Çocuklar “Meşgul Şehir”in gazete ve haritalarını tasarlıyor

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Meşgul Şehir: İşgal İstanbul’unda Siyaset ve Gündelik Hayat, 1918–1923 sergisi kapsamında kenti odağına alan çocuk ve genç atölyeleri düzenliyor.

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Meşgul Şehir: İşgal İstanbul’unda Siyaset ve Gündelik Hayat, 1918–1923 sergisi kapsamında kenti odağına alan çocuk ve genç atölyeleri düzenliyor.

Pera Öğrenme iş birliğiyle hazırlanan atölye programı, ilhamını İşgal İstanbul’undaki gündelik yaşamdan alıyor. Sergiden hareketle İstanbul’da bir tarih yolculuğuna çıkan katılımcılar, dönemi resmeden bir kent gazetesi tasarlıyor; eski İstanbul haritasındaki bulmacalara yanıt arıyor ve kolaj tekniğiyle hayallerindeki şehre şekil veriyor. “Meşgul Şehir” atölyeleri 4 ve 11 Haziran’da İstanbul Araştırmaları Enstitüsü “Arka Oda”da gerçekleşecek.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Pera Müzesi Öğrenme Programları iş birliğiyle düzenlendiği yeni atölye programında, 7-12 ve 13-17 yaş gruplarına keşif dolu etkinlikler sunuyor. Meşgul Şehir: İşgal İstanbul’unda Siyaset ve Gündelik Hayat, 1918–1923 sergisinden ilhamla hazırlanan atölye programı, Şehir Dedektifi’nden Gizem Kıygı ve Elif Ertekin’in yürütücülüğünde gerçekleşecek.

İşgal İstanbul’unun gündelik hayatındaki grevler, salgınlar gibi toplumsal gündemlerden ilham alan Meşgul Şehir’in Gazetesi atölyesi, 13-17 yaş grubuna yönelik olarak hazırlandı. Rehberli sergi turunun ardından eski İstanbul’un sosyal hayatında ilgi çeken unsurlar üzerinde çalışan katılımcılar, eski dergi, gazete ve fotoğraflardan kestikleri parçalarla Meşgul Şehir’in gazetesini tasarlıyor. 

7-12 yaş grubuna yönelik İstanbul Harita Bulmacası atölyesinde, rehberli sergi turunun ardından atölye için hazırlanan bilmece kartlarındaki şifreleri çözen çocuklar, bulmacaları tamamlayarak özgün bir İstanbul haritası hazırlıyor. Aynı yaş grubunun katılımına açık Şehir Tasarımı kolaj atölyesinde ise eski İstanbul’un toplu ulaşım araçları, eğitim yapıları, spor ve kültürel alanları gibi, kentin sosyal hayatına dair unsurları inceleyen çocuklar, sergide öne çıkan karakter ve fotoğraflarla bir harita bazı oluşturarak özgün bir İstanbul tasarlıyor. 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Meme Kanseri Cinsiyet Ayırt Etmiyor

Doktor Öğretim Üyesi Dilek Yıldırım, meme kanserine karşı erken teşhisin hayat kurtardığını ifade ederek, meme kanserinin yalnızca kadınları değil erkekleri de tehdit ettiğine dikkat çekti.

Doktor Öğretim Üyesi Dilek Yıldırım, meme kanserine karşı erken teşhisin hayat kurtardığını ifade ederek, meme kanserinin yalnızca kadınları değil erkekleri de tehdit ettiğine dikkat çekti.

Küçükçekmece Belediyesi, meme kanserine karşı farkındalığını artırmak amacıyla ‘Sağlıklı Yaşam Biçimi ve Meme Kanseri ile Mücadele’ konulu seminer düzenledi. İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü tarafından Belediye Çok Amaçlı Salonda düzenlenen seminerde Doktor Öğretim Üyesi Dilek Yıldırım; sağlıklı yaşam biçimi, sağlıklı beslenme, meme kanseri belirtileri ve korunma yöntemleri gibi konularda personele ayrıntılı bilgi verdi.

Dilek Yıldırım: Herkes meme kanseri hakkında bilinçli olmalı

Doktor Öğretim Üyesi Dilek Yıldırım özellikle son yıllarda artan meme kanseri vakalarına karşı korunma yöntemlerini anlatırken, ‘’40 yaş üstü her kadın 2 yılda bir düzenli olarak mamografi çektirmeli. Meme kanserinin erken teşhis ile tespiti durumunda iyileşme şansı %98’dir. Toplumun tüm kesimi meme kanseri konusunda bilinçli olmalıdır. Özellikle 20 yaşından itibaren her kadının her ay kendi kendini muayene etmesi gerekir. Ayrıca 20 yaş üzeri her kadın 2 yılda bir sağlık personeline muayene yaptırmalıdır’’ dedi.

Bilinenin aksine erkeklerde risk altında

Yıldırım, meme kanserinin erkekleri de tehdit ettiğine dikkat çekerek, “Meme kanseri her ne kadar toplumda kadın hastalığı olarak bilinse de sanılanın aksine erkeklerde görülen kanserlerin % 1’ini oluşturuyor. Bu durumda erkeklerde de görülebilecek meme kanserinde erken teşhis ve tedavinin önemi ortaya çıkıyor. Ayrıca erkeklerde de kadınlarda görülen meme kanseri belirtileri aynı şekilde kendini gösteriyor. Bu belirtiler ise; meme ucundan salgı gelmesi, kızarıklık, şişlik, çukurlaşma, büzülme ve kabarıklık gibi belirtiler görülüyor” diye konuştu.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çınarlar ve gençler, Gündüz Yaşam Merkezi’nde buluştu

Karşıyaka’da yaşayan Alzheimer hastaları ve yakınlarına hizmet veren Karşıyaka Belediyesi Gündüz Yaşam Merkezi, İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencilerini misafir etti.

Karşıyaka’da yaşayan Alzheimer hastaları ve yakınlarına hizmet veren Karşıyaka Belediyesi Gündüz Yaşam Merkezi, İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencilerini misafir etti. Merkezde Alzheimer hastası çınarlar ile bir araya gelen 10. sınıf öğrencileri, sergiledikleri vals gösterisi ile göz doldurdu.

BİRLİKTE DANS ETTİLER

Nesiller arası iletişim ve etkileşimi artırmak, müziğin gücünden de faydalanarak Alzheimer hastası bireylerde olumlu duygular uyandırmak amacıyla düzenlenen etkinlik sayesinde yaş almış büyükler sosyalleşme imkanı buldu. İleri yaştaki büyükler ile lise öğrencileri birlikte dans ederek keyifli anlar yaşadı. Büyükler ile sohbet de eden gençler; merkezde zaman geçirme fırsatı buldukları için mutlu olduklarını dile getirdi.

“İYİ Kİ VARSINIZ”

Bir hasta yakını da etkinlik sayesinde hastaların sosyalleşme fırsatı bulduğunu belirterek “Hastalarımız çok mutlu oldu. Her ne kadar unutsalar dâhi bir an yaşadıkları o mutluluğu sağlayan, olmazsa olmaz dediğimiz herkese sonsuz teşekkürler, iyi ki varsınız” diye konuştu. Etkinliğe İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Müdürü Aslı Akı, okul öğretmenleri Gonca Yavaş ve Çimen Yalçın, Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şube Başkanı Belgin Karavaş ile hasta ve hasta yakınları da katıldı.

DAHA KALİTELİ BİR YAŞAM İÇİN

Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi iş birliğiyle hizmet sundukları merkezde, Alzheimer hastaları ve yakınlarının yaşam kalitelerini iyileştiren çalışmalar yapmaya devam edeceklerini vurgulayan Karşıyaka Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay “Son yıllarda görülme sıklığı gittikçe artan Alzheimer hastalığı, dünyanın en büyük sağlık sorunlarından biri haline geldi. Bu hastaları sosyalleştirmek ve bazı tedavi programlarına almak gerekiyor ki onları da normal yaşama katalım. Dolayısıyla bu alanda daha fazla hizmet verilmesi gerektiğini düşünerek, geçtiğimiz yıl Dünya Alzheimer Günü’nde merkezimizin açılışını gerçekleştirdik. Aylar içerisinde çok sayıda hasta ve hasta yakını merkezimizden yararlanma imkanı buldu, eğitim ve etkinliklerimize katıldı. İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencilerinin ziyareti de hem çınarlarımızın sosyalleşmesi hem de gençlerimizin farkındalık kazanması anlamında çok yararlı bir etkinlik oldu. Her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum” dedi.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Mobbing

Mobbing için bilgi mi arıyorsunuz? Mobbing makalesine göz atın ve Mobbing hakkında daha fazla bilgi edinin

“Kişiyi delirtip dama çıkartıyorlar, sonra da ‘Deli dama çıktı’ diye insanları topluyorlar”. Bir başkasının hayatı ile oynamak, bazıları için ne kadar da basit! Bazen mobbinge uğrayan kişiler, yaşadıkları olayları kaldıramayarak intihar edebiliyorlar…

MOBBİNG, belki birçoğumuzun kelime olarak aşina olsa da içeriği hakkında fazla bilgi sahibi olmadığı, günlük yaşamın hemen hemen her yerinde karşımıza çıkan, aslında bize pek de yabancı olmayan, kişiye kendini kötü hissettiren, “güçlünün zayıfa, zalimin mazluma uyguladığı kötü davranışlar bütünü” olarak açıklanabilen bir kavram.

İnsan robot değildir. Duyguları olan bir varlıktır. Fiziksel ve psikolojik açıdan sağlıklı, başarılı ve mutlu olabilmesi için moral ve motivasyonunun yüksek olması gerekir. Bu sadece kişinin kendisi ile ilgili değil, çevrenin kişiye yaklaşımı ve davranışı ile de alâkalıdır. Eğer çalıştığınız ortamda aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya gizli veya açık mobbing uygulanıyorsa, bu kamu kurumu, özel sektör, vakıf, dernek fark etmez, içinde bulunduğunuz kurum veya bölümlerin başarılı olması pek mümkün görünmüyor. Çünkü mobbing denen hastalıklı yapı, bir kişiden başlasa bile denize attığımız taşın dalga etkisi gibi tüm kurumu kapsama alanına alıyor.

Dışarıdan bakılınca her şeyin tıkır tıkır gittiğini düşündüğünüz kurumda verim düşmüş, insanlar mutsuz ve isteksiz, sabah uykudan uyanmak istemiyor, işe gelmek istemiyor, ayakları geri geri gidiyor, gösterdiği çaba ve özverinin değerinin olmadığını hissediyorsa, burada başarı yoktur, huzur da yoktur.

İngilizceden dilimize geçen mobbing, “mob” kökünden gelmektedir. “Şiddet uygulayan çete” anlamındadır. Bir eylem biçimi olarak mobbing sözcüğü ise “psikolojik şiddet, rahatsız etme, sıkıntı verme, topluca saldırma” anlamına gelmektedir.

Mobbing nedir?

Basit ve anlaşılır şekliyle, “işyerinde uygulanan zorbalık, duygusal taciz ya da yıldırma” olarak adlandırabiliriz mobbingi. Psikolojik taciz, daha yaygın bilinen adı ile mobbing, “işyerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, sistematik biçimde devam eden yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, meslekî durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür”.

Uzun süre psikolojik tacize maruz kalan kişilerde depresyon, panik atak, anksiyete bozuklukları, somatizasyon gibi ciddî psikolojik problemlerin yaşanmasına sebep olmakla birlikte, intihar ile sonuçlanan birçok vakaya da şahit olmaktayız.

İşyerinde psikolojik taciz yöntemleri

Yapılan araştırmalara göre, işyerlerinde en sık rastlanan başlıca taciz yöntemleri şunlardır: Kişiyi yok sayma, görmezden gelme, meslekî ya da kişisel yönden yapılan iğneleme, aşağılama, küçük düşürme, olumsuz eleştiriler, aşırı iş yükleme ya da iş vermeme, meslekî yükselmenin engellenmesi, fiziksel şiddet ve cinsel taciz.

İşyerinde tacizlerle karşılaşan kişilerde çeşitli psikopatolojik (kaygı, endişe, sinirlilik, üzüntü hâli, çeşitli korkular, kişinin kafasından atamadığı saplantılı düşünceler, uyku bozuklukları, uykuda kâbuslar, bellek ve odaklanma bozuklukları, toplumsal ilişkilerden kaçınma, içine kapanma, paranoya, değişken ruh hâli, çaresizlik, özgüven düşüklüğü, kendini suçlama, kararsızlık, intihar davranışı), psikosomatik (hipertansiyon, vücut ağrıları, bitkinlik, astım atakları, çarpıntı, koroner kalp hastalıkları, mide ve bağırsak sorunları, saç dökülmesi, baş ağrısı, aşırı kilo alma veya verme) ve davranışsal (kendisine/çevreye yönelik saldırgan davranışlar, yeme bozuklukları, alkol veya madde bağımlılığı, cinsel işlev bozuklukları) sorunlar ortaya çıkabilir. Mağdur, taciz uygulayan kişiye karşı birtakım savunma stratejileri geliştirmeye başlar. Kendini bir şekilde korumaya alması gerektiğini düşünür. Aklına ilk gelen şey hastalık izni kullanmak, işe geç gelmeye veya gelmemeye başlamaktır. Doktora başvurma sıklığı artar ve devamsızlık sonucu çalışma ortamının düzeni ve verimlilik kalitesi bozulmaktadır. Burada işverene veya kurumun yöneticisine büyük iş düşmektedir.

Öncelikle yönetici, müdür, işveren şu özelliklere sahip olmalıdır: Adil ve güvenilir olmak (adalet duygusu kişiyi haramdan ve yanlıştan korur), çalışkan olmak, çalışanların çabasını takdir etmek, yeni işe başlayanlara yol gösterici olmak, tutarlı olmak, astları için örnek davranışlar sergilemek, öneri ve eleştirilere açık olmak, eleştirel bir bakış açısına sahip olmak, açık ve şeffaf olmak, çevresine yeterli ve dürüst geri bildirimler sağlamak, meselelere “ben” değil “biz” cephesinden bakabilmek, kendini çalışanların yerine koymak, çalışanlar arasında ayrımcılık yapmamak, çalışanların motivasyonunu önemsemek, çalışanlara değer vermek ve bunu hissettirmek, çalışanlarının haklarını korumak, başkalarının şahsî işlerinde çalışanları çalıştırmamak, çalışanlardan biriyle diğerleri hakkında dedikodu yapmamak ve çalışanlarını dinlemek.

Yol arkadaşlığı önemli. İşyerinde insanlar ailelerinden ziyade, birlikte çalıştıkları iş arkadaşları ile vakit geçiriyorlar. İş yerinin huzurlu bir ortam olması, yapılan çalışmalardan verim alınması, insanların ruhsal ve fiziksel sağlıklarının yerinde olması için yöneticiye çok iş düşüyor.

Mağdurun ailesine olan muhtemel etkileri

İşyerlerinde yaşanan psikolojik taciz süreci, kişinin sadece işyerindeki huzur ve verimliliğini olumsuz etkilemez; kişinin özel yaşamı üzerinde de bunun olumsuz etkilerinden bahsedilir. Mağdurun işyerinde yaşadığı sorunlar, karı-koca ve ebeveyn-çocuk ilişkilerini, hatta çocukların psikolojik gelişimlerini de olumsuz etkilemektedir.

Çalışanların aldıkları ücretin yetersiz oluşunun yanında işini her an kaybetme korkusunu yaşaması, belirsizlik ve kişinin üzerinde yeterince strese yol açmaktadır. Bu psikoloji içerisine çalışan kişinin ailevî sorunlarının da eklenmesi, durumun oldukça gerginleşeceği ve sağlıklı düşünememe riski ile karşı karşıya kalınabileceği bir zemine yol açabilir. Çünkü işyerinde yaşanan olumsuzlukların eve yansıması kaçınılmazdır.

Mobbingin davranışsal belirtileri şunlardır: İşyerinde kişiye ait eşyaların kaybolması ve yerine konulmaması, ofise girdiğinde konuşmanın kesilmesi, bireyin dış görünüşü veya giyim tarzıyla alay edilmesi, işle ilgili önemli gelişmeler ve haberlerin dışında bırakılması (yapılacak toplantıdan veya bir yenilikten haberinin olmaması), önerilerinin reddedilmesi, kendisinden daha alt düzeydeki görevlerde çalışanlardan bile daha düşük ücret alması, diğerleri tarafından sürekli eleştirilip küçümsenmesi, sözlü veya yazılı soru ve taleplerine yanıt alamaması, şirketin özel kutlamaları veya diğer sosyal etkinliklerine kasıtlı olarak çağrılmaması.

Mobbingin fizyolojik belirtileri ise şunlardır: Beyinle ilgili (sıkıntı, panik atak, depresyon, yarım baş ağrısı, baş dönmesi, hafıza kaybı, dikkat toplayamama, uykusuzluk), deriyle ilgili (kaşınma, kızarma, pullanma veya döküntü gibi deri hastalıkları), gözlerle ilgili (ansızın göz kararması, görmede bulanıklık), boyun ve sırtla ilgili (boyun kaslarında ve sırtta ağrı), kalple ilgili (hızlı ve düzensiz çarpıntılar, kalp krizi), eklemlerle ilgili (titreme, terleme, bacaklarda halsizlik hissetme, kas ağrıları), sindirim sistemiyle ilgili (yanma, ekşime, hazım zorluğu gibi mide rahatsızlıkları, ülser), solunum sistemiyle ilgili (nefessiz kalma, nefes alamama gibi solunum sorunları), bağışıklık sistemiyle ilgili (organizmanın savunma yapılarında zayıflama, hastalıklara çok çabuk yakalanabilme) problemler.

Mobbing, kültür farkı gözetmeksizin tüm işyerlerinde ortaya çıkabilen bir olgudur. Herkes potansiyel bir mobbing mağdurudur. İşyerlerinde gerçekleşen psikolojik taciz süreci içerisinde üç tip rol ayırt edilir: Mobbing uygulayanlar (saldırganlar, tacizciler), mobbing mağdurları (kurbanlar) ve mobbing izleyicileri. Çalışma yaşamında herkes bu rollerden birini oynamaya adaydır.

Mobbingin ekonomik sonuçları şunlardır: Ruhsal ve fiziksel sağlığın iyileştirilmesi amacıyla yapılan tedavi harcamaları, işin yitirilmesi sonucunda düzenli gelirin kaybı.

Mobbing durumunda karşılaşılan sosyal sonuçlarsa şunlardır: Sosyal imajın zedelenmesi, depresif davranışları nedeniyle arkadaşlar tarafından terk edilmek, meslekî kimliği yitirmek, aile içinde de zamanla “başarısız, elindeki iş imkânını kaçırmış bir birey” olarak algılanmak.

Mobbing uygulayan kişilerin kişilik özelliklerine baktığımız zaman, aşırı denetleyici ve sinirli bir yapıya sahip oldukları gözlemlenmektedir. Bu tiplerde daima güçlü olma isteği vardır; yaşadıkları korku ve güvensizlik duygusunu gizlemek için bir başkasına çamur atma eylemine gidebilirler. Kendi kusurlarını örtmek için bir kurban arayışı içindedirler. Başkasının kusurunu gün yüzüne çıkarınca kendi karanlık taraflarını gizlediklerini düşünüyor ya da bu şekilde yaparak kendi eksiklikleri ile yüzleşmemiş veya yok saymış oluyorlar.

Ayrıca bu tipler sadist kişiliğe sahiptirler. Bir başkasına eziyet etmekten haz duyarlar, genelde çalışkan kişilerdir. Yaptıkları her işi çevrelerine övgü ve abartı ile anlatırlar. Başkalarının yaptığı işi ise küçümser, sürekli yaptıkları işin çokluğundan ve zorluğundan bahsederler. Bunlar gibi hastalıklı düşünce yapısına sahip kişiler, bir diğerinin hayatını mahvediyorlar.

“Kişiyi delirtip dama çıkartıyorlar, sonra da ‘Deli dama çıktı’ diye insanları topluyorlar”. Bir başkasının hayatı ile oynamak, bazıları için ne kadar da basit! Bazen mobbinge uğrayan kişiler, yaşadıkları olayları kaldıramayarak intihar edebiliyorlar. Burada asıl amaç ölmek değil, içinde bulundukları kötü durumdan bir kurtuluş, bir kaçış bulmak düşüncesidir.

Psikolojide bir deyim vardır; “Hiçbir zaman bize gerçek hastalar gelmez, gerçek hastaların hasta ettikleri gelir”. Günlük hayatta karşılaştığım vakalardan da gözlemlediğim ve doğruluğuna inandığım bir sözdür bu. Şu kısa hayatta kimsenin sırtına yük, gözüne yaş olmayın. Çünkü kimsenin hayatı kolay değil.

Sağlıklı, huzur dolu günler dilerim.

Bipolar Bozukluk

Bipolar Bozukluk için bilgi mi arıyorsunuz? Bipolar Bozukluk makalesine göz atın ve Bipolar Bozukluk hakkında daha fazla bilgi edinin

Atak ortaya çıkmadan bazı belirtiler görülür, örneğin uyku bozuklukları başlar; böyle durumlara karşı ailenin uyanık olması, hastanın doktorunu hasta hakkında bilgilendirmesi, hastaya erken müdahale edilip erken şekilde tedavi edilmesi açısından önemlidir.

ÇEVREMİZDE bulunan bazı insanların gelirlerinin çok üstünde harcamalar yaptıklarını ve borç yükü altına girdiklerini görüyor veya duyuyoruz. Bu gibi hesapsız yapılan aşırı harcama davranışının altında psikolojik sorunlar yatmakta olabilir. Bu kişiler, yapmış oldukları aşırı harcamaların bir rahatsızlık sonucu olduğunu bilmiyor veya yapmış oldukları davranışların normal olduğunu iddia ediyor olabilirler.

“Bipolar bozukluk” olarak tanımlanan bu hastalığın mani döneminde, hastalar kendilerini çok mutlu, enerjik, kıpır kıpır ve yerinde duramayan bir ruh hâlinde hissettikleri için aşırı para harcama, cebindeki parasını dağıtma, bankadan krediler çekip başkalarının ihtiyaçları için harcama, gayrimenkullerini satışa çıkarma gibi davranışlar gösterebilirler. Sonuç olarak bu durumdan sadece kişinin kendisi değil, aile ve çevresindeki insanlar da etkilenir. Aile içinde çatışma ve anlaşmazlıklar yaşanır.

Mani döneminde para harcama davranışı çok fazla artar; bazen öyle borçlar yaparlar ki atak geçtikten sonra, “Ben ne yapmışım? Bu harcamaları ben mi yaptım?” diye pişmanlık duyarlar.

Bipolar bozukluk nedir?

Bipolar bozukluk, diğer bir adıyla “manik depresif bozukluk”, kişinin ruh hâli, enerjisi, konsantrasyonu ve günlük yapılan aktivitelerini yerine getirme becerisini etkileyen psikolojik bir rahatsızlıktır.

Bipolar bozukluk, kısaca “maniden depresyona kadar uzanan ruh hâlindeki aşırı değişiklikler” olarak tanımlanır. Zaman zaman bu kişilerin ruh hâlinde iniş ve çıkışlar olduğu gibi, bu kişilerin normal ruh hâlinde oldukları dönemler de olabilir. Diğer bir adıyla “iki uçlu duygu durum bozukluğu” yani “çift ruh hâli değişimi” de diyebiliriz buna.

Bipolar bozukluk, süresi uzun ve karmaşık bir duygu durum hastalığıdır. Manik, hipomanik ve depresif ataklar olarak ortaya çıkabilir. Hasta olmayan insanların ruh hâllerinde (anî) iniş çıkışlar olmaz. Fakat bipolar bozukluk tanısı almış hastaların ruh hâllerinde, gündelik hayatlarını etkileyecek şekilde iniş çıkışlar olduğu gözlenebilir.

Bipolar bozukluk neden kaynaklanır?

Kesin nedeni bilinmemekle birlikte, ailede, birinci derecede yakın akrabalarda varsa görülme oranı yüzde 25’tir. Genetik olması önemli olmakla birlikte tek sebep bu değildir. Tek yumurta ikizlerinden birinde bipolar bozukluk varsa, diğer ikizde bu hastalığın görülme olasılığı yüzde 45’e, hatta yüzde 60’a kadar yükselmektedir. Yapılan araştırmalar, bu hastalığın beyindeki bazı biyokimyasal maddelerdeki bir dengesizliğin sonucu olduğunu düşündürmektedir.

Bipolar bozukluk, genellikle 15-24 yaş arasında görülür ve genellikle yaşam boyu sürer. Her yaşta görülebilir (7’den 77’ye) ama en sık 20’li yaşların başında başlar. Kadın ve erkek arasında görülme sıklığı açısından bir fark yoktur. Bu hastalığın dönemlerine göz atacak olursak, bir tanesi taşkınlık (mani), diğeri ise çökkünlük (depresyon) dönemleridir. Hastalığın birbirine zıt iki evresi vardır.

Mani veya taşkınlık dönemi, duygu durumun çok yükseldiği, hastanın aşırı coşkulu ve mutlu olduğu dönemlerdir. Bu dönemde hastanın zihninde abartılı düşünceler âdeta yarış içinde olur. Ayağı yere basmayan projeler, büyük fikirler, kendini aşırı enerjik hissetme, uyku ihtiyacında azalma, bir iki saatlik uyku ile ayakta kalabilme, hatta uykuya ihtiyacı olmadığını söyleme, sonunu düşünmeden önemli kararlar alma eğilimi, çok fazla para harcama, süratli araba kullanma gibi belirtileri örnek olarak verebiliriz.

Bipolar bozukluğun mani dönemi belirtileri şunlardır: Sürekli heyecanlı hissetmek, aşırı derecede enerjik hissetmek, iyimserlik, az uyumak, düşünce değişimindeki hız, hızlı konuşmak, cinsel istekte artış, dikkat dağınıklığı, iştah problemi, alkol ve uyuşturucu kullanmak…

Bipolar bozukluğun depresyon dönemi belirtileriyse şunlardır: Enerji düşüklüğü, ümitsizlik hissi, unutkanlık, iştah problemleri, hiçbir şeyden zevk alamamak, yorgunluk, aileden ve yakın çevreden uzaklaşmak, kendini değersiz hissetmek, içe kapanıklık…

Mani döneminde bazı hastalar müthiş fikirlerinin olduğunu, harikulâde işler yapacaklarını söyleyerek tedavi olmayı reddedebilirler. Dürtüsel hareket ettikleri için alacakları yanlış kararlar veya uygunsuz iş anlaşmaları, hasta ve ailesini sıkıntıya sokmaktadır. Depresyon döneminde ise mani döneminin tam zıddı bir ruh hâli gözlemlenir. Bu dönemde üzüntü, ağlama, değersizlik, suçluluk gibi problemler ortaya çıkabilir. Buna ek olarak, intihar girişiminde bulunabilirler.

Ailenin de bu hastalık hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Hastaya nasıl davranmaları gerektiği ve yaşanması muhtemel durumlar karşısında nasıl tedbirler alınması gerektiğini öğrenerek, hem kendileri bilinçlenmiş olacak, hem de hastanın davranışlarının bir hastalık sonucu olduğunu kabul edip bilinçli şekilde yaklaşmış olacaklardır. Bu hastalık hakkında evde aile, okulda öğretmen, iş yerinde işveren bilgi sahibi değilse, hastanın hayatı daha da zorlaşıyor. Hasta, kendisinden beklenti içinde olan insanların beklentisini yerine getiremez ve böylece sırtındaki yük ağırlaşır, bu yükün altında ezilir. Yaşamış olduğu başarısızlıkların hastalığından dolayı olduğunu anlattığı zaman ise öğretmeni veya işvereni kendisine inanmayabilir. Bu durumda hasta kendisini işe yaramaz, hiçbir şeyi beceremeyen biri olarak görüp içine kapanır.

Bu hastalığa sahip olmak veya bu hastalığı yaşıyor olmak, kimsenin hatası ya da suçu değildir. Kendinizi ya da bir başkasını suçlamayın! “Böyle bir hastalık var ve bununla yaşamaya alışmalıyım” diyerek, kabullenip bilinçli hareket edildiği sürece üstesinden gelinemeyecek sorun yoktur. Burada hastanın ailesine de sorumluluk düşüyor. Onu anlamaya çalışmak, destek olmak, sevildiğini hissettirmek çok önemli! Çünkü bu hastalar çok kırılgan oluyor, çevrelerindeki insanların kendilerini anlamadıklarını, kendilerinden beklenti içinde olduklarını, örneğin “Bir an önce okulunu bitirip iş bul, bir işe girip düzenli çalış” gibi istek ve beklentileri olduğunu söylüyorlar. Atak dönemlerinde bu beklentiler kişiyi çok zorluyor.

Bipolar bozuklukta tedavi yöntemleri

Bipolar bozukluk tedavisi, kişinin yaşına ve durumuna bakılarak farklı tedavi plânıyla uygulanmaktadır. Bu plân psikiyatrist eşliğinde yapılmalıdır.

Bu hastalığın tedavisinde asıl önemli olan, koruyucu tedavidir. Çünkü ataklar geçicidir ama tekrarlama riski her zaman vardır. Ataklar başlamadan belirtilerin tanınması ve zaman kaybetmeden doktor ile iletişime geçilmesi, koruyucu tedavide esastır.

Bipolar bozukluğun manik, ağır depresif, intihar riski ve ciddî saldırganlık eğilimi olan dönemlerinde mutlaka hastanın hastaneye yatırılarak tedavi olması gerekir. Hasta ve çevresi açısından bu durum önem taşımaktadır.

Tedavideki temel amaç, kişinin duygu durumunu stabil hâle getirebilmek, duygu durumunu dengeleyebilmektir. Yani mani ve depresyon ataklarını engelleyebilmektir. Veya bir şekilde atak gerçekleşmişse o atağı tedavi etmektir.

Takip ve tedavi sürecinde ailenin rolü büyüktür. Ailenin hastalık hakkında bilgi sahibi olması, hastaya gereken sosyal desteği sağlayabilmesi çok önemlidir. Atak ortaya çıkmadan bazı belirtiler görülür, örneğin uyku bozuklukları başlar; böyle durumlara karşı ailenin uyanık olması, hastanın doktorunu hasta hakkında bilgilendirmesi, hastaya erken müdahale edilip erken şekilde tedavi edilmesi açısından önemlidir.

Ve sevgi, en güçlü ilâçtır!

Sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler dilerim…

Kolajen

Dermatoloji Uygulamaları için bilgi mi arıyorsunuz? Kolajen makalesine göz atın ve Dermatoloji Uygulamaları hakkında daha fazla bilgi edinin

1- Kolajen nedir?

Kollajen vücutta deri, kemik, kıkırdak, tendon ve kaslar gibi çeşitli dokularındaki ana yapısal proteindir.

Vücuttaki proteinin %25’ini oluşturur.

Derinin %75’ini oluşturan proteindir.

Kollajen derinin kalınlığını, esnekliğini, parlaklığını, yumuşaklığını, canlılığını, elastikiyetini sağlar.

Yaşla birlikte derideki kollajen miktarı azalır.

Kadınlarda menapozla birlikte kollajen belirgin olarak azalır.

Derideki kollajenin azalması ile derideki esneklik, parlaklık, yumuşaklık, canlılık kaybolur.

Deride kırışıklık, sarkmaların gelişmesine, leke oluşmasına ve kurumasına neden olur.

2- Kimler nasıl kullanabilir?

Kozmetik nedenli protein katkısı olarak kullanılmaktadır.

3- Doğal kolajen kaynakları nelerdir?

Kollajen sığır, domuz ve balığın kemik, kıkırdak, tendon, deri ve eklem bağlarında bulunur.

4- Kolajen içeren besinler neler?

Kollajen sığır, domuz ve balığın kemik, kıkırdak, tendon, deri ve eklem bağlarında bulunur. Ancak hayvanların bu kısımları doğal olarak tüketilememektedir. Örneğin balığın, derisi, kemikleri ve baş kısmı pişirilmeden önce ayrıştırılarak atılmaktadır.

5- Kolajen takviyesi nedir?

Kollajen takviyesi; domuz ve balığın kemik, kıkırdak, tendon, deri ve eklem bağlarından elde edilen toz, kapsül veya sıvı halde kullanılabilen kollajen peptit proteinidir.

6- Herkes için uygun mudur?

Sağlıklı, organ yetmezliği, otoimmün hastalığı olmayan bireyler (40 yaş sonrası kollajen azaldığı için) gıda takviyesi olarak kullanabilir.

7- Kolajen kaybına yol açan faktörler nelerdir?

Vücudumuzdaki kollajen sentezi 20-25 yaşlarında azalmaya başlar

Vücutta kollajeni belirleyen 2 temel faktör vardır

Birinci olan genetik faktörü değiştirme şansımız yoktur

İkinci faktörü ise çevresel ve kişisel alışkanlık; yaşlanma, sigara, alkol, beslenme yetersizliği, stres, çevre kirliliği, uyku oluşturur.

C vitamini antioksidan etkisi ile birlikte emilen kollajeni yıkan kollajenaz enzimini baskılayarak kollajenin etkinliğini artırmaktadır.

8- Bazı kişiler vücut o saatte kolajen üretiyor diye 21.30’da uyuyormuş. Bu doğru bir bilgi mi? Vücut kolajeni uykuda mı üretiyor, vücudun kolajen üretmesi ne demek?

Kollajen sentezi 20’li yaşlardan sonra azalsa da vücutta fibrobalast adı verilen hücreler tarafından sürekli yapılmaktadır.

Genellikle klasik olarak vücutta ruhsal metabolik yenilenmenin dinlenme ve uyku dönemlerinde daha belirgin olduğu biliniyor.

İyi uyku sonrası daha iyi hissetmemiz tesadüf değildir.

Vücutta kollajen üretimi ile ilgili saat ve zaman ile ilgili kesin bilimsel veri yoktur.

Kollajen kullanımı ile ilgili farklı öneriler olmasına rağmen; sabah veya gece, aç veya tok karnına kullanımı ile ilgili farklılık konusunda yeterli bilimsel veri yoktur.

Bazı kolajenlerin üretilme aşamasında kullanılan meyve sularının içerdikleri antosiyanin nedeniyle kollajen stabilitesini bozabileceği bildirilmiştir.

Hemoroid (basur) nedir? nasıl tedavi edilir?

Hemoroid hastalığı (basur), kalın bağırsak çıkışında bulunan ve anal bölge olarak adlandırılan bölgede meydana gelen bir makat hastalığıdır.

Hemoroid (Basur)

Hemoroid hastalığı (basur), kalın bağırsak çıkışında bulunan ve anal bölge olarak adlandırılan bölgede meydana gelen bir makat hastalığıdır. Makat bölgesinde yer alan toplardamarların birtakım etkenler sonucunda şişmesi ve meme halini alması ile ortaya çıkmaktadır. Damarların varisleşmesi olarak da tanımlanabilen hemoroid, genellikle makattaki basının artması nedeniyle görülmektedir.

Toplumda çok sık karşılaşılan hemoroid hastalığı her yaşta ve her cinsiyette hemen hemen aynı oranlarda görülmektedir. Daha önceleri 50 yaş ve üstü kişilerde karşılaşılmasına rağmen günümüzde günlük alışkanlıklarımızın değişmesi gibi nedenlerden dolayı gençlerde de oldukça sık görülmektedir.

Hemoroid hastalığı, gündelik yaşam konforunu fazlasıyla etkileyen birden fazla nedene dayalı olarak ortaya çıkan makat hastalıklarının başında yer almaktadır. Makat bölgesinde hemoroid oluşumu daha çok dışkılama esnasında ıkınmaya bağlı olarak bölgedeki dokuların zarar görmesiyle oluşmaktadır. Basur oluşumunun nedenleri arasında en önemlisi sindirim sistemi bozukluğuna bağlı olarak kabızlık ya da kronik ishal durumudur.

Hemoroid nedenleri

  • Bağırsak alışkanlıklarındaki ani değişimler (kronik kabızlık ya da ishal atakları yaşamak),
  • Günlük su ihtiyacının yeterli düzeyde karşılanmaması,
  • Hareketsiz yaşam,
  • Gebelik ya da doğum,
  • Ağırlık kaldırmak (spor veya ağır iş kolları),
  • Aşırı derecede alkol ve sigara tüketimi,
  • Makat bölgesinde bulunan tümörler,
  • Aşırı kilo,
  • Genetik yatkınlık.

Hemoroid (Basur) Çeşitleri

Hemoroid hastalığı, hemoroid oluşumlarının makat bölgesinde yer aldığı konuma göre ;

Iç hemoroid

Dış hemoroid

olarak değerlendirilir.

Iç Hemoroid Dereceleri

Makatın iç kısmında yer alan hemoroidlere iç hemoroid adı verilmektedir. Tıp dilinde internal hemoroid olarak adlandırılan bu hemoroid çeşidi şikâyetleri bakımından kişilere en çok sıkıntı yaratan türdür. İç hemoroidler rektum denilen anal bölgenin iç kısmında bulunur. Ve tedavisi ertelendikçe hastalığın dereceleri artış göstermektedir.

4 farklı evreden oluşan iç hemoroidde hastalığın evre tespiti, tedavi yönteminin seçilmesinde önem taşıyan faktörlerdendir.

1.Derece Hemoroid:

Hemoroidin ilk ve başlangıç evresi olduğu söylenebilen bu iç hemoroid çeşidinde hemoroid yastıkçıkları dışarıdan fark edilebilir biçimde değildir. Buna bağlı olarak da şikâyet ve belirtiler de anlaşılabilir değildir. Uzman bir hekimin uygulayacağı detaylı bir muayene ile teşhis edilebilmektedir.

2.Derece Hemoroid:

Hemoroid memeleri bu iç hemoroid çeşidinde boyut olarak büyümeye başlamıştır. Bu durum kişiye makatın içerisinde bir doluluk, dolgunluk varmış gibi hissettirir. Hastada dışkılama esnasında ıkınmaya bağlı olarak hemoroid memelerinin makat dışına çıkıp, dışkılama sonrasında ise tekrar makat içine girdiği gözlenir. Bu evrede hemoroid memeleri kanama, kaşıntı ve bazı durumlarda da makatta ağrı şeklinde şikayetler vermektedir.

3.Derece Hemoroid:

Bu evrede hemoroid yastıkçıkları artık normal zamanda da makat dışına çıkacak şekilde büyümüştür. Dışkılama esnasında dışarı sarkar ve yalnızca elle müdahale edildiğinde içeriye itilebilmektedir. Bu durumda iç hemoroidler kendiliğinden dışarı çıkar ve kendi kendilerine makat içine girmeleri uzun bir süre alır. Kişi bu evrede daha yoğun bir kanama, ıslaklık hissi ve kaşıntı şikayeti yaşayabilmektedir.

4.Derece Hemoroid:

İç hemoroid hastalığının son evresi olarak bilinen 4. Derecedeki basur memeleri sürekli rektum dışındadır. Artık anüs kanalına sığmayan yastıkçıklar makat ağzının dışına taşmaktadır. Bu evredeki hastalıkta hemoroid memeleri hiçbir şekilde anüs içerisine itilemeyecek boyuta gelmiştir. Kişiye en şiddetli şikayetleri yaşatan evre olan 4. Derecede kanama, kaşıntı, dolgunluk hissi ve şiddetli ağrı belirtilerine kişinin yürürken ya da otururken de zorluk çekmesi durumu eklenmektedir. Günlük hareketlerin büyük biçimde kısıtlandığı bu evrede daha da vakit kaybedilmeden uzman bir Proktoloğa başvurulmalıdır.

Dış Hemoroid

Tıp literatüründe eksternal hemoroid olarak adlandırılan bu hemoroid çeşidinde basur memeleri makatın dış kısmında yer alır. Anüs çıkışında ortaya çıkan bu hemoroid çeşidinde yastıkçıklar gözle görülebilen ve dokunulduğunda elle hissedilebilen bir boyuttadır. Kişi bu belirtiler sayesinde dış hemoroidden şüphelenebilir.

Tromboze hemoroid olarak bilinen bir dış hemoroid çeşidi de bulunmaktadır. Hemoroidal yapıların içinde bulunan kanın pıhtılaşması sonucu ortaya çıkan bir basur çeşididir. Halk dilinde boğulmuş basur olarak da bilinmektedir. Bu durumda kişide sert ve ağrılı şişliklere bağlı olarak yanma, sızlama, kaşıntı ya da baskı sonucu kanama gibi şikayetlere rastlanır. Hemoroidal yapılar mavimsi ya da morumsu bir renkte görülebilir.

Hemoroid (Basur) Tanısı

Hemoroid hastalığı makat rahatsızlıkları içerisinde hastanın şikayetleri dinlenilerek kolaylıkla teşhiş edilebilen bir hastalıktır. Hastalığın evresinin belirlenmesi noktasında da tanı koyma aşaması büyük önem taşımaktadır. Alanında uzman bir Proktoloji doktoru tarafından fiziki muayene ile kesin teşhiş konulabilmektedir.

Hastanın yaşadığı şikayetler arasında makattan kan gelmesi durumu bulunuyorsa gerekli görüldüğü takdirde rektoskopi gibi ek tanı yöntemleri de kullanılabilir.

Muayenenin ardından yine gerekli görülürse eğer bağırsak hastalıkları, sindirim sistemi ve kalın bağırsak tümörü gibi hastalıkları da araştırmak adına kolonoskopi gibi yöntemlerden de yararlanılmaktadır. Çünkü hemoroid rahatsızlığının bazı belirtileri bu tip hastalıklarla benzerlik gösterebilmektedir. Şüpheye düşülen noktalarda kesin bir tanı koyabilmek için şikayetlerin altında yatan asıl hastalığın belirlenmesi gerekmektedir.

Hemoroid (Basur) Belirtileri

İç hemoroid ve dış hemoroid belirtileri farklılık gösterse de genellikle basur hastalarının yaşadığı şikayetler ve hastalığın belirtilerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Makat ve çevresinde kaşıntı hissi,
  • Tuvalet ihtiyacının giderilmesi sırasında klozete ya da peçeteye kan gelmesi,
  • Makat bölgesinde yanma hissi,
  • Anüs bölgesinde ele gelen şişlik,
  • Makatta dolgunluk hissi,
  • Dışkılamanın tam yapılamaması ve normal zamanda da dışkılama hissi yaşamak,
  • Makatta ıslaklık ya da akıntı,
  • Makat bölgesinde ağrı.

Hemoroid (Basur) Tedavi Yöntemleri

Hemoroid hastalığının mutlaka uzman bir hekim tarafından hastalığın boyutları dikkate alınarak gerçekleştirilmesi konusu önemlidir. 1. Derecede fark edilen hemoroidlerde kolaylıkla kişiye önerilecek diyet programı, ılık su oturma banyosu ve doktor eşliğinde verilen ilaçlar ya da kremler gibi tedavi yöntemleriyle rahatlama sağlanabilir.

Fakat bilinmelidir ki ilaç ve krem gibi yöntemler geçici bir süreliğine kişiye yatıştırıcı bir etki verir. Hastalığın şikayetlerini bloke eden bu tedavi yöntemleri bırakıldığında özellikle ileri evredeki hemoroidlerde ağrılar tekrarlamakta ve hastalığın boyutları ilerleme göstermektedir. Hastalığın evresine göre kullanılan bu yöntemlerin etkileri de azalmaktadır.

Günümüzde hemoroid tedavisinde ameliyatlı ve ameliyatsız tedavi seçenekleri mevcuttur. Hemoroid ameliyatı adı verilen genel anestezi altındaki klasik cerrahi ameliyat uygulamasında makatta yer alan hemoroid memeleri kesilerek çıkartılır. Ardından kesme işleminin yapıldığı bölge dokuları dikilir. Acı ve ağrı boyutu yüksek bu yöntemde bu nedenle kişiye narkoz verilerek uyutulur. Yapılan ameliyatta sağlıklı dokular da kesi ve dikiş uygulaması nedeniyle zarar görmektedir. Yatış gerektiren bu ameliyat sonrasında hastanın ameliyat yaralarının iyileşip günlük hayatına dönüşü minimum 20 günü bulmaktadır. Çoğunlukla yaranın temiz tutulması zor olduğundan hastanın sıklıkla pansuman yaptırması gerekir. Yaraların enfeksiyon kapması riski de bulunduğundan hemoroid hastaları farklı yöntemler arayışına girmektedir.

Avrupa Cerrahi

Merkezimizde uyguladığımız ameliyatsız hemoroid tedavisi yöntemi bu noktada kişilere oldukça avantaj sağlamaktadır. Proktoloji alanında uzman hekimlerimiz ve bu alanda deneyimli sağlık ekibimiz tarafından tıpkı bir diş dolgusu yaptırır gibi ayaktan, yatış gerektirmeden hemoroid tedavinizi olabilirsiniz. Lokal anestezi altında gerçekleştirilen ameliyatsız basur tedavisinde herhangi bir kesi ya da dikiş uygulanmaz. Kısa sürede gerçekleştirilir ve ameliyat gibi bir doku tahribatı olmadığından bölgede enfeksiyon riski oluşmaz. Bu sayede kısa sürede iyileşme sağlanmaktadır.

Avrupa Cerrahi Tıp Merkezi olarak, sağlığın öneminin ve değerinin ne anlam ifade ettiğini biliyoruz. Avrupa Cerrahi Tıp Merkezi adı ile 2005 yılında ilk olarak Güneşli ilçesindeki merkezimizde, adım adım sağlık dağıtan ve dağıtmaya devam eden bir ilkeyle yola çıktık. Her daim etik, dürüst, donanımlı ve hızlı bir anlayışı benimsiyoruz. “A Sınıfı Proktoloji Merkezi” olmanın verdiği haklı gurur ile hastalarımızı ameliyatsız yöntemler ile narkoz ve yatış olmadan ayaktan tedavi ediyoruz. Hemoroid (Basur), Kıl Dönmesi (Pilonidal Sinüs), Anal Fissür, Anal Fistül, Genital Siğil (HPV) hastalıklarında, 5 dalda uzman hekimlerimiz tarafından özenli, titiz, güvenilir ve yüksek standartlı sağlık hizmetini sağlıyoruz. Hastalarımızı Dünya’nın ya da ülkenin neresinde olursa olsunlar kurumumuza bizzat yaptıkları başvuru ile aynı gün içinde tedavi edebilmenin haklı gururunu taşıyarak, hizmetlerimize kıvançla devam ediyoruz.

Avrupa Cerrahi Merkezinde

  • Ameliyatsız hemoroid (basur) tedavisi 5-8 dakika sürer.
  • Diş dolgusu yaptırmak gibi hızlı ve yatış gerektirmeden gerçekleştirilir.
  • Narkoz uygulaması yoktur. Lokal anestezi ile bölgesel uyuşturma yapılır.
  • Kişinin herhangi bir ön hazırlık yapmasına gerek kalmamaktadır.
  • Ek bir tetkik ya da tahlil istenmez. İşlem sırasında hastanın bilinci açıktır.
  • İşlem sırasında ve sonrasında hissedilen ağrı miktarı çok azdır.
  • Kesi ya da dikiş gibi ameliyat uygulamalarına yer verilmediği için anal bölgede doku zararı yaşanmaz.
  • Tedavinin hemen ardından kişi gündelik yaşantısına dönebilir.
  • Sistemik ve kronik rahatsızlığı bulunan kişiler de rahatlıkla ameliyatsız lazer tedavisi olabilir. Tansiyon, şeker, kalp rahatsızlığı olan hastalar düzenli kullandıkları ilaçlarını kullanmaya devam edebilir.
  • Ameliyat sonrasında görülen gaz kaçırma, dışkı tutamama gibi komplikasyonlar uyguladığımız ameliyatsız tedavi yöntemlerinde yaşanmamaktadır.
  • Hastalar aynı gün içerisinde hem muayene hem tedavi olabilir.

Daha detaylı bilgi almak için www.avrupacerrahi.com.tr’den veya 444 8 623′ hasta danışman hattından bize ulaşabilirsiniz.

Yas ve çocuk

Yas Ve Çocuk

Yas sürecini ve çocuğun yaşadığı yası daha iyi anlamak için öncelikle aşağıda yer alan bazı kavramları inceleyelim.

Kayıp: Yaşam sırasında bireyin sevilen birini kaybetmesi durumudur. Buna matem eşlik eder. Bu kültürel bir süreçtir.

Matem: Kaybedilen kişi ardından duyulan derin üzüntü ve kederdir.

Yas: Ölüm nedeniyle kayıp yaşayan bireylerde bu kayba karşı verilen uyum sağlama tepkileridir. Bunlar üzüntüye verilen yanıttır ve kişiye özeldir. Fiziksel, duygusal, bilişsel, davranışsal boyutta tepkiler olabilir.

  • Fiziksel tepki: Mide, baş ağrısı gibi somatik tepkiler.
  • Bilişsel tepki: İnkar, ölümüne inanamama, olumsuz duygulanım, gelecekle ilgili olumsuz otomatik düşünceler.
  • Duygusal tepki: Korku, öfke, şaşkınlık, üzüntü, suçluluk gibi duygular.
  • Davranışsal tepki: Ağlama, içe çekilme, evden çıkmama, ölen kişiyi hatırlatan nesnelerden kaçınma gibi davranışlar.

Travmatik (durumsal) Kriz: Travma, dehşete verilen yanıttır. Travma bedeni de etkiler. Ani gelişen ve acı verici bir olay vardır. Deprem, ölüm, hastalık, kayıp gibi süreçlerdir. Başlangıçları anidir. Yordanamaz, beklenmediktir ve ön bir hazırlık yapılamaz. Acil durum niteliği taşırlar. Kriz anı gerçekleştikten sonra birden fazla kişi etkilenebilir, depremde olduğu gibi.

Travmatik Yas: Kaybedilen kişinin ölümünde dehşet vardır. Ani ve dehşetle gelen bir ölüm vardır. Deprem gibi olaylar travmatik yas yaşanmasına sebep olurlar ve travmatik yaslar yastan daha sancılı bir süreci ifade eder. Her yas travma içermez ama her travma yas içerir.

Yakın bir zaman öncesine kadar çocukların yas tepkisi verip vermedikleri bilinmiyordu hatta çocukların yas tepkisi içine girmedikleri düşünülüyordu. Günümüzde çocukların da yas tepkisi verdikleri bilinmektedir. Öyleki çocuklar yaşadıkları kayıp karşısında yetişkinlerden daha çok acı çekebilmekte ve çok farklı durumları kayıp olarak görüp yas sürecine girebilmekteler. Örneğin bir çocuk için annesinin, babasının ölümü bir kayıptır. Aynı zamanda bir çocuk için bir arkadaşının hastalanması, bir oyuncağının kırılması, sevdiği bir eşyasının kaybolması, sevdiği bir arkadaşının başka bir şehre taşınması da bir yas tutma sebebidir.

Çocuklar birbirinden farklı yas tepkileri verebilirler. Bazı çocuklar aşırı öfke patlamaları göstereceği gibi bazı çocuklar haberi duyar duymaz oyuncaklarıyla oyun oynamak isteyebilir ya da dışarı çıkıp arkadaşlarıyla zaman geçirmek isteyebilir. Bunların hepsi normaldir. Çocukların yas tepkileri ile üzüntüyü yaşama ve dışa vurma biçimlerinin de yetişkinler gibi kendine özel ve biricik olduğunu unutmamalıyız.

Önemli bir diğer nokta da çocuğa kayıp haberinin nasıl ve kim tarafından verileceğidir. Asla çocuğun, ölüm olayını kendisinin anlamasını, kaybın yokluğunun çocuk tarafından fark edilerek çocuk tarafından tek başına anlamlandırılması beklenmemelidir. Birinci derece yakını tarafından söylenebilir. Anne kaybında baba, babanın kaybında anne söyleyebilir. Anne ve babanın bunu söyleme gücünü kendilerinde bulamadığı durumlarda ya da her iki ebeveynin kaybı durumunda çocuğun güven duyduğu ikinci derece bir yakını ya da aile bireyi söyleyebilir. Bu haberi çocuğun kendini iyi ve güvenli hissettiği, tanıdık olduğu bir ortamda vermek daha doğrudur. Konuşurken çocuğun gözlerinin içine bakılmalı ve çocukla aynı göz mesafesinde olunmalıdır. Haberin verilmesi sırasında öncelikle çocuk bu duruma mutlaka hazırlanmalıdır. Konuya şu cümlelerle girerek bu hazırlığı yapabiliriz: ‘şimdi sana bir şey söyleyeceğim, kötü bir olay oldu. Ben de çok üzgünüm. Sana bu üzücü haberi vermek istemezdim. Ama her zaman senin yanındayım.’ Eğer deprem nedeniyle bir kayıp yaşanmış ise çocuğa bunların yanında şunlar da söylenmelidir: ‘deprem sürekli olan bir şey değil. Şu anda güvendesin. Benim yanımda güvendesin. Ben her zaman senin yanındayım.’ Bu cümleler çocuğun deprem gibi travmatik bir olay karşısında sarsılan hatta kaybedilen güven ve emniyet duygusunun yeniden sağlanması için çok önemlidir. Kurulan cümlelerin kısa, basit ve içtenlikli olmasına özen göstermeliyiz. Amacımızın çocuğa bilgi vermek yanında onun kendini yalnız hissetmemesine ve yaşayacağı bu yas duygusu ile baş etmesine yardımcı olmak olduğunu unutmamalıyız.

Çocuğun yaşına göre ‘ölüm’ kavramı açıklanmalıdır. Ölüm anlatılırken olabildiğince somut bir şekilde bahsedilmelidir. ‘Annen şimdi uyuyor, derin bir uykuya geçti, uzun bir yolculuğa çıktı.’ gibi ifadeler kullanılmamalı. Çocuğun beklenti içine giremeyeceği kesin yargılarla ve beş duyudan yararlanarak anlatılmalıdır. ‘O artık bizim gibi yemek yiyemeyecek, artık kalbi atmayacak, nefes alamayacak. Vücut fonksiyonları artık çalışmıyor. Onu birdaha göremeyeceğiz ama gittiği yerde rahat.’ gibi cümleler kullanılabilir. Bu şekilde hem ölümü çocuğun zihninde somutlaştırmış oluyoruz hem de ‘gittiği yerde rahat’ diyerek çocuğun kaybına karşı bir endişe duymasına engel oluyoruz. Çocuğun ilahi yaratıcıya ve dini inançlarına da öfkelenmemesi için şu cümleler de kurulmamalıdır. ‘Şimdi cennette, Allah aldı onu, Allah bizden daha çok seviyormuş.’ Okul çağına kadar soyut düşünme yeteneği gelişmeyen çocuk, Allah ve cennet gibi dini terimleri bilemeyeceği hem de bunlara karşı da öfkelenebileceği için bu şekildeki açıklamalardan kaçınılmalıdır. Çocuk isterse cenaze törenine katılması sağlanmalıdır. Ancak istemezse bunun için zorlanmamalıdır. Cenaze törenine katılmak ölümün gerçekliğini anlamak adına çocuk için faydalı bir deneyim olacaktır.

Bir çocuk depremde sadece aile bireylerinden birini yitirmez. Aynı zamanda içinde bulunduğu hayata ve ortama karşı güven ve kendini emniyette hissetme duygusunu da kaybetmiş olabilir. Burda öncelikle çocuğun yaşına ve içinde bulunduğu gelişim evresine göre depremin ne olduğu basit ve kısa cümleler ile anlatılmalı. Deprem bir doğa olayı olarak anlatılmalıdır. Çocuk sormadıkça ayrıntıya girilmemelidir. Böylece deprem nedeniyle çocuğun zihninde oluşan ‘Benim başıma da bir şey gelir mi?’ endişesi ortadan kaldırılmalıdır. Daha sonra barınma, yiyecek, su, ısınma gibi diğer birincil ihtiyaçlar da karşılanarak çocuğun kaybolan ya da zarar gören güvenlik duygusu tekrar oluşturulmalıdır.

Depremden etkilenen bir çocuk lego gibi oyuncaklarla bina ve ev yapıp onları yıkabilir, depremi yeniden canlandırabilir, ebeveynlerini/arkadaşlarını bu oyuna katabilir. Bu davranışlar, bu şekilde oyun kurmalar normaldir. Buna müdahale edilmeden çocuğun deprem içerikli oyun oynamasına izin verilmelidir. Ama çocuk istemiyorsa legoları üst üste koyarak ev yapmak gibi oyunlar tercih edilmemeli, çocuklar bu oyuncaklar ile oynamaya zorlanmamalıdır. Eğer depremden etkilenen çocuğun yaşadığı şehir, okulu/kreşi, bakım vereni değişmişse bu bilgiler onlarla da paylaşılmalıdır. Buradaki diğer çocuklar da deprem konusunda bilgilendirilmeli ve depremden etkilenen çocukla iletişimde olacak öğretmen, müdür, servis şoförü gibi kişilere de önceden depremzede çocuk tanıtılmalıdır. Çocuk dahil olacağı yeni sosyal alana gelmeden önce o alan, çocuğun kendini iyileştirme sürecine katkı sunacak biçimde geliştirilmelidir. Çocuğun depremden etkilenmeden önceki rutin hayatının devam edebilmesi için bu çok önemlidir.

Çocuk yasını yaşarken genellikle çok öfkeli olacaktır. Çocuğun öfkesini onaylamalıyız. Çocukla öfkesi ve kaybı hakkında konuşmalıyız. Çocuğun öfkelenebileceğini, onu anladığımızı ve onunla konuşarak onun öfkesinin üstesinden gelmesine yardım etmek istediğimizi ona söylemeliyiz. Bu yardımı en güzel oyunlarla ve rutinlerle yaparız. Hem yasta hem de deprem gibi travmatik yaslarda çocuğa en iyi gelen şey oyundur. Çocuğu iyileştirmeye dair en az etkili olan yöntem konuşmaktır. Çocuk, oyun ve rutinler aracılığıyla duygularını dışa vurur ve öfkesi geçer. İyileşme bu şekilde gerçekleşir, travmanın etkileri bu şekilde atılır. Aksi durumda travmanın etkileri bedende takılı kalır. Oyun ve rutinlerin yanı sıra çocuğa hayal kurdurmak da çok önemlidir. Kendini güvende hissettiği bir yeri hayal ettirebilir ya da bakmaktan mutlu olduğu birine veya bir şeye baktığını hayal ettirebiliriz. Daha sonra bunun resmini de çizdirebiliriz. Çocuğun gelecek planının yarım kalmaması için bu aktiviteler önemsenmelidir. Hayatın içinde de bu şekilde yükselme ve sakinleşmelerin olabileceğini görürler.

Çocuklarla göz temasını bol bol kurmalıyız ve onlara sıkça dokunmalıyız. Çocuklar kapsayıcılık duygusunu hissedebilmek için bunlara ihtiyaç duyarlar. Bebekler bu kapsayıcılığı hissedebilmek için sarılmaya ve kundaklanmaya ihtiyaç duyarlar. Omzunun kapanarak üstünün örtülmesi, battaniyenin altına girmek bütün çocukların bu nedenle çok hoşuna gider.

Belli bir ağırlığı olan pelüş gibi çocuğun sarılabileceği mümkünse ‘seni seviyorum’ gibi cümleler kuran bebekler, ayıcıklar, yumuşak hayvanlar tercih edilmelidir. Çocuk sarıldıkça bağlanma duygusunu yeniden oluşturacaktır. 10 dk çocukla bu şekilde beraber oyun oynamak bağlanma için çok önemlidir. Bu sırada oksitosin hormonunun arttığı yapılan bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu hormonun psikolojik etkileri olduğu ve güven duygusunu artırdığı bilinmektedir. Ayrıca çocukları sevdiğimizde ve onları kendimize yakın tuttuğumuzda, onlarla içtenlikle oyun oynadığımızda yeni nöral bağlar oluşmaktadır. (Bu içtenliğimizi ses tonumuza, mimiklerimize, kaslarımızın gevşemesine kadar gösterebilmemiz çok önemli.) Yeni oluşan nörol bağlar zihnin bu yeni deneyimleri canlı tutması için oldukça faydalıdır. Çocuk yasın olumsuz etkilerinden bu yeni deneyimler ile daha kolay geçebilmektedir.

Sulu boya ve kil gibi aktiviteler beş duyuya hitap ettiği için çok etkilidir bu süreçte. Sanatsal ve sportif aktivitelerden yararlanmalıyız. Emniyet ve güvenlik duygusunu çocuğa yaşatmak için egzersiz yaptırmalıyız. Özellikle nefes egzersizleri ve hafif ağırlıklarla (içi su dolu şişeler olabilir.) kol/bacak kaslarını çalıştıran egzersizler seçilebilir. Çocuklar bu egzersizler sonunda kendilerini gevşemiş ve mutlu hissedeceklerdir. Önce hızlanarak sonra yavaşlayarak elde edecekleri denge hissi yaşamlarındaki dengeyi bulmalarını da kolaylaştıracaktır. Plates topu ile çalışmak da çocuğun denge halini tekrar duyumsayabilmesi için tercih edilebilir. Yeterince hareket edilmezse kana yeterince oksijen gitmez ve diğer insanlar gibi çocuklar da daha depresif olurlar.

Yasta öfke vardır ve bu öfke hedef içermez. Travmada öfke daha kuvvetlidir ve bu öfke kişinin kendisine ya da bir başkasına yönelmiş olabilir. Özellikle ergenlikteki çocukları sportif aktivitelere yönlendirerek bu öfkeleri ile baş etmelerine yardımcı olabiliriz. Çocuklara görevler verip haftalık rutinler oluşturarak yas sürecinin daha sağlıklı atlatılmasını ve sosyal hayata daha kolay adapte olunmasını sağlayabiliriz. Örneğin 3-5 yaş grubu için sofraya peçeteleri, kaşık, çatalları getirmek çocuğun görevi olabilir. Daha büyük yaş grubundaki 7-8 yaşındaki çocuklar için de çöpleri kapının önüne koymak ve yeniden çöp kutularına çöp poşetlerini geçirmek olabilir. 15-16 yaşındaki bir çocuk için her salı akşamı kedi/köpeklerini bahçede bir saat gezdirmek de ayrı bir rutin olabilir.

Tüm bu çabalarla çocuğa samimi ve kendini daha iyi hissedeceği bir ortam sunmuş oluruz. Çocuğa bu samimi ortamı vermek, onunla uyumlu bir şekilde olmak, onun oyununa katılmak çocuklara çok iyi gelecektir. Çocuğun sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilmesi için oluşturduğumuz güvenli ortam ve her şeye rağmen bizim o ortam içindeki dürüst duruşumuz, çocuğun kendi iç motivasyonunu bulması ve yasını yaşaması için çok önemlidir. Bunlara rağmen çocukta uzun süreli geçmeyen yas belirtilerinde mutlaka profesyonel bir yardım alınması için gerekli yönlendirme yapılmalıdır.

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu

DEHB’li çocuklarda stres ve kaygı seviyeleri azaltmak için tedaviler mevcuttur. Davranış terapileri, ilaçlar ve alternatif tedaviler gibi farklı seçenekler bulunmaktadır. Davranış terapileri, çocuklara stres ve kaygı yönetimi becerileri öğretmeyi amaçlar. İlaçlar, semptomları kontrol altında tutar ve çocukların günlük aktivitelerine odaklanmalarına yardımcı olur. Alternatif tedaviler, yoga, meditasyon, masaj gibi doğal yöntemleri içerebilir.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, yani DEHB, yaygın bir nörogelişimsel bozukluktur. Bu bozukluk, dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik davranışları ile belirginleşir. DEHB’nin başlıca belirtileri, dikkat süresinin kısalığı, dikkat dağınıklığı, hiperaktivite ve dürtüselliktir.

DEHB’nin nedenleri çeşitli olabilir. Genetik faktörler, beyin işlevleri, çevresel faktörler ve gelişimsel faktörler bu bozukluğun olası nedenleri arasındadır.

  • Genetik Faktörler: DEHB’nin gelişiminde genetik faktörler önemli bir rol oynayabilir. Yapılan araştırmalar, ebeveynlerde DEHB olan çocukların DEHB geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu göstermiştir.
  • Beyin İşlevleri: Beyin işlevlerindeki farklılıkların DEHB ile ilişkisi vardır. Özellikle, frontal lobun işleyişindeki bozukluklar DEHB ile bağlantılı olabilir.
  • Çevresel Faktörler: Beslenme, stres seviyeleri ve aile dinamikleri gibi çevresel faktörler DEHB ile ilişkili olabilir.
  • Gelişimsel Faktörler: Erken çocukluk dönemi boyunca, DEHB’nin gelişimindeki gelişimsel faktörler de önemlidir. Örneğin, gebelikte annenin maruz kaldığı toksik maddeler DEHB riskini artırabilir.

DEHB’nin görülme sıklığı dünya genelinde artmaktadır. 5-17 yaş arasındaki çocukların %5-10’u DEHB tanısı almaktadır. Bu bozukluğun tedavisinde ilaçlar, terapi, davranış değiştirme teknikleri ve yaşam tarzı değişiklikleri kullanılır.

DEHB Nedir?

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), bireylerin dikkat ve odaklanma sorunları, aşırı hareketlilik ve kontrolsüzlük gibi belirtiler gösterdiği bir nörogelişimsel bozukluktur. Bu belirtiler genellikle çocukluk çağından başlar ve yaşam boyu devam edebilir.

DEHB’nin belirtileri genellikle dikkat dağınıklığı, organize olamama, kolayca sıkılma, unutkanlık, huzursuzluk, aşırı hareketlilik, dürtüsellik ve kontrolsüzlük gibi sorunlarla ilişkilidir. Bu belirtiler, bireylerin iş, okul ve sosyal ilişkilerinde zorluk yaşamasına neden olabilir.

DEHB tanısı, bir bireyin gösterdiği belirtilerin belirli bir süredir devam etmesinin yanı sıra, diğer faktörlerin (örneğin, zeka veya eğitim seviyesi) etkisi olmadan, yaşına ve cinsiyetine uygun bir değerlendirme yoluyla konulur.

DEHB, genellikle birçok faktörün birleşimi sonucu ortaya çıkar. Bu faktörler arasında genetik, beyin işlevleri, çevresel faktörler ve gelişimsel faktörler bulunur. Çocukların DEHB geliştirme riskini artırabilecek birkaç gen tanımlanmış olsa da, tam olarak belirlenmiş bir gen veya gen dizisi henüz bulunamamıştır.

Beynin önemli işlevleri arasında dikkat, bilişsel kontrol ve motivasyon yer alır. Çalışmalar, DEHB olan bireylerin beyin işlevlerinde farklılıklar olduğunu göstermiştir. Örneğin, DEHB olan bireylerin beyinlerinin bazı bölgelerinde düşük aktivite seviyeleri gözlemlenirken, diğer bölgelerde yüksek aktivite seviyeleri gözlemlenmektedir. Bu farklılıklar, DEHB belirtileriyle ilişkilidir.

Çevresel faktörler de DEHB gelişiminde rol oynayabilir. Örneğin, beslenme, stres seviyeleri ve aile dinamikleri gibi faktörler DEHB’nin riskini artırabilir veya azaltabilir. Bununla birlikte, çevresel faktörlerin tam olarak nasıl ve ne şekilde DEHB ile ilişkili olduğu henüz tam olarak anlaşılmamıştır.

Sonuç olarak, DEHB birçok faktörün birleşimi sonucu ortaya çıkan nörogelişimsel bir bozukluktur. Tanı ve tedavisi için bir uzmanla görüşmek önemlidir.

DEHB’nin Nedenleri

DEHB’nin olası nedenleri arasında genetik faktörler, beyin işlevleri, çevresel faktörler ve gelişimsel faktörler yer almaktadır. Genetik faktörler, DEHB geliştirme riskini arttıran genetik özellikleri içerir. Yapılan araştırmalar, ailenin DEHB olan bir bireyin olması durumunda, diğer üyelerin de aynı rahatsızlığa yakalanma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir.

Beyin işlevleri de DEHB ile ilişkili olabilir. Beynin frontal korteks ve striatum gibi bölgelerindeki farklılıklar DEHB belirtileriyle bağlantılı olabilir. Ayrıca beyin kimyasındaki dengesizlikler de DEHB’ye yol açabilir.

Çevresel faktörler de DEHB ile ilişkili olabilir. Beslenme, stres seviyeleri, aile dinamikleri gibi faktörler, çocukların DEHB’ye yakalanma riskini artırabilir. Örneğin, annenin hamilelik sürecinde sigara içmesi, çocuğun DEHB geliştirme riskini artırabilir. Stresli bir ev ortamı veya sürekli olarak yaşanan stresli olaylar da DEHB’yi tetikleyebilir.

Sonuç olarak, DEHB’nin nedenleri karmaşık ve çok faktörlüdür. Genetik, beyin işlevleri, çevresel faktörler ve gelişimsel faktörler gibi farklı etkenler bir arada DEHB’nin oluşumuna katkıda bulunabilir. Ancak, DEHB’yi önleyen veya tedavi eden kesin bir yöntem henüz bulunamamıştır.

Genetik Faktörler

DEHB’nin genetik faktörleri oldukça karmaşıktır. Ancak, bilim adamları son yıllarda bu konuda önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Genetik faktörlerin DEHB geliştirme riskini arttırdığı, ancak tek başına bu faktörlerin DEHB’ye neden olmadığı bilinmektedir.

Araştırmalar, DEHB’si olan bir kişinin, ailesinde DEHB bulunan başka birinin varlığı durumunda DEHB geliştirme riskinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ayrıca, DEHB’si olan bir kişide, genetik yatkınlıkla ilişkili bir beyin proteininin yokluğuna rastlanılmıştır.

Ancak birçok farklı genin DEHB geliştirme riski ile ilişkili olduğu belirtilmektedir. Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, DEHB’si olan çocuklarda dopamin taşıyıcı genlerinde anormallikler olduğunu buldu. Dopamin taşıyıcı genler, yaşamsal bir kimyasal olan dopaminin beyindeki hareket, motivasyon, zevk alma ve dikkat gibi işlevlerinde önemlidir.

Ayrıca, DEHB’si olan çocukların, dopamin gibi kimyasalların beyindeki etkilerini düzenleyen genlerdeki mutasyonlarla ilgili olduğuna dair bir teori bulunmaktadır. Ancak, her çocukta bu genetik anormalliklerin olmasa da DEHB geliştirme riski vardır.

Toparlayacak olursak, genetik faktörlerin DEHB’nin geliştirme riskini arttırdığı fakat tek başlarına bu faktörlerin DEHB’ye neden olmadığı belirtilmektedir. Dopamin taşıyıcı genlerindeki anormallikler, DEHB’si olan çocuklarda bulunmuştur. Ancak, her çocukta bu genetik anormallikler olmasa da DEHB geliştirme riski bulunmaktadır.

Beyin İşlevleri

DEHB olan çocukların beyinlerinde belirli farklılıkların olduğu bilinmektedir. Özellikle ödül sistemleri, dikkat, problem çözme ve duygu yönetimi ile ilgili beyin bölgelerinde değişiklikler görülmektedir. Beyindeki dopamin ve noradrenalin gibi nörotransmitterlerin düzeyleri de DEHB’li çocuklarda normalden farklı olarak değişebilir.

Bazı araştırmalar, DEHB’li çocukların beyinlerinde prefrontal korteks, bazal gangliyonlar, talamus, amigdala ve hipokampus gibi belirli beyin bölgelerindeki yapısal ve fonksiyonel farklılıkların olduğunu göstermektedir. Özellikle prefrontal korteks, dikkat, planlama, problem çözme, duygu yönetimi ve sosyal davranışlarla ilgilidir ve DEHB’li çocuklarda bu bölgede belirli değişiklikler görülebilir.

Bununla birlikte, beyindeki farklılıkların DEHB’nin nedeni veya sonucu olduğu henüz bilinmemektedir ve araştırmalar devam etmektedir. Ayrıca, beyindeki değişikliklerin tedaviye nasıl yanıt verdiği de araştırılmaktadır.

Çevresel Faktörler

DEHB’nin çevresel faktörlerle olan bağlantısına dair yapılan araştırmalar sonucunda, beslenme, stres seviyeleri ve aile dinamiklerinin DEHB semptomlarını tetikleyebildiği gözlemlenmiştir. Özellikle, yüksek kalorili ve şekerli gıdaların tüketimi ile DEHB arasında güçlü bir bağlantı bulunmuştur. Beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi, DEHB semptomlarının kontrol edilmesine yardımcı olabilir.

Stres seviyeleri de bir başka çevresel faktör olarak öne çıkmaktadır. Çocukların maruz kaldığı aile içi anlaşmazlıklar, maddi sıkıntılar, okul başarısızlıkları, arkadaşlık sorunları gibi stres faktörleri DEHB belirtilerini şiddetlendirebilir. Stres yönetimi teknikleri, çocukların bu faktörlere maruz kaldıklarında DEHB semptomlarını kontrol etmelerine yardımcı olabilir.

Son olarak, aile ortamı da DEHB semptomlarını tetikleyebilecek bir diğer çevresel faktördür. Aile içi çatışmalar, yetersiz ebeveynlik becerileri, disiplin problemleri gibi durumlar çocukların DEHB belirtilerini artırabilir. Bu nedenle, ebeveynlerin DEHB hakkında bilgi sahibi olması ve çocuklarına uygun bir destek sağlaması önemlidir. Aile terapisi, ebeveynlik beceri eğitimi ve psikolojik destek, DEHB olan çocukların ailelerine yardımcı olabilir.

Gelişimsel Faktörler

DEHB’nin gelişimsel faktörleri hakkında bilgi sahibi olmak, bu bozukluğun nedenlerini daha iyi anlamak açısından önemlidir. Erken çocukluk dönemi boyunca DEHB gelişiminde rol oynayan faktörlerden bazıları şunlardır:

– Doğum öncesi, doğum ve bebeklik döneminde yaşanan stres faktörleri: Hamilelik sırasında annenin yaşadığı stres, erken doğum, bebeğin düşük doğum ağırlığı veya prematüre doğum DEHB riskini artıran faktörler arasında yer alır.

– Beyin gelişimi: Beynin frontal lob bölgesi, DEHB ile ilişkili bir bölgedir ve bu bölgenin gelişimi sırasında yaşanan aksaklıklar, DEHB riskini artırabilir.

– Gelişim dönemi: Çocukluk döneminde yaşanan stresli olaylar, evdeki düzensizlik ve aile içi problemler gibi faktörler, DEHB’nin gelişiminde önemli bir etkiye sahip olabilir.

– Beslenme: Araştırmalar, yetersiz beslenmenin, özellikle demir eksikliğinin, DEHB riskini artırdığını göstermektedir.

Erken çocukluk dönemi boyunca DEHB’nin gelişimine ilişkin bu faktörlerin yanı sıra, genetik faktörler, beyin işlevleri ve çevresel faktörler de DEHB’nin oluşumunda rol oynar. Ancak bu faktörlerin etkisi her çocukta farklı olabilir ve DEHB geliştirme riski olan bir çocukta sadece bir faktör varsa bile, bu durum DEHB gelişimine katkıda bulunabilir.

Bu nedenle, DEHB’nin gelişimsel faktörlerini anlamak, çocukların sağlıklı gelişimlerini desteklemek ve DEHB gelişimini en aza indirmek için önemlidir.

DEHB’nin Çocuklarda Görülme Sıklığı

DEHB, dünya genelinde en sık görülen nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Her yıl dünya genelinde milyonlarca çocuk DEHB teşhisi almaktadır. Bu durum, DEHB’nin tanı ve tedavisinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.

DEHB sıklıkla erkek çocuklarda daha yaygın olmasına rağmen, kız çocuklarda da görülme olasılığı vardır. Ülkeden ülkeye ve araştırmadan araştırmaya farklılık göstermekle birlikte, DEHB’nin dünya genelinde yaklaşık %5 ile %12 arasında bir oranda yaygın olduğu tahmin edilmektedir.

DEHB’nin çocuklarda yaygın olma nedenleri arasında genetik faktörler, beyin işlevleri, çevresel faktörler ve gelişimsel faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler, DEHB’nin farklı yaş gruplarındaki çocukları etkilemesine ve her çocuğun tedavi sürecinin kişiselleştirilmesine neden olabilir.

DEHB’nin sıklığındaki bu artış nedeniyle, çocukların DEHB’nin erken belirtilerini tanımlayabildiği ve gerekli tedaviye erken başladığı takdirde, uzun vadede daha iyi sonuçlar alabilecekleri önemlidir. Bu nedenle, ebeveynlerin ve sağlık çalışanlarının çocuklarda DEHB belirtilerini tanımlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olmaları gerekmektedir.

DEHB’nin Etkileri

DEHB, çocukların yaşamlarını birçok farklı şekilde etkileyebilir. Bu etkiler öğrenme süreçleri, sosyal ilişkiler ve kaygı düzeyleri gibi alanlarda görülebilir. DEHB olan çocuklar genellikle okulda zorluk yaşarlar, konsantrasyon eksikliği ve hiperaktivite nedeniyle derslerinde olması gereken başarıyı sağlayamazlar. Ayrıca, sosyal etkileşimlerinde de zorluk çekebilirler ve arkadaş edinme konusunda sıkıntı yaşayabilirler.

DEHB tanısı konmuş bir çocuk için, tedavi seçenekleri mevcuttur. İlaç tedavisi, terapi ve destek grupları gibi yöntemler, DEHB semptomlarının hafifletilmesine yardımcı olabilir. İlaç tedavisi, birçok çocuk için semptomları azaltabilir, ancak bu tedavi tüm çocuklara uygun olmayabilir. Terapi, özellikle davranışçı terapi DEHB’li çocukların davranışlarını yönetmelerinde yardımcı olabilir ve aileleri de bu konuda eğitebilir. Destek grupları, DEHB ile başa çıkmakta zorlanan çocuklar ve aileleri için moral ve destek sağlayabilir.

Her durumda, çocukların kendilerini ve DEHB’yi anlamaları ve kabul etmeleri önemlidir. Bilinçli bir şekilde DEHB ile yaşayarak ve tedavi yöntemlerini özümseyerek çocuklar, başarılı ve mutlu bir yaşam sürdürebilirler.

Öğrenme Güçlükleri

DEHB olan çocuklar, öğrenme süreçlerinde çeşitli güçlüklerle karşılaşabilirler. Dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite, sınıf içinde odaklanmakta zorlanmalarına neden olabilir. Bu da öğrenme sürecini olumsuz yönde etkiler. Ayrıca, impulsivite, öğrenilen materyali doğru bir şekilde pekiştirmelerini zorlaştırabilir.

DEHB olan çocuklar, öğrenme sürecindeki güçlükler nedeniyle akademik performanslarını düşürebilirler. Zaman yönetimi ve organizasyon becerilerinde de sıkıntı yaşayabilirler. Bu nedenle, öğretmenler ve ailelerin destekleri, DEHB olan çocukların öğrenme süreçlerinde daha başarılı olmalarını sağlayabilir.

Yardım alınmaması durumunda, DEHB olan çocukların öğrenme güçlükleri ilerleyebilir ve okulda başarısızlığa neden olabilir. Bu nedenle, DEHB olan çocuklar için özel eğitim programları ve stratejileri uygulamak, öğrenme sürecindeki zorlukları azaltabilir.

Öğretmenler, öğrenme materyallerini daha ilgi çekici ve interaktif hale getirerek, DEHB olan çocukların dikkatlerini çekmelerine yardımcı olabilir. Ayrıca, ev ödevlerini kısa tutmak ve verimli öğrenme ortamları yaratmak, öğrenme sürecinde başarının artmasına yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, DEHB olan çocukların, öğrenme güçlükleri ile karşı karşıya kalabileceklerini bilmek önemlidir. Ancak, gerekli müdahalelerle bu güçlükler aşılabilir ve öğrenme sürecinde başarılı olunabilir.

Sosyal İlişkiler

DEHB, çocukların sosyal ilişkileri üzerinde de etkili olabilir. Bu bozukluğa sahip çocuklar, arkadaşlık, sosyal etkileşim ve aile ilişkileri konusunda zorluklar yaşayabilir. Bunun nedeni, DEHB’nin çocukların dikkat sürelerini, dürtü kontrolünü ve davranışlarını etkilemesidir.

Yapılan araştırmalar, DEHB’nin çocukların karşılaştığı sosyal sorunlarla doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor. Örneğin, DEHB’li çocuklar, akranlarıyla ilişkilerinde zorluklar yaşayabilirler. Hiperaktif davranışlar ve dikkat eksikliği nedeniyle, diğer çocuklarla birlikte çalışmakta veya oyun oynamakta zorluk yaşayabilirler. Ayrıca, çocuklar DEHB nedeniyle arkadaşlarını kaybedebilir ya da yenisini edinmekte zorlanabilirler.

Bununla birlikte, DEHB olan çocuklarla çalışarak, onların sosyal becerilerini geliştirmek mümkündür. Bazı terapistler, çocukların davranışlarını düzenlemek ve sosyal becerilerini geliştirmek için bilişsel davranış terapisi veya oyun terapisi gibi teknikleri kullanır. Ayrıca, okul müdürleri ve ebeveynler, DEHB’li çocukların öğrenme süreçlerine daha fazla uyum sağlamalarına yardımcı olabilecek özel eğitim programları sunabilirler.

  • DEHB olan çocuklarla çalışmanın, sosyal ilişkilerini geliştirmede önemli bir rol oynadığı.
  • DEHB nedeniyle, çocukların arkadaşlık, sosyal etkileşim ve aile ilişkileri konusunda zorluklar yaşayabilecekleri.
  • DEHB’li çocukların, diğer çocuklarla birlikte çalışmada veya oyun oynamada zorluklar yaşayabilecekleri.
  • Bazı terapistlerin, DEHB’li çocukların sosyal becerilerini geliştirme konusunda bilişsel davranış terapisi veya oyun terapisi gibi teknikleri kullanabilecekleri.
  • Ebeveynlerin, DEHB’li çocukların öğrenme süreçlerine daha fazla uyum sağlamalarına yardımcı olabilecek özel eğitim programları sunabilecekleri.

Stres ve Kaygı

DEHB olan çocuklar, normal gelişim gösteren çocuklara kıyasla daha yüksek seviyelerde stres ve kaygı yaşayabilirler. Çocuklar, çeşitli nedenlerle strese ve kaygıya maruz kalabilirler ancak DEHB, bu durumu daha da kötüleştirebilir. Stres ve kaygı, DEHB semptomlarını daha da kötüleştirebilir ve tedavi sürecini zorlaştırabilir.

Stres ve kaygı seviyeleri yüksek olan DEHB’li çocuklar, genellikle uyku problemleri, öfke patlamaları, dikkat eksikliği ve dürtüsellik gibi semptomlar yaşarlar. Bu semptomlar, çocukların günlük yaşamlarını olumsuz etkileyebilir ve okul başarısızlığı, aile problemleri ve diğer sosyal ve duygusal sorunlarla ilişkili olabilir.

DEHB’li çocuklarda stres ve kaygı seviyeleri azaltmak için tedaviler mevcuttur. Davranış terapileri, ilaçlar ve alternatif tedaviler gibi farklı seçenekler bulunmaktadır. Davranış terapileri, çocuklara stres ve kaygı yönetimi becerileri öğretmeyi amaçlar. İlaçlar, semptomları kontrol altında tutar ve çocukların günlük aktivitelerine odaklanmalarına yardımcı olur. Alternatif tedaviler, yoga, meditasyon, masaj gibi doğal yöntemleri içerebilir.

Stres ve kaygı, DEHB’nin yönetilmesinde önemli bir faktördür. Aileler, çocukların günlük yaşamında stres faktörlerini azaltmak için stratejiler geliştirebilirler. Bu stratejiler arasında düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı beslenmek, uyku düzenini korumak ve sakin bir ev ortamı yaratmak yer alabilir.

Sonuç olarak, DEHB olan çocukların stres ve kaygı seviyeleri yüksek olsa da, çeşitli tedaviler ve stratejilerle bu durum yönetilebilir.

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozuklukluğu genellikle çocukluk çağlarında baş gösterir. DEHB, gelişim dönemlerine uyumsuz olarak dikkat eksikliği, dürtüsellik ve hiperaktif belirtiler ile tanımlanmış olan nöropsikiyatrik bir bozukluktur.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozuklukluğu genellikle çocukluk çağlarında baş gösterir. DEHB, gelişim dönemlerine uyumsuz olarak dikkat eksikliği, dürtüsellik ve hiperaktif belirtiler ile tanımlanmış olan nöropsikiyatrik bir bozukluktur.

DEHB tanısı koyabilmek için bu bozukluk ile ilgili davranışların ve beraberinde gelen zorlukların kişinin yaşamını önemli ölçüde olumsuz etkilemesi gerekir. Karşılaşılan vakalarda sıklıkla hiperaktivite ve dürtüsellik belirtilerinde azalma saptanabilir. Fakat yine de bu bozukluklar kişinin hayatını etkilemeye devam eder. Bazı belirtiler bebeklikten beri var olmasına rağmen çoğunlukla fark edilemez. Çocuklarda DEHB’in fark edilmesi genellikle okul çağına doğru olur. Bunun nedeni ise çocukların DEHB belirtileri yüzünden öğrenme ve otokontrolde yaşadığı zorluktur. Çocuk, dikkat eksikliği faktörü yüzünden anlatılan konulara kendini tam veremeyebilir ki bu da öğrenmede olumsuzluklara yol açar. Aynı şekilde davranışı öğrenmiş olmasına karşın dürtüsellik ve hiperaktivite bozukluğu yüzünden hayata geçiremeyebilir. Örneğin derste sınfta dolaşmaması gerektiğini bilir ama kendine hâkim olamayarak ayağa kalkar. Ayrıca DEHB ile gelen bu zorluklar kişinin ciddi bir özgüven eksikliği ve sosyal bağ kuramama gibi duygusal sorunları da beraberinde getirir.

3 Tür DEHB vardır: Dikkatsizlik veya dikkat eksikliği tipi, hiperaktif/dürtüsel tip, Hiperaktif/dürtüsel ve dikkat eksikliği tipi. Dikkatsizlik ve dikkat eksikliği türünde; kişi bir görevi sonuna kadar yapmakta, ayrıntılara hâkim olmakta, kendisine verilen talimatları takip etmek ve kurallara uymakta güçlük yaşar. Hiperaktif/dürtüsel tür; Kişi hep çevreye uyum sağlama çabası içindedir. Aktif, sabırsız ve hayal kırıklığı yaşamaya müsaittir. Aynı zamanda kendileri davranışlarını değil, davranışları kendilerini yönetir. Yani otokontrol sağlayamaz. Hiperaktif/dürtüsel ve dikkat eksikliği tipi ise ilk iki tipte bulunan bütün bozukluklara sahiptirler.

Kişi yaş aldıkça tanı koymak zorlaşır çünkü eş tanılar da artar ve ayrım yapmak son derece güçtür. Bir başka açıdan yaş büyüdükçe belirtiler azalabilir fakat bu, bozukluğun kişinin yaşamını terke ettiği anlamına gelmez. Tedaviyi reddedip bozukluğun kendi kendine geçmesini bekleyen kişiler yardım almanın belirtiler ile başa çıkmayı daha da destekleyeceğini düşünmeliler. Çünkü belirtilerin tedavisiz azalma şansı %20’dir.

DEHB için ilaçlı ve ilaçsız olmak üzere iki tedavi yöntemi vardır. Uzmanların önerisi ilaçlı ve ilaçsız yöntemi birlikte uygulamaktır. DEHB için faydalı olabilecek davranış terapisinde uygulanan bazı metotlar vardır. Bunlardan ilki pozitif pekiştirmedir. Pozitif pekiştirmeye örnek olarak kişinin tamamladığı her davranış için ödüllendirilmesi ya da iltifat almasıdır. Bir diğeri ise ‘time-out’ olarak bilinir. Kişi yaptığı yanlış davranış için istediği şeyden bir süreliğine uzaklaştırılır. Bir diğer metot ise tepki maliyetidir. Bu kişi eksik yaptığı davranış için vaat edilen ödülü alamaz. Metotların bir diğeri ise ‘taken economy’ olarak anılmaktadır. Kişi daha önce doğru yaptığı davranışlarda kazandığı ödül veya ayrıcalıkları kaybeder.

Ebeveynler ise çocuğu belli bir programda tutmak, çocuğun dikkatini dağıtabilecek şeylerden kurtulmak, evi DEHB’li çocuk için yeniden düzenlemek, olumlu davranışı pekiştirmek, uygulanabilir amaçlar belirlemek, seçenekleri azaltmak, özgüveni arttırmak için başarabileceği görevler vermek, molayı sık ve az ders saatlerini ise kısa tutarak hayatını biraz daha kolaylaştırmayı sağlayabiliriz.

Yazan: Psikolog Buse SARI