Alman Ekonomi Bakanı Habeck, Ticaret Bakanı Bolat ile görüşmesi sonrasında iki ülke ekonomik ilişkilerini güçlendirmeyi hedeflediklerini açıkladı.
Almanya Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck, bugün Berlin’de Türkiye Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ı ağırladı.
Aynı zamanda başbakan yardımcısı olan Habeck, Bolat ile ikili bir görüşme gerçekleştirdi, ardından iki bakan 5. Dönem Almanya-Türkiye Ekonomik ve Ticaret Ortaklık Komisyonu (JETCO) toplantısına başkanlık etti.
Habeck, Bolat ile görüşmesi ve JETCO toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirmeyi hedeflediklerini duyurdu.
Habeck: İtici güç ticaret
Açıklamasına, “Almanya ve Türkiye tam bir asırdır diplomatik ilişkilerini sürdürüyor” sözleriyle başlayan Habeck, ticaretin iki ülke arasındaki ilişkilerdeki ağırlığına vurgu yaptı.
Çok sayıda Alman şirketinin Türkiye’de, Türk şirketinin de Almanya’da faaliyet gösterdiğine dikkat çeken Habeck, ticaretin çoğu zaman iki ülke arasındaki yoğun ilişkilerin “itici gücü” olduğunu söyledi.
Alman Bakan, Almanya ile Türkiye arasındaki ticaret hacminin geçen sene hiç olmadığı kadar artış kaydettiğini ve 55 milyar euroya ulaştığını belirtti, “AB ile Türkiye arasındaki ticari görüşmeler ve Türkiye’nin ‘Almanya Ortaklıkları’ programına katılımı buna daha da ivme kazandıracaktır” dedi.
Bolat: İş birliğini çeşitlendirmek kazanımlar sunar
Ticaret Bakanı Ömer Bolat ise sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada Habeck ile ikili görüşmede küresel gelişmeleri, karşılıklı yatırımları artırmayı ve ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasını ele aldıklarını kaydetti.
Habeck ile ikili ticaret hacmini 60 milyar dolara çıkarma hedefini görüştüklerini aktaran Bolat, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye, Almanya ve 205 milyar dolarlık ticaret hacmine sahip olduğumuz Avrupa ülkeleri için üretim, yatırım, ihracat ve pazar büyümesinde önemli fırsatlar sunan güvenilir bir ortak olarak öne çıkmaktadır. Almanya ile iş birliği alanlarımızı çeşitlendirmek, Türkiye’nin AB tedarik zincirlerine olan yakınlığı ve entegrasyonu da dikkate alındığında, her iki taraf için de önemli kazanımlar sunmaya devam edecektir.”
Bolat, JETCO toplantısında ise endüstriyel işbirliğinin artırılması, dijitalleşmenin ilerletilmesi, ekonomik ilişkilerin çeşitlendirmesi ve geliştirilmesini hedefleyen “JETCO Protokolünü” imzaladıklarını açıkladı.
Bolat “Protokolün ikili iş birliğinin gelişimine önemli katkı sağlayacağına olan inancımız tamdır” sözlerini kaydetti.
AB ile Türkiye arasındaki ticaret hacminin dörtte birini Almanya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi oluşturuyor.
JETCO ile ticaret, sanayi, turizm, enerji ve altyapı alanlarında ikili iş birliğinin geliştirilmesi, bunun önündeki engellerin bertaraf edilmesi ve ortak projelerin geliştirilmesi amaçlanıyor. Toplantılara iş dünyası temsilcileri de katılıyor.
İki bakanın imzaladıkları “Almanya Ortaklıkları” deklarasyonu da küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) için iş imkanlarını genişletmeyi ve yoğunlaştırmayı hedefliyor.
Cuma namazını Berlin’de kıldı
Bu arada Bakan Ömer Bolat, Cuma namazını da Berlin’deki Şehitlik Camii’nde kıldı.
Bolat, ayrıca Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı camiyi ve DİTİB Kültür Evi’nin yerleşkesini gezdi.
Türkiye, Afrika ülkeleriyle iş birliğini artırmaya çalışırken ekonomik getirilerden de faydalanıyor. Ancak Türkiye bir yandan da kıtada Rusya ve Çin ile rekabet etmek zorunda.
Türkiye’nin Somali ile hidrokarbon kaynağı arama anlaşması imzalaması Ankara’nın Afrika’ya yönelik stratejik hamlelerini yeniden gündeme getirdi.
Türkiye Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, Temmuz ayında iki ülke arasında Somali açıklarındaki üç blokta petrol ve gaz arama ve üretme konusunda bir Hidrokarbon Arama ve Üretim anlaşması imzaladığını açıkladı.
Alparslan, Türkiye’nin Eylül sonu ya da Ekim başında bölgeye bir arama gemisi göndereceğini duyurdu. Jeosismik çalışmalar ülkenin en az 30 milyar varil petrol ve gaz rezervine sahip olduğunu gösteriyor.
Paris merkezli Akdeniz Enerji ve İklim Gözlemevi (OMEC) adlı düşünce kuruluşunun hidrokarbon ve enerji güvenliği direktörü Sohbet Karbuz, anlaşmayı Türkiye’nin enerji kaynaklarının güvence altına alınmasında “stratejik bir adım” olarak değerlendiriyor.
Karbuz, DW’ye yaptığı yazılı açıklamada “Türkiye derin deniz petrol ve gaz aramalarında önemli bir oyuncu olma yolunda ilerliyor. Dört sondaj ve iki sismik araştırma gemisiyle teknik deneyime zaten sahip” diyor.
Türkiye’nin enerji arzının yüzde 74’ü yurtdışından ithalata bağlı olduğu için Ankara enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor. Türkiye halen Rusya, Azerbaycan, Cezayir ve İran’dan büyük miktarlarda boru gazı ithal ederken ABD, Mısır, Rusya, Fransa ve Nijerya’dan da sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) satın alıyor.
Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Dr. Volkan İpek de Somali ile yapılan anlaşmayı “Bu Türkiye’nin enerji kaynakları bulma konusundaki hırsını da gösteriyor. Karadeniz’den sonra Aden Körfezi’nde ve Hint Okyanusu’nda da enerji aramak bu hırsın en büyük belirtisi” sözleriyle değerlendiriyor.
Ticaret hacminin artırılması hedefi
2011 yılında, o dönemde başbakan olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 yıl sonra Somali’yi ziyaret eden Afrikalı olmayan ilk siyasi lider olmasının ardından Türkiye, Somali’nin yanı sıra diğer Afrika ülkelerindeki angajmanını da artırdı.
Aslında Türkiye 1998 yılında Afrika Açılım Planı’nı ilan etmesinden bu yana kıta ile ticari, diplomatik ve güvenlik ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor.
Volkan İpek, Türkiye’nin Afrika Açılım Planı’ndaki ticaret hacminin artırılması ve daha fazla serbest ticaret anlaşması gibi ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesi konusunda “Türkiye’de devletin bu planı uygulamada büyük bir enerjisi ve iddiası olduğu görülüyor” ifadelerini kullanıyor.
İpek söyle devam ediyor “Bu anlamda, belki de şu anda dış politikada en istikrarlı ve verimli bölge, hatta kıta, Afrika.”
Türkiye, Afrika’da 2002’de 12 olan büyükelçilik sayısını, 2022 yılında 44’e çıkardı, 38 Afrika ülkesi de Ankara’da büyükelçilik açtı. Türk Hava Yolları ise Afrika’da artık 62 noktaya uçuyor.
Türkiye’nin kıtada artan etkisi ticarette de kendini gösteriyor. Türkiye ile Afrika ülkeleri arasında 2003’te 5,4 milyar dolar olan ticaret hacmi 2022’de 41 milyar doları geçti. Geçen yıl ise ticaret hacmi 37 milyar dolar olarak kaydedildi.
Çin, Rusya ve Körfez ülkelerine karşı rekabet
Afrika ülkelerinin genç nüfusu ve artan talep, Türk yatırımcıları da cezbediyor. Ancak Türkiye’nin girişimleri, Çin, Rusya ve Körfez ülkelerinin Afrika’daki nüfuzlarını arttırmak için başlattıkları projelerle rekabet etmek zorunda.
Volkan İpek, Afrika’nın büyüyen ekonomileriyle “büyük bir pazar” haline geldiğini belirtiyor ve “O kadar büyük bir ilgi uyandırdı ki, Türkiye kaçınılmaz olarak bu rekabette kendini göstermek zorunda hissetti” diyor.
Türkiye’nin Afrika’ya stratejisi bağlamında Türk şirketlerinin kıtaya yatırımları da artıyor. Ticaret Bakanı Ömer Bolat’a göre, son birkaç on yılda toplam bin 864 proje tamamlandı ve Türk yatırımlarının toplamı 85,4 milyar doları buldu. Örneğin Türk inşaat şirketi Yapı Merkezi, yakın zamanda Tanzanya’daki demiryolu ağını iyileştirmek için 2,35 milyar dolar değerinde bir ihale kazandı.
Türk şirketlerinin özellikle büyük projeler için gerekli finansmanı sağlama konusunda Çinli firmalarla rekabet etmekte zorlandığını söyleyen Basel Üniversitesi Afrika Çalışmaları Merkezi’nde daha önce araştırmacı olarak görev yapan Ufuk Tepebaş, “Çin’in şöyle bir avantajı var. Devlet doğrudan Çin Eximbank üzerinden Çinli firmaları destekliyor. Türk firmaları Türk Eximbank’tan aynı desteği alamıyor. Destek alsalar dahi miktarları mukayese etmek mümkün değil” diyor.
Sadece 2023 yılında Afrika’daki Çin yatırımları toplam 282 milyar dolara ulaştı. Buna karşılık Türkiye’nin bugüne kadarki yatırımı 10 milyar dolar civarında.
Volkan İpek, Türkiye’nin Afrika’daki angajmanının siyasi olarak Rusya’nın, ekonomik olarak da Çin’in gerisinde kaldığını düşünüyor.
“İthalat-ihracat yerine daha fazla yatırım yapmalı ve biraz mega proje üstlenmeli Türkiye” diyen İpek, Akdeniz’de Kuzey Afrika’yı güney Avrupa’ya bağlayacak denizaltı fiber-optik kablosu Medusa projesini buna örnek olarak gösteriyor.
Kaçırılan hedefler ve zayıf ortaklar
Ancak Türkiye’nin Afrika stratejisine kadar iddialı görünürse görünsün, ülke Afrika ile yıllık 50 milyar euroluk ticaret hacmi hedefine ulaşmakta başarısız oldu. Bu rakam, Afrika Birliği’nin Türkiye’yi “stratejik ortak” ilan etmesinden dört yıl sonra, 2012 yılı için öngörülmüştü. Hatta Erdoğan, 2021 yılında Afrika ile ticaret hedefinin 75 milyar dolar olduğunu açıklamış, ancak bu hedefe ulaşmak için herhangi bir zaman dilimi vermemişti.
Araştırmacı-yazar Ufuk Tepebaş, konulan hedeflerin “gerçekçi” olması gerektiğini söylüyor. Tepebaş “Konulan hedefleri belirlerken ülkenin potansiyelini de iyi belirlemek gerekiyor, ticari partnerlerinizi de çeşitlendirmeniz gerekiyor” diyor.
Türkiye bugüne kadar sadece dört Afrika ülkesi ile serbest ticaret anlaşması imzaladı: Tunus, Mısır, Fas ve Mauritius. Somali ve Sudan halen Türkiye’nin kalkınma yardımlarından faydalanırken, Tepebaş’a göre ikili iş birliği de ağırlıklı olarak Türkiye’nin bu iki ülkeyle olan yakın dini ve tarihi bağlarına odaklanmış durumda.
Bu nedenle Tepebaş, Türkiye’nin Afrikalı ticaret ortaklarını seçerken “doğru analiz” yapması gerektiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ticari anlamda Somali ve Sudan’ın potansiyeli çok zayıf. Tercihinizi Etiyopya, Tanzanya ve Kenya’dan yana kullansaydınız, ticari olarak çok büyük ihtimalle daha büyük dönüşü olacaktı.”
Yatırım projelerine destek için güvenlik iş birliği
Türkiye aynı zamanda birçok Afrika ülkesi için kilit bir güvenlik ortağı haline de geldi.
Somali’nin başkenti Mogadişu Türkiye’nin yurtdışındaki en büyük askeri üssüne ev sahipliği yapıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurlarının, Somali’nin terörizm ve diğer tehditlere karşı güvenliğinin sağlanması faaliyetlerine destek amacıyla bu ülkede iki yıl süreyle görevlendirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi de TBMM’de Temmuz ayı sonunda kabul edildi.
Bu ayın başında ise Türkiye’nin Somali’de yeni bir balistik füze test sahası kuracağı iddiaları gündeme geldi.
Yeditepe Üniversitesi’nden Volkan İpek “Savunma alanındaki iş birliği bence silah gerektiren olaylar arttıkça daha da gelişecek gibi duruyor. 2011 yılından itibaren Sahel bölgesinde etkili olmaya başlayan cihatçı teröristler bu konuda en büyük parçayı oluşturuyorlar” diyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), dünya genelindeki silah ve askeri teçhizat satışıyla ilgili 2019-2023 ile 2014-2018 yıllarını karşılaştırdığı raporuna göre Türkiye, Sahra Altı Afrika bölgesine yüzde 6,3 ile en çok silah tedarik eden dördüncü ülke oldu. Rapora göre bunu sebebi, Nijerya’ya yapılan savaş helikopteri satışları ve bölgedeki birkaç ülkeye eğitim uçağı ve İnsansız Hava Aracı (İHA) teslimatı.
Somalililerin Türkiye sevgisi | “Daha düzgün bir ülke olduğu için tercih ettim”
To view this video please enable JavaScript, and consider upgrading to a web browser that supports HTML5 video
En çok turist çeken beş ülkeden biri olan Türkiye’de, turizm sektöründe çalışacak nitelikli eleman ihtiyacı artıyor. Ücretler enflasyon karşısında çok düşük kaldığı için turizm çalışanları Körfez ülkelerine yöneliyor.
Dünyanın önde gelen turizm ülkelerinden biri olan Türkiye’de, turizm sektöründe yaşanan nitelikli eleman açığı her geçen gün büyüyor. DW Türkçe’ye konuşan turizmcilere göre, düşük ücretler nedeni ile garsonundan komisine, kat görevlisinden aşçısına kadar sektördeki on binlerce çalışan çareyi başta Körfez ülkeleri olmak üzere yurtdışında çalışmakta buluyor.
En çok turist çeken 5 ülkeden biri
Türkiye, Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) verilerine göre Fransa, İspanya, ABD ve İtalya ile birlikte dünyada en fazla turist çeken beş ülkeden biri konumunda bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, Türkiye 2023 yılında 56,2 milyon turisti ağırladı. 2024’ün ilk sekiz ayında ise Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısı 35,8 milyon oldu. Türkiye’ye en çok turist gönderen ülkeler ise Rusya, Almanya, İngiltere, İran ve Polonya olarak sıralanıyor.
Hükümet, 2024 sonunda 60 milyon turist ve 60 milyar dolar turizm gelirine ulaşma hedefi koydu. Ancak yüksek enflasyon nedeni ile fiyatların geçmiş yıllara göre üç dört kat arttığı turizmde, istihdam krizi yaşanıyor. DW Türkçe’ye konuşan Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği (ETİK) Başkanı Mehmet İşler, Türkiye’de turizmin 12 aya yayılamaması ve sezonluk işlerdeki ücretlerin yüksek enflasyon karşısında çok düşük kalması nedeniyle, turizm sektöründe ciddi bir nitelikli eleman açığı yaşandığını söylüyor.
“Gençlerin yüzde 90’ı başka sektöre gidiyor”
Turizm sektörüne ara eleman yetiştiren Turizm Eğitim Merkezleri (TÜREM) gibi kurumların kapatılmasının on milyarlarca dolarlık büyüklüğe sahip turizm sektöründeki istihdam kalitesini olumsuz etkilediğini vurgulayan Mehmet İşler, “Meslek liseleri ya da üniversitelerdeki turizm bölümleri, yılda yaklaşık 50 milyon turist ağırlayan bir ülke için çok yetersiz kalıyor. Sektöre giriş yapan gençlerin yüzde 90’ı bir süre sonra turizmi bırakıp başka işlere geçiyor” diye konuşuyor.
Yıllarını turizme vermiş, dil bilen, nitelikli çalışanların ise Türkiye’deki hayat şartları nedeni ile çareyi yurtdışında aradığına işaret eden İşler, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinin yüksek ücretler vererek Türkiye’den on binlerce turizm elemanı aldığına dikkat çekiyor. İşler, “Türkiye sürekli turist sayısını artırırken, aynı oranda devam etmesi gereken kalite, eleman tedarik etme veya yetiştirme avantajını ise kaybediyor” diyor.
“1,5 milyon yeni çalışana ihtiyacımız var”
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) Haziran 2024 verilerine göre, turizm sektöründe kayıtlı 1,5 milyon çalışan bulunuyor. Profesyonel Otel Yöneticileri Derneği (POYD) verilerine göre ise şu anda Türkiye turizm sektöründe garsondan komiye, kat görevlisinden aşçıya kadar 100 bin çalışana acil olarak ihtiyaç var. ETİK Başkanı İşler ise Türkiye’nin turizmdeki potansiyeli ve gelecek yıllarda turist sayısının giderek artacağı düşünüldüğünde, sektörün her kademede yaklaşık 1,5 milyon çalışana ihtiyaç duyacağını söylüyor.
Türkiye’de genç nesillerin turizm sektöründeki çalışma şartlarını ağır, ücretleri ise çok düşük bulmalarından dolayı turizmcilerin Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan ve Rusya gibi ülkelerden çalışan getirttiğini anlatan İşler, “Ancak bu durum Türkiye’deki turizm işletmelerinin kalitesini düşürüyor. Çünkü yurtdışından getirttiğimiz çalışanlar klasik Türk misafirperverliğine aşina olmuyor. Belki iş gücü maliyetlerimiz düşüyor ama hizmet kalitemiz de düşüyor. Sektörde çok acil bir istihdam planına ihtiyacımız var” şeklinde konuşuyor.
Turizmde yabancı yatırımlar artıyor
Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2023 sonu itibariyle Türkiye’de aktif olan 4 binden fazla otel ve 20 bine yakın farklı özelliklerde konaklama tesisi bulunuyor. Dünyadaki tüm büyük otel zincirleri, Türkiye’nin dört bir yanında faaliyet gösteriyor. Her yıl ortalama 50 büyük otel yatırımı yapılan Türkiye turizm sektör, yabancı yatırımcının da gözdesi durumunda.
Dünya genelinde 9 binden fazla oteli bulunan ve bünyesinde Sheraton, Ritz Carlton, St. Reggis gibi lüks otel zincirlerini barındıran ABD’li JW Marriot da Türkiye turizm sektörü için büyük hedefler koyan uluslararası yatırımcılardan biri.
DW Türkçe’ye konuşanJW Marriot Ankara Oteli Genel Müdürü Dr. Hakan Arslan,Türkiye’de 47 oteli bulunan Marriot grubunun 2025 sonunda 100, 2027 sonunda ise 200 otele ulaşmayı hedeflediğini söylüyor. Arslan, “Türkiye, yıllık 60 milyon turistlik potansiyeli ile grubumuzun ana yatırım alanlarından biri olacak” diyor.
Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki savaşlara rağmen turistler için gözde bir ülke olmaya devam ettiğini vurgulayan Arslan, ancak yüksek enflasyon sürecinde Türkiye’nin “ucuz ülke” algısının zarar gördüğünü, sektördeki “nitelikli çalışan” sorununun ise giderek büyüdüğünü kaydediyor.
Turizmde maaşlar düşük kalıyor
Turizm sektörüne adım attığı 2006 yılında döviz bazında yaklaşık 1600-1700 dolar maaş ile çalışmaya başladığını anlatan Arslan, şunları söylüyor:
“Bugün ise sektör, yeni başlayan bir çalışana 1000 dolar bile maaş ödemiyor. Bu yüzden de ister istemez dil bilen, nitelikli gençler başka yönlere doğru, farklı sektörlere doğru kayıyorlar. Şu an kalifiye personel bulmak, iş bilen personel bulmak çok zor. Bizim diğer ülkelerden ayrıldığımız bir misafirperverliğimiz var. Ancak artık Türk misafirperverliği sözünü yerine getirebileceğimiz personellerimizin sayısı çok azaldı. Türkiye’nin turizmde yeni bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Turizmle ilgili, özellikle sektördeki eleman açığı ile ilgili stratejik planlama ve daha güçlü pazarlama faaliyetleri ile kısa sürede turizmde büyük bir başarı yakalanabilir.”
Almanya’nın iki büyük seyahat şirketinin verilerine göre Türkiye, bu yaz sezonunda en çok tercih edilen ülke oldu.
Geride kalan yaz sezonunda Almanların gözde tatil destinasyonu Türkiye oldu. Almanya’nın ikinci büyük tur şirketi Dertour’un Ürün Müdürü Sven Schikarsky, her beş müşterisinden birinin tatilini Türkiye’de geçirdiğini belirterek aileler bazında bu oranın her üç aileden biri olduğunu söyledi.
Bu yılın Haziran-Eylül döneminde önceki yıla kıyasla yüzde 18 oranında müşteri sayısında artış olduğunu kaydeden şirket yetkilisi, seyahat rezervasyonlarının tekrar pandemi öncesi seviyelere yaklaştıklarını dile getirdi.
Dertour’da kısa ve orta mesafeli tatiller için diğer destinasyonlar İspanya ikinci sırada, Yunanistan üçüncü sırada, Mısır ve İtalya beşinci sırada yer aldı.
Almanya’da Münih merkezli üçüncü büyük tur şirketi FTI’nin iflası da şirketin müşteri artışına katkı sağladı. FTI tam tatil sezonunun başında, Haziran ayında iflas etmiş, tüm seyahatleri iptal etmişti.
Antalya Mallorca’yı geride bıraktı
Dünyanın en büyük seyahat şirketi TUI de FTI’nin iflasının ardından 75 bin ek kapasite oluşturmuştu.
TUI müşterileri arasında da Antalya bu yıl Almanların gözde destinasyonu Mallorca’yı bile geride bıraktı. TUI, yaz destinasyonu olarak bilinen Türkiye’yi sonbahar ve kış mevsimleri için de tanıtmak istiyor.
TUI CEO’su Sebastian Ebel, “Türkiye yıllardır misafirlerimizin gözdesi ve bu yıl tüm pazarlardaki etkileyici büyümeyle bu trendin nasıl devam ettiğini açıkça görebiliyoruz” dedi.
TUI’de Türkiye’nin ardından en popüler destinasyonlar İspanya, Yunanistan ve Mısır ile İtalya oldu.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, “Gelecek yüzyıla bakarken, Atatürk’ün vizyonuna bağlı kalarak, dünya ile rekabet eden bir Türkiye’nin inşasında hepimizin üzerine düşen büyük sorumluluklar var” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Türkiye İş Bankası tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış Konferansı”na katıldı.
Ersoy, İş Kuleleri Salonu’nda gerçekleştirilen konferansın açılışında yaptığı konuşmada, Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma” hedefinin bilimde, sanatta, ekonomide ve toplumsal kalkınmada sağlam adımlarla mümkün olacağını söyledi.
Türkiye İş Bankasının Türkiye Cumhuriyeti’nin en köklü kurumlarından biri olduğuna işaret eden Ersoy, “İş Bankasının 100. kuruluş yıl dönümünü kutlamak üzere bir aradayız. 100 yıl önce atılan bu adım sadece bir bankanın başarı hikayesi değil, aynı zamanda Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlü liderliğinin de sonucudur.” ifadelerini kullandı.
Atatürk’ün Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının, siyasi bağımsızlık kadar hayati olduğunu her zaman vurguladığına dikkati çeken Ersoy, şunları kaydetti:
“Ekonomik bağımsızlık, ulusal egemenliğin güvencesidir. İş Bankası da bu vizyonun ışığında, kurulduğu günden bu yana Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının en önemli yapı taşlarından biri olmuştur. Atatürk’ün ortaya koyduğu vizyon, yalnızca kendi döneminin değil, gelecek nesillerin de yolunu aydınlatacak bir rehberdir. Onun ekonomik ve sosyal alanlarda hedeflediği modernleşme süreci, yalnızca Batı’yı takip etmek değil, Türk milletini dünya sahnesinde hak ettiği konuma getirme çabasıdır.”
“ARKEOLOJİK KAZILAR VE RESTORASYONLAR ÜLKEMİZİ CAZİBE MERKEZİ HALİNE GETİRMEKTEDİR”
Ersoy, kültürel değerlerin korunması ve dünyaya tanıtılmasının en önemli önceliklerinden olduğunu, sadece Türkiye ekonomisinin büyümesi için değil aynı zamanda Türkiye’nin kültürel zenginliklerinin tüm dünyaya tanıtılmasına hizmet etmek için de var güçleriyle çalıştıklarını dile getirdi.
Bu sene başında “60 milyon turist, 60 milyar dolar turizm geliri” hedefini koyduklarını hatırlatan Ersoy, “Türkiye, sadece deniz, kum ve güneşle değil, aynı zamanda tarihin derinliklerinden gelen kültürel zenginlikleriyle de turistlerin ilgisini çekmektedir. Turizm sektörümüzün bu başarısında, dünya çapında gerçekleştirdiğimiz arkeolojik çalışmaların ve kültürel miras projelerimizin büyük bir rol oynadığını söylemek gerekiyor. Geleceğe Miras projemiz ile Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirdiğimiz arkeolojik kazılar ve restorasyonlar kültür turizmini desteklerken, ülkemizi cazibe merkezi haline getirmektedir.” diye konuştu.
Bakan Ersoy, 2018-2024 arasında Türkiye’den yurt dışına çeşitli sebeplerle çıkarılan 7 bin 839 eserin titiz bir takip neticesinde Türkiye’ye iadesini sağladıklarını ifade ederek, “Bu yılın ilk 9 ayında ise 35 adet kültür varlığını bu topraklara geri kazandırdık.” dedi.
Kültür ve sanatı geniş kesimlere ulaştırmak için Türkiye Kültür Yolu Festivallerini hayata geçirdiklerini aktaran Ersoy, “Bu yıl 16 şehrimizde toplamda 8 aylık süreci kapsayan şekilde festivallerimizi gerçekleştiriyoruz. İş Bankasının 100. yılı vesilesiyle, ekonomik bağımsızlık kadar kültürel bağımsızlığımızın da ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlıyor, bu değerli kurumumuzu yürekten kutluyorum.” şeklinde konuştu.
İş Bankasının Türkiye’nin kalkınmasına ve uluslararası rekabet gücüne katkı sunarak, Atatürk’ün vizyonuna sadık kaldığını vurgulayan Ersoy, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün, İş Bankası sadece finansal alandaki başarılarıyla değil, sosyal sorumluluk projeleri, sanata ve kültüre yaptığı katkılarla da Atatürk’ün ileri görüşlü bakış açısının bir temsilcisi olmuştur. Gelecek yüzyıla bakarken, Atatürk’ün vizyonuna bağlı kalarak, dünya ile rekabet eden bir Türkiye’nin inşasında hepimizin üzerine düşen büyük sorumluluklar vardır. İş Bankasının 100 yıllık yolculuğu, yalnızca bir bankanın değil, bir milletin kararlılığı, inancı ve geleceğe olan umudunun da hikayesidir.”
İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran da iki gün devam edecek konferansta değerli isimlerin konuşma yapacağını belirterek, “Adımızın bizzat Atatürk tarafından konulması bizler için hep gurur kaynağı olmuştur. Bu gurur aynı zamanda büyük bir sorumluluktur. İşte biz bu sorumluluk duygusuyla konferansımızı düzenledik.” değerlendirmesini yaptı.
İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Bali ise “Ulusal Bir Ekonominin İnşası ve Türkiye İş Bankası” başlıklı konuşma yaptı.
Bali, Banka’nın kuruluşunun Cumhuriyet’in ve iktisadi bağımsızlık fikriyatının bir sonucu olduğuna değinerek, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, askeri zaferlerin iktisadi zaferlerle perçinlenmesi gerektiğini sürekli hatırlamıştır.” dedi.
“ATATÜRK VİZYONUYLA GELECEK YÜZYILA BAKIŞ KONFERANSI”
Konferansın konuşmacıları arasında Prof. Dr. Aziz Sancar, Prof. Dr. Paul Krugman, Malcolm Gladwell, Apple Inc. kurucularından Steve Wozniak, IBM Avrupa, Orta Doğu ve Afrika (EMEA) Genel Müdürü Ana Paula de Jesus Assis, Prof. Dr. Philippe Aghion ve yazar Brett King yer alıyor.
Ekonomi, bilim, yapay zeka ve sanat gibi çeşitli alanlarda ise Prof. Dr. Şevket Pamuk, Refik Anadol, Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Prof. Dr. Ufuk Akçiğit, Mahfi Eğilmez, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat ve Ege Cansen, uzmanlık alanlarında konuşmalar yapacak.
Etkinlikte ayrıca Türkiye’yi temsil eden, önde gelen sporcuların yer aldığı bir panel gerçekleştirilecek.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Türk Hava Yolları’nın (THY) uzun süredir yaptığı görüşmeler sonucunda dış hatlarda iki yeni rotaya daha uçacağını belirterek, “Böylece bu senenin sonunda dış hatlardaki uçuş nokta sayımızı 349’a çıkarmayı hedefliyoruz.” dedi.
Avrasya havacılık ve havalimanları pazarının buluşma noktası olan 14. İstanbul AirShow 2024 Uluslararası Sivil Havacılık Fuarı’nın açılış töreni, Uraloğlu, THY Genel Müdürü Bilal Ekşi, Sivil Havacılık Genel Müdürü (SHGM) Prof. Dr. Kemal Yüksek ve Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DMHİ) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Enes Çakmak’ın katılımıyla gerçekleştirildi.
İnsanların artık “A noktasından B noktasına en hızlı, güvenli ve konforlu bir şekilde nasıl varırım?” sorusuna yanıt aradığını kaydeden Uraloğlu, “İlk önce gideceği yer havalimanına sahip mi, varsa uçak bileti bakıyor, yüksek hızlı tren var mı, kontrol ediyor. Yollarda en üst düzey kalite arıyor, otoyol, bölünmüş yol istiyor. Özetle yaşadığımız çağda artık ulaşılabilirlik ve hız faktörlerinin, hayatımızın her alanına radikal bir şekilde etki ettiğini görüyoruz ve gözlemliyoruz.” diye konuştu.
Uraloğlu, bugün vatandaşların bu taleplerine cevap veren bir Türkiye olduğuna dikkati çekerek, son 22 yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı ulaştırma hamleleriyle Türkiye’ye çağ atlattıklarını söyledi.
2002’de toplam araç sayısının 8,5 milyon, bölünmüş yol uzunluğunun 6 bin 101 kilometre, şehirlerarası ortalama seyahat hızının 40 kilometre civarında olduğunu belirten Uraloğlu, “Bugün araç sayımız 30 milyonu aşmış olmasına rağmen yapmış olduğumuz bölünmüş yollarla, yine 30 bin kilometreye varan bölünmüş yollarla artık ortalama seyahat hızımız da 90 kilometreye çıkmış durumda. Bunu elbette bahsettiğim gibi bölünmüş yolları artırarak sağladık.
Yüksek hızlı trenlerle bugüne kadar yaklaşık 91 milyon yolcuyu seyahat ettirdik, yani ülke nüfusundan biraz daha fazlası. Havacılıkta ise dünyada en hızlı gelişim gösteren ülkelerden birisi olduk. Çünkü uluslararası düzeyde ülkelerimiz için vazgeçilmez olan ekonomik işbirliklerinin tesisi ve dış ticaret faaliyetlerimizin gelişmesi için gerekli olan en hızlı, güvenli ve konforlu ulaşım yolunun hava yolu olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu noktada bugün burada sadece havacılık ve uzay sektörünün geleceği için değil, ülkelerimizin ekonomik ve sosyokültürel geleceği için de bir araya gelmiş bulunuyoruz.”
”BU SENENİN SONUNDA DIŞ HATLARDAKİ UÇUŞ NOKTA SAYIMIZI 349’A ÇIKARMAYI HEDEFLİYORUZ”
Artık modern ekonomilerin başlıca özelliğinin çok uluslu üretim, ülkelerarası finansal akımlar ve uluslararası ticaret hacminin çok büyük boyutlara ulaşması olduğunu dile getiren Uraloğlu, “Kapılarını örtersen, gözlerini, kulaklarını kapatırsan, dünyadaki gelişmelere uzaktan bakarsan, dost da edinmezsin, bugünkü dünyada yer de bulamazsın. Devir artık ‘kazan-kazan’ devri… Hava yolu ulaşımı ise kazan-kazan devrinin en önemli dinamosu. Bu nedenle tüm dünyada hava ulaşımına verilen önem, diğer ulaşım modlarına göre daha hızlı bir şekilde gelişmektedir, artmaktadır.” değerlendirmesini yaptı.
Sadece 4 saatlik uçuş süresiyle, 1,4 milyar insanın yaşadığı 67 ülkenin de merkezinde muhteşem bir lokasyona sahip olan Türkiye’nin gökyüzünde kurduğu köprülerle havacılık alanında Avrasya bölgesinde lider bir küresel havacılık merkezi olduğunu aktaran Uraloğlu, şunları söyledi:
“Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde ‘dünyada ulaşamadığımız hiçbir nokta kalmayacak’ hedefiyle hareket ederek, ülkemizi, dünyanın en geniş uçuş ağına sahip ülkelerinden birine dönüştürdük. Hava Ulaştırma Anlaşma’mız bulunan ülke sayısını 81’den, 173’e yükselttik. Böylece dış hatlarda 50 ülkede 60 noktaya uçuş gerçekleştirebiliyorken, uçuş ağımıza 286 yeni nokta ekleyerek 131 ülkede 347 noktaya ulaştırdık. Bu sayıyı arttırmak için yeni çalışmalara da devam ediyoruz.
Uzun süredir yaptığımız görüşmeler sonucunda Şili’nin başkenti Santiago’ya 18 Aralık 2024 tarihi itibarıyla THY ile İstanbul-Sao Paolo-Santiago hattında haftalık 4 frekans olarak seferlere başlamayı planlıyoruz. Böylelikle, THY Şili’ye ilk kez sefer gerçekleştirmiş olacak. Öte yandan, THY’nin 4 Aralık 2024 tarihi itibarıyla İstanbul-Kuala Lumpur-Sydney hattında seferlere başlamasını da öngörüyoruz. Bu yıl başlanan Melbourne seferlerinin ardından Sydney de Avustralya kıtasında açacağımız ikinci yeni nokta olacak. Böylece bu senenin sonunda dış hatlardaki uçuş nokta sayımızı 349’a çıkarmayı hedefliyoruz.”
”SON 22 YILDA HER 1,5 YILDA BİR HAVALİMANI AÇTIK”
İç hatlardaki aktif havalimanı sayısını 26’dan son olarak 10 Ağustos’ta hizmete açılan Çukurova Uluslararası Havalimanı ile 58’e çıkardıklarını, son 22 yılda her 1,5 yılda bir havalimanı açtıklarını dile getiren Uraloğlu, “Çukurova Uluslararası Havalimanı da hem bölgemizin hem de ülkemizin havacılık alanında uluslararası bir aktarma merkezi olması adına önemli bir yatırım oldu. Havalimanımız ile birlikte ülkemizin geleceğe açılan kanatları daha da büyüdü, daha da gelişti. 2018’de hizmete açtığımız İstanbul Havalimanı ile de bugün ülkemiz ve İstanbul, dünyanın en büyük küresel transit merkezlerinden biri haline gelmiş durumdadır. Avrupa’nın en yoğun havalimanı olarak yıllardır sahip olduğu birinciliği sürdürmeye de devam ediyor.” ifadelerini kullandı.
Uraloğlu, sivil havacılık alanında çağ atlatan bu başarıları hayata geçirirken aynı dönemde yerli ve milli havacılık ve uzay teknolojilerini de geliştirerek, Türkiye’nin bu alanlarda uluslararası arenada söz sahibi ülkeler arasında yer aldığını bildirdi.
Türkiye’nin, bugün kendi yakın yörünge, gözlem ya da haberleşme uydularını geliştiren ve üreten bir ülke olduğunu anlatan Uraloğlu, “En önemli projelerimizden biri de hiç şüphesiz ilk yerli ve milli haberleşme uydumuz TÜRKSAT 6A’dır. Bilindiği üzere uydumuzu temmuz ayında uzaya başarıyla fırlattık. Test süreçlerini başlattık. İnşallah en geç yıl sonunda uydumuzu devreye alacağız. Türkiye, TÜRKSAT 6A’dan edindiği tecrübelerle bölgesindeki ülkeler için haberleşme uydusu üretim merkezi haline geldi diyebiliriz. TÜRKSAT 6A’nın üretimiyle ülkemiz haberleşme uydusu üreten ilk 11 ülke arasında yerini aldı ve uydu ihracatçısı konumuna yükselmiş oldu.” değerlendirmesini yaptı.
”TÜRKİYE, AVRASYA’DAKİ HAVACILIK VE HAVALİMANI SANAYİSİ İÇİN ÖNEMLİ BİR LİDER ROL ÜSTLENMEKTE”
Uraloğlu, hava savunma sanayisine de değinerek, dünya güç dengelerini değiştiren, muharebe alanında çığır açan teknolojilere imza attıklarını, 2000’li yılların başında İHA’ları kimse bilmezken ilk milli uçuş bilgisayarını geliştirdiklerini ifade etti.
Savunma Sanayii Başkanlığı liderliğinde yürütülen çalışmalarla 2007’de Bayraktar Mini İHA, 2010’da Anka, 2014’te Bayraktar TB2 ve 2019’da da AKINCI’yı geliştirdiklerinin altını çizen Uraloğlu, “2022’de Bayraktar KIZILELMA’yı ve son olarak 5’inci nesil çok rollü savaş uçağı olan KAAN’ı gökyüzünde görerek bunlar gibi nice başarıya imza attık. Sivil havacılık sektörü ile havacılık ve uzay teknolojileri alanında çağ atlatan tüm bu projelerle birlikte, Türkiye, Avrasya’daki havacılık ve havalimanı sanayisi için önemli bir lider rol üstlenmektedir.” dedi.
Uraloğlu, havacılık sanayisinin sivil yönüne odaklanan ve tüm paydaşlarını bir araya getirerek uluslararası entegrasyona hizmet eden İstanbul AirShow’u çok önemli bir etkinlik olarak değerlendirdiğini dile getirdi.
Yerel ve küresel düzeydeki şirketler arasında yeni ortaklıklar ve işbirlikleri kurulmasına vesile olarak sektörün daha da büyümesine katkı sağlayacağına inandığını kaydeden Uraloğlu, “Bu tür etkinliklerle birbirine uzak coğrafyalarda olsa dahi ülkelerimiz arasında yapacağımız işbirlikleri ile uzakları yakın, ülkelerimizi komşu kapısı haline getireceğiz. Bugün bu birliktelik vesilesiyle yeni ortaklıklar, yeni pazarlar ve iş imkanları aralanacak. Ticaretimiz artacak, sosyal ve kültürel ilişkilerimiz hızlanacak böylece ülkelerimiz arasında yeni bir dönemi de başlatacağız. Başlamış ilişkileri de bu vesileyle geliştirmiş olacağız.” diye konuştu.
Uraloğlu, kendilerinin, Türkiye olarak tüm dünyayı sarmak istediklerini, Türkiye’nin parlak geleceğine sektör temsilcilerini de ortak etmek ve onlarla güçlü ortaklıklar kurmak istediklerini sözlerine ekledi.
Açılış konuşmasının ardından Uraloğlu, fuardaki stantları ziyaret ederek, firma yetkililerinden bilgi aldı.
Türkiye İş Bankası, Cumhuriyetin 100’üncü yılında ilkini düzenlediği “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” başlıklı uluslararası konferansı bankanın kuruluşunun 100’üncü yıldönümü vesilesiyle ikinci kez düzenledi. Konferansta konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İş Bankası’nın kuruluşuna vurgu yaparak “100 yıl önce atılan bu adım sadece bir bankanın başarı hikâyesi değil, aynı zamanda Atatürk’ün ileri görüşlü liderliğinin de sonucudur” dedi.
Türkiye İş Bankası, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak hem de bankanın 100 yıllık yolculuğunu kutlamak adına “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansını düzenledi. İlki Cumhuriyetin 100. yılında düzenlenen konferansın açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İş Bankası’nın kuruluşuna vurgu yaparak, “100 yıl önce atılan bu adım sadece bir bankanın başarı hikâyesi değil, aynı zamanda Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlü liderliğinin de sonucudur. Atatürk, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının, ülkenin siyasi bağımsızlığı kadar hayati olduğunu her zaman vurgulamıştır. Ekonomik bağımsızlık, ulusal egemenliğin güvencesidir. İş Bankası da bu vizyonun ışığında, kurulduğu günden bu yana Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının en önemli yapı taşlarından biri olmuştur. Atatürk’ün ortaya koyduğu vizyon, yalnızca kendi döneminin değil, gelecek nesillerin de yolunu aydınlatacak bir rehberdir” diye konuştu.
İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Bali de konuşmasında, iktisadi bağımsızlık hedefiyle kurulan bankanın 100 yıllık yolculuğunu, kuruluşunun ilk yıllarındaki anekdotlarla özetledi. İş Bankası için Atatürk’ün “vatanı kurtaracak ve yükseltecek tedbirlerin başında gördüğü, halkın doğrudan itibar ve itimadından doğup meydana gelen tam manasıyla modern ve milli bir banka kurulması” idealinde ifade ettiği “itimat”, “itibar”, “modern” ve “milli bir banka” kavramlarına dikkat çeken Bali, “İşte İş Bankası… ‘Türkler bankacılık yapamaz’ denilen bir ortamda kurulan banka, daha 10 yıl geçmeden tamamen Türkler’in idaresinde olan Türkiye’nin en önemli finans kurumlarının başında yer aldı” dedi.
“HER ŞİRKETİN TEMELİNDE BANKANIN HARCI VAR”
İş Bankası’nın kendisini hiçbir zaman sadece finansal bir kuruluş olarak görmediğinin altını çizen Bali, şöyle devam etti:
“Topyekûn bir kalkınma için kendimizi ülkemize karşı hep sorumlu hissettik. Bu yüzden kuruluş yıllarımızdan itibaren madencilik, şeker sanayi, dokuma, sigorta, cam sanayi gibi sektörlerdeki iştiraklerimizle farklı alanların gelişimine katkı sunduk. Türkiye’de mikro işletmelerden, en büyük gruplara kadar birçok işletmenin hemen hemen tamamının temelinde İş Bankası’nın harcı vardır. Üretim yapan, ekonomik değer yaratan inisiyatifleri, iktisadi kalkınmaya yönelik bütün büyük projeleri hep destekledik. Bugün ise teknoloji alanında hayata geçirdiğimiz, içinde bulunduğumuz dönemin gerektirdiği inisiyatiflerimizle, girişimcilere verdiğimiz destekle misyonumuzu aynen sürdürüyoruz.”
Bali, dilin sırlarını çözen yapay zekânın, üç beş yıl öncesine kadar sadece insan beyninin yapabileceğinin düşünüldüğü edebiyat, müzik ve sinema gibi alanlarda da son derece etkileyici dokunuşlar yaptığı böyle bir dünyada bilanço sorumlulukları kadar bankayı geleceğe hazırlamakla sorumlu olduklarını kaydetti.
İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran da konferansta geleceği anlamak için önce geçmişin araştırılacağını, akıllardaki sorulara yanıt bulmadan önce zihinlerin yeni ufuk açıcı sorularla dolacağını belirterek şöyle devam etti:
“Her biri alanında öncü ve ilham veren bilim insanlarının, ekonomistlerin, sporcuların, sanatçıların başarı hikâyeleri, düşünceleri ve bakış açılarıyla zihnimizde pek çok yeni fikir canlanacak. Dünyamızı, ekonomiyi, bilimi, sanayiyi, tarımı, ticareti ve bankacılığı etkileyen trendlerle ilgili önemli isimlerin değerlendirmelerini, yorumlarını dinleyeceğiz. Yeni teknolojileri konuşacağız. Bunların siyasetle, ekonomik kalkınmayla ilişkileri üzerine tekrar tekrar düşüneceğiz.”
“ATATÜRK BASKETBOL DEĞİL FUTBOL OYNADI”
Gazeteci-yazar Malcolm Gladwell de Atatürk’ün daha 1924 yılında eğitim sistemi üzerine incelemelerde bulunması amacıyla Türkiye’ye davet ettiği Amerikalı filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey’in altını çizdiği iki konuya değindi.
İlk olarak ülkede yetişmiş insan gücünün etkin bir şekilde oluşturulmasının önemine işaret eden Gladwell, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Atatürk ve Dewey’in yaşadığı 1920’ler dünyası bir alanda başarı için geniş bir yetişmiş insan gücü oluşturulmasındansa, en üst düzey performansa odaklanmanın iyi olduğuna inanıyordu. Atatürk de örneğin ilk adımlarından biri olarak kadınları yaşamın farklı alanlarına dahil ederken, yetişmiş insan gücünü genişletmeyi sağlıyordu. Organizasyonların başarısını üst seviyeye taşımasında iki farklı model vardır. Futbolda yetkin olmayan tek bir oyuncu, bütün takımı geriye düşürebilir. Basketbolda ise yetkin sporcuların bulunduğu bir takımda bir zayıf oyuncunun bulunması, takımın başarısına olumlu ya da olumsuz etkide bulunmaz. Futbol zayıf halkanın, basketbol güçlü halkanın etkili olduğu bir spor. 20. yüzyılın başında toplumların gelişiminin güçlü halkalara bağlı olduğu düşünülüyordu. Atatürk’ün eğitim politikasının güçlü halkalar oluşturmaktan ibaret olmadığını, zayıf halkaları iyileştirmeye odaklandığını görüyoruz. Dolayısıyla Atatürk, basketbol değil futbol oynadı. 1923-1938 arasında inanılmaz işlere imza attı.”
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nihat Zeybekci, Türkiye’de parasal sıkılaşmanın ardından Ekim ayı itibariyle üretim ve yatırımların hızla artacağı bir üretim seferberliğin sürecin başlayacağını açıkladı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nihat Zeybekci, Zonguldak’ta sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile iş insanları toplantısında konuştu.
“Dünyadaki merkez bankalarının para piyasalarında farklı önlemlere döndüğü, parasal sıkılaştırmadan, faizlerin durağanlığından ve şimdi de eksiye doğru dönmesinden bahsediliyor” diyen Zeybekci, nihayet ışığın göründüğünü söyledi.
Faiz artırımından neden vazgeçildi?
2023 yılındaki Mayıs ayı seçimlerinden sonra dünya genelinde kabul görmüş ekonomi politikalarıyla yola devam etme kararı alındığını hatırlatan Zeybekci, önceki programdan dönülmesi kararını da şöyle açıkladı:
“2023 Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye dünya standartlarında, dünyanın genel kabul görmüş olan ekonomi politikalarıyla yoluna devam etme kararı aldı. O döneme girdik. Öncesi yanlış mıydı? Hayır. Çin’in, Japonya’nın ve Kore’nin çok başarılı bir şekilde uyguladığı uzun dönemli bir politikaydı. Ancak 30-40 yılık, elli yıllık bir süreçte uygulanması gereken bir programdı. Türkiye’deki siyasi ortam böyle bir şeye uygun değil. Dolayısıyla en son geldiğimiz noktada böyle bir döneme geldik. Üretme ve yatırımla ilgili dünyanın durgun olduğu bir dönem yaşadık. Ve enflasyonla mücadelede atılması gereken, yapılması gereken ilk müdahaleyi Türkiye olarak, doğru zamanda doğru şekilde yaptık.”
“Atılması gereken ilk adım parasal sıkılaşmaydı”
Enflasyonla mücadele yönteminin üretimi arttırmak olduğunu ifade eden Zeybekci, “Atılması gereken ilk adım parasal sıkılaşmaydı. Bu adımı, bu tedbiri sonuna kadar destekliyoruz. Ama bu parasal tedbirlerin ekonomi programına dönüşmesi için enflasyonla gerçek mücadele ve tek mücadele yöntemi, üretimi arttırmaktır. Arzı artırmaktır. Bu da Türkiye için bu süreçte derhal bir üretim seferberliği bir yapısal reformlar seferberliği şeklinde bir süreç başlayacak. ” şeklinde konuştu.
“Derhal seferberlik başlatacağız”
Ekim ayı itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında seferberlik başlatılacağının altını çizen Zeybekci, “En kısa sürede sonuç alacağımız enflasyon, gıda enflasyonudur. Türkiye olarak hızlı sonuç alacağımız yatırımlarla ilgili bir seferberlik başlatacağız. Önümüzdeki sene bugünlerde Türkiye’de hem üretim seferberliğinin başladığı hem de enflasyonla ilgili yüzde 20’li rakamların konuşulmaya başladığı günleri göreceğiz. Bu programdan asla taviz vermeyeceğiz. Bu programdan asla dönüş olmayacak. Genel itibariyle de yatırımlarla ilgili dediğim gibi çok önemli projelerimiz ve önemli faaliyetler sürüyor” dedi.
ABD’de seçim süreci dolu dizgin ilerlerken, ekonomi de ana başlıklardan biri olarak öne çıkıyor. Türkiye İş Bankası’nın 100. Yılında “Atatürk vizyonuyla gelecek yüzyıla bakış” konferansında konuşmacı olan Nobelli Paul Krugman, tüm bu konularda…
Türkiye İş Bankası’nın 100. Yılında “Atatürk vizyonuyla gelecek yüzyıla bakış” konferansında Nobel ödüllü Ekonomist Paul Krugman Bloomberg HT’nin sorularını yanıtladı.
Krugman, ABD’deki seçim ortamından küreselleşmenin mevcut durumuna, dünyayı kasıp kavuran yaşam maliyetleri krizinden Türkiye’ye kadar birçok konuda değerlendirmelerde bulundu. İşte Krugman’ın röportajından öne çıkan ifadeler:
Yaşananlardan çok ciddi savaşların olabileceğini öğrendik. Şu anda Gazze’de, Ukrayna’da yaşananlar size bunların mümkün olabileceğini gösteriyor. Ben size çok korkutucu hikayeler anlatabilirim. Örneğin Tayvan’da yaşananlara bakınca da bizi çok korkutucu gelişmeler bekliyor olabilir. Şu an bu ihtimallerin bizi endişelendiriyor olması gerçekten korkutucu.”
“İnsanlar Trump 2.0’a hazır değil”
Trump kazanabilir de, kazanamayabilir de. Ben şu an dünyanın Trump’a hazır olduğunu düşünmüyorum. Trump son başkan olduğunda onu kısıtlayıcı başlıklar da oldu. Bence gerçekten çok uç noktalara, aşırı korumacı politikalara, para politikasındaki farklılaşmalara, yüksek enflasyona; bunların hepsine hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bence Trump 2.0 insanların gerçekten kendilerini korumaya aldıkları bir risk değil.”
“1950’lerdeki dünyaya gitmeyeceğiz”
“Benim konuştuğum pek çok insan Thomas Friedman’ın ‘Dünya Düzdür’ kitabındaki dönemde olduğunu zannediyor; ama o dönem geride kaldı. O zamandan bu yana küreselleşmeyi takip ediyoruz ve farklı bir yapılaşma var. Bize gelen sinyaller çok açık. Belki de dünya her geçen gün daha az düz hale geliyor. Tabii ki 1950’lerdeki dünyaya gitmeyeceğiz. O dönem her yerde kısıtlamalar vardı. Eğer bir şekilde daha fazla küresel ekonominin entegrasyonu üzerine bahsinizi kuruyorsanız bence bu da yanlış
Yaşam standardının düşüp düşmediği ile alakalı ABD’yi örnek alalım. Bir aile için herhangi bir şekilde mantıklı bir indikatöre baktığınız zaman aslında şu anda en yüksek seviyelere gelmiş durumda. Şu anda insanların ABD ile ilgili alkışlamadığı bir konu da enflasyonu düşürücü yasanın hayata geçirilmiş olması. Burada yaşam standartları hiç olmadığı kadar yüksek seviyelerde. Bunun biraz daha devam edeceğini düşünebiliriz; ama verilere baktığımız zaman bu hikayeyi destekleyecek bir şey görmüyoruz.”
“Siyasi sıkıntılar atlatılırsa Türkiye’yi çok güzel bir ikinci yüzyıl bekliyor”
Türkiye için konu dönüp dolaşıp siyasete geliyor. Türkiye’deki siyasetin nereye gittiğini hiç bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Avrupa’nın burada ne kadar ırkçı olacağına dair, yabancılara karşı düşmanlığın ne kadar artacağına dair de politikalar şekillenebilir. Çok zor birkaç yıl yaşandı. Batı ülkelerine bakılırsa gerçekten güzel fırsatlar var. Türkiye’de bu ülkelerden biri. Eğer bir şekilde siyasi olarak sıkıntılar atılırsa Türkiye’yi çok güzel bir ikinci yüzyıl bekliyor.
TCMB’nin beklenti anket sonuçlarını değerlendiren ASO Başkanı Seyit Ardıç, “12 ay sonrası için piyasa katılımcıları %27,5, reel sektör %53,8, hane halkı ise %73,1 enflasyon öngörüyor. Bu farklılaşma fiyatlama davranışlarını bozarken, enflasyon fırsatçılarına da gün doğuyor” dedi.
Ankara Sanayi Odası (ASO) Eylül Ayı Meclis Toplantısı’nda konuşan, ASO Yönetim Kurulu Başkanı Seyit Ardıç, enflasyonla mücadelede önemli faktörlerden birisinin güven tesisi, kamuoyu algısını doğru yönetmek ve yönlendirmek olduğunu söyledi.
TCMB’nin beklenti anketlerine göre 12 ay sonrası için piyasa katılımcıları %27,5, reel sektör %53,8, hane halkı ise %73,1 enflasyon öngördüğünü ifade eden Ardıç, “Bu farklılaşma fiyatlama davranışlarını bozarken, enflasyon fırsatçılarına da gün doğuyor, gerekenden fazla fiyat artışı yapılıyor ve ortaya, enflasyon fırsatçılığı durumu çıkıyor” açıklamasını yaptı.
“Umarım stagflasyon riski ile karşı karşıya kalmayız”
Türkiye’de en önemli gündem maddesinin arzu edilen hızda düşmeyen enflasyon olduğunu söyleyen ASO Başkanı Ardıç, “Temmuzda enflasyon yılık bazda düşerken aylık bazda ise bir ivmelenme ortaya çıktı. Ağustosta baz etkisiyle fiyatların artış hızı azalsa da alım gücünde ciddi tahribat yaşanmaya devam ediyor. Büyüme rakamları enflasyonda düşüşün devam edeceği sinyalini veriyor.
Ancak ekonominin yavaşlaması her zaman enflasyonun düşeceği anlamına gelmediği gibi stagflasyon riski de söz konusu. Önemli olan son iki ayda baz etkisi nedeniyle düşüş eğilimi gösteren enflasyonun, bu etkinin ortadan kalkmasından sonra nasıl bir seyir izleyeceği. Umarım hem yüksek enflasyon hem de düşük büyüme, yani stagflasyon riskiyle karşı karşıya kalmayız” diye konuştu.
Yüksek faizden en büyük zararı sanayici görüyor
Yüksek faizden en büyük zararı sanayicilerin gördüğünü belirten Ardıç, ABD Merkez Bankası FED’in 50 baz puanlık faiz indiriminin ardından Türkiye’de faiz indirimi beklentilerinin daha çok konuşulmaya başladığına dikkat çekerek “Enflasyonla mücadele için biz sanayiciler uzun bir süredir yüksek faiz ortamında büyük fedakârlıkta bulunuyoruz. Ama şunu da biliyoruz ki erken bir faiz indirimi, bugüne kadar ödediğimiz bedellerin boşa gitmesi anlamına gelecektir.
Bu konuda tek karar verici mercii olan Merkez Bankamızın alacağı kararlara güvenimizin tam olduğunu vurgulamak istiyorum” dedi. Enflasyonla etkin mücadele için maliye ve gelirler politikasının güçlü desteği gerektiğini vurgulayan Başkan Ardıç, “Kamu desteğinin sınırlı kaldığı bir enflasyonla mücadele politikası, faizlerin uzun süre yüksek kalmasına ve ekonomimizin daha fazla tahribata uğramasına neden olacaktır” dedi. Ardıç, enflasyon direncini kırmak için kamunun tasarrufunun şart olduğunu belirtti
Kalıcı düşüş için reel sektör güçlü kalmalı
Türkiye ekonomisinin yılın ikinci çeyreğindeki yüzde 2,5 büyümeye karşın sanayi sektörünün yüzde 1,8 daraldığına dikkat çeken Ardıç, “Doğal olarak bu durum, ekonominin istihdam ve katma değer yaratabilmesi açısından önemli bir risk unsuru olarak karşımızda duruyor. Büyümenin refah seviyesi üzerine yansıması ve özellikle de enflasyonda kalıcı düşüş için reel sektörün güçlü kalması gerektiğinin altını çizmek isterim. Yüksek faiz nedeniyle finansman erişiminde ve kullanımında büyük sıkıntı yaşayan KOBİ’ler için özel kredi destek mekanizmaları acilen devreye alınmalıdır” diye konuştu.
“Yüksek teknolojili üretim ve ihracat yapılmalı”
Gayrisafi milli hasıla içerisinde imalat sanayisinin payının 2023 yılında 21,3 seviyesine geldiğini, aynı dönemde imalat sanayiinde istihdam edilenlerin payının da %19,8’e gerilediğine dikkat çeken Ardıç, “İmalat sanayiinin hem toplam hasılada hem de istihdam içindeki payında kaydedilen bu daralma, Türkiye’nin sanayisizleşme eğiliminde olduğuna işaret etmektedir. Sanayisizleşme; ekonominin büyüme potansiyeli, istihdamın artırılması ve kaynakların etkin kullanımı hedeflerine ket vurduğu zaman, ekonomi açısından patolojik bir durum ortaya çıkmaktadır.
Sanayi sektörünün milli gelir içindeki payının %30’lar seviyelerine ulaşması bekleniyor. İddialı olan bu hedefe tutarlı, etkin politika ve destekler sayesinde ulaşılabilir” dedi. Türkiye’nin sınıf atlayıp devler liginde yer alabilmesinin tek yolu yüksek teknolojili üretim ve ihracattan geçtiğini belirten Ardıç, “İhracat rakamımız yükseliyor. Cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırıyor. Bununla övünelim ama artık övüncümüzün asıl kaynağı yüksek teknolojili ihracatta yapacağımız artış ve ihracat kilogram değerimiz olmalıdır” dedi.