oradaydım. Doktor babama ‘Çocuk bir daha yürüyemeyecek’ dedi. Yürüyemezsem hayatım nasıl devam edecek, diye düşündüm. İlk defa annemle babamın gözyaşı döktüğünü gördüm” dedi.
‘FİZİK TEDAVİDEN SONRA MAÇA ÇIKTIM, 2 GOL ATTIM’
Vurulmasının kendisini hem negatif hem pozitif etkilediğini belirten Veysel Sarı, “Hastanede yatarken doktor MR istedi. Sonuçları almaya giderken ben yürüyemiyordum. Annem, ağabeyim ve ben birlikte gittik. Doktor MR sonuçlarına bakarken ‘Ben de anlamadım ama şu an hiçbir şey yok ayağında. Yarın tedaviye başlasın, 3 ay sonra top oynayabilir’ dedi. Orada hayatım pozitife döndü. 3 aylık fizik tedaviden sonra maça çıktım ve 2 gol attım. O sene 35 karşılaşmaya çıktım” diye konuştu.
Last of Us serisinde medeniyetin sonunu getiren Cordyceps adlı mantar, bulaştığı kişiyi zamanla insan olmaktan çıkarıp farklı bir kimliğe sokar. Mantar, henüz yolun başındayken konağın kısmende olsa hala insana benzediği düşünülebilir. İlk günler, konağın yüzünde ya da vücudunun herhangi bir yerinde hastalığın tezahürüne, daha doğrusu bir mantar oluşumuna rastlanmaz. Sadece dökülen saçlar, ten rengi ve kan çanağı olan gözler gibi belirtiler söz konusudur.
Haftalar sonrasında vücudun çeşitli yerlerinde, özellikle de yüzünün bir kısmında mantar korkunç bir biçimde büyümeye başlar. Konağın içerisinde sanki yeşeren bir ağaç varmışcasına bir takım uzayan dallar görülür. Enfekte olan kişi, hastalığın kendisine verdiği şekil doğrultusunda her geçen saniye insan olmaktan uzaklaşır.
Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Çünkü Cordyceps’in yapacakları bununla da sınırlı kalmaz. Nitekim bu tedavisi olmayan müzmin hastalık yıllar sonra enfekte olanların yüzünde adeta bir çiçek gibi açılmaya başlayacaktır.
Cordyceps beyin enfeksiyonuna sebep olduktan sonra konağı bu aşamaya getirmesi yıllar sürer. Uzun bir süre mantara maruz kalan enfekteler ortalama bir insanı önemli ölçüde aşan bir güce sahip olur. Hastalık öylesine dehşet bir boyutta ilerlemiştir ki, çarpık ve yaralı bir yüzden geriye sadece pürüzlü dişlerden oluşan bir ağız bırakmıştır. Bu noktada konağın giymiş olabileceği kıyafetlerin çoğu genelde yırtılır çünkü her ne kadar mantar oluşumları konağın en çok yüzünde ortaya çıksa da, bir o kadar da bütün vücudunu kaplayan plakalar oluşturur. Ancak yazının başında da söylediğim üzere enfekte olan kişinin vücudunda oluşan bu şeyler gün geçtikçe daha da büyüyecek, insan gibi görünmesine dair hiç bir olanak bırakmayacaktır.
Kısaca vücudun çeşitli yerlerinde beliren bu çıkıntılar hastalığın bir sonraki evresinin (Bloater) erken aşamasıdır. Aynı zamanda enfeksiyonun bu evresi konağı canlı tutmak ve hastalığı daha fazla yayabilmek adına oldukça önem taşır. Vücudun birçok bölgesinde ortaya çıkan şeyler tabiri caizse bir zırh görevi görür. Dolayısıyla yeterince güçlü bir silahınız yoksa bir takırdayanı (ya da tıkırdayanı) kafasından dahi vurmanız istenilen sonucu vermeyecektir.
Fiziksel olarak böylesine ölümcül olmalarına rağmen aslında bütün takırdayanlar kördür. Mantar, ağız bölgesi hariç komple bütün bir yüzü kapattığı için göremezler. Fakat bu onlar tarafından fark edilmediğiniz anlamına da gelmez çünkü mantar yüzünden oluşan görme kaybı yerine, muazzam boyutta işitsel bir duyum kazanmışlardır. Çevresinde olan en ufak bir sesi rahatlıkla duyar ve gayet saldırgan bir biçimde hedefine doğru koşmaya başlar.
Ya da başka bir deyişle; en ufak bir tıkırtı sesi, onları takırdatacaktır…
Son derece tehlikeli olan takırdayanlar, koşucular ve izcilere kıyasla çok daha agresiftirler. Hastalık artık tamamen kendilerini bilinçsiz gibi gösterse de yine de bir zeka sahibi oldukları aşikardır. Avlarının yanlarında koştuğunu fark ederlerse o alanı asla terk etmezler ve hedeflerine ulaşana dek mevcutta yer alan her bir karışı kontrol ederler. Bununla birlikte doğrudan önlerinde olmadıkça ya da hareketsiz bir pozisyonda olunduğu sürece farkındalıkları yoktur. Bazı kaynaklar takırdayanların yüzü bir megafon şeklinde olduğu için ses kaynağının en iyi alınabildiği yerin takırdayanın kendi önü olduğunu söyler. Bu görüşe göre doğrudan önlerindeyken ses çıkarmak, takırdayanın başka bir yönünde ses çıkarmaktan çok daha ölümcüldür.
HBO Dizisi The Last of Us’taki Clicker’lar
Hiç şüphesiz Last of Us serisinde takırdayan evresinin ayrı bir yeri vardır. Sanırım bu yüzden HBO yapımı uyarlamada hemen ikinci bölümde bu evre işlenmiş. Oyundaki hikaye ile hemen hemen aynı düzlemde olan sahneler, bu evrenin ne denli tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor. Bu sahneler Ellie için bir noktada yeni bir keşif, Joel ve Tess için ise bir kabus oluyor.
Last of Us Serisine Gönderme Yapan Oyunlar
Last of Us serisinin olmazsa olmazı denilebilecek takırdayan evresine karşı bir çok popüler yapımda bir nevi saygı duruşu yapmıştır. En bilinen referanslardan birisi hikaye tabanlı Life is Strange adlı serinin ikinci oyunudur. Oyundaki ana karakterlerden birisi mantar bulaşan bir ağaca bakıp tıpkı bir takırdayan gibi der. Saygı duruşu dediğim yer ise bu diyalogtan sonra diğer çocuğun takırdayan sesleri çıkarmasıdır.
Bir diğer referans Dying Light serisinin ilk oyununda karşımıza çıkar. Oyunun bir bölümünde asansörden çıkan arkadaş her ne kadar bir sonraki evre olan şişkinler gibi iri cüsseli bir zombi de olsa kafa şekli yüzünden tıpkı bir takırdayan gibi bir izlenim bırakır.
The Last of Us’ta Salgının İlk Evresi – Runner’lar Kimlerdir?
The Last of Us’ta Salgının İkinci Evresi – Stalker’lar Kimlerdir?
Son olarak takırdayanların oyunlardan ziyade çizgifilmlere de konu olmuşluğu vardır.
Gumball adlı çizgi filmin parazit isimli bölümünde bir sahne bulunur. Hatta zombi şeklinin bir video oyunundan aldığından dahi bahsedilir.
Kabaca takırdayan deyip geçmeyin. Bu evrenin oyun içerisinde popüler olduğu kadar globalde de ün yapmış bir evre olduğu tartışılmaz bir gerçektir diyerek bir yazının daha sonuna gelmiş bulunduk. Okuduğunuz için teşekkürler!
Ayrıca bu yazıyı video olarak izlemek isterseniz o da hemen aşağıda:
Marvel Sinematik Kozmosu 30 sineması aşkın yükü altında gözle görülür bir formda ezilmeye, genel kitle vaktinde büyük bir coşkuyla keşfettikleri yepisyeni bir dünyayı eskitmeye başladı. Kimsenin sinemasının fragmanı çıkana kadar ismini duymadığı markalarla milyonlarca dolar gişe yapan cihan, eşek üzere çalıştırıp az para verdiği CGI işçilerinin fazla mesai süsleyip püslemelerine karşın izleyicileri tatmin etmez, bütçesini amorti edemez bir hale geldi. Disney Plus’a içerik basma gerekliliği sinematik cihan makinasının dişlilerini kötü aşındırdı, en başta DC’nin yaptığı daha düşük kalite sinemalar ortamı güzel sulandırdı; The Boys gerçeği üstün kahramanlara müspet bakış açımızı sağlam bombaladı. Tekrar de biz birtakım insan, o önden ismi sanı bilinmeden birinci kere sinema salonlarında karşımıza çıkıp içimize işleyen bir serinin, Guardians of the Galaxy’nin çift rötarlı vedasını bekliyoruz.
Ağlamıyorum gözüme rakun tüyü kaçtı
Tabii bu veda yalnızca Guardians of the Galaxy’nin vedası olmayacak. Yüksek meblağlara karşı ekibe transfer olan James Gunn da “bu Guardians ekibinin” MCU sahnesinden inişiyle Kevin Feige’nin buyruğundan ayrılıp temelli olarak DC formasını geçirecek üzerine. Lakin gitmeden kozmosta olmasa bile izleyicisi üzerinde tesirini bırakmak istiyor üzere duruyor. Her ne kadar “En çok yapmak istediğim, en şad olduğum proje The Suicide Squad” demiş olsa bile ismini dillerimize dolayan, disfonksiyonel ailelerden fırlayıp gelenlerimize elin atarlı rakunuyla empati kurduran GotG’un yeri kalbinde illa başka olsa gerek. En büyük başarılarından birisi o rakunu ciddiye almamızı sağlamakken, tam da Rocket Raccoon’un öyküsünü anlatmak için vaktinde 3-5 toplumsal medya paylaşımı için kovulduğu Marvel Studios kapısından son bir sefer girmiş James Gunn.
İşte bunu öğrenmek benim için değişik oldu. Endgame’de farklı bir vakit çizgisinden gelen öbür Gamora ile kendi tanıdığı, bildiği sevdiceğini kaybeden bizim Peter ortasındaki romantizmin yine oluşumuna ve Infinity Saga boyunca gözlerimizin yollarda aradığı Adam Warlock’un nihayet teşrifine odaklanacağını düşünüyordum sinemanın. Guardians ile birinci tanışmamızın üzerinden geçen 9 yılın akabinde Groot da nihayet tekrar yetişkinliğe adımını atacak, bu da sinemanın bonusu olacaktı. Bunlar zati olacakken sinemanın temel olayının vaktinde doğal ömrünün çok da uzun olmadığını kendi ağzıyla söyleyen Rocket’in kıssasını işin içine zevcesi su samuru Lylla’yı da katarak kapatmak olması benim beklemediğim lakin tam da James Gunn’dan beklenecek bir hareket.
Superman’in mirasından evvel Guardians’ın mirası
Hakkının verilmesi gereken kıymetli konuların sayısı bu halde ikiden üçe çıkınca, “Film çok şişer mi?” korkusu da insanın içinde yeşeriyor haliyle. Malum çizgi romanlar uzun form bir anlatım kullanırken sinema sinemaları kısa, öz ve isabetli olmak zorunda. İki medyum ortasındaki geçişler düzgün yapılamadığında da uzun tutulduğu halde kelamını yerinde edemeyen sinemalar karşımıza çıkabiliyor. Guardians of the Galaxy Vol. 3 de 2 saat 29 dakikalık müddetiyle nispeten uzun Marvel sinemalarından olacak. Lakin James Gunn kendi ağzıyla garanti veriyor “Tek bir saniyesi bile boşa gitmeyecek; yağı yok, kemiği yok” diyerek. Sinemanın test gösterimlerinde çok olumlu yansılar almış olması da haklılığını ispatlar üzere.
Guardians of the Galaxy Vol. 3’ü 2017’den bu yana bekliyoruz. Pandemisiydi, James Gunn’ın Disney’den kovulup geri gelmesiydi derken sinemayla kavuşmamız haddinden fazla uzun sürdü. Bu kadar vakitte serinin gazı biraz azaldı, genel izleyici kitlesinin üzerine çöken Marvel yorgunluğu da gişesinden net yiyecek. Lakin kendi adıma konuşursam, Doctor Strange 2’nin ağzımda bıraktığı makûs tat ve kalitesiz hizmet sunulduğu halde olanca süratiyle artan bilet fiyatlarına karşın bir Marvel sineması beni sinemaya sokacaksa, o sinema GotG Vol. 3 olacak. Ayrıyeten “bilip sevdiğimiz MCU” için bir kapanış sineması olarak da Endgame’i değil, yeniden GotG Vol. 3’ü kabul edeceğim sanıyorum. Sonrasında Feige bir biçimde rotayı düzeltmezse, daima birlikte DC sularına kayarız diyorum.
Hi Evolutionary?
Ronan ve Ego’nun akabinde, üçlemenin final berbatı de Thanos ve Galactus’un yanına pembeli morlu bir öteki cani olan High Evolutionary olacak. Çizgi romanlarda esasen bir insan olan ve kafayı deney yapmakla, yapay yoldan evrim hızlandırmakla bozan High Evolutionary’nin sinemada çok öbür ve tahminen de kozmik bir kökene sahip olması mümkün, çünkü James Gunn çizgi romandan aldığı öğeleri apayrı formlarda kullanmayı seviyor. Esasen tekrar bir şeylerini değiştirdiğini ve High Evolutionary’yi sinemada Rocket Raccoon’un yaratıcısı olarak kurguladığını fragmanlarda görebiliyoruz. Rocket’in hakkında “Bir şeyleri mükemmelleştirmek üzere bir kederi yoktu, halihazırda aldıkları halden nefret ediyordu sadece” dediğini görüyoruz. Bundan ve James Gunn’ın kıssalarını yazarken ailevi sorunlara odaklanmayı pek sevmesinden yola çıkarak High Evolutionary’yi çok denetimci bir ebeveyn üzere kurgulayacağı iddiasında bulunabiliriz. Chukwudi Iwuji’nin hızını gösterebilmek ismine olağanda robot üzere bir tipi olan karakteri sinemada, hızına etten bir maske geçirmiş üzere tasarlamalarına şapkamızı da çıkardık mı, sinemaya tam manasıyla hazırız demektir.