PrizmaBetGüncelGirişAdresiHızlıveGüvenilirErişim!

Oyun Terapisi Nedir?

Için bilgi mi arıyorsunuz? Oyun Terapisi Nedir? makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Çocuklarda görülen davranışsal, duygusal bozuklukların ve ruhsal rahatsızlıkların bu alanda eğitim almış uzman kişilerce oyun ve oyuncaklarla iyileştirilmesidir.

Oyun terapisi Amerika merkezli Oyun Terapisi Derneği’nin (Association far Play Therapy) sitesinde; “Eğitimli oyun terapistlerinin, danışanların psikososyal sorunları engellemelerine ya da çözmelerine, ideal büyüme ve gelişimi gerçekleştirmelerine yardımcı olmak amacıyla oyunun terapötik gücünden yararlandıkları ve kişiler arası bir süreç tesis etmek için kuramsal bir modelin sistemli bir biçimde kullanılması” olarak tanımlanmıştır.

İngiltere merkezli Oyun Terapisi Derneği (British Association far Play Therapist) ise; “Çocukların davranışlarını değiştirmede, özgüvenlerini geliştirmede, sağlıklı ilişkiler kurmasında çocuklara yardımcı olan etkili bir terapi” şeklinde tanımlamıştır.

Oyun Terapisinin Tarihi Süreci

-Freud “terapötik oyun” ifadesiyle ilk bahseden kişidir. Teknik olarak kullanan ilk kişi ise Anna Freud’dur.

-Psikanalizden kaynaklanan oyun yaklaşımlarından sonra ikinci ana gelişme David Levy’nin geliştirdiği “salınım boşaltım terapi (release therapy)” tekniğidir.

-Üçüncü önemli akım Jesse Taft ve Frederic Allen tarafından ilk çalışmaların yapıldığı İlişki Merkezli Oyun Terapileri’dir.

-Kuklanın psikoterapide ilk kullanımı 1935’li yıllarda Bender ve Waltman tarafından yapılmıştır.

-Dora Kalff, geliştirdiği tekniğe Kum Terapisi adını vermiştir.

-1960’lı yıllarda Virginia Axline, Yönlendirmesiz Oyun Terapisi’ni geliştirmiştir.

-Ann Jernberg ve asistanı Phyllis ise Theraplay yöntemini geliştirmiştir.

-1970’li yıllara gelindiğinde Viola Brody, Gelişimsel Oyun Terapisi’ni geliştirmiştir.

-1990’lı yıllarda ise önemli gelişmeler yaşanmıştır. Gary Landreth Çocuk merkezli Oyun Terapisi’ni, Byron Norton ve Carol Norton Deneyimsel oyun Terapisi’ni, Susan Knell ise Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi’ni geliştirmiştir.

-2000’li yıllarda ise Terry Kotman Adlerian Oyun Terapisi’ni geliştirmiştir.

Çocuklarda Neden Oyun Terapisi?

Çocuklar kendilerini kelimelerle ifade etmekte zorlanırlar. Çünkü hem kelime hazneleri dardır hem de sözel ifadeyi gerektiren bilişsel süreçleri gelişim aşamasındadır. Yetişkinler için konuşmak neyse çocuklar için de oynamak odur.

Çocuk Merkezli Oyun Terapisi kurucusu Garry Landreth: “Kuşlar uçar, balıklar yüzer ve çocuklar oynar.”sözü ile bu durumun doğallığını bizlere anlatmıştır.

Yine, Garry Landreth: “Oyun çocuğun dili, oyuncaklar ise kelimeleridir.” sözü ile çocukların oyuncakları kullanarak iç dünyalarını oyuna yansıttıklarını ve oyuncaklar yoluyla iç dünyalarındaki karmaşayı çözebildiklerini bizlere eşsiz üslubu ile anlatmıştır.

Hangi Yaş Grubunda Oyun Terapisi Kullanılabilir?

02-12 yaş aralığındaki çocuklarda kullanıldığı kabul görür. Sembolik oyunun (mış gibi oynama) başladığı 18-24 ay civarından bilişselliğin ön plana çıkmaya başlayıp oyun oynamadan uzaklaşıncaya kadar, genelde erkeklerde 10-12 kızlarda 9-11 yaşa kadar uygulanabilir.

İçinizdeki Çocuk Yaşadıkça İse Hayat Boyu…

Oyun Terapisi Hangi Durumlarda Kullanılır?

Oyun Terapisi ile çalışılabilecek birçok durum ve bu terapiden faydalanabilecek birçok çocuk grubu vardır. Aşağıda bunlara örnekler verilmiştir:

-Ağlama Krizleri

-Aşırı Öfke ve Saldırganlık

-Aile İçi Çatışmalar

-Boşanma Sonrası Adaptasyon

-Okula Uyum Problemleri

-Ayrılık Kaygısı ve Bağlanma Problemleri

-Tırnak Yeme ve Parmak Emme

-Emzik Bırakamama

-Alt Islatma/Kaka Tutma

-Kardeş Kıskançlığı

-Yas ve Travma

-Özgüven ve Çekingenlik

-Korku ve Kaygı

-Evlat Edinilme

-Uyku ve Yeme Bozuklukları

-Sosyal Beceri Sorunları

-Çocukluk Mastürbasyonu

-Uyum Problemleri

-Davranış Problemleri

-Duygusal Problemler

Oyun Terapisi Çocuklara Nasıl Faydalar Sağlar?

Oyun Terapisi ile elde edilen faydaların çeşitliliği ve kapsamı değişkenlik gösterebilir. Örneğin çocukların yaşları, yaşadıkları sorun ve terapistin uyguladığı yöntem bu farkları oluşturan faktörlerdendir.

Her çocuğun kendine özgü ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda elde ettikleri faydalarda birbirlerinden farklı olabilir. Ancak Oyun Terapisi ile elde edilebilecek faydalara genel olarak aşağıdakiler örnek olarak verilebilir:

-Duygularını tanırlar ve doğru şekilde ifade etmeyi öğrenirler -Özgüvenleri güçlenir

-İhtiyaçlarını doğru ifade etmeyi öğrenirler

-Olumsuz duygularını kontrol etmeyi öğrenirler

-Sorumluluk bilinçleri gelişir

-Kurdukları oyunlarla sorunlarını yeniden yapılandırırlar ve farklı bakış açısıyla bakabilir hale gelirler

-Başa çıkma yöntemlerini güçlendirip geliştirirler

-Sosyal becerileri gelişir

-Korku ve kaygılarının üstesinden gelebilirler

Oyun Terapisi Etkinliği Nasıl Artırılabilir?

-Oyun Terapisi görüşmelerine çocuğun düzenli katılımı sağlanmalıdır.

-Terapi çıkışında çocuğa neler yaptığı sorulmamalıdır. Sorulan sorular ve açıklama yapma gereği hissetmesi çocuk üzerinde baskıya neden olabilir.

-Çocuk yönlendirilmemeli veya hızlanması için acele ettirilmemelidir. Çocuk kendini hazır hissettiğinde istediği konuyu kendi hızıyla terapi içerisinde çalışmaya başlar.

-Çocuğunuz hakkında anlatmak veya sormak istediklerinizi terapiste çocuğunuzun yanında sormayın. Sorularınız ve anlatmak istedikleriniz için ayrı bir ebeveyn görüşmesi gerçekleştirilmelidir.

-Terapide sağlatım sürecine girmeden önce çocuğun sorunlarında artış görülmesi normaldir. Sakin kalınmalı, çocuğun süreci yarım bıraktırılmamalı ve akla takılan sorular çekinmeden terapiste sorulmalıdır.

Psikodinamik Terapi: Tarihçesi, Yöntemleri, Faydaları, Özellikleri ve İnsana Bakış Açısı

Için bilgi mi arıyorsunuz? Psikodinamik Terapi: Tarihçesi, Yöntemleri, Faydaları, Özellikleri ve İnsana Bakış Açısı makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Tarihçesi ve Kökenleri:

Psikodinamik terapi, Sigmund Freud’un 19. yüzyıl sonlarında geliştirdiği psikanaliz teorilerine dayanan bir terapi yaklaşımıdır. Freud, insan zihninin bilinçdışı süreçlerle şekillendiğini ve geçmişte yaşanan deneyimlerin, özellikle çocukluk döneminin, bireyin davranışları ve duygusal tepkileri üzerinde derin bir etkisi olduğunu öne sürdü. Psikodinamik yaklaşım, zamanla Freud’un psikanalitik kuramından evrilerek daha modern ve kısa süreli terapötik uygulamalara dönüştü. 20. yüzyıl boyunca Carl Jung, Alfred Adler ve Melanie Klein gibi isimler de bu yaklaşımı geliştirdiler.

Nasıl Oluştu?

Psikodinamik terapi, kişinin geçmişte yaşadığı deneyimlerin bugününü nasıl etkilediğini anlamaya odaklanır. Temel varsayımı, insanların içsel çatışmalarının, özellikle bilinçdışı düzeyde yaşananların, zihinsel ve duygusal sağlık sorunlarına yol açabileceğidir. Freud’un geliştirdiği klasik psikanalizden farklı olarak, modern psikodinamik terapi daha kısa süreli ve daha odaklıdır. Terapi sürecinde, bilinçdışı düşünceler, savunma mekanizmaları ve içsel çatışmalar ortaya çıkarılarak çalışılır.

Psikodinamik Terapinin Özellikleri:

  1. Bilinçdışına Odaklanma: Psikodinamik terapi, bireyin bilinçdışındaki düşünceler, arzular ve duygular üzerine yoğunlaşır. Terapide, bilinçli olarak farkında olunmayan bu süreçler ortaya çıkarılır.

  2. Geçmiş Yaşantılar ve Çocukluğun Önemi: Bireyin çocukluk deneyimlerinin ve erken yaşlarda oluşan ilişkilerinin bugünkü psikolojik durumu üzerinde büyük etkisi olduğuna inanılır. Terapide bu erken deneyimlerin izleri incelenir.

  3. Aktarım ve Karşı Aktarım: Terapötik ilişki, danışanın geçmiş ilişkilerindeki duygularını ve dinamiklerini yansıttığı bir yer olarak görülür. Bu yansıma (aktarım), terapist ile danışan arasında gelişen duygusal etkileşimlerle ortaya çıkar. Terapist de bu süreçteki kendi duygularını (karşı aktarım) kullanarak danışanın iç dünyasına dair içgörüler geliştirir.

  4. Savunma Mekanizmaları: Kişilerin bilinçdışını korumak için kullandıkları savunma mekanizmaları (örneğin bastırma, inkar, yansıtma) analiz edilir. Bu mekanizmalar, bireyin duygusal süreçlerine nasıl zarar verdiği üzerine çalışılır.

  5. Uzun Süreli ve Derinlemesine Çalışma: Psikodinamik terapi, kısa vadeli çözümlerden çok, uzun süreli ve derinlemesine değişimlere odaklanır. Bireyin zihinsel ve duygusal süreçlerinin karmaşıklığına yönelik bir anlayış geliştirmek için zaman ve derin analiz gerekir.

  6. Kişinin İç Dünyasına Odaklanma: Psikodinamik terapi, dış dünyadaki davranışlardan ziyade, bireyin iç dünyası, düşünceleri, fantezileri ve duygusal süreçleri üzerine odaklanır. Bu şekilde, bireyin içsel çatışmalarının farkına varılması sağlanır.

İnsana Bakış Açısı:

Psikodinamik terapinin insana bakış açısı, insanı karmaşık ve çok katmanlı bir varlık olarak ele alır. Bu bakış açısının temel noktaları şunlardır:

  1. Bilinçdışı Süreçlerin Etkisi: Psikodinamik yaklaşıma göre, insanların düşünceleri, duyguları ve davranışları büyük ölçüde bilinçdışı süreçlerden etkilenir. Bireyler genellikle bu süreçlerin farkında değildirler ve davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu göremezler. Bilinçdışı, bireyin arzularını, korkularını ve bastırılmış anılarını barındırır.

  2. İçsel Çatışmalar: İnsan, farklı duygusal ihtiyaçlar, arzular ve sosyal beklentiler arasında sık sık içsel çatışmalar yaşar. Psikodinamik terapi, bu çatışmaların farkına varılması ve çözümlenmesi gerektiğini vurgular. Çatışmalar genellikle bilinçdışı düzeyde olup, bireyin ruhsal dengesi üzerinde derin bir etki yaratır.

  3. Geçmişin Bugün Üzerindeki Etkisi: Psikodinamik terapi, bireyin geçmişte yaşadığı deneyimlerin, özellikle çocukluk dönemindeki ilişkilerinin, bugünkü düşünce ve davranış kalıplarını büyük ölçüde şekillendirdiğine inanır. Çocukluk döneminde yaşanan travmalar, ihmal ya da yoğun duygusal bağlar, yetişkinlikteki psikolojik sorunların temelini oluşturabilir.

  4. Savunma Mekanizmalarının Önemi: İnsan zihni, bilinçdışı düzeyde acı verici duygulardan ve içsel çatışmalardan korunmak için savunma mekanizmaları geliştirir. Bu mekanizmalar, bireyin ruhsal bütünlüğünü koruma amacıyla kullanılsa da uzun vadede işlevsiz hale gelebilir. Psikodinamik terapi, bu savunma mekanizmalarını inceleyerek, bireyin duygusal ve zihinsel sağlığı üzerindeki etkilerini anlamaya çalışır.

  5. Kendini Gerçekleştirme Arzusu: Psikodinamik yaklaşıma göre, insanlar içsel potansiyellerini gerçekleştirme ve daha derin bir kendini anlama arayışı içindedirler. Bu süreç, kişinin içsel çatışmalarının, bilinçdışı arzularının ve geçmişle yüzleşmesinin ardından mümkün hale gelir. Terapide, bu süreçler çözülerek bireyin daha bütünsel ve sağlıklı bir yaşam sürmesi hedeflenir.

  6. İlişkilerin Rolü: Psikodinamik terapi, bireyin ilişkilerini ve bu ilişkilerin kişinin ruhsal sağlığı üzerindeki etkilerini derinlemesine inceler. İnsanların geçmiş ilişkilerinden taşıdıkları duygusal yükler, bugünkü ilişkilerine yansıyabilir ve bu durum psikolojik sorunlara yol açabilir. Terapide, bu dinamikler üzerinde çalışılarak daha sağlıklı ilişkiler kurmanın yolu açılır.

Başlıca Yöntemler:

  1. Serbest Çağrışım: Danışan, aklına gelen her şeyi özgürce paylaşır. Bu, terapistin bilinçdışı düşünce ve duyguları keşfetmesine yardımcı olur.

  2. Rüya Analizi: Danışanın rüyaları, bilinçdışı süreçlerin bir yansıması olarak ele alınır ve rüyaların anlamı incelenir.

  3. Savunma Mekanizmaları: Kişinin bilinçdışını korumak için geliştirdiği savunma mekanizmaları incelenir ve bunların nasıl işlevsiz hale geldiği üzerinde durulur.

  4. Aktarım ve karşı aktarımın çalışılması: Danışan ve terapist arasında oluşan ilişki, danışanın birçok ilişki örüntüsünü aktarabileceği ve tekrar tekrar yaşayabileceği bir başka alandır. Bu alanı terapist ile çalışıyor olmak aktarımın çalışabilmesiyle davranış ve ilişkisel örüntülerin çözümlenmesine yardımcı olur.

Kimler İçin Uygundur?

Psikodinamik terapi, içsel dünyası üzerinde derinlemesine çalışmak isteyen bireyler için uygundur. Genellikle şu gruplar için tavsiye edilir:

  • Kendini daha iyi anlamak isteyenler: Özellikle kim olduklarını ve neden belirli şekillerde tepki verdiklerini keşfetmek isteyen bireyler.

  • Duygusal Sorunlar Yaşayanlar: Depresyon, kaygı, öfke, yas gibi yoğun duygusal deneyimlerle başa çıkmakta zorlanan kişiler için uygundur.

  • Bilinçdışı Çatışmalar yaşayanlar: Geçmiş travmalar, çocukluk deneyimleri veya farkında olunmayan içsel çatışmaların etkisi altında olduğunu hisseden kişilerde etkili olabilir.

  • Kendilik Algısı Sorunları: Özgüven eksikliği, kimlik sorunları veya kendine dair olumsuz düşüncelerle mücadele eden kişi
    lerde kullanılır.

  • İlişki Problemleri: Geçmişten gelen travmaların veya ilişkilerde tekrar eden sorunların çözülmesi için çiftler veya bireyler bu terapiden faydalanabilir.

  • Savunma Mekanizmalarını Keşfetmek İsteyenler: Kişiler, savunma mekanizmalarını tanımak ve bu mekanizmaların hayatlarına nasıl yön verdiğini anlamak istiyorlarsa psikodinamik terapi bu konuda yardımcı olabilir.

  • Kronik Sorunlarla Baş Edenler: Uzun süreli psikolojik sorunlar yaşayan ve bu sorunların kökenini daha derin bir şekilde anlamak isteyen kişilerde uygundur.

Madde bağımlılığı nedir nasıl tedavi edilir?

*Madde Bağımlılığı Nedir?* Madde bağımlılığı, bireylerin uyuşturucu, alkol, tütün veya reçeteli ilaç gibi maddeleri sürekli kullanmaları sonucu fiziksel ve psikolojik bağımlılık geliştirmesidir. Bu durum, kişinin hayatını olumsuz etkileyerek sağlık, ilişkiler ve iş hayatında sorunlar yaratır. Bağımlılık kontrolsüz kullanım, maddeye karşı tolerans geliştirme ve yoksunluk belirtileriyle karakterizedir. *Etkileri:* 1. *Fiziksel:* Beyin hasarı, bağışıklık sistemi zayıflığı, organlara zarar ve yoksunluk belirtileri. 2. *Psikolojik:* Depresyon, anksiyete, psikoz ve duygusal dengesizlikler. 3. *Sosyal:* İlişkilerde bozulma, iş ve akademik sorunlar, yasal problemler. *Tedavi Yöntemleri:* Madde bağımlılığı tedavisinde psikolojik destek önemlidir. Tedavi süreçleri arasında psikoeğitim, bilişsel davranışçı terapi, motivasyonel görüşme, başa çıkma becerileri eğitimi, grup terapisi, aile terapisi, relaps önleme ve mindfulness teknikleri yer alır.

Madde Bağımlılığı Nedir?

Madde bağımlılığı, bireylerin bir maddeyi tekrarlayan şekilde kullanmaları sonucunda fiziksel ve psikolojik bağımlılık geliştirmesi durumudur. Bu maddeler genellikle uyuşturucu, alkol, tütün veya bazı reçeteli ilaçlar olabilir. Madde bağımlılığı, bireyin günlük yaşamını olumsuz etkiler ve zamanla kişinin sağlık, ilişkiler ve iş hayatında büyük sorunlara yol açabilir.

Madde bağımlılığının karakteristik özellikleri arasında kontrolsüz kullanım, madde kullanımına devam etme isteği, olumsuz sonuçlara rağmen kullanımın sürdürülmesi ve maddeye karşı tolerans geliştirilmesi yer alır. Tolerans, kişinin aynı etkiyi elde etmek için zamanla daha fazla madde kullanması gerektiği anlamına gelir. Ayrıca, birey maddeyi bıraktığında fiziksel ve psikolojik yoksunluk belirtileri yaşar.

Madde Bağımlılığının Etkileri

Madde bağımlılığının etkileri geniş kapsamlıdır ve bireyin tüm yaşam alanlarını etkiler. Bu etkiler, kullanılan madde türüne, kullanım sıklığına, süresine ve bireyin genel sağlık durumuna bağlı olarak değişir. Genel olarak, madde bağımlılığının etkileri aşağıdaki kategorilere ayrılabilir:

Fiziksel Etkiler:

Beyin ve Sinir Sistemi: Madde bağımlılığı, beyin kimyasını değiştirir ve sinir sisteminin işleyişini bozar. Bu, hafıza problemleri, karar verme yeteneğinde bozulma, dikkat ve konsantrasyon eksikliği gibi bilişsel sorunlara yol açabilir. Özellikle uzun süreli kullanımda, kalıcı beyin hasarları oluşabilir.
Bağışıklık Sistemi: Bağımlılık, bağışıklık sistemini zayıflatır, bu da bireyi enfeksiyonlara ve hastalıklara karşı daha duyarlı hale getirir.
Organlar Üzerindeki Etkiler: Alkol veya uyuşturucu kullanımı, karaciğer, böbrek, akciğer ve kalp gibi hayati organlara zarar verebilir. Örneğin, alkol karaciğer sirozu gibi ciddi hastalıklara yol açabilirken, uyuşturucular kalp krizine, solunum problemlerine neden olabilir.
Yoksunluk Belirtileri: Birey maddeyi bırakmaya çalıştığında, titreme, terleme, bulantı, kusma, kas ağrıları, uyku bozuklukları, sinirlilik ve depresyon gibi fiziksel belirtiler ortaya çıkabilir.
Psikolojik Etkiler:

Depresyon ve Anksiyete: Madde bağımlılığı genellikle depresyon, anksiyete bozukluğu ve diğer ruh sağlığı sorunları ile ilişkilidir. Maddeler, bireyin duygusal durumunu geçici olarak iyileştirebilir, ancak uzun vadede daha derin psikolojik sorunlara neden olur.
Psikoz ve Halüsinasyonlar: Bazı maddeler, özellikle halüsinojenler, psikotik belirtiler ve halüsinasyonlar gibi ciddi zihinsel bozukluklara yol açabilir.
Duygusal Dengesizlik: Madde kullanımı sırasında bireyin duygu durumunda ani ve yoğun değişiklikler meydana gelebilir. Öfke patlamaları, saldırganlık, kaygı ve aşırı neşe gibi uç duygu durumları gözlenebilir.
Sosyal ve Davranışsal Etkiler:

İlişkilerde Bozulma: Madde bağımlılığı, aile ilişkilerini, arkadaşlıkları ve romantik ilişkileri büyük ölçüde olumsuz etkileyebilir. Kişinin sorumluluklarını yerine getirmemesi, yalan söylemesi ve sosyal izolasyon eğilimi, ilişkilerde çatışmalara neden olur.
İş ve Akademik Hayatta Sorunlar: Madde bağımlılığı, bireyin iş performansını düşürür, devamsızlık sorunlarına ve işten çıkarmalara yol açabilir. Benzer şekilde, öğrenciler için akademik başarıda düşüşe neden olur.
Suç ve Hukuki Sorunlar: Madde bağımlılığı olan bireyler, yasa dışı madde satın almak veya kullanmak gibi eylemler nedeniyle yasal sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. Ayrıca, hırsızlık gibi suçlara karışma olasılıkları da artar.
Madde Bağımlılığının Psikolojik Tedavisi:

Madde bağımlılığının tedavisinde psikolojik yaklaşım oldukça önemlidir. Psikologlar, bireyin madde bağımlılığını yenmesi ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemesi için çeşitli terapi yöntemleri kullanır. Tedavi süreci, genellikle kişiye özgü bir plan doğrultusunda ilerler ve şu aşamaları içerebilir:

Psikoeğitim:

İlk aşamada, psikolog bireye madde bağımlılığının fiziksel ve psikolojik etkilerini, bu bağımlılığın beyinde nasıl bir süreçle oluştuğunu açıklar. Bireyin madde kullanımıyla ilgili farkındalık geliştirmesi, tedaviye motive olmasını sağlar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):

Bilişsel Davranışçı Terapi, madde bağımlılığının tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. BDT, bireyin madde kullanımıyla ilgili otomatik düşüncelerini, yanlış inançlarını ve olumsuz davranış kalıplarını keşfetmeyi hedefler. Psikolog, bireye bağımlılığa yol açan tetikleyicileri tanımayı, başa çıkma stratejileri geliştirmeyi ve alternatif davranışlar öğrenmeyi öğretir.
Kişi, madde kullanma isteği geldiğinde ne yapabileceğini öğrenir, duygusal regülasyon ve stresle başa çıkma becerileri geliştirilir.
Motivasyonel Görüşme (MG):

Bu terapi yaklaşımı, bireyin maddeyi bırakmaya yönelik içsel motivasyonunu artırmayı amaçlar. Motivasyonel görüşmede psikolog, kişinin değişim için hazır olup olmadığını anlamaya çalışır ve bireyi bu yönde cesaretlendirir. Maddeyi bırakmanın avantajlarını ve hayatına nasıl olumlu katkılar sağlayacağını anlaması sağlanır.
Başa Çıkma Becerileri Eğitimi:

Bağımlılıkla başa çıkmada etkili bir başka yöntem, bireye stresle başa çıkma ve problem çözme becerilerini öğretmektir. Psikolog, bireye madde kullanımına yol açan stresli durumlarda nasıl hareket edeceğini, öfkesini ve kaygısını nasıl yöneteceğini öğretir. Kişi, sosyal destek sistemini güçlendirmeyi ve zorlayıcı duygusal anlarda başvurabileceği sağlıklı yöntemleri öğrenir.
Grupla Psikoterapi:

Grup terapisi, bireyin yalnız olmadığını fark etmesi ve diğer bağımlılarla empati kurabilmesi açısından önemlidir. Bu terapilerde, bireyler deneyimlerini paylaşır ve birbirlerinden destek alırlar. Aynı zamanda, grup içerisinde güvenli bir ortamda yeni başa çıkma stratejileri öğrenirler.
Aile Terapisi:

Madde bağımlılığı, sadece bireyi değil, aynı zamanda aileyi de etkiler. Aile terapisi, bireyin aile üyeleriyle ilişkilerini onarmasına yardımcı olur. Bu terapi türü, bağımlının iyileşme sürecinde aile üyelerinin nasıl destek olabileceği konusunda rehberlik sağlar.
Relaps (Nüks) Önleme:

Relaps, yani madde kullanımına geri dönme, bağımlılık tedavisinde sık karşılaşılan bir durumdur. Psikologlar, bireylere relaps risklerini tanımayı, bu risklere karşı hazırlıklı olmayı ve nüksü önlemeye yönelik stratejiler geliştirmeyi öğretirler. Relaps önleme, tedavinin uzun vadede başarılı olabilmesi için kritik bir aşamadır.
Mindfulness ve Meditasyon Teknikleri:

Mindfulness ve meditasyon, bireylerin stresle başa çıkmalarına ve duygusal farkındalıklarını artırmalarına yardımcı olabilir. Bu teknikler, bireyin anı yaşamasına, düşüncelerini ve duygularını fark etmesine yardımcı olarak madde kullanma isteğiyle daha bilinçli bir şekilde başa çıkmasına olanak sağlar.
Sonuç:

Madde bağımlılığı karmaşık ve çok boyutlu bir sorundur. Bireyin fiziksel, psikolojik, sosyal ve davranışsal boyutları üzerinde derin etkiler bırakır. Bu nedenle, tedavi süreci de aynı derecede kapsamlı olmalıdır. Psikologlar, bireyin bağımlılığı yenmesi ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için bilişsel, davranışsal ve motivasyonel stratejilerden yararlanır.

Bireysel psikoterapi

Bireysel Psikoterapi Nedir? Bireysel psikoterapi danışanların, terapistleri ile birlikte terapötik bir iş birliği içinde, birebir bir şekilde yürütmüş oldukları terapi sürecidir. Bireysel psikoterapi ile birlikte bireyler günlük hayatlarında karşılaşmış oldukları zorlukların, problemlerin, streslerin ve sıkıntıların üstesinden nasıl gelebileceklerini çözümleyebilmektedir. Bireyler onları rahatsız eden sorunları, durumları ve olayları bir uzman eşliğinde çözüme kavuşturmaktadır.

Bireysel Psikoterapi Nedir?

Bireysel psikoterapi danışanların, terapistleri ile birlikte terapötik bir iş birliği içinde, birebir bir şekilde yürütmüş oldukları terapi sürecidir. Bireysel psikoterapi ile birlikte bireyler günlük hayatlarında karşılaşmış oldukları zorlukların, problemlerin, streslerin ve sıkıntıların üstesinden nasıl gelebileceklerini çözümleyebilmektedir. Bireyler onları rahatsız eden sorunları, durumları ve olayları bir uzman eşliğinde çözüme kavuşturmaktadır.

Bireysel terapiler ile asıl hedeflenmekte olan ise bireylerin yaşamış oldukları ruhsal sancıları azaltabilmektir. Terapi süreci içinde danışan ve terapist amaçlar ve hedefler belirlemektedir. Ancak bu amaçlar ve hedefler terapi süreci içerisinde değişebileceği için tekrardan yapılandırılma imkanı bulunmaktadır. Hedeflerin ve amaçların belirlenmesinin önemlidir çünkü bu amaçlar ve hedefler doğrultusunda bireyler yaşamış oldukları sorunların, zorlukların üstesinden gelebilmeyi öğrenmekte ve onları rahatsız eden duygu, düşünce, tutum ve davranışları değiştirebilmeyi aynı zamanda yeni kalıplar geliştirebilmeyi öğrenebilmektedir.

Bireysel psikoterapi ile beraber bireylerin olaylara olan farkındalıkları artmakta ve iç görü kazanmaktadır. Bireyler artık karşılaşmış oldukları durumlara daha farklı bir şekilde bakabilmekte ve yaklaşabilmektedir. Sorunlarını çözüme kavuşturabilmeyi başarmış olan bireyler aynı zamanda sosyal ilişkilerinde yaşamış oldukları sorunları da beraberinde çözmüş olacaklardır.

Peki bireyler psikoterapi desteğine ihtiyacı olup olmadığını nasıl anlayabilir? Aşağıda belirtilmiş olan sorulara benzer soruları kendinize sorarak sizlerde bir terapi desteğine ihtiyacınız olup olmadığını anlayabilirsiniz;

  • Son zamanlarda yaşamış olduğunu olaylar huzurunuzu bozuyor mu?
  • Kimsenin beni anlamadığını mı düşünüyorum?
  • Kim olduğumu ve ne istediğimi bilmiyor muyum?
  • En son kendimi ne zaman gerçekten mutlu hissettim?
  • Eskiden keyif veren etkinlikleri yaparken artık keyif almıyor muyum?
  • Kendimi son zamanlarda çok kaygılı mı hissediyorum?
  • Öfkemi kontrol edemiyor muyum?
  • Beni rahatsız eden tekrarlayıcı düşüncelerim veya davranışlarım var mı?
  • Uykuya dalmakta zorluk mu yaşıyorum?
  • Gece uykularım sık mı bölünüyor?
  • Duygularımda azalma mı var?
  • Tahammülsüzlük mü yaşıyorum?

Bireysel terapide de bireylerin başvurmuş oldukları sorunların terapistin çalışma alanı olması son derece önemlidir. Bireyler bir terapiste başvururken öncelikle iletişime geçmiş oldukları terapiste sorununu belirtmeli ve terapiste çalışma alanına uygun olup olmadığını sormalıdır. Aksi halde doğru olmayan bir terapist seçimi süreci olumsuz etkileyecektir. Bireysel terapide terapistlerin en sık çalışmış oldukları çalışma alanları ise;

  • Kaygı bozuklukları
  • Panik atak
  • Depresyon
  • Kişilik bozuklukları
  • Duygu durum bozuklukları
  • Uyum sorunları
  • Obsesif Kompulsif bozukluğu (OKB)
  • Yeme bozuklukları
  • Stres
  • Fobiler
  • Öfke kontrol sorunları
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • İlişkilerle ilgili sorunlar
  • Öz saygı eksikliği
  • Kayıp ve yas

Psikoterapiler isteğe göre yüz yüze ve online bir şekilde yapılabilmektedir. Seans süresi 50-60 dakika arasında sürmektedir.

Terapiye gitmek

Terapi, hayatındaki zorluklarla başa çıkmak ve duygusal/psikolojik sağlığını desteklemek için kullanılan bir araçtır. Terapi, bir terapist ile yapılan görüşmeler ve destek sayesinde, sorunlarını anlama ve çözme becerilerini geliştirme imkanı sunar. Terapiye gitmek, birçok insan için faydalı olmuştur ve daha mutlu bir yaşam sürmelerine yardımcı olmuştur. Terapiye gitmeyi düşünen bir kişiye, destek ve anlayış göstermek, terapi sürecinin olumlu etkilerini anlatmak ve gerektiğinde yardım sunmak önemlidir.

Sevgili güzel insan,

Uzun zamandır senin için endişeleniyorum ve sana bir konuda destek olabileceğimi düşünüyorum. Belki de üzerinde konuşmak istemediğin bazı zorluklarla karşı karşıya olduğunu fark ettim ve bununla başa çıkmak için bir adım atmanın vakti geldiğini düşünüyorum.

Biliyorum, terapiye gitmek fikri biraz korkutucu veya yabancı gelebilir. Ancak, terapi aslında bize duygusal ve zihinsel sağlığımızı desteklemek için yardımcı olan bir araçtır. Bir terapistle çalışmak, yaşadığımız sorunları anlamamızı, yeni bakış açıları kazanmamızı ve daha sağlıklı bir şekilde başa çıkmayı öğrenmemizi sağlayabilir.

Seninle yakın bir ilişkim olduğu için, senin mutluluğunu ve refahını önemsiyorum. Terapinin sana nasıl yardımcı olabileceğini anlatmak istiyorum. Terapi, duygusal zorluklarını anlamamıza ve bu zorluklarla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmemize yardımcı olabilir. Bazen sorunlarımızı bir dış gözle görmek ve destek almak, kendi içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmanın yolunu açabilir.

Unutma, terapiye gitmek güçlü olmak anlamına gelmez. Tam tersine, terapiye gitmek cesaret isteyen bir adımdır ve sorunlarımızla yüzleşmemize yardımcı olur. Bir terapist, seninle birlikte çalışarak, senin ihtiyaçlarına özel olarak odaklanır ve güvenli bir ortamda duygularını ifade etmene yardımcı olur.

Eğer terapiye gitmek konusunda endişelerin veya soruların varsa, senin yanında olacağımı ve bu süreci birlikte geçireceğimizi bilmeni istiyorum. Sana destek olacak bir terapist bulman konusunda yardımcı olabilirim ve randevularını ayarlaman için yanında olabilirim.

Hayatında daha fazla mutluluk, huzur ve içsel denge bulmanı sağlayacak bu adımı atmaya cesaret etmeni diliyorum. Biliyorum ki sen güçlü ve kendine değer veren bir insansın ve terapi senin için önemli bir destek kaynağı olabilir.

Ben buradayım ve seni her zaman destekleyeceğimi bilmeni istiyorum. Terapi konusunda düşüncelerini paylaşmak ve sana yardımcı olmak için zaman ayırmak isterim. Senin için en iyisini istiyorum ve terapiye gitmek senin için önemli bir adım olabilir.

Sevgilerimle,

Furkan Bayram

Terapiye gelmek ( mizahi )

Terapi almayı düşünen kişiye mizahi bir dille seslenmek istediğim için bu yazıyı yazıyorum. Alınmaca gücenmece olmasın. Yazımı okuyan kişi saygısızlık olarak algılamasın. Sadece samimi ve sıcak bir dille bu süreci anlatmak istiyorum. Sevgiler.

Selamlar!

Bak kardeşim, seninle biraz ciddi bir konu hakkında konuşmamız gerekiyor. Evet, terapi hakkında konuşuyorum! Şimdi duyduğunda korkmaya başlamana gerek yok, çünkü terapi aslında hiç de korkutucu değil. Daha çok hayatındaki bazı sıkıntıları hafifletmene ve seni daha mutlu birine dönüştürmene yardımcı olan bir süreç.

Biliyorum, “Neden terapiye gitmeliyim ki?” diye sorabilirsin. İşte sana birkaç neden: Terapi, seninle ilgilenen biriyle konuşmak demek. Kendini bir stand-up gösterisindeymiş gibi hissedebilirsin! Sıkıcı bir şekilde oturmak yerine, terapistle laflayıp gülebilirsin. Terapist, senin en komik esprilerini yapmanı beklemez elbette, ama en azından biraz rahatlamanı sağlayabilir.

Bir de şöyle düşün: Terapi, düşüncelerini paylaşabileceğin ve sana destek olabilecek biriyle tanışmak demek. Eğer terapiye gidersen, belki de şimdiye kadar hiç karşılaşmadığın bir karakterle tanışabilirsin. Kim bilir, belki terapistin biraz delidir ve seni her seansında gülmekten kırabilir!

Hadi biraz eğlenelim: Terapi, aslında bir tür mental jimnastik! Zihnin için yapılan squat’lar, push-up’lar falan… Belki de terapistin sana “Düşünce kaslarını çalıştırmanın zamanı geldi!” der ve seni düşünce spor salonuna götürür. Orada beyin jimnastiği yaparken bir yandan da mental biceps’lerini geliştirirsin!

Şaka bir yana, terapi gerçekten faydalı olabilir. Bir terapist, seni dinleyip anlamaya çalışır ve senin içindeki gücü ortaya çıkarman için sana yardımcı olur. Düşüncelerini daha iyi anlamana ve sorunlarını daha etkili bir şekilde çözmeni sağlar.

Yani dostum, terapiye gitmek sana birçok fayda sağlayabilir. Birlikte gülebilir, düşüncelerini paylaşabilir ve içsel spor yapabilirsin. Kendi terapi serüvenine atılmak için cesaretini topla ve bir terapistle konuşmaya başla. Emin ol, sonunda “Bu terapi işi hiç de fena değilmiş!” diyeceksin.

Haydi, seni destekliyorum ve terapiye gitmeni cesaretle tavsiye ediyorum. İyi şanslar ve komik terapi seansları dilerim!

Gülerek senin yanında olan,

Psikolojik Danışman Furkan Bayram

Dehb’nin akademik başarıya etkisi: tedavi edilmediği takdirde ne kadar olumsuzdır?

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunlarıyla nasıl başa çıkarız, olumsuzlukları nelerdir?

DEHB’nin Akademik Başarıya Etkisi: Tedavi Edilmediği Takdirde Ne Kadar Olumsuzdır?

DEHB (Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu), özellikle çocuklarda görülen yaygın bir nörogelişimsel bozukluktur. Bu rahatsızlık, çeşitli semptomlarla kendini gösterir ve birçok yaşam alanına olumsuz etkiler yapabilir. Bu semptomlar arasında dikkat eksikliği, hiperaktivite, impulsivite, uyku problemleri ve öğrenme güçlükleri yer alır.

DEHB, özellikle okulda öğrenme sürecini etkiler. Çünkü çocukların derse odaklanma, bilgileri işleme ve hatırlama yeteneği azalabilir. Bu durum aynı zamanda sınavlarda da başarısızlıkla sonuçlanabilir. Eğer DEHB tedavi edilmezse, bu rahatsızlık olumsuz sonuçlara yol açabilir.

DEHB olan öğrenciler, öğrenme sürecinde çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Ders esnasında odaklanmakta zorlanan öğrenciler, verilen ödevleri yapmak veya testlerde başarılı olmakta da güçlük çekerler. Bu durum, öğrencilerin motivasyonlarının düşmesine ve okuldan kopmalarına neden olabilir. Ayrıca, öğrenme güçlükleri olan öğrenciler öğrenme bozukluğu ya da zeka geriliği ile karıştırılabilir.

DEHB tedavi edilmediği takdirde, olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir. Okulda başarısızlık, düşük özgüven, düşük sosyal uyum, iletişim problemleri ve davranış bozuklukları gibi sonuçlarla karşılaşılabileceği gibi, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı gibi daha ciddi sonuçlar da olabilir. Öte yandan, uygun tedavi yöntemleriyle, DEHB’li bir öğrencinin başarılı olması mümkündür.

Sonuç olarak, DEHB’nin akademik başarıya etkisi oldukça yüksektir ve tedavi edilmediği takdirde olumsuz sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, DEHB olan öğrencilerin zamanında teşhis edilmesi ve uygun tedavi yöntemlerinin uygulanması oldukça önemlidir.

DEHB’nin Tanımı ve Belirtileri

DEHB, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olarak da bilinir ve çocuklarda sıkça görülen bir tıbbi durumdur. Bu bozukluğa sahip olan çocuklar genellikle davranışlarında hiperaktivite, dikkat eksikliği ve dürtü kontrolü problemleri yaşarlar.

DEHB’nin belirtileri arasında, dikkatsizlik, kolay sıkılma, sabırsızlık, konsantrasyon zorluğu, dürtüsellik, organizasyon problemleri ve unutkanlık yer alır. Bu belirtiler, özellikle okulda ve akademik başarıda büyük bir engel haline gelebilir.

DEHB’nin tanımı, DSM-5’te (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) açıklanmıştır. Tanı, bir dizi test, gözlem ve görüşmelerden sonra uzman bir doktor tarafından konulur.

DEHB’nin belirtileri genellikle 7 yaşından önce başlar ve çoğu zaman ergenlik dönemi boyunca devam eder. Tedavi edilmediği takdirde, DEHB çocukların akademik başarısını ve gelecekteki yaşamlarını etkileyebilir.

DEHB genellikle nedenleri tam olarak bilinmeyen bir durumdur, ancak beyindeki kimyasal dengesizliklerin rol oynayabileceği düşünülmektedir. Tedavi seçenekleri arasında, ilaç tedavisi, bilişsel davranış terapisi, ebeveynlik eğitimi ve öğretmen eğitimi yer alır.

DEHB, tedavi edilmediği takdirde çocukların akademik performansını olumsuz etkileyebilir. Bu, okulda düşük notlar almak, ödevleri tamamlamakta zorluk çekmek ve sınıf tekrarı yapmak gibi sonuçlar doğurabilir. Etkileri öğrencilerin sadece okul hayatını değil, aynı zamanda sosyal hayatlarını da etkileyebilir.

DEHB’nin Akademik Başarıya Etkisi

DEHB, birçok alanda olduğu gibi özellikle akademik başarı üzerinde de olumsuz etkileri olan bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığı olan çocuklar, özellikle derse odaklanma ve bir işi sonuna kadar tamamlama konularında zorluk çekebilirler. Bu da eğitim sürecinde başarı oranlarının düşmesine sebep olur.

DEHB’nin akademik başarıya olan etkisi, özellikle dikkat eksikliği kaynaklı zayıf öğrenme becerileri nedeniyle ortaya çıkar. Bu çocuklar genellikle derslere odaklanamazlar veya okuma ve yazma becerilerinde zorluk çekerler. Ayrıca sınav sırasında ya da ödev sürecinde problem yaşayabilirler. Tüm bu faktörler, genel olarak düşük notlar ve başarısızlıkla sonuçlanabilir.

DEHB’nin akademik başarıya etkisi özellikle ilköğretim çağındaki çocuklarda daha belirgindir. Bu yaş grubundaki çocuklar öğrenme sürecinde birçok beceri kazanırlar ve bu rahatsızlık bu becerileri olumsuz yönde etkiler. Ancak çocuklar büyüdükçe, kendilerini daha iyi tanırlar ve DEHB’leriyle başa çıkmak için farklı yollar keşfedebilirler.

Bu nedenle, DEHB olan çocukların eğitim sürecinde daha fazla desteklenmeleri gerekmektedir. Özel eğitim programları, öğretmenler ve ebeveynlerin daha fazla işbirliği yaparak, bu çocukların akademik başarıları artırılabilir.

DEHB’si Olanların Eğitim Sürecinde Karşılaştığı Sorunlar

DEHB’si olan çocukların eğitim süreci, dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik nedeniyle oldukça zordur. Bu durum, öğretmenlerin dikkatlerinin dağılmasına ve öğrenme sürecindeki hızlarının yavaşlamasına neden olabilir. Sınıf içi davranış problemleri yaşanabilir ve bu, diğer öğrencileri de olumsuz etkileyebilir.

DEHB’si olan çocuklar, ödevlerini tamamlama konusunda zorlanabilirler. Zira işin zor kısmı olan odaklanma ve dikkat süresini uzun tutma konusunda sıkıntı yaşayabilirler. Buna ek olarak, hiperaktivite sürecinde istemsiz kalkıp hareket etme ihtiyacı hissedebilirler ve bu da onların ödev yerine oynamayı seçmelerine neden olabilir.

DEHB’si olan çocukların öğrenme stilleri de oldukça farklıdır. Kimi öğrenciler, görsel materyaller ile öğrenirken, kimileri de diğerlerine göre daha fazla pratik yaparak öğrenirler. Öğretmenlerin bu farklı öğrenme stillerini anlamaları ve çocukların ihtiyaçlarına göre öğretim yöntemleri belirlemeleri gerekmektedir.

Sonuç olarak, DEHB’si olan çocukların eğitim sürecinde bir dizi sorunla karşı karşıya kalabilirler. Ancak, bu sorunların üstesinden gelmek mümkündür. Öğretmenlerin, çocukların ihtiyaçlarına göre öğretim yöntemleri belirlemeleri ve ailelerin desteği ile bu süreç daha kolay hale gelebilir.

DEHB’nin Olumsuz Etkileri

DEHB’nin olumsuz etkileri birçok alanda görülebilir. Özellikle de çocukların akademik başarısını olumsuz etkileyen bir durumdur. DEHB’si olan çocuklar, derslerine odaklanmakta zorluk yaşarlar ve ödevlerini tamamlama konusunda da sorun yaşayabilirler. Bunun yanı sıra, sınıf içinde dikkatlerini dağıtıcı davranışlar sergiledikleri için sınıf ortamında da problem yaşayabilirler.

DEHB, sosyal yaşamı da olumsuz etkileyebilir. Çocuklar arkadaşları ile iletişim kurmakta zorluk çekebilir ve arkadaşlık ilişkileri konusunda da sorunlar yaşayabilirler. Bu nedenle, DEHB’si olan çocukların psikolojik ve sosyal açıdan da desteklenmesi gerekmektedir.

DEHB’nin olumsuz etkileri sadece çocukluk dönemini değil, ilerleyen yaşlarda da görülebilir. DEHB’si olan çocuklar, yetişkinlik döneminde de sorunlar yaşayabilirler. Özellikle, iş yaşamında konsantrasyon problemi yaşayabilirler ve iş performansları olumsuz etkilenebilir.

DEHB’nin olumsuz etkileri konusunda farkındalık yaratmak önemlidir ve DEHB’si olan çocukların erken teşhis ve tedavi edilmesi gerekmektedir. DEHB’nin tedavi edilmediği takdirde ne kadar olumsuz sonuçlara yol açabileceği hakkında bilgi sahibi olarak, çocukların psikolojik ve sosyal açıdan desteklenmesi gerektiğini unutmamalıyız.

DEHB’nin Tedavisi

DEHB tedavisi genellikle uzman hekimler tarafından ilaç ve terapi yöntemleri kullanılarak yapılır. İlaç tedavisi, özellikle DEHB semptomlarına neden olan dopamin ve noradrenalin gibi sinir iletiminde rol oynayan kimyasalların düzenlenmesine odaklanır. İlaçlar genellikle çocukların öğrenme ve dikkatini artırmaya yardımcı olan uyarıcılar içerir. Ancak, ilaç tedavisi her zaman faydalı olmayabilir ve yan etkileri olabilir.

Bununla birlikte, terapi yöntemleri de DEHB tedavisinde önemli bir rol oynar. Kognitif davranışçı terapi, aile terapisi ve davranış terapisi, DEHB semptomlarını yönetmeye yardımcı olabilir ve çocukların sosyal ve akademik işlevselliğini artırabilir. Birçok ebeveyn, ilaç tedavisinin yanı sıra terapi seanslarına da katılmalarını önerir.

DEHB tedavisinin en iyi sonuçları, hastalığın erken tanısı ve tedaviye başlama ile elde edilir. Tedavi edilmeyen DEHB’nin, çocukların okul başarısını olumsuz yönde etkileyeceği ve diğer davranış problemlerine yol açabileceği bilinmektedir. Bu nedenle, DEHB’si olan çocukların tedavi için yardım alması ve uygun tedavi yöntemleri seçilmesi oldukça önemlidir.

İlaç Tedavisi

DEHB tedavisinde kullanılan ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizlikleri düzenleyerek belirtileri azaltmaya çalışır. Dikkat eksikliği, hiperaktivite, zayıf dürtü kontrolü veya anksiyete gibi belirtileri azaltmak için kullanılan birçok ilaç mevcuttur. Bunlar arasında stimülanlar ve non-stimülanlar yer alır.

Stimülanlar, ADHD tedavisinde en sık kullanılan ilaç sınıfıdır. Bu ilaçlar beyinde dopamin ve norepinefrin adı verilen kimyasalları arttırarak etki eder. Bu beyin kimyasalları, dikkatin toplanması, hiperaktivitenin düzenlenmesi ve dürtü kontrolünde yardımcı olur. Non-stimülanlar ise, dapoksetin gibi unutkanlık, dürtü kontrolünü arttırarak ve zayıf koordinasyon belirtilerini azaltarak etki eder.

İlaç tedavisi, DEHB belirtilerini büyük ölçüde azaltabilir. Aynı zamanda, ilaç tedavisi doğru şekilde kullanıldığında yan etki riski oldukça düşüktür ve faydaları belirtiler üzerinde hemen görülebilir. Bununla birlikte, her ilaçta olduğu gibi, ADHD tedavisinde kullanılan ilaçlar da bazı yan etkilere neden olabilir. Yorgunluk, iştah kaybı, mide bulantısı, baş ağrısı, uykusuzluk ve irritasyon gibi yan etkileri olabilir. Bu yan etkilerin hafifletilmesi için, ilaç dozu düşürülebilir veya tedavi edilmesi gereken başka bir tıbbi durum varsa, tedavinin adapte edilmesi gerekebilir.

İlaç tedavisi, DEHB’li bireylerde akademik başarıyı olumlu yönde etkileyebilir. İlaç tedavisine başlamadan önce, DEHB tanısı alan bir bireyin durumu hakkında mutlaka bir uzman ile görüşülmesi gerektiğini unutmayın.

Terapi

DEHB’nin tedavisinde terapi, en yaygın kullanılan tedavi yöntemlerinden biridir. Terapi, DEHB semptomlarının yönetilmesine yardımcı olurken aynı zamanda çocukların özgüvenlerinin artmasını sağlar. Terapi süreci, bir psikolog veya psikoterapist eşliğinde gerçekleştirilir ve hem bireysel hem de grup terapisi seansları içerebilir.

Bireysel terapide, çocuklar DEHB ile baş etmelerine yardımcı olacak öğrenme stratejileri öğrenirler. Ayrıca, çocuğun zihnindeki olumsuz düşünceleri ele alarak, daha olumlu bir bakış açısına yönlendirme konusunda yardımcı olunur. Grup terapisi seansları ise, DEHB gibi zorluklarla mücadele eden diğer çocuklarla bir araya gelmek için bir fırsat sunar. Böylece, çocuklar sorunlarını ve tecrübelerini diğerleriyle paylaşarak, birbirlerine destek olurlar.

Terapi tedavisi, DEHB tedavisinde ilaç tedavisine alternatif bir yöntem olarak kullanılabilir veya birlikte kullanılabilir. Hangi tedavi yönteminin kullanılacağı, doktor ile aile arasında yapılan bir değerlendirmeden sonra belirlenir. Terapi, DEHB’nin semptomlarını yönetmek ve olumlu bir akademik performans için gerekli olan becerileri öğrenmek için harika bir araçtır.

DEHB’nin Tedavi Edilmediği Takdirde Olumsuz Sonuçları

DEHB’nin tedavi edilmediği takdirde, çocukların öğrenme, dikkat ve davranış problemleri daha da artabilir. Bu durum, çocukların akademik başarılarını etkileyebilir ve okul başarısızlığına yol açabilir. Okul başarısızlığı, ilerleyen dönemlerde işsizlik, madde bağımlılığı, suçluluk duyguları ve depresyon gibi sorunlara yol açabilir.

DEHB’nin tedavi edilmediği takdirde, çocukların sosyal becerileri de olumsuz etkilenebilir. Çocuklar, arkadaşlık kurmakta zorluk çekebilir ve sosyal dışlanma ile karşılaşabilirler. Ayrıca, DEHB’si olan çocuklar, düzenli olarak öfke nöbetleri yaşayabilir ve böyle durumlarda kontrolsüz davranışlar sergileyebilirler.

DEHB’nin tedavisi mümkün olduğundan, tedavi yöntemleri erken yaşta uygulanarak çocukların ilerleyen yaşamlarında çok daha olumlu sonuçlar elde etmelerine yardımcı olabilir. İlaç tedavisi, bilişsel davranış terapisi, aile terapisi ve eğitim desteği gibi yöntemler, DEHB’li çocukların öğrenme, davranış ve sosyal becerilerini geliştirmeye yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, DEHB’nin tedavi edilmediği takdirde olumsuz sonuçlara yol açabileceği açıktır. Olası olumsuz sonuçlardan kaçınmak için, erken tanı ve tedavi önemlidir. Bu çocukların daha olumlu bir geleceğe sahip olmalarını sağlayarak, olası sorunların önlenmesine yardımcı olabilir.

Okulda Başarısızlık

DEHB’si olan çocuklar, dikkat eksikliği, dürtüsellik ve hiperaktivite gibi belirtilerle karşı karşıyadır. Özellikle dikkat eksikliği, öğrenme sürecinde büyük bir etkiye sahip olabilir. Bu nedenle, DEHB’si olan çocukların zor zamanlar geçirdiği okulda başarısız olma olasılıkları oldukça yüksektir.

Bununla birlikte, DEHB’si olan çocukların sadece öğrenme sürecinde değil, aynı zamanda disiplinle ilgili sorunlarla da karşılaşabileceği unutulmamalıdır. Sınıf ortamına uyum sağlamakta zorlanırlar ve öğretmenlerin yönlendirmelerine uymakta güçlük çekebilirler. Bu davranışlar, okulda disiplinsizlikle sonuçlanabilir ve sonunda akademik başarısızlığa yol açabilir.

Ayrıca, DEHB’si olan çocuklar sınavlara hazırlanma sürecinde de zorlanabilirler. Dikkat eksikliği, odaklanma ve konsantre olmada zorluk çekerler ve bu da sınavlarda başarısızlıkla sonuçlanabilir. Bu durum daha yüksek öğrenim hayatları boyunca da devam edebilir.

Sonuç olarak, DEHB’si olan çocukların okulda başarısızlıkla karşılaşma olasılıkları oldukça yüksektir. Bunun için, erken tanı ve tedavi yöntemleri uygulanarak çocukların öğrenme süreçlerinde ve genel yaşamlarında daha başarılı olmaları sağlanabilir.

Uyuşturucu ve Alkol Bağımlılığı

DEHB olan çocuklar, diğer çocuklara göre uyuşturucu ve alkol bağımlılığıyla karşılaşma olasılıkları daha yüksektir. Bu durum DEHB’nin sosyal ve duygusal sorunları nedeniyle daha fazla stres ve kaygıya yol açmaktadır. Ayrıca DEHB, işlevsel becerilerdeki zayıflıklar nedeniyle gençlerin uygun kararlar vermesini zorlaştırabilir. Bu da yanlış davranışlar sergileme olasılıklarını arttırır.

Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, DEHB olan çocuklarda daha erken yaşlarda başlar ve daha ağır sonuçlara yol açabilir. Uyuşturucu ve alkol kullanımı, beyindeki kimyasal dengesizliği daha da kötüleştirebilir ve DEHB semptomlarını şiddetlendirebilir. Buna, dikkat eksikliği, hiperaktivite, öğrenme güçlükleri ve dürtüsellik dahildir.

DEHB olan çocukların uyuşturucu ve alkol bağımlılığına karşı riskini azaltmak için, uygun tedavi yöntemleri ve müdahaleler hayati önem taşır. Bu çocuklara yapılandırılmış aktivitelerin, öğrenme becerilerinin ve özgüvenlerinin güçlendirilmesine yardımcı olmak, sosyal ve duygusal becerilerini desteklemek ve ailelerine eğitim ve desteği sağlamak önemlidir.

Ayrıca, DEHB olan çocukların uyuşturucu ve alkol bağımlılığı konusunda farkındalık sahibi olmaları ve riskleri hakkında bilgi sahibi olmaları da önemlidir. Bu bilgi ve farkındalık, çocukların uygun seçimler yapmalarına yardımcı olabilir ve bağımlılıktan kaçınmalarına yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, DEHB olan çocuklar uyuşturucu ve alkol bağımlılığına karşı daha yüksek risk altındadır. Bu nedenle, uygun tedavi ve destek sağlamak ve bilgi ve farkındalık düzeyini arttırmak büyük bir önem taşır.

Psikoterapi Nedir Ne Değildir?

Psikoterapi için bilgi mi arıyorsunuz? Psikoterapi Nedir Ne Değildir? makalesine göz atın ve Psikoterapi hakkında daha fazla bilgi edinin

Psikoterapiye başvuran danışanlarda pek çoğunda görülen bir yanılgı var; her şeyi kontrol etme yanılgısı… Oysa hayatta kontrol edemediğimiz şeyler de var. Ölüm, hastalıklar bizim kontrolümüz dışında. İnsan sadece kendi evini istediği şekilde düzenleyebiliyor, evinin içini kontrol edebiliyor. Böylece sanki bütün dünyayı kontrol edebileceği yanılgısına düşüyor. Bir de işin duygu tarafı var.
Duygular hem genetik olarak, hem de ebeveynlerimizden gözlemleyerek kopyalayarak nesilden nesile geçiyor. Anne veya bakım veren kişiden çocuğa iyi duygular da kötü duygular da geçiyor. Anne çok kaygılı birisiyse, o çocuk da yetişkin olduğunda kaygılı olabiliyor.

Sağlıklı olan, kişinin tüm duyguları yeri geldiğinde yaşayabilmesidir. Kişi çevresine çok rahat ve gamsız bir izlenim veriyorsa, muhtemelen kaygısını bastırıyor demektir. Örneğin, terapide danışan çok konuşuyorsa, susma ve sessiz kalabilme yetisi gelişmemiş demektir. Terapist seanslarda bunu danışana fark ettirip, susma yetisini geliştirebilir. Aslında en sağlıklı olanı, kişinin bazen çok
konuşması, bazen orta düzeyde konuşması, bazen de hiç konuşmak istememesidir.. Danışan bunun tek bir kutbunda kalıyorsa yani çoğu zaman çok konuşuyorsa, çocukluğuyla ilgili olumsuz travmaları olabilir. Çok konuşan danışan, seanslarda sessiz kaldığında bu anılar bilinç dışından bilince çıkar ve kişi diğer kutupla temas ettikçe beynine geçmişle ilgili anılar, imgeler gelir.

Terapilerde olumsuz travmalar hemen ilk seanslarda ortaya çıkmaz. Danışan terapide yeni şeyleri deneyimledikçe beyninde yeni sinapslar ve protein sentezleri oluşur. Danışan terapistle güvenli bir bağ kurduğu için ilk üç-dört seansta kendini daha iyi hisseder. Terapinin ilerleyen seanslarında olumsuz çocukluk yaşantıları ve acılar ortaya çıkar. Kişiler genellikle acı verici konuları konuşmaktan, kendini üzüntülü kaygılı hissetmekten kaçınır. Terapilerde danışanın kötü duyguyu (acı, üzüntü, korku, öfke …) deneyimleyip, o duyguda kalması önemlidir.

Terapi için mutlaka kişi kendinde bir sorun tanımlayıp bu şekilde yardım almaya gelmelidir. Yani; “insanlarla ilişkilerimi geliştirmek istiyorum” ya da “eşimin bana daha iyi davranmasını istiyorum” gibi şeyler terapinin konusu değildir. Kişi kendisi ile ilgili sorumluluk alabilmelidir; “İnsanlarla ilişkimde öfkemi kontrol edemiyorum”, “Kendimi ifade ederken zorlanıyorum” gibi…

Gottman Çift Terapisi

Çift Terapisi için bilgi mi arıyorsunuz? Gottman Çift Terapisi makalesine göz atın ve Çift Terapisi hakkında daha fazla bilgi edinin

İlişkiler ortaya koymak aslında şaşırtıcı bir şekilde kolaydır. Mutlu ilişkileri sürdürmeyi başaran çiftler, birbirlerinin umutlarını ve isteklerini destekleyen birlikteliklerini ortak bir amaç üzerine beraberce inşa eden çiftlerdir.

Dr. JOHN GOTTMAN

Çift terapisinde en kapsamlı ve geçerli araştırmaları sürdüren dünyaca ünlü profesör John Gottman’ın 1970’de başlayan ve bugüne kadar devam eden bilimsel araştırmalarına dayanan Gottman Çift Terapisi, çiftler ve ilişkiler konusunda dünyada etkinliği ve geçerliliği kanıtlanmış kapsamlı bir terapi yöntemidir.

Her çiftin ilişki dinamikleri birbirinden farklıdır. Bu sebeple terapi sürecinin planlanması seansa gelen çifte özel olarak belirlenir. Terapinin hedefi yaşanan kısır döngüleri belirlemek, bu döngüleri kırarak olumlu döngülerle değiştirmek temeline dayanır. Terapist haklı ve haksızı belirlemek ve taraf tutmak yerine, partnerlerin ilişki içerisindeki ihtiyaçlarını belirlemede yardımcı olur. Partnerlere eşit mesafede yaklaşır ve kişileri değil ilişkiyi tedavi etmeyi amaçlar.

Gottman çift terapisinde ilk seans giriş görüşmesinin olduğu seanstır. İkinci seansta ise çiftle bireysel görüşme yapılır ve üçüncü seansta tedavi planlaması gerçekleştirilir. Tüm terapi süreci, çiftin etkileşim kalıplarına dayanır. Partnerler, ilişki kurma, problem çözme becerilerini birlikte öğrenir ve uygular. Her çiftin ihtiyacı ve terapiden beklentisi farklıdır, bu sebeple çift terapisinin süresi bu ihtiyaçlara ve hedeflere bağlı olarak değişiklik gösterir.

Güçlü ilişki evi

Güçlü İlişki Evi, başarılı ve başarısız ilişkileri kavramsallaştırmak için kullanılan bir modeldir. Model ilişki gelişimindeki yedi bloktan oluşur. Ve her blok ilişki işleyişinin belirli yönlerini temsil etmektedir. Bu bloklar kısaca bahsedecek olursak. Sevgi haritaları oluşturma: partnerimi iyi tanıyorum, onu neler mutlu eder ve ya neler üzer bilirim. Bu blok, partnerlerin bireysel olarak sevildiğini tanındığını hissetmesini sağlar. İlgi ve beğeniyi paylaşma: sevildiğimi biliyorum. Bu blok, partnerlerin sevilme ve değerli hissetme ihtiyaçlarının karşılandığından emin olmalarını sağlamaktadır. Birbirine yönelme: partnerim en yakın arkadaşımdır. Bu blok, ilişkinin keyifli, eğlenceli, destekleyici bir paylaşım getirmesini sağlar. Olumlu bakış açısı: Bizimkisi iyi bir ilişkidir. Önceki üç blokta yakın ilişkinin kurulmasıyla birlikte olumlu bakış açısının kurulması da kolaylaşır. Çatışmayı yönetme: anlaşmazlıklarımızı idare edebiliriz. Bu blokta çiftlerin çatışma süreçlerinin, tartışmalarının daha yapıcı bir sürece dönüştürmeleri sağlanabilir. Hayalleri gerçekleştirme: mutlu bir gelecek beni bekliyor. Birbirlerinin hayallerini, temel değerlerini, inançlarını, geçmiş öykülerini bilen çiftler, yani diyalogu sürdürebilen çiftler, partnerlerinin hayallerini gerçekleştirmek için de ellerinden geleni yapmaktadır. Ortak anlam: biz bir takım olarak iyiyiz. İlişkinin ortak olarak kurulması, her iki kişinin de beklentilerini karşılar şekilde ritüeller, roller ve anlamlar oluşturulması sağlanabilir.

Bu evin duvarlarını güven ve bağlılık oluşturmakta ve bu duvarlar diğer blokların bir arada kalabilmesini sağlamaktadır. Buna göre, güçlü ve sağlıklı bir ilişkide taraflar birbirlerine güvenir ve birbirlerine bağlı kalmaya söz verirler.

Terapi Konuları;

İlişkide adaptasyon sorunları, İlişki içerisindeki Çatışmalar, İletişim problemleri, Güven problemi, Boşanma veya ayrılık, Evlilik öncesinde yaşanan kaygı ve endişeler, Doğum sonrası adaptasyon sorunları, Aldatma, Çocuk sahibi olma kararı, Mutsuz evlilikler, Kavgalar, kıskançlıklar, geçimsizlikler, Maddi problemler, Yakınlık Problemleri.

Borderline Kişilik Bozukluğu

Kişilik Bozukluğu için bilgi mi arıyorsunuz? Borderline Kişilik Bozukluğu makalesine göz atın ve Kişilik Bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinin

Borderline kişilik bozukluğu (BKB), bir kişinin kendisiyle, diğer insanlarla ve dünya ile ilgili tutarsız, yoğun ve çarpık bir algı ve düzenleme tarzıdır. BKB, aşırı duygusal ve davranışsal dalgalanmalar, kendine zarar verme, intihar düşünceleri, öfke patlamaları ve kararsız ilişki kalıpları gibi belirtilerle karakterizedir. Semptomları genellikle ergenlik veya erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkar ve birçok insanın hayatında olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Genellikle aşırı duygusal dalgalanmalarla karakterize edilir. Bireyler, yoğun ve aşırı mutluluk veya öfke hissi yaşayabilirler. Bu kişiler ayrıca kendilerini terk edilmiş veya yalnız hissederler ve sık sık duygusal krizlere girerler. Ayrıca, kendilerini olumsuz değerlendirmelerden korumak için savunmacı davranışlar sergileyebilirler. Bunun yanı sıra, BKB olan kişiler, kendileri ve diğerleri hakkında karar vermede zorluk çekerler ve sık sık kimliklerini kaybettiklerini hissederler.

Tam nedeni henüz bilinmemektedir, ancak uzmanlar genetik, çevresel ve nörolojik faktörlerin rol oynadığına inanmaktadır. BKB olan kişilerin beyinlerindeki bölümler, duyguları işlemede farklı çalışabilir. BKB’nin çevresel nedenleri arasında, çocuklukta istismar veya ihmal, ayrılık veya kayıplar gibi travmatik yaşam olayları sayılabilir.

Birçok BKB belirtisi şunlardır:

  • Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri
  • Sıklıkla ve yoğun bir şekilde hissedilen duygusal dalgalanmalar, özellikle öfke, kaygı ve depresyon
  • İlişki sorunları, özellikle bağlanma, ayrılma veya reddetme konularında kararsızlık
  • Çarpık benlik algısı veya kimlik belirsizliği
  • Gerçek dünyayla ilgili çarpık algılar veya aşırı tepkiler
  • Ani öfke patlamaları ve zor kontrol edilebilen öfke nöbetleri
  • ​Kendine zarar verme davranışları, özellikle bilek kesme veya yanma gibi
  • Ani ve yoğun duygu durumları değişiklikleri, özellikle bir anda mutsuz veya kızgınken diğer anlarda mutlu veya umutlu hissetme
  • Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri
  • Kendine karşı duyulan özgüven eksikliği ve yetersizlik hissi

EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi, travmatik anıları yeniden işlemek ve duygusal yaraları iyileştirmek için kullanılan etkili bir terapi yöntemidir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, EMDR terapisinin Borderline Kişilik Bozukluğu semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabileceğini göstermektedir.

EMDR, özellikle kişinin geçmiş travmatik olaylarıyla ilişkili duygusal anıları ve duygu durumunu işlemek için kullanılır. Terapi sürecinde, terapist kişinin dikkatini belirli bir uyaran üzerinde yoğunlaştırır, bu esnada kişinin göz hareketleri, dokunma veya seslendirme gibi uyaranlara tepki vermesi istenir. Bu süreç, kişinin travmatik olayla ilişkili duygusal yükünü hafifletmesine, anıları daha az yoğun hale getirmesine ve böylece semptomların azalmasına yardımcı olur.

Ancak, EMDR terapisi tek başına yeterli olmayabilir. Borderline Kişilik Bozukluğu tedavisi, bir bütün olarak ele alınmalıdır ve ilaç tedavisi, bilişsel-davranışçı terapi, grup terapisi gibi diğer tedavilerle birlikte uygulanabilir.

Borderline kişilik bozukluğu, özellikle geçmişte yaşanan travmatik olaylarla bağlantılı olarak gelişebilen bir bozukluk olabilir. Bu nedenle, BKB’nin tedavisi için genellikle psikoterapi, özellikle de bilişsel-davranışçı terapi (BDT), EMDR ve şema terapisi gibi kanıta dayalı psikoterapi yaklaşımları önerilir.

Şema terapisi ise, BKB belirtileriyle mücadele etmek için bir başka etkili psikoterapi yöntemidir. Şema terapisi, bir kişinin zayıf yönlerini ve olumsuz düşüncelerini belirleyerek, bireyin kendini geliştirmesine ve sağlıklı ilişkiler kurmasına yardımcı olur.