PrizmaBetGüncelGirişAdresiHızlıveGüvenilirErişim!

İstanbul Eğitim Konferansı’nda 21. yüzyıl becerileri ve Türkiye’de eğitimin geleceği tartışıldı

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen İstanbul Eğitim Konferansı, 21. yüzyıl becerileri ve beceri temelli yeni müfredat modeli ekseninde eğitim dünyasının en önemli gündem maddelerini tartışmaya açtı. Türkiye’nin eğitim geleceği üzerine yapılan bu kapsamlı değerlendirme; eğitimcileri, araştırmacıları, politika yapıcıları ve uluslararası eğitim uzmanlarını bir araya getirdi.

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen İstanbul Eğitim Konferansı, 21. yüzyıl becerileri ve beceri temelli yeni müfredat modeli ekseninde eğitim dünyasının en önemli gündem maddelerini tartışmaya açtı. Türkiye’nin eğitim geleceği üzerine yapılan bu kapsamlı değerlendirme; eğitimcileri, araştırmacıları, politika yapıcıları ve uluslararası eğitim uzmanlarını bir araya getirdi.

İLKE Vakfı Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi (EPAM) tarafından organize edilen konferans, 28 Eylül 2024 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Türkiye’nin eğitim sisteminde dönüşümü sağlayacak ve gelecek kuşakları hayatlarının her alanlarında destekleyecek 21. yüzyıl becerilerinin önemi konferansın ana vurgusu oldu.

Konferansın açılış konuşmalarını İLKE Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ahmet Sait Öner, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ömer Faruk Yelkenci, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Cihad Demirli ve Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan yaptı.

Talim ve Terbiye Kurulu başkanı Prof. Dr. Cihad Demirli, müfredat güncellemeleri ve materyal hazırlıklarına ilişkin, 21. Yüzyıl becerileriyle değerlerin harmanlandığı bir yaklaşım benimsendiğini ifade etti.

Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ömer Faruk Yelkenci, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin yapılandırılma aşamaları ve modelin özgün yönleri üzerinde durdu. Modelde bütüncül bir yaklaşımın benimsendiğini, fiziksel, bilişsel, ahlaki ve duyuşsal gelişim olmak üzere bütün gelişim yönleriyle ele alındığını belirtti.

Açılışın ardından, OECD Eğitim ve Beceriler Direktörü Andreas Schleicher, UNICEF Beceriler Eğitimi Uzmanı Bassem Nasir, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Taşpınar, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Öztürk ve İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Aşlamacı, beceri temelli eğitimi hem dünya genelinde hem de Türkiye bağlamında derinlemesine değerlendirdi.

Program, İLKE Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş’un kapanış konuşmasıyla son buldu.

Eğitim sistemleri, yaşam becerileri ile kapsamlı bir dönüşüm yaşamalı

Konferansın ilk oturumu, Bassem Nasir’in “Yaşam Becerileri Yoluyla Eğitimi Dönüştürmek: Hümanist Bir Yaklaşım” başlıklı konuşmasıyla başladı. UNICEF Eğitim Uzmanı Nasir, yaşam becerilerinin 21. yüzyıl eğitiminde kritik bir rol oynadığını vurgularken bu becerilerin politika yapıcılar, program tasarımcıları ve eğitimcilere rehberlik edecek kapsamlı bir çerçevesini sundu. Çocukların ve gençlerin değişen iş piyasaları, teknoloji, göç ve krizlere hazırlıklı olabilmesi için eğitim sistemlerinin kapsamlı bir şekilde dönüştürülmesi gerektiğini belirtti. Nasir, yaşam becerilerinin, esnek ve uyum sağlayabilen bireyler yetiştirmede anahtar olduğunu ifade ederken, yaşam becerilerinin sistematik olarak geliştirilmesinin, çocukların kişisel, akademik ve sosyal zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olacağını vurguladı.

Bir diğer konuşmacı Doç. Dr. Mustafa Öztürk, “21. Yüzyıl Becerilerinin Öğrenme Alanları ve Ölçme Süreçleri Üzerindeki Dönüştürücü Etkisi” başlıklı sunumunda, 21. yüzyıl becerilerinin eğitimdeki ölçme ve değerlendirme süreçlerini nasıl dönüştürdüğünü ele aldı. Öztürk, değişen beceri setlerinin, öğrenme çıktılarını ve PISA gibi uluslararası değerlendirmelerdeki başarıyı doğrudan etkilediğini belirtti. Türkiye’nin yeni öğretim programlarının bu becerilere nasıl entegre edildiği ve PISA performansına olası etkileri üzerinde durdu.

OECD Eğitim ve Beceriler direktörü Andreas Schleicher, “Beceri Temelli Öğrenmeye Dair Farklı Modeller ve Dünyadan Örnekler” konuşmasında, günümüz eğitim sistemlerinin gençleri geleceğe nasıl hazırlaması gerektiğine dair önemli bulgular paylaştı. Schleicher, gelecekte insanların sadece bilgiye sahip olmasının yetmeyeceğini, asıl önemli olanın bu bilgiyi nasıl uyguladıkları olacağını belirtti. PISA değerlendirmelerine atıfta bulunarak, bilginin ezberlenmesinden ziyade bilimsel araştırma ve problem çözme becerilerinin önemini vurguladı. Türkiye’deki eğitim sistemi üzerine de değerlendirmelerde bulunan Schleicher, “Türkiye’de öğrenciler akademik olarak başarılı olabilirler, ancak mutluluk ve kimlik hissi konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Bu, 21. yüzyılın eğitim sistemlerinde temel unsurlar arasında yer almalı” diye konuştu.

Yükseköğretim, 21. yüzyılın değişen işgücü becerilerine uyum sağlamalı

Oturumda ayrıca Prof. Dr. Orhan Uzun, “Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi ve 21. Yüzyıl Becerileri Kapsamında Eğitim-İstihdam İlişkisini Yeniden Düşünmek” başlıklı sunumunda, yükseköğretim programlarının 21. yüzyıl becerileri ile nasıl uyumlu hale getirildiğini tartıştı. Orhan Uzun, eğitim ve istihdam arasındaki ilişkilerin yeniden şekillendirilmesi gerektiğini vurgularken, iş dünyasında değişen beceri taleplerine nasıl yanıt verilmesi gerektiği konusunu ele aldı.

Prof. Dr. Mehmet Taşpınar, Türkiye’nin 21. yüzyıl becerilerini temel alarak geliştirdiği “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni tanıttı. Taşpınar, bu modelin, dünya genelindeki diğer beceri temelli eğitim modellerinden farklarını detaylı bir şekilde açıklarken, Türkiye’nin özgün bir öğretim programı oluşturduğunu vurguladı. Bu yeni modelin, öğrencilerin sosyal-duygusal öğrenme, okuryazarlık ve mesleki becerilerini geliştirerek 21. yüzyılın gereksinimlerine uyum sağlamayı hedeflediğini belirtti.

21. Yüzyıl becerileri: Eğitimde ihtiyaçlara cevap mı, yoksa ideolojik bir yönlendirme mi?

Prof. Dr. İbrahim Aşlamacı, “21. Yüzyıl Becerileri Odaklı Eğitim Anlayışı ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline Yansıması: Eleştirel Bakış” başlıklı sunumunda, 21. yüzyıl becerileri odaklı eğitim anlayışının teorik arka planını eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirdi. Türkiye’nin eğitim reformlarına uyum sağlama çabalarının özgün eğitim ihtiyaçları ile ne kadar örtüştüğünü sorgulayan Aşlamacı, modelin olanakları ve sınırlılıkları üzerine derinlemesine bir tartışma sundu.

IV. İstanbul Eğitim Konferansı, eğitimde beceri temelli yaklaşımların dünya ve Türkiye ölçeğinde nasıl uygulanabileceğine dair önemli tartışmalara sahne oldu. Konuşmacılar, 21. yüzyıl becerilerinin eğitim sistemlerine entegrasyonunun yalnızca akademik değil, sosyal ve ekonomik başarı için de kritik olduğunu vurguladı.

Mevsimler Neden Başka Kelimelerle Değil de İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış Olarak İfade Edilir?

Mevsimlere neden ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış isimleri verildiğini hiç düşündünüz mü? Neden başka bir şey değil de bu isimler? Bunların anlamları ne olabilir?

Mevsimleri ifade eden bu 4 farklı kelime, birbirinden farklı kökenlerden gelmekte olup aslında arkasında birçok anlamı barındırır.

Gelin, bu kelimelerin nereden geldiğine bakalım.

Kıştan sonraki aydınlık ve parlak aylar, bir zamanlar “oruç” olarak bilinirdi.

Bu kelime, günlerin uzaması anlamına gelen Batı Cermen “langitinaz” kelimesinden türemiştir. Ayrıca ilkbaharın artan gün ışığı saatlerine bir göndermedir. 

Bugün “oruç” kelimesi, Hristiyan takviminde hâlâ yaşamaya devam eder ve Hristiyanların çikolatadan veya diğer sevdikleri ikramlardan vazgeçtikleri Kül Çarşambası ile Paskalya arasındaki 40 günlük dönemi tanımlar. 

Ancak bu mevsim, 14. yüzyıl civarında kış uykusundan sonra yerden fışkıran bitkilere atıf olarak “ilkbahar zamanı” olarak bilinmeye başladı. Sonraki yüzyıllarda bu “ilkbahar” olarak kısaltıldı.

Yaz kelimesinin nereden geldiği, biraz belirsizdir.

Dil bilimciler, “summer” kelimesinin kökeninin, Eski İngilizce “sumor” dan geldiğini düşünür. “Sumor” kelimesi de “birlikte” veya “bir” anlamına gelen Germen “sumur” dan gelir.

Bu kelime, bitkilerin ve çiçeklerin tam çiçek açtığı yılın en sıcak ve en ılıman zamanını tanımlamak için kullanılır.

Yaz ile kışın arasında kalan aylar, yüzyıllar boyunca çeşitli isimlerle anılmıştır.

Bunlarda en dikkat çekenleri; sonbahar, güz ve hasattır. Yılın bu zamanı, 12. yüzyıla kadar “hasat” olarak biliniyordu. Bu da kış ayları için içeride saklanmak üzere ilkbahar ve yaz aylarında yetiştirilen mahsullerin hasadını ifade eden uygun bir isimdi.

“Hasat” kelimesi ise “toplamak ya da koparmak” manasına gelen Eski İskandinavca “haust” kelimesinden gelir ve bugün hâlâ çiftçilikle ilgili olarak kullanılan yaygın bir kelimedir.

Bu mevsimin sonbahar olarak tanımlanması, ilk kez 12-14. yüzyıllarda ortaya çıkar. Kelimenin kökeni Fransızca ‘automne’ kelimesine, Eski Fransızca “sutumpne” kelimesine ve Latince “augere”’ fiiline benzeyen Latince “autumnu”’a kadar uzanır ve “artırmak” anlamına gelir. 

Kış kelimesinin kökeni de yaz gibi bir miktar belirsizdir.

Bu mevsimin isminin, Germen “wentruz” kelimesine dayandığı düşünülüyor. Bu da Proto-Hint-Avrupa dilinde “ıslak” anlamına gelen “wed-” veya “beyaz” anlamına gelen “wind” kelimesinden türemiştir.

Islak, rüzgâr ve karın beyazına atıfta bulunan bu kelimelerin, en azından bugün bildiğimiz şekliyle kışın tanımına evrilmesi mantıklı gözüküyor. 

Kaynaklar: The Collector, Mental Floss